27 Şubat 2013 Çarşamba

Altın savaşları, altına 2013 yorumu (İlginç bir yorum)




Bu yazı yalnızca bir araştırma, olasılık ve öneridir ancak yine de bilimsel verilere dayanmakta  olan bir yorumdur... Dileyenler geyik yerine ya da buzdolabı süsü olarak ya da üstünde  zeytin-peynir-ekmek-domates yemek için de kullanabilir. Bir katkıda bulunabilmek çok güzel birşey.
Bence külçe altın ve TL açısından 100-110 TL civarında bir direnç oluştu. Buralarda hep satış geliyor. 90-110 TL arasına boğa tuzağı yani altın yükseliyormuş sanısı uyandıran bir kandırmaca konulmuş gibi bir durum var. Yani ons 1.700-1.800 civarına bir boğa tuzağı kurulmuş gibi.
Altına neden hücum vardı? Başta Abdekonomisi olmak üzere, Batı ekonomisinde bir çöküş durumu vardı. Ve altın fiyatlarını yükselten gerçekte ülkelerin vatandaşları değil, devletlerinin ton ton altın alımları idi. Yani 4 yıldır, devletler arasında altınsavaşları var gibi bir durum vardı. Oysa 4-5 yıl önce yazdığım gibi ‘2013 yılından başlayıp Batı ekonomisi yükselmeye ve Türkiye ekonomisi düşmeye başlayacak’ saptamama uygun olarak Batı ekonomilerinde düzelme belirtileri görülmeye başladı. Yani 2013 yılından başlayıp, artık devletlerin altına hücumuna pek gerek olmayacak. Bence; medyanın finans bölümleri de sanki teknik analizden hiç anlamıyorlarmış gibi, külçe altının 100-110 TL arasına 1 yıla yakındır bir direnç(tuzak) konulduğunu görmemişler gibi sanki, hep, altının gıramı(gramı) 1-2 TL artsa; ‘Altın uçuyor, altında ralli, altın fırladı’ gibi haberler ile bu tuzağa gaz verdiler, insanları gaza getirdiler, diye düşünüyorum. Şimdi de altın yatırımcıları, Soros bile altınlarını satıp hisse senedi alıyor, diye haber  yapıyorlar. Oysa 1 yıldır her ay, ’Altın uçuyor, altında ralli, altın fiyatları aldı başını gitti, altın nereye gidiyor?’ gibi haberler  yapıyorlardı. Yani gerçekten söylediklerinde içten idiler ise, eğer teknik analizden bu kadar çok anlamıyorlar ise finans bölümlerine yönetici olarak beni alsınlar. Ben bile daha çok anlıyorum. Gerçekte devletler 4 yıldır altın alımı yapmamış olsalardı, bugün altının onsu bugün 1.000 Dolar(dolar)’da falan olurdu bence. Altın ne ki? Yenilmez, içilmez, tedavi etmez, hayat kurtarmaz, çölde kalsan bir bardak su vermez, dertlerini dinlemez, akıl vermez.
Abd’nin, Türkiye’ye bir ‘Altın oyunu’ varmış gibi geliyor bana. Bence; Abd, altın fiyatlarının çok düşeceğini anlamış olmalı ve Türkiye’nin de elindeki altınlar ile büyük zarara girmesini tuzaklamış olmalı. Ancak; Türkiye de bunu görmüş olabilir ve elindeki altınların bir bölümünden, hazır şu an ki fiyatlardan kurtulmak için İran’a altın satmayı ve altın karşılığı doğal gaz, petrol alma yoluna gitmiş ve bunu anlayan  Abd de, Türkiye’nin İran’a altın satmasına ve altın karşılığı ticaret yapmasına karşı çıkmış, ambargo koymuş olabilir. Burada tezgah genelde İran’a karşı imiş gibi görünmesine karşın gerçekte  Türkiye’yi, elindeki altınlar ile zarar ettirmek gibi saklı bir amaç taşıyabilir. Belki de bu yüzden; Abd’li bir tarihçi ‘Obama, Türkiye’yi kandırıyor’ dedi, geçen gün. Ancak tezgah bu ise açık ki Obama ya da Abd; Türkiye’yi pek kandıramadı. Şimdi de Orta Asya devletleri altın almaya başladı. Bunlardan biri de Azerbaycan. Yani Abd’nin tuzağı pek tutmayacağa benziyor, eğer böyle bir tuzağı var ise. Türkiye’de altın rezervleri yükselirken, dünyada da yeni yeni altın madenleri bulunmakta yani altının geleceği, rengi gibi pek parlak görünmüyor bence. Lenin’in dediği gibi belki de altın; değersizliğinden, hela taşı olacağı günlere doğru gitmekte.
Altının onsunda; 2013 yılına ait 1.700 dolar(dolar) yan üçgen ucu direnci, sınırı var. Bu da; mart-nisan 2013 aylarına kadar beklemeyi uygun yapıyor bence. Yani ons bu fiyatı yukarı geçer ise alım yapılabilir. Bu kısa vadeli bekleme önerim.
Öte yandan; bir olasılık da onsun bu fiyatı geçemeyip aşağı gitmesi olasılığının da yüksek olması. Bu durumda da 2014 yılına kadar beklemek gerekir. Bu durumda altın bir ralli yapacak ise bunu 2014 yılında yapacaktır. Yani 2014 yılında dünyada büyük olaylar, çatışmalar, savaşlar, ekonomisel çöküşler olma olasılığı yüksek. Yani ons, 2013 yılında ve özellik ile haziran 2013’de 1.700 Dolar’ı yukarı geçemez ise 2014 yılına bekleme önerimi sürdüreceğim.
Şu sıralar dünyaca ünlü yatırımcılar, sıcak paracılar da altın sıtoklarını(stoklarını) satmaktalar. Geçen gün de Rusya’da 200 ton altın madeni bulundu ki Sibirya’nin altının altın kaynadığı söyleniyor.
Yani bence altında, alım için 3-5 ay beklemekte yarar var. Eğer 3-5 ay içinde ons 1.700 Dolar’ı geçemez ise 2014’ü alım için beklemekte yarar var, diye düşünüyorum.
Eğer ons 1.700 Dolar’ı geçemez ise 1.200 Dolar’a kadar bir düzeltme, düşüş bekliyorum, umuyorum. Buradan altın ralli yapabilir ve sol omuzun başını yapabilir.
Büyük olasılık ile Türkiye’de borsa 100.000 oluncaya kadar altın düşecektir ki bu da 2013 içinde ya da sonunda olacaktır...
Yani bekleyip görmeli, sonra ağlamamalı diyorum.
Dediğim gibi bu bana ait, kişisel bir yorum yazısıdır, hiçkimse önemsemek zorunda değil.
Evet; Avrupa ekonomisinin 2013’de(te) yükselmeye; Türkiye ekonomisinin ve Akp’nin ise 2013’de düşmeye başlayacağını  ve bunun 2014’de hızlanmaya başlayacağını, 4 ya da 5 yıl önce yazmışdım.
Hayat, ülkeler, demokrasi, tarih, evren, aşk ve evlilik; borsa tekniği üstüne kuruludur, bence. Yani; evren var olmadan önce borsa vardı.
Evet, birgün altından hela taşları yapılacak.
Necdet Gürçiftçi
Patentsiz, dinsiz, yerli üretim bir Türk-Türkiye bilgesi

Halkidiki’de altın madenine karşı protestolar ve son durum


Halkidiki’de altın madenine karşı protestolar ve son durum

Yunanistan’ın kuzeydoğu Halkidiki bölgesindeki altın madenine yönelik tepkiler yoğunlaşarak artarken, bölgede altın madenlerini destekleyenlerin de bulunması, önümüzdeki günlerde büyük olayların çıkabileceği izlenimini yaratıyor.
Halkidiki’nin Skuries bölgesinde bulunan Kanadalı Eldorado Gold altın şirketine ait şantiyeye yönelik saldırıdan 8 gün sonra geçtiğimiz Pazar günü altın madeni yatırımına karşı çıkan yerel halk ve sol görüşlü oluşum üyelerinin katılımıyla büyük bir protesto gösterisi düzenlendi.
Yaklaşık 1.500 kişinin katılımıyla gerçekleştirildiği tahmin edilen protesto gösterisi sorunsuz bir şekilde tamamlanırken, çok sayıda polis memurunun yakından takip ettiği gösterinin barışçıl sonla tamamlanmasında en önemli faktörün karşı gösteri hazırlayan ve altın yatırımını destekleyen bölge sakinlerinin bu kararından son anda vazgeçmeleri olduğu belirtiliyor.
Durumun gerginliğinin en iyi göstergeleri arasında, protesto gösterisinin ilk başta planlandığı gibi Halkidiki’nin “Megali Panagia” köyünün meydanında değil, olay çıkacağından korkulduğu için köyün girişinde yapılması gösteriliyor.
Halkidiki Maden Çalışanları Derneği Başkanı Aggelos Deligiovas “Mantıklı düşündüler ve köye girmediler. Yeni gerginlikler yaşanacaktı. Burada çoğunluk altın madenlerini destekliyor, neredeyse her aileden bir kişi madenlerde çalışıyor. Yıllardan beri madenlerde çalışıyoruz ve işimize sahip çıkmaya kararlıyız. Şimdilik sakin olmayı tercih ediyoruz. Ancak cevap verme noktasına gelirsek ne olacağını hayal bile edemiyorum” dedi. Altın madenleri, Halkidiki’nin dağlık köylerinden Stratoniki, Paleohori ve Megali Panagia’daki halkın ana geçim kaynağı ve bu bölgelerdeki halk altın madenlerini destekliyor. Diğer taraftan sahil boylarındaki halk ise turizm, tarım ve balıkçılıkla uğraşırken, altın madenlerine karşı çıkıyor.
Yunanistan’daki Eldorado şirketine ait şantiyeyi kundakladılar

Eldorado Gold şantiyesine yapılan ve “çete çatışmalarını” andıran kundaklama saldırısı sonrasında, Halkidiki’deki altın yatırımı konusu bölge sınırlarını çoktan aşmış ve siyasî bir boyut kazanmış durumda. Pazar günkü protesto gösterisine Halkidiki SYRIZA partisi milletvekili Katerina İgglezi dışında, Selanik SYRIZA milletvekili Tasos Kourakis ile Selanik KKE partisi milletvekili Theodosis Konstandinidis de katıldı. Gösterilere ayrıca altın çıkarma çalışmalarının yapılması beklenilen Batı Trakya bölgesinden Dedeağaç (Alexandroupoli) Belediye Başkanı Evangelos Lambakis ile birlikte çok sayıda vatandaş ile Kilkis bölgesinden de birçok kişi katıldı. Protesto gösterisi boyunca sallanan siyah bayraklar dikkat çekerken, göstericiler Yunanistan genelinde çalıştırılması beklenen altın madenlerine karşı sloganlar attılar.
Kandalı Eldorado Gold şirketi 9,6 milyon ons altın çıkarmak amacıyla 2016 yılına kadar Halkidiki madenlerine 1,3 milyar euro’luk yatırım yapmayı hedefliyor. Şirket bünyesinde şu anda 1.200 kişi çalışırken, işsizliğin %40’a ulaştığı ve başka yatırımcıların olmadığı bölgede daha 5.000 kişi şirkette çalışmak için başvuru yapmış durumda.
Öte yandan Jeolojik ve Madencilik Araştırmaları Enstitüsü IGME ise kısa süre önce yayınladığı açıklamada Halkidiki’nin Skuries ile Batı Trakya’nın Perama bölgesindeki altın çıkarmaya yönelik yatırımları desteklediğini açıkladı.
Azınlıkça Online®

26 Şubat 2013 Salı

Susi’nin son çığlığı



Fotoğraf: Susi’nin son çığlığı

Özer Akdemir

Aşağıdaki mektup Susi’den. Ya da, Özderelilerin deyimiyle “Çılgın Alman”dan. Evini, bütün olanaklarını sokak hayvanlarına açan, yaşamını onlara adayan, komşulardan şikayet gelince bütün birikimiyle hayvanlara küçük bir çiftlik yapan Susi's Tierheim’dan. Koşullar öylesine zorlamış ki aşağıdaki mektubu yazmak zorunda kalmış. 

“Pes ettim” diyor. “Artık hayvanlara yem, kum, saman alamıyorum. Kendim için bile yiyecek alamıyorum” diyor. Özdere’deki veteriner kliniğinde görüştüğümüzde, ‘üflesen uçacak’ kadar zayıflıktaki sarışın kadına, yanındaki dostları bir şeyler yemesi için ısrar ediyorlardı. Günde bir öğün yemek yediğini söylüyorlardı. Susi, kucağında tek gözü kör kedi ile paylaşmıştı ekmek arası köftesini. 

