30 Nisan 2019 Salı

Aydın’da arılar tekrar ölmeye başladı, olağan şüpheli ise JES



30 Nisan 2019 15:44

Arı ölümlerinin tekrar başladığı Aydın Türkiye'nin havası en kirli ve sağlık açısından tehlikeli tek ili oldu. 
Aydın’da arılar tekrar ölmeye başladı, olağan şüpheli ise JES
Fotoğraf: AYÇEP

Özer AKDEMİR
İzmir
Aydın'da jeotermal enerji santraller (JES) kaynaklı olduğu ileri sürülen arı ölümleri tekrar gündemde. Geçtiğimiz yıl JES kuyusu yakınlarında bulunan 450 kovan arısı ölen Pınardereli Ahmet Camuz'a valilikçe verilen arılar da ölmeye başladı. Öte yandan Aydın 29 Nisan 2019 tarihli Çevre ve Şehircilik Bakanlığının hava kalitesi izleme verilerine göre havası en kirli olan ve sağlık açısından tehlikeli kabul edilen tek il oldu. 
Aydın merkeze bağlı Pınardere Mahallesinden Ahmet Camuz, kovanlarındaki arıların ölmeye başladığını belirterek İlçe Tarım Müdürlüğü ekiplerini aradı. Arıların bulunduğu yere gelen bir veteriner hekim ve iki ziraat mühendisinden oluşan heyet kovanlardan örnekler alarak tutanak tuttu. Bu incelemeler sırasında Aydın Çevre Platformu (AYÇEP) Başkanı Mehmet Vergili de ekiplere eşlik etti. 
“ARILARIM TEKRAR ÖLMEYE BAŞLADI”
Arılarındaki ölümlerin yeniden başlamasının iki yıl önce yaşanan ölümler gibi jeotermalden kaynaklandığını ileri süren arı üreticisi Ahmet Camuz şunları söyledi: Yaklaşık 2 yıl önce jeotermal gazları nedeniyle 450 kovan arım öldükten sonra ilgili her kurumu başvurmuştum. Bana sözlü olarak arıların JES gazları nedeniyle öldüğünü söyleyen yetkililer bunu yazılı olarak bir türlü yapamadılar. Benim başvurularım ve çabalarımdan sonra Aydın Valiliği 20 kovan kadar bir arı verdi. Bu kovanları bölerek 80 kovana kadar çıkartmıştım. Şimdi kovanlardaki arı ölümleri tekrar başladı. Arılarım kendilerini kovandan dışarı atıyorlar.”
“ÖLÜMLERİN NEDENİ JEOTARMAL GAZLAR”
Ölümlerin tekrar başlaması üzerine jandarmayı aradığını jandarmanın kendisine "arıları kim zehirlemiş olabilir, kimden şüpheleniyorsun" diye sorduğunu aktaran Camuz, "Kovanlara birkaç yüz metre uzaklıktaki jeotermalden kaynaklandığını söyledim ama jandarma gelmedi. İlçe tarıma haber verdiğimde gelen heyet arılı, petekli, polenli örnekler alıp gitti. Şimdi bu ölümlere dair kime başvuracağımızı da bilmiyorum" dedi.


SAYISAL VERİLER VE ARI ÖLÜMLERİ BİZİ DOĞRULUYOR
Arı ölümlerinin tekrar başlamasının Aydın'daki jeotermal kaynaklı hava kirliliği kaynaklı olabileceğini söyleyen AYÇEP Başkanı Mehmet Vergili, "İki üç yıl önce bir gecede sadece Ahmet Camuz'un değil 7-8 arıcının arıları öldü. JES'ciler bunlara şeker dağıtıp, para verip susturdular. Gölcük köyünden de birçok insan aynı gün hastaneye taşındı. Jeotermal santrale yakın kovanlarda yeniden arı ölümleri başlamış. Valiliğin verdiği kovanlardaki son arılar da can çekişmeye başladı" dedi. Dün sabah Çevre ve Şehircilik Bakanlığı izleme raporuna göre hava kalitesi sağlık sorunlarına yol açabilecek kentlerin başında Aydın'ın geldiğini ifade eden Vergili, "Hatta Bakanlık raporuna göre 'tehlikeli' grupta yer alan tek il Aydın'dı. Bu rapor ve arıların tekrar ölmeye başlamaları bizim yıllardır söylediğimiz sözleri doğrular nitelikte. 35 JES bu coğrafyaya zarar veriyorsa, insanlar kanser oluyorsa, psikolojileri bozuluyorsa, arılar ölüyorsa Aydın'da tehlike çanları çoktan çalıyor demektir. JES'ler Aydında yaşamı yok ediyor. İnsanlar, arılar, tüm canlılar nefes alamıyor, zehir soluyor. Cenneti cehenneme çeviriyorlar. Bugün arılar ölüyor yarın bu insanlarda başlayabilir" diye konuştu. 

29 Nisan 2019 Pazartesi

Tepeoba'da kapatılan molibden madeni bölgeye zarar vermeyi sürdürüyor


29 Nisan 2019 16:54

Balıkesir Havran'daki Tepeoba molibden madeni kapatıldı ve rehabilitasyon çalışmaları başlatıldı ancak bu çalışmalar da bölgeye ve halka zarar veriyor
 Tepeoba'da kapatılan molibden madeni bölgeye zarar vermeyi sürdürüyor
Kapatılan Tepeoba Molibden madenindeki rehabilitasyon işlemleri de bölgeyi olumsuz etkiliyor | Fotoğraf: EDÇEP