Aslında onun Türkiye günleri bu karşılıksız paylaşmaların toplamı sayılabilir. Almanya’dan turist olarak gelip, sonradan terk edemediği, memleket yapıp yerleştiği Özdere’de, önce sokak kedileriyle paylaştı evini, ekmeğini. Sokaklar o kadar çok terk edilmiş kedi-köpekle doluydu ve Susi’nin yüreği de onları sokakta bırakmayacak kadar kocamandı ki, evindeki hayvan sayısı bir anda 80’leri buldu. Bu kadar hayvanın sesleri, kokuları, varlıkları Susi’nin komşularına fazla gelmişti. Şikayetlerin artmasını ardından, Susi tüm varını yoğunu denkleştirip Özdere’nin dışında, kırların ortasında küçük bir arazi aldı. Dostu olan bir iki kişi ile gece gündüz çalışıp, hayvanların rahatça hareket edip, barınacakları bir çiftlik yaptılar. Biz gittiğimizde çiftlikteki hayvan nüfusu 112 kedi, 7 köpek, 1 katır ve 1 eşekten oluşuyordu. 

Susi’nin son mektubunda artmış ve çeşitlenmiş görünüyor hayvan sayısı; 100 kedi, 10 köpek, 3 esek, 1 at, 3 tavsan.

İşte Susi’nin ‘Pes ettim’ diye başlayan mektubu, bu kadar hayvana artık bakamamanın çaresizliği ile yazılmıştı. Ömrünün son 25 yılını bu hayvanlara adayan sarışın güzel kadın, ‘yaşamla aramdaki bağ’ olarak tanımladığı dostlarından ayrılmak zorunda kalmanın iç burkan çığlığını atmış mektupta. Mektup söze de gerek bırakmıyor ama Susi’ye ve dostlarına yardım edebilmenin bir yolu olsa gerek. Çok geç kalınmamışsa tabii…

Sevgili Arkadaşlar,

Pes ediyorum! Artik yapamıyorum! Tükendim!

Param kalmadı artık, dolayısıyla kedilere ve köpeklere mama alamıyorum, gerekli ilaçları yada kedi kumu temin edemiyorum, eşeklere saman ve yem yada nal masraflarını karşılayamıyorum.

Kendim için bile yiyecek alamıyorum. Ev hijyeniği için gerekli malzemeleri alamıyorum.

Bu olanların üstüne bide son aylarda sağlık problemlerim, uykusuz gecelerim ve kabuslarım başladı.

Hiç bir yerden yardim almıyorum, bunların üstesinden fiziksel olarak gelemiyorum, kedi ve köpek evlerini temizlemek olsun ve buna benzeri isler mesela bölgenin temizliğini yapamaz oldum.

Vakıflardan ve benzeri yerlerden de yardım alamıyorum.

Evimi ve arsamı satılığa çıkardım.

Bu kadar hayvanı ne yapacağımı bilemiyorum, (100 kedi, 10 köpek, 3 eşek, 1 at, 3 tavsan) başka barınaklara dağıtacağım yada sokağa salmak zorunda kalacağım.

Her hayvanın başka hayat öyküsü var ve hepsini yüreğime hapsettim. Bu güne kadar benim yasama sebebim oldular onların acı çekmesine göz yumamadım hala yumamıyorum!

Kabuslarım hiç bitmiyor ve bu duruma rağmen dün yine çok ürkek zayıf bir yavru köpek buldum ve yanıma aldım.

Belki bazılarınız bir insan nasıl bu kadar aptal olabilir diye düşünebilir fakat hayvanları seven insan benim ne demek istediğimi ve ne hissettiğimi bilir.

Bazı arkadaşlar bana maddi destekte bulundular sizlere hem maddi hem manevi yanımda olduğunuz için yürekten teşekkür ederim ama ne yazık ki yeterli olmadı.

Kararımı vermek kolay olmadı ama bu durumda PES etmek zorundayım....

Sevgilerimle Susi...

‘Çılgın Alman’ın hayvan çiftliği
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=495572330477124

Suzi'nin Çiftliği Yardım Bekliyor...
Tıklayınız
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=489854057715618

Özer Akdemir

Aşağıdaki mektup Susi’den. Ya da, Özderelilerin deyimiyle “Çılgın Alman”dan. Evini, bütün olanaklarını sokak hayvanlarına açan, yaşamını onlara adayan, komşulardan şikayet gelince bütün birikimiyle hayvanlara küçük bir çiftlik yapan Susanna Wiesent’den. Koşullar öylesine zorlamış ki aşağıdaki mektubu yazmak zorunda kalmış.

“Pes ettim” diyor. “Artık hayvanlara yem, kum, saman alamıyorum. Kendim için bile yiyecek alamıyorum” diyor. Özdere’deki veteriner kliniğinde görüştüğümüzde, ‘üflesen uçacak’ kadar zayıflıktaki sarışın kadına, yanındaki dostları bir şeyler yemesi için ısrar ediyorlardı. Günde bir öğün yemek yediğini söylüyorlardı. Susi, kucağında tek gözü kör kedi ile paylaşmıştı ekmek arası köftesini.

Aslında onun Türkiye günleri bu karşılıksız paylaşmaların toplamı sayılabilir. Almanya’dan turist olarak gelip, sonradan terk edemediği, memleket yapıp yerleştiği Özdere’de, önce sokak kedileriyle paylaştı evini, ekmeğini. Sokaklar o kadar çok terk edilmiş kedi-köpekle doluydu ve Susi’nin yüreği de onları sokakta bırakmayacak kadar kocamandı ki, evindeki hayvan sayısı bir anda 80’leri buldu. Bu kadar hayvanın sesleri, kokuları, varlıkları Susi’nin komşularına fazla gelmişti. Şikayetlerin artmasını ardından, Susi tüm varını yoğunu denkleştirip Özdere’nin dışında, kırların ortasında küçük bir arazi aldı. Dostu olan bir iki kişi ile gece gündüz çalışıp, hayvanların rahatça hareket edip, barınacakları bir çiftlik yaptılar. Biz gittiğimizde çiftlikteki hayvan nüfusu 112 kedi, 7 köpek, 1 katır ve 1 eşekten oluşuyordu.

Susi’nin son mektubunda artmış ve çeşitlenmiş görünüyor hayvan sayısı; 100 kedi, 10 köpek, 3 esek, 1 at, 3 tavsan.

İşte Susi’nin ‘Pes ettim’ diye başlayan mektubu, bu kadar hayvana artık bakamamanın çaresizliği ile yazılmıştı. Ömrünün son 25 yılını bu hayvanlara adayan sarışın güzel kadın, ‘yaşamla aramdaki bağ’ olarak tanımladığı dostlarından ayrılmak zorunda kalmanın iç burkan çığlığını atmış mektupta. Mektup söze de gerek bırakmıyor ama Susi’ye ve dostlarına yardım edebilmenin bir yolu olsa gerek. Çok geç kalınmamışsa tabii…

Sevgili Arkadaşlar,

Pes ediyorum! Artik yapamıyorum! Tükendim!

Param kalmadı artık, dolayısıyla kedilere ve köpeklere mama alamıyorum, gerekli ilaçları yada kedi kumu temin edemiyorum, eşeklere saman ve yem yada nal masraflarını karşılayamıyorum.

Kendim için bile yiyecek alamıyorum. Ev hijyeniği için gerekli malzemeleri alamıyorum.

Bu olanların üstüne bide son aylarda sağlık problemlerim, uykusuz gecelerim ve kabuslarım başladı.

Hiç bir yerden yardim almıyorum, bunların üstesinden fiziksel olarak gelemiyorum, kedi ve köpek evlerini temizlemek olsun ve buna benzeri isler mesela bölgenin temizliğini yapamaz oldum.

Vakıflardan ve benzeri yerlerden de yardım alamıyorum.

Evimi ve arsamı satılığa çıkardım.

Bu kadar hayvanı ne yapacağımı bilemiyorum, (100 kedi, 10 köpek, 3 eşek, 1 at, 3 tavsan) başka barınaklara dağıtacağım yada sokağa salmak zorunda kalacağım.

Her hayvanın başka hayat öyküsü var ve hepsini yüreğime hapsettim. Bu güne kadar benim yasama sebebim oldular onların acı çekmesine göz yumamadım hala yumamıyorum!

Kabuslarım hiç bitmiyor ve bu duruma rağmen dün yine çok ürkek zayıf bir yavru köpek buldum ve yanıma aldım.

Belki bazılarınız bir insan nasıl bu kadar aptal olabilir diye düşünebilir fakat hayvanları seven insan benim ne demek istediğimi ve ne hissettiğimi bilir.

Bazı arkadaşlar bana maddi destekte bulundular sizlere hem maddi hem manevi yanımda olduğunuz için yürekten teşekkür ederim ama ne yazık ki yeterli olmadı.

Kararımı vermek kolay olmadı ama bu durumda PES etmek zorundayım....

Sevgilerimle Susi...


‘Çılgın Alman’ın hayvan çiftliği
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=495572330477124

Suzi'nin Çiftliği Yardım Bekliyor...
Tıklayınız
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=489854057715618

Tabiatı bu yasadan koruyun!



 
TABİATI KORUMA KANUNU BU HAFTA MECLİSTE

  Sinem Uğurlu
  Kamuoyunda Tabiat Kanunu olarak bilinen “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı” bu hafta meclis gündeminde görüşülecek. Yaşam savunucularının tüm tepkilerine rağmen hazırlanan tasarı, şimdiye kadar yapılmış korumadan en yoksun düzenleme olarak ifade ediliyor. “Doğanın talan edilmesinin yasallaşması” anlamına gelen tasarı metninin tamamında doğanın korunmasından çok ekonomik faaliyetler için kullanımına vurgu yapılıyor. İşte yasa tasarısının getirdikleri ve götürdükleri:
KORUMA DEĞİL KULLANMA
“Koruma-kullanma dengesi” ifadesiyle, doğa kaynaklarının asıl olarak kullanılması amaçlanıyor. Yani ülkenin doğal değerleri “sürdürülebilirlik” adı altında ekonomik faaliyete açılacak, doğa kaynaklarının özel kişi ve şirketlere tahsis edilebilmesi kolaylaşacak.
KİMİN ÜSTÜN YARARI?
Tasarı’nın 8. maddesinde “Üstün kamu yararı” ifadesi yer alıyor. Bu ifade ile doğal alanlara zarar verebilecek birçok yatırımın önü açılacak. 8. maddenin 4. bendinde yer alan “Çevreye yarar” ifadesine dayanarak madencilik, enerji, sanayi, tarım, turizm gibi doğaya zarar verebilecek pek çok yatırım kolaylıkla gerçekleşebilecek. HES’ler, milli park üzerine yapılmak istenen sanayi tesisleri, maden işletmeleri “Üstün kamu yararı ve stratejik kullanım” olarak tarif edilebilir ve Bakanlar Kurulu bu yatırımlara izin verebilir.
DOĞAL KORUMA ALANLARI KALKIYOR
Yasa tasarısında “Doğal Sit” statüsü kaldırılıyor. 6. maddede “Gerçek veya tüzel kişilerin önerileriyle daha önce belirlenmiş ve ilan edilmiş korunan alanların sınırlarının değiştirilebileceği, kısmen veya tamamen farklı statü kapsamına alınabileceği veya koruma kararlarının kaldırılabileceği” belirtiliyor. Bu, doğal koruma alanlarının artık ‘korumasız’ kalacağı anlamına geliyor.

TEK YETKİ BAKANLIKTA
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tek başına “son sözü” söyleyebilecek bir konuma getiriliyor. Bu durumda bağımsız görüş verebilecek bilimsel kurumların ve halkın katılımı engelleniyor. Zaten Tasarı’nın hazırlanış biçimi de, meslek odaları ve kitle örgütleri tarafından ‘katılımcı’ olmadığı gerekçesiyle eleştiriliyor.
MİLLİ PARKLAR RAFA KALKIYOR
Tabiatı Koruma Yasa Tasarı’nın 57. maddesinde, “2873 sayılı Milli Parklar Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır”ifadesi yer alıyor. Böylece, doğanın ve yaşam alanlarının talan edilmesinin önündeki son engellerden biri olan Milli Park Kanunu da ortadan kalkmış oluyor. Örneğin, HES’lere karşı açılan davalarda Milli Parklar Kanunu önemli bir dayanak oluşturuyordu. bu kanuna dayanarak pek çok HES hakkında yürütmeyi durdurma kararı çıkıyordu. Artık, HES şirketlerinin işi mahkemelerde daha da kolay. (İstanbul/EVRENSEL)

Sudan'da altın madeni savaşı: 510 ölü



 Sudan'da altın madeni savaşı: 510 ölü
Sudan'da, ocak ayından bu yana altın madeni yüzünden çıkan çatışmalarda 510 kişinin öldüğü bildirildi.
Sudanlı milletvekili Adam Sheikha, Kuzey Darfur eyaletindeki Cebel Amir bölgesinde bulunan altın madeninin kontrolü için Abbala ve Beni Hüseyin kabileleri arasında çıkan çatışmalarda 6 Ocak-23 Şubat arasında 510 kişinin öldüğünü, arasında kadın ve çocukların da olduğu 865 kişinin yaralandığını belirtti.
Sheika, 68 köyün tamamen ateşe verildiği ve 120 köyünde kısmen yandığını belirterek,  200 binden fazla kişinin de yer değiştirmek zorunda kaldığını ifade etti.
BM, yaşanan çatışmalardan ocak ayı sonunda 100 binden fazla kişinin etkilendiğini belirtmiş ve BM Sudan İnsani yardım Koordinatörü Ali el Zetari de, El-Sireaf kentindeki sivillerin güvenliği konusunda ciddi endişeleri olduğunu dile getirmişti.

EGEÇEP’ten “safları sıklaştıralım” çağrısı



 


Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) 6. Kurultayında sermayenin emek ve doğa talanına karşı safları sıklaştırma çağrısı yapıldı.

Özer Akdemir


Tepekule Kongre ve Sergi Merkez’inde gerçekleştirilen kurultay Ege bölgesindeki çevre mücadelelerinden kesitlerin yer aldığı Çepeçevre Yaşam seçkisi ile başladı. Daha sonra gerçekleştirilen basın toplantısında konuşan EGEÇEP Eş Dönem Sözcüsü Av. Berrin Esin Kaya, önceki kurultaydan bu güne ülkemizde sermayenin talan girişimlerinin yoğunlaşmasının yanı sıra, buna karşı halkın yaşam alanlarını koruma mücadelesinin de geliştiğini söyledi. Sermayenin AKP iktidarı eliyle sulara, yer altı zenginliklerine, kültür ve tabiat varlıklarına, ormanlara, halkın yaşam alanlarını talana yöneldiğine vurgu yapan Kaya, “Bu saldırılara, baskılara rağmen talana, ekolojik ve toplumsal yıkıma karşı direniş de büyüyor, büyüyecektir. Gerzelilerinin, Dersimlilerin, Karadeniz’deki HES karşıtlarının direnci “daha bayrakların derlenip dürülmediği”nin işaretleridir. EGEÇEP olarak, yaşam alanlarını koruma mücadelesinin bir parçası olmanın onurunu taşırken, tüm emek-demokrasi güçlerine ve yaşam savunucularına da “safları sıklaştıralım” çağrısında bulunuyoruz” dedi.

Bu yılki Yaşam Savunusu Basın Ödülü gazeteci İbrahim Irmak’a EGEÇEP Eş Dönem sözcüsü ve gazetemiz muhabiri Özer Akdemir tarafından verildi.

Platform bileşenlerinin alanları ile ilgili sunumlarının ardından, gelişen saldırılar ve buna karşı verilen mücadelede EGEÇEP örgütlülüğünün yeniden yapılandırılması tartışıldı. Yerellerdeki direnişlerin canlandırılması için çalışmaların yoğunlaştırılması gerektiğine vurgu yapılan kurultayda, platform olarak bu direnişlere hukuku, bilimsel ve teknik destek sunulmasında yaşanan sıkıntıların çözümü ile ilgili öneriler değerlendirildi.

Yeni yürütme kurulu üyeleri
Kurultay da ayrıca platformun yeni yürütme kurulu üyeleri de seçildi. Yeni yürütme kurulu üyeleri şu isimlerden oluştu:
Av. Berrin Esin Kaya
Burçak Karaman Uysal
Hülya Yılmaz
Av. Nihal Sarıpınar
Prof. Dr. Ali Osman Karababa
Özer Akdemir
Erhan İçöz

Ramazan Soğukpınar
Cezmi Tomrukcu
Turgut İnel


20 Şubat 2013 Çarşamba

Nasıl anlasak? Sermet Atadinç


http://www.canakkaleolay.com/details.asp?id=81527

Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz Çanakkale ziyaretinde çeşitli tespitlerde bulundu. Bu tespitlerin arka planını biraz irdelemekte fayda var. Önce kentimizin gelişimi noktasında söylediklerine bir bakalım.

Teşvik sistemine ilişkin “Artık tüm Türkiye'yi kapsayan bir teşvik sistemi sunuyoruz. Bu teşvik sistemini iyi analiz etmenizi tavsiye ediyoruz. Bu çok boyutlu bir teşvik sistemidir.Teşvik sisteminin gümrük vergisinden muafiyet, büyük ölçekli yatırım teşvikleri, stratejik sektörlere destek, öncelikli sektörlere beşinci bölge teşvikleri ve altıncı bölge teşviklerinden yararlandırma şeklinde kurgulandığını” belirten Yılmaz ; “ilimiz için daha fazla stratejik yatırım ve daha fazla öncelikli sektör yatırımı çekilmesinin” önemine dikkat çekti.

Nedir bu stratejik yatırımlar ve öncelikli sektör yatırımları?

Bu yatırımların neler olduğunu analiz edersek Çanakkale’ye biçilen rolün ne olduğunu daha iyi anlarız…

Böylece bu kentin belirlemiş olduğu turizm ve üniversite kenti noktasındaki hedeflerin, siyasal iktidar nezdinde ne kadar ciddiye alındığını kavrayabiliriz.

Bakan Yılmaz’ın Çanakkale’nin daha çok yatırım almasını önerdiği stratejik sektörler teşvik sisteminde şu şekilde belirlenmiş; Kimyasal Madde ve Ürünlerin İmalatı, Rafine Edilmiş Petrol Ürünleri İmalatı, Transit Boru Hattıyla Taşımacılık Hizmetleri Yatırımları, Motorlu Kara Taşıtları Ana Sanayi Yatırımları, Motorlu Kara Taşıtları Yan Sanayi Yatırımları,Demiryolu ve Tramvay Lokomotifleri ve/veya Vagon İmalatı Yatırımları, Liman ve Liman Hizmetleri Yatırımları, Elektronik Sanayi Yatırımları, Tıbbi Alet, Hassas ve Optik Aletler İmalatı Yatırımları, İlaç Üretimi Yatırımları, Hava ve Uzay Taşıtları ve/veya Parçaları İmalatı Yatırımları, Makine (Elektrikli Makine ve Cihazlar Dahil) İmalatı Yatırımları, Metal Üretimine Yönelik Yatırımlar (Maden Kanununda belirtilen IV/c grubu metalik madenlerin cevher ve/veya konsantresinden nihai metal üretimine yönelik yatırımlar, bu tesislere entegre madencilik yatırımları dahil)

Ayrıca öncelikli sektör olarak kastedilen yatırım konuları kapsamında;
%50’den fazlası ithalatla karşılanan ara malları veya ürünlerin üretimine yönelik yatırımlar (münhasıran bu yatırımların enerji ihtiyacını karşılamak üzere gerçekleştirilecek enerji yatırımları dahil) konumlandırılmış durumda.

Bu yatırım alanları için daha çok çaba harcamamızı öneren Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın önerileri Çanakkale halkının ölüm fermanından farklı değil.

Zaten birileri de bu yolda hızla mesafe kaydetmeye çalışmıyorlar mı?

Stratejik yatırım olarak önerilen metal üretimine dönük yatırımlar olarak maden kanunun IV/c grubundaki madenlerin başında Altın, Gümüş, Platin, Bakır, Kurşun, Çinko, Demir, Pirit, Manganez, Krom, Civa, gibi madenler bulunuyor ki bu üretimlerin çevresel değerlerimize vereceği zarar hepimizin malumu.

Aynı zamanda altın madeninde ısrar edilmesinin nedenlerinden biride böylece ortaya çıkmış oluyor.
Stratejik yatırımlar kapsamında ilave teşvikler birilerinin iştahını kabartmış durumda.

Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın Çanakkale önerileri Çanakkale’yi kalkındırmaktan ziyade yok olmasını sağlayacak Çanakkale’yi kirli bir sanayi merkezine dönüştürme hayallerinin dillendirilmiş ifadesi.

Yine teşvik kapsamındaki yatırım açısından daha çok çaba harcamamız gerekli öncelikli sektörler olarak tanımlanmış sektörlerin başında da enerji üretimi gelmektedir.

Şimdi anladınız mı bölgemizin termik santraller cehennemine dönüştürülesi için birbiri ardına gündeme gelen termik santral yatırımlarının altındaki gerçeği.

Kalkınma Bakanımızın Çanakkale’ye biçtiği rol işte böyle.

Bakan Yılmaz Çanakkale ziyaretinde işsizlik ile ilgili de değerlendirmelerde bulundu.

Ülkemizin en önemli sorunu işsizlik konusunda Kalkınma Bakanı olarak Çanakkale’den verdiği mesajların irdelemesini de yarınki yazımda değerlendireceğim.

Yunanistan'da altın madenine saldırı

Fotoğraf: YUNANİSTAN'DA ALTIN MADENİNİN MAKİNELERİ YAKILDI

Haberi çeviren: Ekrem Tufan
Yetkililer, maskeli yaklaşık 40 saldırganın, Kuzey Yunanistan’daki altın madeninin gelecekte kullanacağı aletleri, makineleri ve ofis malzemelerine Pazar gece saldırarak, ateşe verdiğini söyledi.
Halkidiki Yarımadası’nda yer alan Skouries’da altın aranmasına ve inşa edilen altın işleme fabrikasına (atölyesine) uzun süredir bir karşı duruş vardı. Bazı yurttaşlar, bakir ormanların ve çevrenin yok olacağını, turizm, tarım, hayvancılık ve balıkçılık gibi diğer yerel faaliyetlerin kaybedileceğini söyleyerek karşı çıkıyorlar. 
Hellas Altıncılık adlı maden şirketinin %95’ine Kanadalı Eldorado Gold Şirketi sahip. Yunan hükümeti finansal krizden kurtulmak için yabancı yatırımcıların gelmesi için can atıyor. Fakat bu alanda protestolar sıklaştı. Biber gazı ve yangın bombaları kullanıldı ve halk şirketi, sert tepki göstermekle ve şiddete başvurmakla suçluyor.
Gerçek ismini saklayarak bilgi veren bir polis memuru, saldırganların iki güvenlik görevlisini birbirine bağlayarak, üzerlerine gaz döktüklerini ve ateşe vermekle tehdit ettiklerini söyledi. Öte yandan, aynı polis memuru şirketin istihdam ettiği güvenlik görevlilerinden on tanesinin kaçtığını, güvenlik görevlilerinden birisinin tekmelendiğini, morluklar ve solunum sorunları nedeniyle hastaneye kaldırıldığını söyledi. Ayrıca, saldırganların daha sonra kütüklerle itfaiyenin girişini engelleyecek şekilde yolu kestiklerini ve yürüyerek katçılarını söyledi. Polis, saldırganların kaçış için birkaç araç kullandıklarını ve madene yakın yerlerde park etmiş olduklarını söyledi.
Polis, Pazar sabah 27 kişinin tutuklanarak, sorgulandığını ancak hepsinin daha sonra salıverildiğini söyledi. Madeni destekleyenler, bölgede uzun dönemde işsizliği azaltacak 1200 kişiye iş yaratıldığını söylüyorlar. Yerel Madenciler Sendikası Genel Sekreteri Giorgos Arvanitis, ek 200 kadro için 5.000 kişinin iş başvurusunda bulunduğunu söyledi. Madende çalışan Angelos Deliyovas, habercilere “Buraya gelip, her şeyi ateşe veren ve yaşam hakkımızı tehdit edenler kimlerdi?” diye soruyor. “Biz yaşamımızı idame ettirmeye çalışıyoruz. Ailemiz, çocuklarımız var. Devlet, bunların ne yapacağını da söylemeli” diye de ekledi.
Arvanitis, iple bağlanan ve yakılmakla tehdit edilen çalışanların, “bu bir faşizmdir, onlara geçit vermeyeceğiz” dediklerini söylüyor. Skoures Projesi, bölgedeki en son madencilik araçlarına sahip tesistir. Hellas Gold Şirketi; kurşun, çinko, altın ve bakır madenlerinin varlığı kesin olan bölgede 317 Km2’lik bir alanın lisansını elinde tutmaktadır. Pek çok yabancı yatırım, ekonomik durgunlukta 6. yılına giren ve işgücünün ¼’i işsiz olan Yunanistan için hayati öneme sahip. Deliyovas, altıncı şirketin olmaması durumunda oyunun yerel ekonomi için biteceğini söylüyor ve “buradaki altın projesini engellemek isteyenler bizi diğer tarafta bulacaklardır” diye de ekliyor. (Burada oyunun bitmesi, gidişatın kötüye gitmesi anlamında kullanılmış-Ekrem). 
Karşı çıkanlar, diğer pek çok ülkedekilerin aksine Yunanlıların, altın imtiyazlarını dağıtırken lisans ücreti almadıklarını ve sadece vergi ve iş yaratılmasıyla yetindiğini söylüyorlar. Şu anda faaliyette ve Skouries’e yakın olan, Haldidiki madenlerinden birisi olan Stratoni’de imtiyaz hakkı 2004 yılında garantilenmiş ve 2026’ya kadar geçerlidir. Ayrıca, iki kez 25’er yıllığına ücretsiz olarak yenileme hakkına sahiptir. Karşı çıkanlar, yeni madenin açık alanda arama, alttan tüneller yapma vemaden işleme ünitesi (fabrika) kurmanın ormanı yok edeceğini ve yer altı sularını kirleteceğini söylemekteler. Altıncı şirket bu iddiaları red etmekte ve maden cevheri alındıktan sonra açılan alanı tekrar dolduracaklarını, ağaçlandıracaklarını ve çevre kirliliğine karşı tüm gerekli önlemleri alacaklarını söylemektedir. “Biz burada çalışanlar, çevreyi ilk önce koruyanlarız” diyor Deliyovas.
http://www.washingtonpost.com/business/masked-intruders-raid-gold-mining-company-in-northern-greece-set-machinery-on-fire/2013/02/17/0559275a-78e6-11e2-b102-948929030e64_story.html