Özer AKDEMİR
Balıkesir'in Havran ilçesi Tepeoba köyü yakınlarında bulunan ve geçtiğimiz haftalarda kapatılan Tepeoba Molibden madenindeki rehabilitasyon işlemleri de halka sıkıntı veriyor. Rehabilitasyon gerekçesi ile köyün Yenice ilçesi ile bağlantısını sağlayan yol kapatıldı. Köylüler, ilçeye ulaşmak için 15 kilometre daha uzun bir yolu dolanarak gitmek zorunda kalıyor.
KÖYLÜNÜN YOLUNU KAPATTILAR
Edremit Çevre Platformu (EDÇEP), madenin rehabilitasyon çalışmalarındaki belirsizlikleri gündeme taşıdı. EDÇEP Sözcüsü Kubilay Saygın, hafta sonu maden bölgesine yaptıkları inceleme gezisi ile ilgili bilgi verdi. Madenin köy tarafındaki girişinin Orman Müdürlüğü tarafından kapatılarak zincirlendiğini aktaran Saygın, kapının yanına girişleri engellemek için de iki hendek açıldığını dile getirdi. Saygın "Yapılması gereken de budur ama Tepeoba'nın Yenice yolu ile ulaşımı da kapanmış bulunmakta. Şimdi Tepeoba'dan Yenice yoluna çıkmak için köylüler, Kalabak Köyü üzerinden 15 km dolaşmak zorunda" diye konuştu.
ATIK HAVUZU YANGIN SÖNDÜRMEDE Mİ KULLANILACAK?
 
Tepeoba Köyü'ndeki Molibden madeni kapatıldı ancak atık havuzunun yangın söndürmede kullanılması riski var | Fotoğraf: EDÇEP
Basında yer alan bir haberin bazı "çevreci"ler tarafından sevinçle karşılandığını belirten Saygın, "Edremit Orman Müdürlüğü, atık havuzundan numune alıp tahlile göndermiş! Sonuç 'tehlikeli' çıkmazsa, madencilerin vaktiyle sülfürik asit kullandıkları bu havuz, 'yangın havuzu' olarak kullanılabilirmiş! Şimdi, bakalım sonuç nasıl çıkacak? Bir kamu kurumu adına tahlil istenir de, hiç 'temiz' denmez mi ülkemizde?" dedi. Orman İdaresinin "cehennem çukuru" denilen maden açık ocağının güney tarafını "ağaçlandırmaya" başladığını ifade eden Saygın, "Ekilen minik çamların bakalım kaçı tutacak bunların? Peki ya diğer yamaçlar? Onları bilemiyoruz. Ne zaman ağaçlandırılacağı bir muamma" diyerek rehabilitasyon aşamalarının halkla paylaşılmamasını eleştirdi.
ZEHİR YERALTI SULARINA KARIŞIYOR MU?

Fotoğraf: EDÇEP
Madenin açık ocağında toplanan suların turkuaz bir renk aldığını, bunun madendeki asit maden drenajının bir göstergesi olduğunu kaydeden Saygın, "Sanki Maldiv adalarında hissedebilirsiniz kendinizi! Peki burası ne olacak? Belli değil! Doldurulacak mı? Belli değil! Bu asitli, bol madenli su, yeraltı sularına sızıyor mu? Belli değil! Çevre köylerin suyunu veya Havran Barajı'nı zehirliyor mu? Belli değil! Bu işlere bakması gereken Çevre ve Şehircilik Bakanlığı nerede? Belli değil!" dedi.
"ÖNLEMLER AKILCI DEĞİL"
Sonuç olarak Orman idaresinin madende bazı önlemler aldığını ancak bu önlemlerin akılcı olmadığını belirten Saygın, "Şimdi, tahlil sonuçlarını kamuoyu ile paylaşıp paylaşmayacakları önem kazanıyor. Durum nedir, bu eski havuzları, yangın havuzu yapacaklar mı gerçekten? Öte yandan, böyle girişi ve ulaşımı kapatarak, onlarca yılda büyüyecek bir miktar minik çam ekerek 'rehablitasyon' nasıl sağlanacak ki? Yüz yılda mı? İki yüz yılda mı? Ne zaman?" sorularını yöneltti.
Maden kapandı, çukuru zehir saçmaya devam edecek


https://www.evrensel.net/haber/378441/tepeobada-kapatilan-molibden-madeni-bolgeye-zarar-vermeyi-surduruyor

ÇEPEÇEVRE YAŞAM / Silikozis hastalığı ve işçiler


Çine’de kuvars-felspat madenlerinde çalışırken silikozis hastalığına yakalandıktan sonra işten atılan işçiler yaşadıklarını Çepeçevre Yaşam’a anlattı.
 29 Nisan 2019 13:21


Aydın Çine’de kuvars-felspat madenlerinde çalışırken silikozis hastalığına yakalandıkları için işten çıkarılan işçiler, yaşadıklarını Çepeçevre Yaşam programında anlattılar.
Çine’de, ülkenin en büyük sermaye gruplarına ait maden şirketlerinde çalışan işçilere, dev şirketler maliyeti düşük tutmak için çalışırken uygun maskeler vermiyorlar. Geçen zaman içinde hastalanan işçileri ise akciğer filmlerinde lekeler çıkınca işten atıyorlar. Bir anda kendilerini hasta ve işsiz bulan işçiler, kaderleri ile baş başa bırakılan işçilerin yaşadıkları tam bir dram. Her yıl, bu durumdaki yüzlerce maden işçisi için üç ayda bir çekilen akciğer filmlerinden sonra yeni bir yaşam mücadelesi başlıyor.

Dokuz Eylül Üniversitesi Meslek Hastalıkları Kliniği başkanı Prof. Dr. Arif Hikmet Çımrın, meslek hastalıklarının utanç verici bir durum olduğunu belirterek, "çünkü bunlar gerekli önlemler alınsa hiç ortaya çıkmayacak hastalıklardır" dedi. Evrensel Gazetesi İzmir temsilcisi Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam da,  Prof. Dr. Arif Hikmet Çımrın silikozis hastalığının nedenleri ve nasıl önlenebileceğini aktarırken, silikozis hastası işçiler ise nasıl hastalığa yakalandıklarını ve işten çıkarılmalarının ardından yaşadıklarını anlattılar. (EVRENSEL WEB TV)
https://www.evrensel.net/haber/378424/silikozis-hastaligi-ve-isciler-cepecevre-yasam

Prof. Dr. Arif Hikmet Çımrın: Meslek hastalığı utanç verici bir durum


29 Nisan 2019 04:17


9 Eylül Üniversitesi Meslek Hastalıkları Kliniği Başkanı Prof. Dr. Arif Hikmet Çımrın, "Meslek hastalıkları önlenebilir" dedi.