YUNANİSTAN'DA ALTIN MADENİNİN MAKİNELERİ YAKILDI

Haberi çeviren: Ekrem Tufan

Yetkililer, maskeli yaklaşık 40 saldırganın, Kuzey Yunanistan’daki altın madeninin gelecekte kullanacağı aletleri, makineleri ve ofis malzemelerine Pazar gece saldırarak, ateşe verdiğini söyledi.
Halkidiki Yarımadası’nda yer alan Skouries’da altın aranmasına ve inşa edilen altın işleme fabrikasına (atölyesine) uzun süredir bir karşı duruş vardı. Bazı yurttaşlar, bakir ormanların ve çevrenin yok olacağını, turizm, tarım, hayvancılık ve balıkçılık gibi diğer yerel faaliyetlerin kaybedileceğini söyleyerek karşı çıkıyorlar.
Hellas Altıncılık adlı maden şirketinin %95’ine Kanadalı Eldorado Gold Şirketi sahip. Yunan hükümeti finansal krizden kurtulmak için yabancı yatırımcıların gelmesi için can atıyor. Fakat bu alanda protestolar sıklaştı. Biber gazı ve yangın bombaları kullanıldı ve halk şirketi, sert tepki göstermekle ve şiddete başvurmakla suçluyor.
Gerçek ismini saklayarak bilgi veren bir polis memuru, saldırganların iki güvenlik görevlisini birbirine bağlayarak, üzerlerine gaz döktüklerini ve ateşe vermekle tehdit ettiklerini söyledi. Öte yandan, aynı polis memuru şirketin istihdam ettiği güvenlik görevlilerinden on tanesinin kaçtığını, güvenlik görevlilerinden birisinin tekmelendiğini, morluklar ve solunum sorunları nedeniyle hastaneye kaldırıldığını söyledi. Ayrıca, saldırganların daha sonra kütüklerle itfaiyenin girişini engelleyecek şekilde yolu kestiklerini ve yürüyerek katçılarını söyledi. Polis, saldırganların kaçış için birkaç araç kullandıklarını ve madene yakın yerlerde park etmiş olduklarını söyledi.
Polis, Pazar sabah 27 kişinin tutuklanarak, sorgulandığını ancak hepsinin daha sonra salıverildiğini söyledi. Madeni destekleyenler, bölgede uzun dönemde işsizliği azaltacak 1200 kişiye iş yaratıldığını söylüyorlar. Yerel Madenciler Sendikası Genel Sekreteri Giorgos Arvanitis, ek 200 kadro için 5.000 kişinin iş başvurusunda bulunduğunu söyledi. Madende çalışan Angelos Deliyovas, habercilere “Buraya gelip, her şeyi ateşe veren ve yaşam hakkımızı tehdit edenler kimlerdi?” diye soruyor. “Biz yaşamımızı idame ettirmeye çalışıyoruz. Ailemiz, çocuklarımız var. Devlet, bunların ne yapacağını da söylemeli” diye de ekledi.
Arvanitis, iple bağlanan ve yakılmakla tehdit edilen çalışanların, “bu bir faşizmdir, onlara geçit vermeyeceğiz” dediklerini söylüyor. Skoures Projesi, bölgedeki en son madencilik araçlarına sahip tesistir. Hellas Gold Şirketi; kurşun, çinko, altın ve bakır madenlerinin varlığı kesin olan bölgede 317 Km2’lik bir alanın lisansını elinde tutmaktadır. Pek çok yabancı yatırım, ekonomik durgunlukta 6. yılına giren ve işgücünün ¼’i işsiz olan Yunanistan için hayati öneme sahip. Deliyovas, altıncı şirketin olmaması durumunda oyunun yerel ekonomi için biteceğini söylüyor ve “buradaki altın projesini engellemek isteyenler bizi diğer tarafta bulacaklardır” diye de ekliyor. (Burada oyunun bitmesi, gidişatın kötüye gitmesi anlamında kullanılmış-Ekrem).
Karşı çıkanlar, diğer pek çok ülkedekilerin aksine Yunanlıların, altın imtiyazlarını dağıtırken lisans ücreti almadıklarını ve sadece vergi ve iş yaratılmasıyla yetindiğini söylüyorlar. Şu anda faaliyette ve Skouries’e yakın olan, Haldidiki madenlerinden birisi olan Stratoni’de imtiyaz hakkı 2004 yılında garantilenmiş ve 2026’ya kadar geçerlidir. Ayrıca, iki kez 25’er yıllığına ücretsiz olarak yenileme hakkına sahiptir. Karşı çıkanlar, yeni madenin açık alanda arama, alttan tüneller yapma vemaden işleme ünitesi (fabrika) kurmanın ormanı yok edeceğini ve yer altı sularını kirleteceğini söylemekteler. Altıncı şirket bu iddiaları red etmekte ve maden cevheri alındıktan sonra açılan alanı tekrar dolduracaklarını, ağaçlandıracaklarını ve çevre kirliliğine karşı tüm gerekli önlemleri alacaklarını söylemektedir. “Biz burada çalışanlar, çevreyi ilk önce koruyanlarız” diyor Deliyovas.
http://www.washingtonpost.com/business/masked-intruders-raid-gold-mining-company-in-northern-greece-set-machinery-on-fire/2013/02/17/0559275a-78e6-11e2-b102-948929030e64_story.html

16 Şubat 2013 Cumartesi

Söyleşi: Hayat Dergi Haziran 2011 (Arşiv)


ANADOLU'NUN 'ALTIN'DAKİ TEHLİKE / KIŞLADAĞ'A AĞIT

Çokça söylenen bir sözdür; “Sayısız uygarlığa beşiklik etmiş Anadolu…” Evet kültürel, sosyal, tarihsel ve doğal olarak oldukça zengindir Anadolu. Zenginlik sadece üstünde değil altındadır da aynı zamanda ve bu zenginlik halkın ve doğanın başına türlü melanetler getirmektedir.
Evrensel Gazetesi Muhabiri ve Çepeçevre Hayat Programı’nın yapımcısı Özer Akdemir’in uzun yıllar boyu bıkmadan usanmadan takip ettiği çevre mücadelelerine ilişkin yazdığı “Anadolu’nun ‘Altın’daki Tehlike-Kışladağ’a Ağıt” kitabı, Evrensel Basım Yayın’dan çıktı. Hayat Dergi okurları için Özer Akdemir’le bir söyleşi gerçekleştirdik. 

Emine Uyar

Ülkemizde altın madenciliği, Bergama ile birlikte gündeme geldi. Kitabında Bergama’da yaşananlara da yer vermekle birlikte, asıl konu olarak Kışladağ’ı seçtin. Neydi sana “Kışladağ’a Ağıt’ı” yazdıran?

Ülkemizdeki altın madenciliği aslında ilk olarak Bergama’dan önce Havran Küçükdere’de gündeme geldi. Bugün Kışladağ’da altın üreten, İzmir Efemçukuru’nda üretim için gün sayan TÜPRAG şirketi, Bergama altın madeninden önce Küçükdere’de altın madenciliğine soyunmuştu. Bu ilk girişim gerek Küçükderelilerin kararlı mücadelesi, gerekse o dönem bazı milletvekilleri ve meslek örgütlerinin çabaları ile çıkan Zeytincilik Kanunu nedeniyle Küçükdere’de geri tepti. Maden izin alamadı. İşte Bergama süreci bu olaydan sonra gündeme geldi ama ülke genelinde, hatta dünyada ses getiren bir mücadele olması bakımından Bergama, Küçükdere’deki bu ilk direnişi birçok bakımdan geride bıraktı. Ancak şu kadarını da söylemeliyim ki; Bergama mücadelesinin başlangıcında Küçükderelilerin ve o direnişi örgütleyen kişilerin çabaları büyüktür. Hatta biraz garip, biraz komik gelebilir ama Bergama’daki altın madenine karşı ilk eylemleri Küçükdereliler yapmıştır. Bergama süreci bu bakımdan, başlangıcından günümüze uzanan çizgisiyle çok ilginç ve binlerce ayrıntısı olan bir olay.
Sorunun yanıtı biraz da yukarıdaki son cümlede gizli. 1986’larda başlayan Bergama sürecinin bir gazeteci olarak izlemeye başlamam 2000’li yılların ortalarından itibaren oldu. İzmir’e geldikten sonra Bergama köylülerinin mücadelesini, eylemlerini Evrensel’e haber yapmak için o köylere gide gele Bergama sürecini izlemeye başladım. Bugün Bergama köylülerinin direnişindeki evrelere bakacak olursak 2000’lerde başlayan bu süreç mücadelenin gerileme dönemlerine denk gelmekte. Bir gazeteci olarak başlangıcını, gelişimini ve doruğa ulaştığı zamanları izleyemediğim Bergama sürecinin ancak son dönemine, duraklama ve sönümlenme dönemine tanıklık ettim. Mücadelenin gerilemesi ve zamanla sönümlenmesi kendiliğinden bir seyirde olmadı. Temeli MGK’larda atılan bir Milli Güvenlik Stratejisi çerçevesinde geliştirilen Psikolojik Harp Harekâtı ile Bergama köylü mücadelesi geriletildi. İşin içinde MGK Genel sekreterliği vardı, asker vardı, siyasal iktidar vardı, medya ayağı vardı. “İstihbarat tarihçisi” olmakla övünen ve muhtemelen bu hevesi nedeniyle hala “çözülemeyen” bir “faili meçhul”e kurban giderek “ipi çekilen” bir akademisyen, bugün Ergenekon’la adı anılan mafya babaları, tetikçileri vardı… Son derece ilginç, kişileri, olayları, sonuçları ile bu dönemi anlamaya dönük yeni bir kitap çalışmam tamamlanmış durumda. Basılabilirse, “Kuyudaki Taş” adını vermeyi düşündüğüm bu kitabın, sadece Bergama’nın bu son dönemine değil, günümüzün en önemli tartışma konularına, Ergenekon’a, Gülen Cemaatine ve AKP ile iyice palazlanan “İslami sermayeye” de göndermelerde bulunan bir çalışma olduğunu düşünüyorum.
Neden Kışladağ sorusuna gelirsek; Bunun ilk gerekçesi olarak Bergama’nın aksine Kışladağ altın madeni ve madene karşı verilen mücadelenin başlangıcından günümüze içinde olma, izleme olanağı bulmam diyebiliriz. Kışladağ’a daha ilk kazma vurulmadan, altın madeni henüz kâğıt üzerinde bir proje iken defalarca yöreye ve köylerine gittim. Bir zamanlar genç fidanlarla, ormanlarla kaplı Kışladağ’a ilk kepçe darbesinin vurulduğu gün de oradaydım. Bugün, bitki örtüsü sıyrılmış, üzerine siyanür püskürtülen tepelerle kaplanmış, bağrında yüzlerce metrelik devasa bir çukurun her gün büyüdüğü Kışladağ’ı da görme, kaydetme hüznünü yaşayan bir gazeteci olarak, Anadolu’nun ‘altın’daki tehlikeyi anlatmaya ilk olarak Kışladağ’dan başlamanın doğru olacağını düşündüm. Bugün ülkemizin onlarca yerinde yapılmak istenen altın madenciliğine karşı direniş türküleri söyleyebilmenin yolunun Kışladağ’ın Ağıt’ını bilmekten geçtiğini düşünüyorum. 

Kitabın Kışladağ Altın Madenine ilişkin kapsamlı ve ayrıntılı bir çalışma olarak duruyor. Bölgeye kaç kez gittin hatırlıyor musun? Kitap ne kadarlık bir süreyi kapsıyor?  

Bölgeye kaç kere gittiğimi inan saymaya kalkışsam başaramam. Çok gittik ama. Özellikle EGEÇEP, Elele Hareketi ve İnay Vicdan Hareketi üyeleri ile onlarca kez İzmir’e hiç de yakın olmayan (yaklaşık 4 saat) Kışladağ’a ve köylerine gitmişizdir. Kiminde bir halk toplantısı için, kiminde bir eylem, kiminde bir köylünün düğünü için. Bin yılın son günü (30 Aralık 1999) Eşme’de, altıncı şirketin müdürünün yöre köylerinin muhtarlarıyla yaptığı toplantı ile başlayan Kışladağ sürecinde 2010’un sonbahar aylarındaki gelişmelere kadar yaşananlar anlatılıyor kitapta. Yaklaşık 10-11 yıllık bir süreç yani. 

Ülkenin en ücra köşelerinde, köylerinde kasabalarında, dağlarında altın madenlerine karşı süren köylü hareketi, senin ve senin gibi bir kaç gazetecinin haberleri ile kamuoyuna duyuruldu. Bu mücadelelerin basında yaygın olarak yer almamasının nedenleri neler? Bir de Kışladağ’ın son durumu nasıl?

Bunun nedeninin işçi-emekçilerin yaşam mücadelelerinin, emek ve özgürlük mücadelelerinin basında kendisine yer bulamaması ile aynı nedene dayandığını düşünüyorum. Hani bir reklam vardı, “tamamen duygusal” derken parmakları ile para işareti yapılıyordu. Burada da olayın tam adını koyarsak “tamamen sınıfsal”…
Altın madenciliği olsun, termik santraller, HES’ler, nükleer, balık çiftlikleri…. Onlarca çevresel sorunun temelinde kapitalist yağma ve talan hırsının yattığı tüm açıklığı ile ortada. “Gölgesini satamadığı ağacı kesen Kapitalizm”, kendi bindiği dalı kesmekte de hiç bir sakınca görmüyor. Küresel ısınma, ozon tabakasındaki delik, artan doğal felaketler, onlarca hayvan ve bitkinin neslinin her geçen gün tükenmesi… İşte Kapitalizm’in bu sınır tanımaz kâr güdüsü nedeniyle. Gelecekte yaşanabilecek bir dünyanın ancak Kapitalizm’in bir sistem olarak ortadan kalktığı bir dünya olabileceğini düşünüyorum. Kapitalizmin “kendini ıslah” edebileceğini, “sürdürülebilir” bir hal alabileceğini olasılık dışı buluyorum. Kapitalizm yaşamın düşmanıdır, sürdürülemez. Sermaye sistemi, kendine karşı yönelen tehditlerin, en azından kendisinin başında bulunduğu yaygın medya eliyle halka duyurulmasına izin vermez. Özünde sınıf mücadelesinin bir parçası olan, Kapitalizme karşı gelişen bu çevreci halk hareketlerinin basında kendisine çok fazla yer bulamamasının nedeni işte bu “tamamen sınıfsal” olgu yüzünden…
  
Altını saf bir element olmasıyla bilirdik, ayrıştırıcı(!) bir element olduğunu da senin kitabından öğrendik. Gerçek sendikacılarla, turuncu sendikacıları(!), gerçek çevrecilerle sahtelerini, bilim adamlarının ne kadar bilim adamı olduğunu ve halkçı sunucuların(!) ne kadar halkçı olduğunu… Sen neler söylersin bu konuda?

            Aslında bu tür olaylar, ilişkiler yaşamımızın hemen her döneminde bir şekilde karşımızda dururlar.  İlk bakıldığında görülmeyen, anlaşılamayan hatta farklı anlaşılabilen olay ve olguların gerçeklikle ilişkisini anlayabilmek için bazı etkenlerin oluşması lazım. Ülkemizdeki altın madenciliği de toplumsal yaşamda bu farklı görüntülerin gerçeğini gösteren işlev gördü diyebiliriz.
Belirttiğiniz gibi, emek-sermaye çelişkisinde emeği temsil etmesi gereken emek örgütlerinin nasıl uluslar arası sermayeden yana çıktıklarını gördük bu süreçte. Çevreciliği, “kendi ve çevresi” olarak algılayan, bu mücadeleyi bir anlamda ranta dönüştürmek isteyen kişi ve kurumlarla tanıştık. Yine, beyninin ışığını sermayenin hizmetine sunan sözde bilim insanlarını, onların utanıp sıkılmadan yazdıkları, baştan sona sahtelik, kandırma ve göz boyamayı hedefleyen “bilimsel raporlarını” okuduk. Bir dönem “Anadolu’nun yol hikâyelerini anlatmakla” övünen, Nazım’ın şiirlerini dilinden düşürmeyen, “parayı bulduğunda” ise “profesyonel sunucu” olarak kendi yolunun türküsünü söyleyen “sahte solcuları, yeni AKP yalakalarını da tanıdık altın mücadelesi içinde.
Daha da benzer onlarcasını göreceğiz, inanın. Ama belki de bundan sonra göreceklerimizden çok azı, bir İl Sağlık Müdürü’nün siyanür zehirlenmesi iddialarına karşı “kanlarda arsenik çıkmamıştır” yönlü ‘komik’ olmaktan öte açıklamalar yapması kadar derin anlamlarla yüklü olacaktır. Ya da, bir ABD Elçisinin “bizim altın madeni için gerekli ruhsatları verin” yönlü “emrine” başüstüne diyecek kadar milliyetçi, ulusal bağımsızlıkçı Bakanlarla tanışabilmenin gururunu da altın madenciliği sayesinde yaşadık! İşin bu yönünden bakınca, bu bile az şeyler değil gibime geliyor!...

Şu an ülkemizdeki altın madenlerinin durumları hakkında bilgi verir misin kısaca?

Şu anda ülkenin dört bir yanı kelimenin tam anlamıyla söylüyorum bir “Altın’a hücum”u yaşıyor. Kovboy filmlerinde bir dönemin “Vahşi Batısında” izlediğimiz altına hücum filmlerinin gerçekleri günümüzde Anadolu topraklarında çekiliyor. Vahşi batıdakiler kendi ülkelerini siyanürlü atıklarla kirletmek yerine, ‘şeriflerini kafaladıkları’ ülkelere gidip, oranın altınlarını araklamayı, tüm kirliliklerini de orada bırakıp kaçmayı daha akılcı buluyorlar.
Kıbrıs Lefke’de olan işte tam böyle bir şey. Amerikan CMC şirketi bakır ve altın madenlerini aldığı adayı, Türkiye’nin Kıbrıs harekâtını bahane edip apar topar kaçtıklarında arkalarında dünyanın en büyük çevre felaketini bıraktıklarını biliyorlardı elbette. Şimdi ara ki bulasın bu şirketi…
Orta sınıf Kanadalı’ların Toronto borsasına yatırdıkları paraları sermaye yapıp ülkemize giren TÜPRAG Şirketi Kışladağ’ın yanı sıra, ülkenin üçüncü büyük ili İzmir’in içme suyu havzasında altın madeni işletmek için gün sayıyor. Koca kentin içme suyu kirlenecekmiş, kimin umurunda…
Erzincan İliç’te Fırat nehrine 200 metre uzaklıkta dev bir siyanürlü altın madeni, sessiz sedasız çalışıyor. Buradan hiçbir ses çıkmıyor. Ne bir dava açıldı, ne bir karşı çıkan aykırı ses duyuldu. Bir ara Erzincan Savcısı’nın talimatı ile madenden gelen “kötü kokularla” ilgili soruşturma açılması ile basının gündemine gelir gibi oldu, savcının (İlhan Cihaner) başına gelmeyen kalmadı. Dünyanın en büyük maden tekellerinden Rio Tinto’nun bu madenin üretime geçmesinden kısa bir süre önce Başbakan Erdoğan’ın hısımlarından Çalık’lara madenin %20’sini adeta “buyur” etmesi ve bunu da “Türkiye’de ilerideki yapacağımız yatırımlar için stratejik bir ortaklık” olarak açıklaması bu “kötü kokuların” yoğunlaşmasına neden olsa da,  işler tıkır tıkır yürüyor.
Kazdağları’nda, Niğde Ulubey’de, Gümüşhane’de, Eskişehir Kaymaz’da, daha onlarca yerde altına hücum sürüyor. 
           
Şimdiye kadar hayatlarında geçim mücadelesinden başka mücadele bilmeyen köylüler, topraklarını, sularını korumak için çeşitli yollarla seslerini duyurmaya çalışıyor. Çevre mücadelesinin geçmişi ve bugününe dair neler söylersin?

            Evet, bir zamanlar genelde orta sınıf aydınları tarafından yapılan, “ülkenin onca sorunu varken çiçek-böcekle uğraşıyorlar” diye küçümsenen çevre mücadeleleri artık tabanını halka indirdi. Çünkü sorunlar öylesine bir hal aldı ki, neredeyse “bana değmeyen yılan bin yaşasın” özdeyişi tarih oldu.  Çevresel sorunları bir yılan olarak tanımlarsak eğer, yılanın değmediği hemen hemen kimse kalmadı.  Öyle ki bu yılan sınıf, cinsiyet, yaş, ırk ayrımı da gözetmeden herkesin kentine, mahallesine, köyüne, deresine, havasına, suyuna, evinin içine kadar sokuldu. Bugün büyükşehirlerde hava kirliliğinden etkilenmemek olası mı? Ya da içme sularındaki arsenikten kaçmak, baz istasyonlarının yaydığı radyasyondan korunmak, termik santrallerin, GDO’lu besinlerin, kirletici sanayilerin etkisinden uzaklaşmak…
Sorunlar bu kadar genişleyince ve halk yaşam alanlarına yönelen temelinde Kapitalist sömürünün olduğu çevresel sorunlara karşı işin başa düştüğünü ister istemez bir anlamda fark ediyorlar. Bu noktada hukukun da kendilerini çok fazla koruyamadığını, sermaye düzeninde hukukun da sermayenin ihtiyaçları temelinde şekillendiğini ve gerektiğinde bir gecede değiştiğini, “hukuk devleti” denilen sistemde her şeyin üstünde denen mahkeme kararlarının askıya alındığını yaşayıp gördü. İşte Bergama köylülerinin, Eşmelilerin, Ulukışlalıların, Yuvarlakçay Köylülerinin ve dereleri için mücadele eden Karadenizlilerin hukuk alanını da boş bırakmadan, yollara dökülmesi, aylarca çadırlarda dereleri beklemesi, köylerde gece nöbetlerine başlaması çevreci halk direnişlerinin yeni bir aşamaya geldiğinin göstergeleri. Bu direnişler, özü itibariyle iş, ekmek ve özgürlük mücadelelerinin birer parçasıdır ki sınıf hareketinin önündeki en önemli engellerden birisi olan birleşik mücadele sorunu çevre direnişlerinin de en yakıcı sorunu durumunda.    

Kitabında bütün ayrıntılarıyla ele aldığın gibi altın madeni şirketleri uluslar arası güçlü tekeller ve Hükümetler tarafından da korunup kollanıyorlar. Önlerine çıkan engeller gerektiğinde yasa çıkartılıp ortadan kaldırılıyor. Bu şirketlere karşı mücadelenin başarılı olabilmesi sence nasıl mümkün olabilir ve bir örnek var mı?