Özer AKDEMİR
İzmir

Prof. Dr. Arif Hikmet Çımrın: Meslek hastalığı utanç verici bir durum
9 Eylül Üniversitesi Meslek Hastalıkları Kliniği Başkanı Prof. Dr. Arif Hikmet Çımrın başta silikozis hastası işçilerin durumu olmak üzere meslek hastalıklarına dair sorularımızı yanıtladı. Silikozis hastalığının en fazla kayaçlarla uğraşan açık ya da kapalı maden ocaklarında, kömür-taş madenlerinde, seramik endüstrisinde çalışan işçilerde ve mineral kullanımı nedeniyle diş teknisyenlerinde görüldüğünü aktaran Çımrın, işyeri ve çalışma koşullarının olumsuzluğu nedeniyle meydana gelen hastalıklara meslek hastalığı denildiğini ifade etti. Çımrın, “Örneğin silikozis hastası bir kot kumlama işçisi ya da diş teknisyeni işyerinde o koşullar olmasa hasta olmayacaktı. O etken ortamdan kaldırılsa hastalık olmayacaktı. Yani bir nedensellik var. Bu utanç verici bir durum bu. Neden utanç verici çünkü meslek hastalığı önlenebilir bir hastalıktır” dedi.
"HASTALIKTAN GERİ DÖNÜŞÜM MÜMKÜN DEĞİL"
Silikozis nedir, nasıl oluşur?
Pnömokonyoz, ister organik, ister inorganik olsun akciğerde meydana gelen iltihabik yapı ile akciğerde meydana gelen bozulmaya verilen genel addır. Silikas soluyanda silikozis oluyor, kömür tozu soluyanda kömür tozuna bağlı kömür pnökonyozu diyoruz. Silikozisi de içeren pnömokonyoz, toz olmasaydı ortaya çıkmayacak bir hastalıktır ama toz akciğere yerleştikten ve akciğerin yapısında bir bozulma ortaya çıktıktan sonra bunun geri dönüşümü mümkün değil. O yüzden işçilere işe girerken ve iş devam ederken periyodik zamanlarda film çekiliyor. Hiç olmazsa erken zamanda bu akciğerdeki değişiklikler insanların yaşamını bozacak kadar şiddetlenmesin, erkence işten ayıralım ve onun yerine başka insanlar çalıştıralım diye bir zihniyet var. Buna ikincil koruma diyoruz biz ve bunu bile başaramıyoruz! Bu insanlar hâlâ ülkemizde akciğer nakline gidecek kadar kontrolsüz bir sağlık sorunuyla baş başa kalıyorlar.
"ERKEN TEŞHİS OLURSA KİŞİ HASTA BİLE SAYILMAZ"
Tedavisi yok mu yani?
Tedavisi yok, önce olamaması için çaba sarf edeceğiz. İkincisi eğer tozdan koruyamıyorsak düzenli olarak sağlığını izleyerek erken bulgular ortaya çıktığında akciğer daha etkilenmeden insanların tozla ilgilisini keseceğiz. Eğer erken teşhis konursa ve erken bulgular saptayıp kişiyi tozdan uzak tutarsanız, bu kişi hasta değildir. Sadece akciğerde toz birikimine bağlı bulgular vardır. Bu insanın normal yaşamını sürdürmesinde, çalışmasında hiçbir mani olmayacaktır. Ancak siz bunu kaçırıp, toza maruz kalımı devam ederse ve kişinin akciğerindeki bu etkilenmenin devamını önlemezseniz o zaman akciğerdeki bu bozulma zaman içinde şiddetlenir ve kişinin ölümüne gidecek bir solunum yetmezliği meydana gelir. Buradaki anahtar kelime şu; solunan silika gibi maddelerin hangi oranda olduğu ve ikincisi de soluduğumuz tozun havadaki konsratrasyonu.
"HASTALIK HİÇ BELİRTİ VERMEDEN SİNSİ SİNSİ GELİŞİR"
Hastalığa yakalanma süreci ve hastalığın gelişim seyri nasıl?
Yoğun tozun içinde çalışan bir kişinin hastalığa yakalanma olasılığı ilk beş yıl içinde çok yüksekken, çok düşük dozda bir maden isçisinde bu hastalığa bağlı bulgular 10-15 yıl gibi daha uzun zamanda çıkabilir. Kot kumlamasında ise öyle bir hastam vardı ve şöyle anlatmıştı çalıştığı yeri: “Yaklaşık 6 metrekarelik bir alanda üç kişi duruyorduk. Ben kot kumluyordum. Yanımda bir destek elemanı ve diğer tarafta da kumlanan ürünü alan biri vardı. Kumlama sırasında yanımda duran kişiyi göremeyeceğim yoğunlukta toz vardı. O bahsettiğim çocuk yaklaşık 2 sene sonra ağır silikozis olmuştu ve ondan sonraki yıllarda akciğer nakline gidilmişti.” Erken dönemde akciğerin yapısı iyice bozulana kadar hiçbir yakınmaya bulguya neden olmuyor. Akciğerler belli bir sınırı aştığında halsizlik, zayıflama, nefes darlığı, bitkinlik gibi şikayetlerle sinsi sinsi kendisini gösteriyor ve o noktaya geldikten sonra iş işten geçmiş oluyor.
"İŞÇİLERİ İŞTEN ÇIKARMAK YERİNE İŞ KOŞULLARI DÜZELTİLMELİ"
Silikozis hastası işçiler Çine'de olduğu gibi hemen işten çıkarılıyor. Bu işçiler ne yapmalı?
Akciğer filminde silikozise bağlı ufak tefek bulguların görünmesi o kişilerin işten çıkarılmasını gerektirmiyor. Aslında bu, o insanlar çalışmalarını engelleyen sağlık sorunu anlamına gelmez. Yapılması gereken şey, işyerinde tozun solunum miktarının azaltılmasına çalışmaktır. Bunu yaparsak hem o işçi sağlığını korumuş hem de diğer çalışanların sağlığını korumuş oluruz. Dolayısıyla işçileri işten çıkartmanın bir anlamı yok. İşçi eğer işten çıkarılırsa bazı hukuksal yollar var. İşe dönüş davası açmak ya da maddi manevi tazminat davası açmak gibi. Benim önerim bu tür riskli alanlarda çalışanlar bir sağlık sorunundan kuşkulanıyorlarsa eğer meslekle ilgili, bizim gibi meslek hastalıkları ile ilgilenen kliniklere başvurmaları.
İŞÇİLER KLİNİĞE NASIL BAŞVURU YAPAR?
Patronlar bu tür durumlarda bunun bir meslek hastalığı olarak raporlanmasını istemiyorlar. Bunun nedeni ne?
Birincisi işyerinde hastalığa yol açan koşulları düzeltmek için bir bütçeye ihtiyaç var. Mali yük üstlenmek istemiyor olabilirler. Diğeri de bir tazminat, iş göremezlikten kaynaklanan sosyal güvenlik kurumunun işverene rücu etme hakkı...
İşçiler kliniğinize nasıl gelebilirler?
Kliniğimiz 2012 yılından beri meslek hastalıkları uzmanlık eğitimi ve poliklinik hizmeti veriyor. Türkiye'nin her yerinden olgu müracaatları oluyor. Bize müracaat edebilmek için bölge SGK'dan, 9 Eylül Meslek Hastalıkları Kliniğine sevkini gösteren bir sevk kağıdı almaları ideal yol. Bunun dışında meslek hastalığından kuşkulanan diğer hekimlerin kliniğimize hitaben yazacakları bir sevk kağıdı yetiyor.
Kliniğe en çok hangi işlerde çalışan kişiler başvuruyor?
En fazla toza bağlı, pnökomonyoz, astım hastaları geliyor. Diğer bir hastalık grubu kas iskelet sistemi sorunları. Deri sorunları, ciltle ilgili, alerjik ya da alerjik olmayan hastalıkların yanı sıra stresle ilgili, mesleki ağırlıktan kaynaklı bozukluklar da var. Sonuç olarak dünyada aklınıza gelen bütün mesleki hastalıklara bizim polikliniğimizde tanı koyabiliyoruz.
Yılda ne kadar başvuru oluyor?
2012 den bugüne kadar 6 yıllık zaman diliminde 2 binin üzerinde hasta değerlendirdiğimizi söyleyebiliriz. 2012-2016 arası ilk üç yıllık dönemdeki 862 olgunun yüzde 38'inde toz mesleksel sorun, yüzde 25 ergonomik sorunlar, yüzde 23 kimyasallar ve metalle ilgili toz duman, yüzde 21 işitme sorunları teşhis koyduğumuz ana risklerin başında geliyor.
https://www.evrensel.net/haber/378363/prof-dr-arif-hikmet-cimrin-meslek-hastaligi-utanc-verici-bir-durum