Genelde ‘taktiksel bir gereksinim’ olarak kendilerine taşeron bir yerli ortak bulan bu çok uluslu maden tekellerinin, gelmiş geçmiş hükümetler tarafından korunup kollandığı su götürmez bir gerçeklik. Hükümetler bu şirketlerin önündeki bütün engelleri temizlemekte günümüze kadar adeta birbiriyle yarış ettiler. Şirketlere vergi indirimleri, teşvikler, devlet payının düşürülmesi, işçilerin sigorta primleri konusunu üstlenme gibi onlarca kalemde getirilen kolaylıklar, yatırımların önünde engel olarak görülen yasa ve yönetmeliklerin ihtiyaç duyuldukça değiştirilmesi noktasına kadar geldi. Yaşam alanlarını korumak için mücadeleye başlayan halk, siyasal erkin emrindeki güvenlik güçleri tarafından dövüldü, yasal soruşturmalara maruz kaldı, hapse atıldılar. Bir zamanlar ülkenin en önemli yönetim aygıtı olan MGK tarafından bu direnişlerin başını çekenler “dış güçlerin ajanı” olarak damgalanmak istendi.
Tüm bu karşı propaganda ve baskılara rağmen Artvin’liler altıncıları topraklarından kovdular. Niğde Ulukışlalılar hala karalı bir şekilde direniyorlar. Yine Manisa Turgutlu halkı İngiliz Nikel şirketini şu an için püskürttü. Yuvarlakçaylılar derelerinde HES yapmak isteyen Afken Holdingi aylarca çadırlarda direnerek topraklarından attılar. Karadeniz de Fındıklılılar Arılı ve Çağlayan Derelerine hala kazma vurdurmadı…
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Karşıdaki güç ne kadar büyük olursa olsun halkın kararlı direnişi karşısında yenilmeye mahkum olduklarını çok iyi biliyorlar. O nedenle girmekte zorlandıkları yerlere başka yöntemlerle, iftiralarla, halk arasında bölünme yaratarak, ya da bir süre bekleyip uygun anı kollayarak girmeyi planlıyorlar. Örneğin, bundan 25 yıl önce büyük bir direnişle püskürtülen Aliağa’daki termik santralciler, aradan 25 yıl geçtikten sonra koşulların uygun olduğuna karar verip yeniden harekete geçtiler. 40 yıldır varlığı bilinen İzmir Karşıyaka Arapdağı’ndaki altın madenini çalıştırmak için geçtiğimiz aylarda çalışmaların başlaması tesadüf olması gerek…
Mücadelenin gelişim seyri şunu gösteriyor; bu saldırıları durdurmanın tek yolu halkın örgütlü, kararlı mücadelesi. Kendi yerellerinde sıkışıp kaldığı için yalnızlığı içerisinde sönümlendirilmek istenen direnişlerin birleştirilmesinin, Anadolu’nun gözden ırak kırlarında tek tek yanan ateşlerin büyütülmesinin, tüm ülkeyi, hatta dünyayı tehdit eden Kapitalist barbarlığa karşı mücadelede önemli bir ivme yaratacağını düşünüyorum.  

Bundan sonraki projelerinden bahseder misin? Çepeçevre Hayat’ın yeni bölümlerinde izleyicileri neler bekliyor mesela?

Anadolu’nun ‘altın’daki tehlike sadece Kışladağ’la sınırlı değil. Ülkenin onlarca yerinde altına hücum yaşanırken, buna karşı verilen önemli bir halk mücadelesi de var. Sadece madenler değil, dereler, ormanlar, havanın, kültürel varlıkların korunması mücadelesi de her geçen gün büyüyerek sürüyor. Her şey zıttıyla var ve saldırı büyüdükçe, direniş de büyüyor…
Gerek gazeteci kimliği ile gerekse Hayat Televizyonu Çepeçevre Program yapımcısı olarak bu direnişleri olanağımız ölçüsünde izlemeye, uzaktan değil, direnişlerin içerisinden mücadeleyi yansıtmaya çalışan bir anlayışla hareket ediyoruz. Bunu yaparken, yine olanak buldukça ülke dışındaki gelişmeleri de izleyicilerimize yansıtmaya çalışıyoruz. Kıbrıs Lefke’daki terk edilmiş maden alanı, Bulgaristan’daki altın madeni karşıtı mücadele, Gürcistan Batum’un kumsalları, tarihsel dokusu ve birkaç kilometre ötedeki Karadeniz Otoyolu katliamını da bu çerçevede ekranlara taşıma olanağı bulduk.
Son olarak 1 aylık bir Küba gezisini yeni bitirdik. Küba’nın bir ucundan, diğerine görme olanağı bulduk. Havana’yı neredeyse sokak sokak dolaştık. İşin garip yanı Küba’da da bir altın madeni çıktı karşımıza. Hem de dünya kültür mirası olarak korunan Nacional Park’ın bir iki kilometre uzağında Kanadalılara ait bir maden. Önümüzdeki günlerde, bir iki bölüm halinde bu Küba izlenimlerimizi taşıyacağız Çepeçevre Yaşam’a…

14 Şubat 2013 Perşembe

Kazdağları nasıl kurtulur? (Arşiv)


Vakit daraldı. Altın madencileri gün sayıyor artık. Toronto Borsasına 2013’de üretime başlayacaklarını bildirmişlerdi. Verdikleri süre birkaç ay sonra dolacak.
Öte yandan, daha üretime başlamadan projelerini değiştirmeye, kapasite arttırmaya başladılar. 28 Ağustos’ta Kirazlı’daki altın sahası için yapılmak istenen kapasite artırımı ile ilgili ÇED halkı bilgilendirme toplantısı altın madencilerini kağıt üzerindeki planlarına güvenilemeyeceğinin de bir kanıtı aynı zamanda.
8 yılda gideceklerdi 25 yıldır Bergama’dalar!
Bergama’da da böyle olmuştu. “8 yıl çalışıp, maden alanını rehabilite ettikten sonra gideceğiz” diyen altıncılar 25 yıldır Bergama’da! Üstelik Bergamayı tükettikleri gibi yanı başındaki Kozak yaylaları, Havran Küçükdere hatta İzmir Güzelbahçede ki altınlı toprağı Bergama’ya taşıyıp, siyanürle altın elde etmek istiyorlar. Havran’daki cevheri iki yıldır taşıyorlar zaten. Bergama bir siyanür işleme merkezi haline geldi.
Siyanürün yer altı sularına, toprağa, yöredeki canlı yaşamına etkileri ile ilgili doyurucu hiçbir araştırma yapılmıyor. Benim bildiğim en son ciddi araştırma madenin yakınındaki Soğanlı ve Ovacık köylerinin içme-kullanma sularına Ege Üniversitesi tarafından yapılmıştı. 2004 yılındaki bu tahlillerin sonucu altın işletmeciliğinin nasıl bir ‘bela’ olduğunu ortaya koymaya yetiyordu. Sonuçları aşağıdaki tabloda:

Devlet bu rezaletin ve felaketin üzerini örtmeyi bildi. Aynı tarihlerdeki aynı içme sularında Hıfzısıhha tarafından yapılan analizlerde suların değerleri neredeyse menbaa suyu gibiydi! Tıpkı 2006 yılında Eşme’de 1700 kişinin Kışladağ Altın madenindeki siyanür kazası sonrası zehirlenmesinde yapıldığı gibi! Hikayesi uzun. Ayrı bir yazıda anlatırız.
Celladına aşık olma durumu
Yıllardır bu altın madenlerini, şirketleri, gelmiş geçmiş hükümetlerin bunlarla ilişkilerini izlemeye çalışan bir gazeteci olarak demem o ki, söz konusu altın madenciliği ise ne şirkete ne devlete güven olmaz! Biri sermayenin kendisi diğeri onun cisimleşmiş iktidarı. Kimi kime şikayet edeceksin, kimi kimden ayıracaksın?…
Kazdağlarının onlarca yerinde altın işletmeciliği yapmak isteyen şirketlerin sözleri ve bu sözlere, kağıt üzerindeki ÇED raporlarına dayanılarak verilen izinlere yöre halkının zerrece güveni olmamalı. Yok da zaten.
Peki ne yapılacak? Sorunun özü bu aslında. Kazdağlarındaki altın işletmeciliğinin zararları konusunda yörede yaşayan yurttaşların %99’unun kafasının net olduğunu düşünüyorum. Sorun, arkasına devasa bir maddi gücü ve siyasi iktidar olanaklarını almış bu emperyalist şirketlerin nasıl durdurulacağı? Yöre halkı, bu devlere karşı koyacak gücü göremezse (ki aslında kendisidir o güç) ne yazık ki, devletin ve şirketin de gayretleriyle bir süre sonra ‘çaresizliği öğreniyor’. Hatta celladına aşık bile oluyor! Üzücü ama olan bu…
Yanlış nerede?
Bu altın madenlerine karşı verilen mücadeleyi yakından izlemeye çalışan birisi olarak, şunu söyleyebilirim ki; son bir-bir buçuk yıldır hareketlenen çalışması ve etkinliğine rağmen Çanakkale Çevre Platformu (ÇEP) bugünkü yapısı ve anlayışıyla, altın madenciliğine karşı kararlı ve sonuç alıcı bir mücadeleyi örgütleyemez. Daha doğrusu, ÇEP tarzı gönüllü olarak bir araya gelen ve özveri ile mücadele etmeye çalışan bir grup yaşam savunucusu, devasa altın tekelleri ve iktidar mekanizmasına karşı koyamaz. Hele hele ülkemiz gibi hukuk devleti bile olmaktan son derece uzak, kendi koyduğu yasaları bile şirketlerin çıkarları için bir çırpıda değiştirebilen sermaye iktidarlarının hüküm sürdüğü ülkelerde bu hiç olmaz.
ÇEP, mücadeleyi yöre halkına taşıyabilseydi, onun ihtiyacı olan bilimsel, hukuki ve teknik desteği sağlayıp, kendisini mücadelenin öznesi gibi görme yanlışına düşmeseydi asıl işlevini yerine getirmiş olurdu. Ne yazık ki Çanakkale ÇEP, mücadelenin sadece halkın gücüne dayanılırsa kazanılacağı gerçeğini bir türlü içselleştiremedi. ÇEP eleştirisini sonraya bırakarak, günümüzde acil olarak ne yapılabileceğine bir iki cümle ile değinip yazıyı sonlandıralım.
Belediyeler sorumluluk almalı
Çanakkale ve Kazdağları-Madran Dağı Belediyeler Birliği bu noktada daha çok sorumluluk almalı diye düşünüyorum. Direnişin örgütlenmesini ÇEP’e bırakıp “size her türlü desteği sağlarız” demenin şu saatten sonra yararı yok.
Aksine, halkın oyları ile işbaşına gelen yerel yönetimler, bu talana, yağmaya, doğa katliamına bütün olanaklarını halkın topyekûn direnişini yaratmak için seferber ederek öncülük etmek zorunda artık. Belediyesi ile, siyasi, sosyal, iktisadi her türlü örgütsel yapısı ile bütünleşmiş bir şekilde altın madenciliğine karşı çıkan halktın gücü asla yenilemez! Kazdağlarının kurtuluşunun yolu da buradan geçiyor. İşte bunu başarmak zorundayız ve başarabiliriz de…

13 Şubat 2013 Çarşamba

Sağlık kim siyanürcü kim!



Siyanürcünün adı sağlıkla yan yana gelemedi

Özer Akdemir

Bergama yakınlarında siyanürle altın işletmeciliği yapan Koza Altın Şirketi’nin EXPO 2020 Sağlık sempozyumunda sponsor olma girişimine yaşam savunucuları büyük tepki gösterdi. Sempozyumu düzenleyen kurumları faks ve e-mail yağmuruna tutan yaşam savunucularının tepkileri sonuç verdi. Çevreye ve canlı yaşamına verdiği zararlar nedeniyle yıllardır tepki gösterilen altıncı şirket sponsorluktan çıkarıldı.

Ana konusu “Sağlık ve Turizm” olarak belirlenen 41. İzmir İktisat Kongresi sempozyumuna sponsor olan firmalar arasında Koza Altın şirketinin de adının bulunması yaşam savunucularını harekete geçirdi. Yıllardır, siyanürle altın işletmeciliğine karşı mücadele eden EGEÇEP bileşeni Elele Hareketi gerek sempozyuma ev sahipliği yapacak Konak Belediyesi’ne, gerekse diğer sponsor ve destekçi firmalara bu durumu protesto eden faks ve e-mailer gönderdi. Elele Hareketi Dönem Sözcüsü Oya Otyıldız imzasıyla gönderilen metinlerde Sağlık Sempozyumunda Koza Altın Şirketinin sponsor olmasının hayret uyandırdığı dile getirildi.

ZEHİR SAÇAN BİR ŞİRKET

Koza şirketinin Bergama’da siyanürle altın çıkardığını belirten Otyıldız “bu şirket, Bergama'daki çevre kirliliğinin önünü açan, toprakları ağır metallere maruz bırakan yani sağlığı yok eden şirkettir. Sağlık sempozyumuna sponsor olması nasıl bir ironidir? Adeta İzmirlilerle alay edilmektedir. Zehir saçan bir şirketin sağlık sempozyumunda işi nedir?” dedi.

Altıncı şirket çalışanlarının 5 Haziran 2005 tarihinde Çamköy'ye Dünya Çevre Gününü kutlamaya giden çevrecilere taş ve yumurtalarla saldırdığına dikkat çeken Otyıldız, Ağustos 2006’da Dikili'deki panel baskınının da yine aynı şirket tarafından gerçekleştirildiğini, bunlarla ilgili davaların halen sürdüğünü belirtti. Otyıldız açıklamasında “Konak Belediyesi olarak ülkemiz birinci sınıf tarım arazilerini yok eden, sularını arsenik ve diğer ağır metallerle kirleten bu altıncı şirketle birlikte nasıl yan yana durursunuz? Nasıl aynı sempozyumda sponsorluk yaparsınız? Koza Altının adı sağlıkla değil ancak hastalıkla, zehirle yan yana anılır” dedi.