28 Nisan 2019 Pazar

5. Bozcaada Doğa Buluşması: Yaşam alanları için örgütlü mücadele şart


28 Nisan 2019 16:13

5. Bozcaada Doğa Buluşması'nda ekoloji mücadelesi üzerine sunum yapan Özer Akdemir, örgütlü mücadelenin önemine dikkat çekti.
 5. Bozcaada DoÄŸa BuluÅŸması: YaÅŸam alanları için örgütlü mücadele ÅŸart
Seçkin SAĞLAM
Çanakkale
Bozcaada’da bu yıl 5’incisi düzenlenen Doğa Buluşması yine ilgiyle karşılandı. Bozcaada Forum, Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği ve Gökkuşağı Dergisi ile çevre ilçe ve il merkezlerinden çevre gönüllülerinin katılımıyla gerçekleşen buluşmada çevre sorunları ve ekoloji mücadelesi konuşuldu.
Bozcaadalıların ilgi gösterdiği Doğa Buluşması kapsamında, dayanışma pikniği, çevre temizliği, söyleşiler, ekoloji forumu, fotoğraf atölyesi gibi pek çok etkinlik gerçekleştirildi. Zübeyde Hanım Parkı’nda düzenlenen kahvaltı ile start verilen 5. Bozcaada Doğa Buluşması, Ayana Koyu’ndaki dayanışma pikniği ve çevre temizliği ile devam etti.
İki gün boyunca devam eden etkinliklerin ilk günü iki söyleşi ile son buldu. Evrensel Gazetesi İzmir Muhabiri, Gazeteci ve Yazar Özer Akdemir ile EGEÇEP Sözcüsü Hüznü Dilli çevre mücadelesi ve çevre sorunlarına dair sunumlarını gerçekleştirdiler.

"ÇOCUKLARIMIZIN GELECEĞİ İÇİN BU MÜCADELEYİ VERİYORUZ"
 
Fotoğraf: Evrensel
Konuşmasında Bergama, Eşme, Aliağa, Efemçukuru, Gediz Ovası, Kazdağları ve Havran'daki çevre mücadelelerine değinen Özer Akdemir, Eşme’de meydana gelen zehirlenme olayını anlattı.
Uşak’taki Kışladağ Altın Madeni'nin Avrupa’nın en büyük altın madeni olduğuna dikkat çeken Akdemir, "Bu altın madeni, resmi açılış yapmadan 15-20 gün önce çok yoğun bir yapmur yağdı. Aslında doğa bize bir uyarı verdi. Dedi ki bu altın madeni son derece zararlı ve tehlikelidir." ifadelerini kullandı. Akdemir sözlerini şöyle sürdürdü:
"Orada meydana gelen siyanür kazasından sonra Eşme ilçesinde ve köylerinde bin 500’ün üzerinde insan zehirlendi. Eşme’deki insanlardan kan örneği alındı. Kanlar alındıktan iki saat sonra Kaymakamlık, Valilik emriyle kanlara el koydu. Doktorların söylediği, bütün belirtiler siyanür zehirlenmesiydi. Bu kanlara el konuldu ve Valilik bin 500 insanın zehirlenmesiyle ilgili, bakteriyel zehirlenme açıklaması yaptı. Eşme’nin su şebekesine kanalizasyon karıştığı iddia edilerek zehirlenmenin bu nedenle olduğu bildirildi. Ama o şebekeyi kullanmayan köylerde de zehirlenmeler meydana geldi. Doğanın uyarısı buydu. O dönemden sonra yavrulayan koyunların yüzde 70’i ölü ve sakat doğum yaptı. Bu durum devam ediyor. Bazı köylerden haber alabiliyoruz halen. Ölü ve sakat doğum yapan hayvanların görüntüsü çok acıydı. Yavrularını terk edemiyorlardı. İşte biz de, çocuklarımızın geleceğini terk edemediğimiz için bu mücadeleyi veriyoruz.”
"SADECE HUKUK MÜCADELESİYLE SONUÇ ALINAMAZ"
 
Fotoğraf: Evrensel
Bölgedeki altın madenlerine karşı onlarca dava açıldığını hatırlatan Akdemir, “Benim hatırladığım Bergama’da en son 42’inci ruhsat iptal edilmişti, 43’üncü ruhsat ile devam ediyorlar. Maalesef hukuk Bergama’yı durduramadı. Bugün yine birçok yerde hukuki mücadele veriliyor. Ama özetle söylersek, günümüzdeki hukuksuzluk sürecinde de durmuyor, durdurulamıyor. Hukuksuzluk ikliminde yaşıyoruz. Siyasette de işçi haklarında da çevre meselesinde de hukuksuzluk almış başını gidiyor. Güçlülerin hukuku dediğimiz şey işliyor. Bu nedenle, sadece hukuki kazanımlarla yaşam alanlarını korumamız çok zor ve neredeyse imkansız" dedi.

Hukuki sürecin yanında yoğun olarak örgütlü bir mücadele verilmesi gerektiğini vurgulayan Akdemir, "Her yerde, yaşam alanlarına yönelik en küçük bir müdahaleye karşı Anayasa’dan ve yasalardan doğan haklarımızı, sağlıklı bir çevrede yaşam hakkımızı kullanmamız, bunun için hep birlikte örgütlü mücadele etmemiz gerekiyor" ifadelerini kullandı.

Anayasa'nın da bunu söylediğini anımsatan Akdemir "56’ncı maddede, ‘Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir’ diyor. Örneğin Aliağa bölgesinde 30 yıl önce verilen bir mücadele süreci var. Termik santrale karşı, 30 yıl önce verilen mücadele kazanımla sonuçlanmıştı. Ama işte sermaye durmuyor. Örgütlü mücadelenin zayıfladığında, fırsat kolluyor, tekrar geliyor. O zaman bir termik santral için binlerce insan ayağa kalkmıştı. Ne zaman bu mücadele sönümlendi, zayıfladı, ondan sonra birbiri ardına termik santral projeleri hazırlandı Aliağa’da” dedi.

RES PROJELERİ VE ZARARLARI
EGEÇEP Sözcüsü Hüsnü Dilli de Karaburun Rüzgar Enerji Santralleri (RES) üzerinden, "tek kriter, rüzgar verimliliği" üzerinden kurulan RES’lerin zararlarına değindi.

Dilli, Rüzgar Türbini Sendromu’nun tıp literatürüne girdiğini ifade ederek plansız ve programsız bir biçimde yapılan RES’lerin doğaya, insan ve canlı yaşamına zarar verdiğini vurguladı.
RES’ler için daha kurulma aşamasında ağaçların katledilmesinin, devasa yollar açılarak RES alanlarındaki doğal yaşamın tahrip edilmesinin, kuşlar başta olmak üzere RES alanlarındaki canlı popülasyonlarının ve insan sağlığının tehdit edilmesinin kabul edilemez olduğunu ifade etti.

26 Nisan 2019 Cuma

Jeotermal sanayicileri, "haberinizdeki fotolar eski" diyor ama...


26 Nisan 2019 15:36

Jeotermal sanayicilerinin eski dediği fotoğraflar eski değil. Ayrıca artık, suların kirlilik değerlerini gösteren tahlil sonuçları da var.

Fotoğraf: AYÇEM (Eylül 2018'de çekilmiştir)
Jeotermal sanayicileri, "haberinizdeki fotolar eski" diyor ama...

Özer AKDEMİR
İzmir
Jeotermal Elektrik Santral Yatırımcıları Derneği (JESDER) 18 Nisan 2019 tarihinde yayımlanan “Aydın’da fotoğraflarla jeotermal santralinin ölüm yolculuğu” başlıklı haberimizdeki fotoğrafların geçen yıla ait olduğuna dair gazetemize bir açıklama gönderdi. Fotoğrafları aldığımız Aydın Çevre Mücadelesi (AYÇEM) yetkilileri ise toplam 10 fotoğrafın kullanıldığı haberdeki fotoğraflardan iki tanesinin eski olduğunu doğrularken, diğerlerinin ise güncel olduğunu belirttiler. AYÇEM yetkilileri dereyi kırmızı bir renge boyayan JES akışkanının içeriğine dair tahlil sonuçlarının geçtiğimiz günlerde ellerine geçtiğini belirterek, "JES'ler Hıdırbeyli Göletini kullanılamaz hale getirdi" dedi.
"İSTİSNAİ BİR KAZANIN FOTOĞRAFLARI"
JESDER'in haberimizle ilgili gazetemize gönderdiği açıklamada "Evrensel’in çevre konularındaki hassasiyetini samimiyetle takdir etmekle birlikte bu haberdeki fotoğraflar ve bilgilerin bugüne ait olmadığını bildirmek isteriz" denildi. Fotoğrafların, "geçtiğimiz yıl yaşanan bir kaza sonucu Germencik’ten geçen çaya yaşanan sızıntıyla ilgili" olduğu belirtilen JESDER açıklamasında "Geçen yıl yaşanan bu olay bizi de çok üzmüş ve çevreyi koruma yönünde aldığımız tedbirleri bir kez daha gözden geçirmeye itmiştir. Bununla birlikte bu kazanın bir istisna olduğu, Germencik’teki santrallerin son derece dikkatli bir şekilde üretim yaptığı konusunda sizi temin etmek isteriz" ifadeleri kullanıldı.