TEPKİLER SONUÇ VERDİ

Gerek Elele Hareketi gerekse İzmir Kent Konseyi Çevre Çalışma Grubu tarafından organize edilen bu tepkiler kısa sürede sonuç verdi. İzmir Kent Konseyi Çevre Çalışma Grubu Başkanı Ersun Gülcan tarafından yapılan açıklamada sempozyum düzenleme kurulunun tepkilerin ardından Koza Altın’ın Ana Sponsorluktan, Sempozyum Afiş ve duyurularından çıkarıldığının kendilerine bildirildiğini dile getirildi. Haber yaşam savunucuları tarafından sevinçle karşılandı.

(İzmir/EVRENSEL)

http://www.evrensel.net/news.php?id=49071
http://www.facebook.com/photo.php?fbid=541150962585927&set=a.123634057670955.13149.123575381010156&type=1&theater

12 Şubat 2013 Salı

Bu seferki ‘Karapınar karalaması’ mı?




Özer AKDEMİR

Madenciler sıkıştıkları yerde yalana sarılmaya devam ediyorlar. Son dönemde özellikle nikel ve altın madenciliğine karşı yöre halklarının yaşam alanlarını koruma mücadelesindeki gelişmeler, maden lobisini harekete geçirdi. Bu kesim tarafından kurulduğu belli olan bir internet sitesi on yıllık “dış güçler” masalını ısıtıp servis etmeye soyundu. Yalan aynı olsa da hedefteki isimler ihtiyaca göre güncellenmişti!..

Turgutlu Çaldağı nikel direnişine karşı bir çalışma olduğu izlenimini uyandıran sitenin hedefindeki isim ve kurumlar arasında TEMA ve Prof. Dr. İsmail Duman adı öne çıkıyor. Duman’ın hazırladığı Çaldağı raporu, burada yapılacak nikel işletmeciliğinin zararlarını ortaya sererken, kamuoyunda önemli bir etki de yapmıştı. Yine Duman’ın hazırladığı ve önümüzdeki günlerde kamuoyu ile paylaşılacak olan Konya Karapınar’da yapılmak istenen termik santralle ilgili raporun, Duman’ı ve ‘bilim kurulu’ içinde yer aldığı TEMA’yı bu son karalama kampanyasında hedef yapmış olabileceği yorumları yapılıyor. Sitedeki iddiaları “üzerinde durmak bile gereksiz” diye niteleyen Tahir Öngür de “Bunun önümüzdeki günlerde açıklanacak olan Karapınar Termik Santrali raporuyla bir alakası olabilir. Belki de ihaleye girecek firmalar aynıdır” dedi. Duman da Öngür’ün bu yorumuyla ilgili “olabilir” derken, iddialarla ilgili “uğraşmaya gerek var mı yok mu bir düşünmek lazım” dedi.

YARGIYA TAŞIYACAĞIZ

Sitenin hedefe koyduğu isimlerden Turgutlulu Avukat Hasan Namak, 10 yıl önceki haberlerin sanki yeniymiş gibi kopyala yapıştır usulüyle siteye eklendiğini kaydederken “Siteyi kimlerin hazırladığı ile ilgili hiçbir bilgi yok. Adları geçen diğer kişilerle birlikte bu yalanlarla ilgili yakında hukuki süreci başlatacağız” diye konuştu.
Sitenin hedefindeki isimler arasında TEMA Vakfından Deniz Ataç ve CHP Manisa milletvekili Hasan Ören de var. Turgutlu’daki nikel madeni karşıtı panel “Almanlarında yer aldığı panel” diye veriliyor. 10 yıl önceki ilk kampanyada adları geçen turizmci Birsel Lemke ve Prof. Dr. İsmail Duman bu son karalamada da yerlerini korumuşlar! İddialarda adı geçenleri karalayan çokça karikatürün de kullanıldığı da dikkat çekiyor.

“SEN RAHAT UYU HABLEMİTOĞLU!”

“madendusmanlari.net” adlı internet sitesi, ana sayfasına 10 yıl önce uğradığı bir suikast sonucu öldürülen Dr. Necip Hablemitoğlu’nun fotoğrafı konmuş. “Sen rahat uyu Hablemitoğlu” yazısı ile sunulan fotoğrafın altındaki link ise, Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Genel Merkezi’nin internet sitesine yönlendiriyor. ADD sitesinde Hablemitoğlu’nun biyografisinin yanı sıra öldürülmeden önce gazeteci Yasemin Güneri ile yaptığı son röportaj da var. Hablemitoğlu son röportajında da “Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası” kitabındaki iddialarını savunuyor. Sitede Bergama ve Küçükdere’deki altın madeni karşıtı mücadelenin önde gelen isimlerinden Birsel Lemke’nin fotoğrafının yanına 10 yıl önceki bir gazete haberi, nerden alındığı ve tarihi belirtilmeden konulmuş. Haber, altın madeninde işe girmesin diye Bergamalı bir köylüye, direniş yanlısı bir işadamı tarafından gönderilen 200 liralık parayı, “İşte Almanların Bergamalılara para gönderdiğinin belgesi” diye veriyor.

KUTU: KUYUDAKİ TAŞ

Hablemitoğlu kitabında özetle Bergama köylülerinin altın madeni karşıtı mücadelesinin Türkiye’ye altın satan Almanya tarafından kışkırtıldığı ileri sürülüyordu. Kitap nedeniyle aralarında Bergama köylü hareketinin önde gelen isimlerinin de bulunduğu 15 kişi “Almanya yararına legal casusluk” suçlamasıyla Ankara DGM’de yargılanıp beraat etmişlerdi. Hablemitoğlu’nun iddialarının sahte belgeler, bilgiler ve kişiler üzerine kurgulandığı, kitabın Bergama köylülerinin mücadelesini bitirmeye dönük bir psikolojik harp çalışmasının ürünü olduğunu ortaya koyan “Kuyudaki Taş / Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği” adlı kitap, 2011 yılında Evrensel Basım Yayın tarafından yayınlanmıştı.
http://www.evrensel.net/news.php?id=48978

10 Şubat 2013 Pazar

Körfezde eski kabusa karşı yeniden direniş



Fotoğraf: Körfezde eski kabusa karşı yeniden direniş

Özer AKDEMİR

Altın madencilerinin ülkemizde girmeye çalıştıkları ama halkın tepkisi nedeniyle başarısız oldukları ilk yer olan Edremit Körfezi yöresinin kabusu aradan 27 yıl geçtikten sonra yine gündemde. Küçükkuyu’da gerçekleştirilen “Körfez Bergama’mı olacak?” başlıklı söyleşi de konuşan gazetemiz İzmir muhabiri ve EGEÇEP Eş Dönem Sözcüsü Özer Akdemir, körfezlilerin yıllar öncesinde olduğu gibi günümüzde de topraklarını yağmaya gelen altın madencilerini kovacaklarını söyledi. 

Kazdağı Doğal ve Kültüre Varlıkları Koruma Derneği tarafından düzenlenen söyleşi dernek binası olarak kullanılan Küçükkuyu’daki eski bir zeytinyağı fabrikasında yapıldı. Etkinliğe Küçükkuyu’nun yanı sıra, Bayramiç, Ayvalık, Altınoluk, Edremit’ten ve civar köylerden de katılım oldu. Etkinliğin açılışını yapan dernek başkanı Süheyla Doğan, dernek çalışmalarının yanı sıra, bölgede yapılmak istenen altın madenciliği ile ilgili son bilgileri anlattı Kazdağlarında özellikle Zeytincilik Yasası’nın değiştirilmesin ardından madencilerinin işletme hazırlıklarının arttığına dikkat çeken Doğan, sadece Ayvacık ve Ezine de 129 maden ruhsatı verildiğini söyledi. 

İLK SALDIRININ PÜSKÜRTÜLDÜĞÜ YER

Söyleşinin konuğu olan Özer Akdemir ise konuşmasına Avrupa’nın en büyük altın madeni olan Kışladağ’daki madenciliğin ilk günleri, buna karşı verilen mücadele ile madenin çevreye ve canlı yaşamına olan olumsuz etkilerinin gösterildiği 15 dakikalık bir video sunumla başladı. Akdemir, Türkiye’de altın madenciliği için ilk girişimin o zamanlar Alman sermayeli olan TÜPRAG Şirketi tarafından Edremit Körfezi’nde Işıklar Koyu mevkiinde gündeme getirildiğini belirtti. Yöre halkının tepkisinin yanı sıra, özellikle Zeytincilik Yasası’nın da meclisten geçirilmesinin ardından bu ilk girişimin püskürtüldüğünü anlatan Akdemir, Bergama’daki altın madeninin bunun ardından gündeme getirildiğini belirtti. Bergama köylülerinin topraklarını altın madencilerinden korumak için yaptıkları direnişin önemine dikkat çeken Akdemir, bu hareketin tasfiye edilmesi için ortaya konan psikolojik harekatın ayrıntılarını da aktardı. Bergama köylü hareketinin sönümlendirilmesinin ardından ülkemizin onlarca yerinde altın madenciliği için çalışmaların başladığına dikkat çeken Akdemir, AKP iktidarı süresince sadece altın madenciliği değil termik ve nükleer santraller, HES projeleri, balık çiftlikleri gibi birçok konuda sermayenin halkın yaşam alanlarını yağmaya yöneldiğini söyledi. 

İŞARET FİŞEĞİ NERDE YANACAK?

Devlet kolluk güçlerinin desteği ile sermayenin her türlü baskı politikalarına rağmen halkın yaşam alanlarını korumaktaki kararlı duruşunun bu tür saldırıları ve yağmayı önleyebildiğinin altını çizen Akdemir, Gerze’deki termik, Yuvarlakçay, Dersim ve Kardenizdeki HES direnişlerinin bu durumun en canlı örnekleri olduğunu söyledi. Akdemir, “Bu körfez, Kazdağları altın madencilerinin saldırısının ilk püskürtüldüğü, ilk başarılı direniş örneklerinin yaşandığı yerlerdir. Şimdi dağın dört bir yanından saldırıya geçtiler. Onlarca madenci şirket, her türlü devlet desteği ile saldırıyor. Ülke belki de Moğol istilasından bu yana en büyük yağma ile karşı karşıya. Topraklarını korumak için Truva’da direnen, Çanakkale’yi geçilmez kılan Anadolu insanı bugün de aynı direnci gösterecektir. 

Kazdağlarındaki mücadele dağın herhangi bir yerinden yakılacak direniş ateşine gebe. Bu ateş bütün dağı tutuşturacak bir işaret fişeği olacak” diye konuştu. Akdemir’in konuşmasının ardından söz alan dinleyiciler de madencilere karşı mücadelenin örgütlenmesi için yöre köylülerinin harekete geçirilmesinin önemine dikkat çektiler. Çanakkale İl Genel Meclisi üyesi Şerafettin Alkan “bu direnişin nasıl örgütleneceğini tartışacağız bundan sonra” derken, GÜMÇED Başkanı Mehmet Akif Öznal da “Biz artık dava açmayacağız. Bundan sonra sadece direnişi örgütleyeceğiz” dedi. Gece geç saatlere kadar süren etkinlikte, tüm katılımcılar tarafından köylere ziyaretlerin bir an önce başlatılması kararı da alındı. 

(Küçükkuyu/EVRENSEL)

Özer AKDEMİR

Altın madencilerinin ülkemizde girmeye çalıştıkları ama halkın tepkisi nedeniyle başarısız oldukları ilk yer olan Edremit Körfezi yöresinin kabusu aradan 27 yıl geçtikten sonra yine gündemde. Küçükkuyu’da gerçekleştirilen “Körfez Bergama’mı olacak?” başlıklı söyleşi de konuşan gazetemiz İzmir muhabiri ve EGEÇEP Eş Dönem Sözcüsü Özer Akdemir, körfezlilerin yıllar öncesinde olduğu gibi günümüzde de topraklarını yağmaya gelen altın madencilerini kovacaklarını söyledi.

Kazdağı Doğal ve Kültüre Varlıkları Koruma Derneği tarafından düzenlenen söyleşi dernek binası olarak kullanılan Küçükkuyu’daki eski bir zeytinyağı fabrikasında yapıldı. Etkinliğe Küçükkuyu’nun yanı sıra, Bayramiç, Ayvalık, Altınoluk, Edremit’ten ve civar köylerden de katılım oldu. Etkinliğin açılışını yapan dernek başkanı Süheyla Doğan, dernek çalışmalarının yanı sıra, bölgede yapılmak istenen altın madenciliği ile ilgili son bilgileri anlattı Kazdağlarında özellikle Zeytincilik Yasası’nın değiştirilmesin ardından madencilerinin işletme hazırlıklarının arttığına dikkat çeken Doğan, sadece Ayvacık ve Ezine de 129 maden ruhsatı verildiğini söyledi.