DERELERE JES AKIŞKANI BOŞALTIMI DEVAM EDİYOR
AYÇEM Sözcüsü Dr. Metin Aydın ise JESDER'in açıklamalarının aksine geçen yıl meydana gelen ve Germencik İlçayı'nı kırmızıya boyayan jeotermal akışkanların hâlâ derelere salınmaya devam edildiğini belirterek, "haberinizde çayın kırmızı renkte aktığı iki fotoğraf geçtiğimiz yıl çekilmişti. Ancak jeotermal akışkanların derelere künklerle, kanallarla salındığını gösteren, JES'lerden çıkan gazların yoğunluğunu ortaya koyan fotoğraflar yeni. Yeni olan bir başka şey ise, İlçayı’nı kırmızıya boyayan akışkanın içeriği ile ilgili olan tahlil sonuçlarıdır. Sonuçlar jeotermallerin Aydın ovalarını, sularını nasıl kirlettiğini açıkça ortaya koyuyor" dedi.
SUDAKİ SİYANÜR BİLE 200 KAT FAZLA ÇIKTI!
Geçen yıl meydana gelen bu olayın ardından AYÇEM'in savcılığa suç duyurusunda bulunduğunu, savcılığında bunun üzerine kamu davası açtığını belirten Aydın, "derelerin kırmızı akmasından üç ay sonra Hıdırbeyli sulama göletinden numune alındı. Su analizlerinin sonuçları daha yeni geldi. Ölçülen bazı ağır metallerin değerleri Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğindeki normal sınır seviyesinden çok çok üzerinde olduğu görüldü. Sudaki Antimon=620; Arsenik=1.366; Baryum=340; Civa=430; Demir=48.770; Kadmiyum=80; Krom=1.268; Kurşun=690; Mangan=4.556; Molibden=833; Selenyum=250; Siyanür=200 kat fazlası saptandı. Hıdırbeyli sulama göletinde var olan bu su kirliliğin sebebi, JES’lerin çıkardıkları akışkanları reenjekte etmeyip dere ve çaylara bırakmasıdır" diye konuştu.
Öte yandan Germencik Çevre Platformu yöneticilerinden incir üreticisi Halil Çetinkaya, JES'lerin yöreye zararının "istenmeyen bir kaza sonucu oluşan bir durum" olmadığını aktararak, "JES'ler inciri, zeytini, tarımı bitirmek üzere. Hâlâ o künklerden derelere her an jeotermal akışkanı salınıyor" dedi.
Aydın'da fotoğraflarla jeotermal santralinin ölüm yolculuğu 


Yeni Foça halkı yollara cüruf dökümüne engel oldu


26 Nisan 2019

"Tehlikeli atık" niteliğindeki cüruflar İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yollara dökülüyor.

Özer AKDEMİR
İzmir
Yeni Foça Kozbeyli köyü arasındaki yola bölgede bulunan demirçelik ve termik santral cüruflarının dökülmesine tepki gösteren yurttaşlar cüruf döküm işini engelledi.
Yolara cürufların döküldüğü haberi üzerine sabah saatlerinde bölgeye giden Yeni Foça Forum üyeleri, cüruf dökümüne engel oldu. Bu cürufların tehlikeli atık olduğuna dair TÜBİTAK raporunu gösteren Forum üyeleri, cüruf alanından gelen üç kamyondaki cürufun yola dökülmesine izin vermedi.

Fotoğraf: Yeni Foça Forum
CÜRUFLARIN "TEHLİKELİ ATIK" RAPORU VAR
Yeni Foça Forum'dan Nermin Kızılışık Korkmaz, İzmir Büyükşehir Belediyesi görevlilerinin kendilerine bölgedeki yol zeminin yumuşak olması ve cürufların da sert malzeme özelliği taşıması nedeniyle bu cürufları yola döktüklerini söylediklerini belirterek, "Bu cürufların tehlikeli atık olduğu, sulu ortamlara karışmasının engellenmesi ve açıkta depolanmasının önlenmesi gerektiğini belirten TÜBİTAK MAM raporu var. Bu cürufların yollara serilmesi son derece sağlıksız ve yanlış. Belediyeden yetkililerin gelmesini istiyoruz ama şu ana kadar gelen olmadı. Biz buradan ayrıldıktan sonra cüruf dökülmesi işinin devam edeceğinden endişeleniyoruz" diye konuştu.
Yeni Foçalıların eylemleri devam ediyor.
https://www.evrensel.net/haber/378212/yeni-foca-halki-yollara-curuf-dokumune-engel-oldu

24 Nisan 2019 Çarşamba

Noyan Özkan Koleksiyonu dijital ortamda açılıyor


Noyan Özkan Koleksiyonu dijital ortamda açılıyor
Özer AKDEMİR
İzmir
Türkiye Çevre hukukunun duayen ismi, İzmir Barosu eski başkanlarından Noyan Özkan’ın arşivi dijital kütüphane haline getirildi. Ekoloji Kolektifi Derneği tarafından geçtiğimiz yıl başlatılan çalışma sonucunda 2013 yılında ani bir rahatsızlık sonucu yaşamını yitiren Noyan Özkan’a ait 20 binden fazla belge, dava dosyası, gazete kupürü vs. belgeler dijital ortama geçirildi. Uluslararası kütüphanecilik standartlarına uygun koşullarda derlenen belgeler şu anda Türkiye’nin ilk ve tek hukukçu arşivi durumunda.
"ÜCRETSİZ ULAŞMASINI İSTEDİK"
31 Mayıs Cuma günü İzmir Barosunda gerçekleştirilecek bir etkinlikle kullanıma açılacak olan Noyan Özkan Koleksiyonu ile ilgili görüşlerini aldığımız Ekoloji Kolektifi Derneği Genel Sekreteri Av. Fevzi Özlüer dernek olarak ekoloji mücadelesi içinde uzun yıllardır araştırmacılık yaparken en önemli sorunlardan birisinin kaynak bulma olduğunu ifade etti.  İnsanların çalışmalarını ve belgelerini düzensiz tuttuklarını, paylaşmak istediklerinde ise verilerin dağınık olduğunu belirten Özlüer, “Düzenli tutan ve belgenin kıymetini bilenlerde ise paylaşma niyeti azdı. Biz hem kişileri tarihi belgeleriyle korumak hem de bunu ücretsiz yapmak istedik. Çünkü bilgiye halkın ulaşması zor. Kaynaklar sınırlı şirketler karşısında güçsüzler. Bilgiye halkın ulaşabileceği ve yeniden kendini etkinleştirebileceği bir şekilde bu belgeleri halka açtık. İşin bir yönü buydu” dedi.
"KENDİ DÜNÜMÜZÜ ÇAĞIRIYORUZ"
Kent ve ekoloji mücadelesi tarihinde Noyan Özkan’ın önemli bir tarihi figür olduğunu kaydeden Özlüer, “Ama Özkan da harekete geçirdiği dinamikler, oluşumlar ve kişilerle önemli. Bu da mücadeleyi hem kişilerin hem de nesnelliklerin belirlediği bilgisini açığa çıkartıyor. Sonra bu işin bir de bugüne dair yönü var. Asıl hadise de bu. Ekoloji mücadelesi tarih yazabildiği ölçüde politik karakterine kavuşacak. Yani bugünü değiştirmek dünü idrak ve etkileme gücüyle bağlantılı. Bize anlatılan neoliberal ırkçı kapitalist dünü reddedip kendi dünümüzü tarih sahnesine çağırıyoruz” diye konuştu.
"20 BİN BELGE ÜRETTİK"
Ekoloji Kolektifi Derneğinin programında bu düşüncenin 10 yıldır olduğunu ancak bu düzeyde fikrin olgunlaşıp uluslararası bir belgelik olmasının 2016 yazına denk geldiğini aktaran Özlüer, arşiv sürecinin gelişimi ile ilgili şu bilgileri verdi; “Bilkent Üniversitesine Hasan Ali Yücel ailesi onun arşivini dijital ortama aktarması için bağışlamıştı. Bu arşivi belgeleri ile nasıl koruma altına alacaklarını öğrendik. Bize 3 yıl gönüllü danışmanlık yaptılar. Aynı şekilde bir arşiv sistemi kullanmaya başladık. Başka işlerden kazandığımız parayı bu çalışmaya aktardık. Bir bilgi belge yöneticilik mezunu çalışanımız bunları ortaya koyduğumuz sisteme göre kütüphane diline çevirdi.” Üniversitelerle aynı veri tabanını kullandıklarını dile getiren Özlüer kütüphanecilik diliyle 20 bin belge ürettiklerini ifade etti.
"VERİ ÜRETME DESTEĞİ SAĞLIYORUZ"
Dernek olarak hem ekoloji mücadelesine veri üretme desteği sağladıklarını hem de arşivleri bir kamusal alan gibi kullanmalarını ve açık arşiv politikasıyla uyumlu olarak halka açmalarını önerdiklerini dile getiren Özlüer, arşiv politikası ve işleyişine dair şu bilgileri aktardı; “Yıllık olarak arşivler belirleniyor. Bir yönetim kurulu var. Bir de danışma kurulu oluşuyor. Ekoloji Kolektifi Derneği yönetiminden özerk bir yönetimi, bütçesi ve faaliyet takvimi var ekoloji arşivi komisyonumuzun”
ARŞİVDE NELER VAR?
Arşivde fotoğraflar, yazılar, videolar, dava dosyaları vs.ler belgeler olduğunu vurgulayan Özlüer, arşivde konuya, kişilere, tarihe, taraflara ve yere göre arama yapmanın mümkün olduğunu dile getirdi. Özlüer, kişisel verilerin korunması hakkında kanun gereği kimi özel yazışmaların ise yayına açılmadığını belirtti. Tüm ekoloji ve kent mücadelesi aktörlerine de çağrı yaptıklarını belirten Özlüer, “Bu arşiv sizin. Tarihinizi sahiplenin ve gurur duyun. Örneğin yarın başka bir koleksiyon da bu platformun parçası olacak. Ahmet Okyay’ın Yatağan davası belgeleri de... Onun adına koleksiyonlaştırılacak. Böylece bu resmin parçaları tamamlanarak tarihi görme biçimleri ve olanaklarımız artacak” dedi.
https://www.evrensel.net/haber/380010/noyan-ozkan-koleksiyonu-dijital-ortamda-aciliyor

23 Nisan 2019 Salı

ÇEPEÇEVRE YAŞAM / Mezopotamya Su Forumu - 2. bölüm



Çepeçevre Yaşam'da Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminin Süleymaniye kentinde gerçekleştirilen 1. Mezopotamya Su Forumu'nun ikinci bölümü yer alıyor.
 23 Nisan 2019 14:23
Çepeçevre Yaşam 6-8 Nisan 2019 tarihleri arasında Irak Kürdistan Bölgesel yönetiminin Slemanî (Süleymaniye) kentinde gerçekleştirilen 1. Mezopotamya Su Forumunun ikinci bölümü ile ekranlarınızda.

"Yaşam için su, barış için su!" ana fikri etrafında gerçekleştirilen foruma 15 farklı ülkeden 150'den fazla kişi katıldı.