İLK SALDIRININ PÜSKÜRTÜLDÜĞÜ YER

Söyleşinin konuğu olan Özer Akdemir ise konuşmasına Avrupa’nın en büyük altın madeni olan Kışladağ’daki madenciliğin ilk günleri, buna karşı verilen mücadele ile madenin çevreye ve canlı yaşamına olan olumsuz etkilerinin gösterildiği 15 dakikalık bir video sunumla başladı. Akdemir, Türkiye’de altın madenciliği için ilk girişimin o zamanlar Alman sermayeli olan TÜPRAG Şirketi tarafından Edremit Körfezi’nde Işıklar Koyu mevkiinde gündeme getirildiğini belirtti. Yöre halkının tepkisinin yanı sıra, özellikle Zeytincilik Yasası’nın da meclisten geçirilmesinin ardından bu ilk girişimin püskürtüldüğünü anlatan Akdemir, Bergama’daki altın madeninin bunun ardından gündeme getirildiğini belirtti. Bergama köylülerinin topraklarını altın madencilerinden korumak için yaptıkları direnişin önemine dikkat çeken Akdemir, bu hareketin tasfiye edilmesi için ortaya konan psikolojik harekatın ayrıntılarını da aktardı. Bergama köylü hareketinin sönümlendirilmesinin ardından ülkemizin onlarca yerinde altın madenciliği için çalışmaların başladığına dikkat çeken Akdemir, AKP iktidarı süresince sadece altın madenciliği değil termik ve nükleer santraller, HES projeleri, balık çiftlikleri gibi birçok konuda sermayenin halkın yaşam alanlarını yağmaya yöneldiğini söyledi.

İŞARET FİŞEĞİ NERDE YANACAK?

Devlet kolluk güçlerinin desteği ile sermayenin her türlü baskı politikalarına rağmen halkın yaşam alanlarını korumaktaki kararlı duruşunun bu tür saldırıları ve yağmayı önleyebildiğinin altını çizen Akdemir, Gerze’deki termik, Yuvarlakçay, Dersim ve Kardenizdeki HES direnişlerinin bu durumun en canlı örnekleri olduğunu söyledi. Akdemir, “Bu körfez, Kazdağları altın madencilerinin saldırısının ilk püskürtüldüğü, ilk başarılı direniş örneklerinin yaşandığı yerlerdir. Şimdi dağın dört bir yanından saldırıya geçtiler. Onlarca madenci şirket, her türlü devlet desteği ile saldırıyor. Ülke belki de Moğol istilasından bu yana en büyük yağma ile karşı karşıya. Topraklarını korumak için Truva’da direnen, Çanakkale’yi geçilmez kılan Anadolu insanı bugün de aynı direnci gösterecektir.

Kazdağlarındaki mücadele dağın herhangi bir yerinden yakılacak direniş ateşine gebe. Bu ateş bütün dağı tutuşturacak bir işaret fişeği olacak” diye konuştu. Akdemir’in konuşmasının ardından söz alan dinleyiciler de madencilere karşı mücadelenin örgütlenmesi için yöre köylülerinin harekete geçirilmesinin önemine dikkat çektiler. Çanakkale İl Genel Meclisi üyesi Şerafettin Alkan “bu direnişin nasıl örgütleneceğini tartışacağız bundan sonra” derken, GÜMÇED Başkanı Mehmet Akif Öznal da “Biz artık dava açmayacağız. Bundan sonra sadece direnişi örgütleyeceğiz” dedi. Gece geç saatlere kadar süren etkinlikte, tüm katılımcılar tarafından köylere ziyaretlerin bir an önce başlatılması kararı da alındı.

(Küçükkuyu/EVRENSEL)
http://www.canakkaleolay.com/details.asp?id=81356 
http://www.facebook.com/photo.php?fbid=539809336053423&set=a.123634057670955.13149.123575381010156&type=1&theater 

7 Şubat 2013 Perşembe

Unutulmayan…


Fotoğraf: Unutulmayan…

Özer AKDEMİR

Gazeteci de zamanla kan ve ölü görmeye alışmış bir doktor serinkanlılığı ile yapmaya başlar mesleğini. En sıcak olayların, çatışmaların, hareketin ‘o an’ını, gerçekliğini yakalamanın başka yolu yoktur çünkü. Onlarca metre yükseklikte bir kalasın üzerinde çalışan inşaat işçisi ya da yerin derinliklerinde bilinmezliğe kazma sallayan madenci gibi işine yoğunlaşmalıdır. Aksi tutum, bazen işin, haberin atlanmasını bazen de yaşamla bağın kopmasını bile getirebilir. 

Yine de her insanda olduğu gibi gazetecilerin meslek yaşamında da unutamadıkları anlar vardır. Tüm ‘profesyonel iş anlayışına’, duyguları kontrol altına almış soğukkanlı yaklaşıma rağmen, bazı anlar ‘unutulmaz’. Bellek o anı, olayı korur ve en olmadık yerde birden aklınıza geliverir. 

Kaza geçirmiş birinin yaşadıklarına benzer gazetecinin o andaki yaşadıkları. Anın sıcaklığı ile çok anlaşılmaz yarattığı etki. Zaman geçtikçe anlarsınız duygularınızda yarattığı depremi. 

İşte bir gazetecinin o unutamadığı anlardan birisini Alman ve Fransız Televizyonlarına belgesel program çeken meslektaşım Halil Gülbeyaz anlattı geçen yıl. Türkiye’deki altın işletmeciliği ve buna karşı verilen halk direnişinin ilk dönemlerini ele alan 15’e yakın belgesel çekmişti Halil. “Unutamıyorum” dediği olayı ise Kütahya Eti Gümüş tesisleri yakınındaki Dulkadir Köyünde yaşamış. 

800 yıl önce Dulkadir Beyliğine başkentlik yapan köy, siyanürle üretim yapan Eti Gümüş Tesislerinin bölgeye gelmesinin ardından başlayan kanserler nedeniyle 10-15 yıl içerisinde boşalmış. Halil, Dulkadir’e bu durumu çekmek için gitmiş. Sonrasını unutamıyor işte; 
“Gittiğimde kanserli bir avuç insan gördüm orada. Beyninde tümör olduğu için dengesini zor sağlayan, gelini ve oğlu ölmüş yaşlı bir amca iki tane torunuyla yanıma geldi. ‘Bende öleceğim. Bunlara kim bakacak” diye gösterdi çocukları. Amcaya o kadar çok üzüldüm ki!.. Hiç unutamıyorum. Yanımızdaki bütün paralarımızı onlara bıraktık çıktık köyden. Gerçekten o kadar acıklı bir durumdaydılar.” 

Bir gün sonra, Halil ve o zamanlar Radikal’de çalışan gazeteci İbrahim Günel tekrar gitmek istedikleri köyün girişinden geri dönmüşler. “Köye doğru gidiyorduk ki eski muhtar bizi durdurdu. “Aman gidin, kaybolun” dedi. Ne olduğunu sorduk. “Siz gittikten sonra jandarma bastı burayı. Her yerde sizi arıyorlar”. 

O zaman olayın aslında tahmin ettiklerinden daha vahim olduğunu anlamış iki gazeteci. Halil, köylülerin kobay olarak kullanıldığını anlatıyordu yıllar sonra; “Bir takım testler, kan tahlilleri yapılıyordu. O insanları gözden çıkartmışlardı bence artık ve onların anatomik reaksiyonlarını ölçüyorlardı sadece”. 

Aradan 20 yıl geçti. Dulkadir’in kalan son evleri de geçtiğimiz yıl şirket tarafından satın alınıp yıkıldı. 800 yıllık köy haritadan silindi. Kerpiçten taştan evleri, tozlu sokak aralarında fısıldayan rüzgarları, kendi toprağının koynunda ebedi uykusuna yatan ölüleri ve masmavi göğünde dönen ebabilleriyle…

Anadolu’da daha kaç köy böyle haritadan silinecek? Daha kaç anne, baba, dede çocuklarının, torunlarının geleceğinin ellerinden alınmasına göz yaşı dökecek. Daha kaç unutamayacağımız anlarla yüzleşmek zorunda kalacağız biz. Hepimiz... Daha kaç…

- Doğa İçin El Ele -
- Anadolu'nun ‘Altın'daki Tehlike -

Özer AKDEMİR



Gazeteci de zamanla kan ve ölü görmeye alışmış bir doktor serinkanlılığı ile yapmaya başlar mesleğini. En sıcak olayların, çatışmaların, hareketin ‘o an’ını, gerçekliğini yakalamanın başka yolu yoktur çünkü. Onlarca metre yükseklikte bir kalasın üzerinde çalışan inşaat işçisi ya da yerin derinliklerinde bilinmezliğe kazma sallayan madenci gibi işine yoğunlaşmalıdır. Aksi tutum, bazen işin, haberin atlanmasını bazen de yaşamla bağın kopmasını bile getirebilir.

Yine de her insanda olduğu gibi gazetecilerin meslek yaşamında da unutamadıkları anlar vardır. Tüm ‘profesyonel iş anlayışına’, duyguları kontrol altına almış soğukkanlı yaklaşıma rağmen, bazı anlar ‘unutulmaz’. Bellek o anı, olayı korur ve en olmadık yerde birden aklınıza geliverir.

Kaza geçirmiş birinin yaşadıklarına benzer gazetecinin o andaki yaşadıkları. Anın sıcaklığı ile çok anlaşılmaz  etkisi. Zaman geçtikçe anlarsınız duygularınızda yarattığı depremi.

İşte bir gazetecinin o unutamadığı anlardan birisini Alman ve Fransız Televizyonlarına belgesel program çeken meslektaşım Halil Gülbeyaz anlattı geçen yıl. Türkiye’deki altın işletmeciliği ve buna karşı verilen halk direnişinin ilk dönemlerini ele alan 15’e yakın belgesel çekmişti Halil. “Unutamıyorum” dediği olayı ise Kütahya Eti Gümüş tesisleri yakınındaki Dulkadir Köyünde yaşamış.

700 yıllık Dulkadir köyü, siyanürle üretim yapan Eti Gümüş Tesislerinin bölgeye gelmesinin ardından başlayan kanserler nedeniyle 10-15 yıl içerisinde boşalmış. Halil, Dulkadir’e bu durumu çekmek için gitmiş. Sonrasını unutamıyor işte;
“Gittiğimde kanserli bir avuç insan gördüm orada. Beyninde tümör olduğu için dengesini zor sağlayan, gelini ve oğlu ölmüş yaşlı bir amca iki tane torunuyla yanıma geldi. ‘Bende öleceğim. Bunlara kim bakacak” diye gösterdi çocukları. Amcaya o kadar çok üzüldüm ki!.. Hiç unutamıyorum. Yanımızdaki bütün paralarımızı onlara bıraktık çıktık köyden. Gerçekten o kadar acıklı bir durumdaydılar.”

Bir gün sonra, Halil ve o zamanlar Radikal’de çalışan gazeteci İbrahim Günel tekrar gitmek istedikleri köyün girişinden geri dönmüşler. “Köye doğru gidiyorduk ki eski muhtar bizi durdurdu. “Aman gidin, kaybolun” dedi. Ne olduğunu sorduk. “Siz gittikten sonra jandarma bastı burayı. Her yerde sizi arıyorlar”.

O zaman olayın aslında tahmin ettiklerinden daha vahim olduğunu anlamış iki gazeteci. Halil, köylülerin kobay olarak kullanıldığını anlatıyordu yıllar sonra; “Bir takım testler, kan tahlilleri yapılıyordu. O insanları gözden çıkartmışlardı bence artık ve onların anatomik reaksiyonlarını ölçüyorlardı sadece”.

Aradan 20 yıl geçti. Dulkadir’in kalan son evleri de geçtiğimiz yıl şirket tarafından satın alınıp yıkıldı. 700 yıllık köy haritadan silindi. Kerpiçten taştan evleri, tozlu sokak aralarında fısıldayan rüzgarları, kendi toprağının koynunda ebedi uykusuna yatan ölüleri ve masmavi göğünde dönen ebabilleriyle…

Anadolu’da daha kaç köy böyle haritadan silinecek? Daha kaç anne, baba, dede çocuklarının, torunlarının geleceğinin ellerinden alınmasına göz yaşı dökecek. Daha kaç unutamayacağımız anlarla yüzleşmek zorunda kalacağız biz. Hepimiz… Daha kaç…


http://www.canakkaledesin.com/unutulmayan/ 

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...