Dicle'yi Yaşatma Kampanyası ve Mezopotamya Ekoloji Hareketi'nin de dahil olduğu bir çok sivil toplum örgütü tarafından iki yıllık bir hazırlığın ardından Süleymaniye Üniversitesinde gerçekleştirilen MSF'de çok sayıda sunum ve atölyeler düzenlendi. Fotoğraf sergisi, müzikli bildiriler gibi renkli etkinliklerin de yer aldığı MSF'de yapılan sunumlar ve konuşmalarda devletlerin yıkıcı ve sömürücü su politikaları ortaya konulurken, sular üzerindeki antidemokratik karar mekanizmaları eleştirildi.


Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam Mezopotamya Su Forumu'nun ikinci bölümünde bölgenin su ihtiyacını karşılayan Dukan Baraj Gölü gezisinin görüntüleri ve Süleymaniye Üniversitesi'nde yapılan forumdan yapılan oturumlar var. (Evrensel Web TV)
https://www.evrensel.net/haber/377999/mezopotamya-su-forumu-2-bolum-cepecevre-yasam

21 Nisan 2019 Pazar

Mezopotamya Su Forumunun ardından (Pazar yazısı)


21 Nisan 2019 03:11

Özer AKDEMİR



Slemani’de (Süleymaniye) bir akşam üstü. Yağmur gün boyu aralıklarla yağıp durdu. Kenti çepeçevre kuşatan yassı dağların başında bir duman bulutu enlemesine uzayıp gidiyordu. Şehrin yaslandığı tepeye çizilen, ortasında ayçiçeğine benzeyen sarı bir güneşin parladığı kırmızı, beyaz, yeşil renkli Kürdistan haritasının önünde ki “Slemani” yazısı bir görünüp bir kayboluyordu. Sanki beyazlara bürünmüş gizemli bir ordu, dağların doruklarından uzun uzun kenti izliyor ve bu arada incecik bir bahar yağmuru evlerin, caddelerin, insanların üzerine yağıyordu. Yağmur hızını biraz arttırdığında bu sefer duman ordusu hızla dört bir yandan şehrin üzerine aktı ve kenti bir anda soğuk ve ıslak bir sisin içerisinde bıraktı.

Mezopotamya Su Forumunun ardından

Gün dağların ardında yitip, gece lambaları yandığında safran sarısı bir renge büründü Süleymaniye. Yağmur durmuş ama sis kentin içine çöreklenip kalmıştı. Bir milyon nüfusu bulunan kentte geceleyin sokaklar en az gündüz ki kadar yoğun, gereğinden fazla aydınlatılan vitrinler parıltılı, mağazalar, lokantalar doluydu. Kebap dumanları, baharat kokuları ile kaplı sokak aralarından Kürtçe, Arapça, Türkçe (çoğu 20 yıl öncede kalan arabeskler) şarkılar yükseliyordu.

Akşam yemek yemek için gittiğimiz lokantada masamıza konan suyun adını, geldiği yeri ve içindeki değerleri eski bir alışkanlıkla incelemeye başladığımda karşıma tanıdık bir marka çıktı; Coca Cola! Kapitalizm, dev tekelleri, mağazaları, tüketim alışkanlıkları ve kültürü ile arzıendam ediyordu Süleymaniye’de. Önümüze bırakılan plastik su şişesinden Türkiye’de olduğu gibi, içme sularının da emperyal şirketlerin elinde olduğunu öğrenmiş olduk böylece.

6-8 Nisan 2019 tarihleri arasında Irak Kürdistan Bölgesel yönetiminin Slemanî kentinde gerçekleştirilen 1. Mezopotamya Su Forumunda (MSF) üç gün boyunca su konuşuldu. Forumun sonuç deklarasyonda da gerek Mezopotamya gerekse tüm dünya açısından suyun hem yaşam hem barış kaynağı olduğunun altı çizildi.

Süleymaniye Üniversitesinde sunumlar, atölyeler, sergi, müzik ve belgesel gösterimleri eşliğinde yapılan forumun aslında temel sorusu Mezopotamya’ya binlerce yıldır can veren Dicle ve Fırat Nehirlerinin durumu ve geleceğiyle ilgiliydi. Bu iki nehir üzerinde kurulan barajlar - HES’ler, suların kirletilmesi ve yaşamın kaynağı olan suyun bir şantaj aracı, hatta silah olarak kullanılması etrafında döndü bütün tartışmalar.


Mezopotamya’daki ülkelerin yanı sıra dünyanın dört bir yanındaki su mücadelelerinden gelen aktivistler de kendi deneyimlerini aktardılar.

Kuşkusuz, Mezopotamya dışındaki ülkelerden gelenler içerisinde en dikkat çekici sunumlardan birisini, Diktatör Ömer El Beşir’in 30 yıllık iktidarına son veren halk ayaklanması ile bu günlerde epey bir gündeme gelen Sudan’dan Ali Alkarghi yaptı. Bir baraj karşıtı mücadele olarak gelişip, köylülerin zorla göçü, devletin mücadeleye yönelik tutuklamalara hatta cinayetlere varan şiddeti ve en son 10 yıl süren hukuk mücadelesindeki düş kırıklığı ile ülkemizdeki ekoloji mücadelelerine de çok benzeyen bir öyküydü Alkarghi’nin anlattıkları. Son sözleri ise, Sudan gibi, Türkiye gibi demokrasileri gelişmemiş, hukuku zedelenmiş ve sermaye lehine bir alan yaratma araca dönüştürülmüş ülkelerdeki ekoloji mücadeleleri için ders niteliğindeydi; “Enerjimizi davalara değil yerel mücadeleye yoğunlaştırmamız lazım”.

Algarkhi’nin “yerel mücadele” dediği şey halkın kitlesel mücadelesi, direnişiydi ki bu mücadelenin önemi ve başarısı tam da MSF’nin yapıldığı günlerde, ülkesi Sudan’da yaşam buluyor, ekmek zammına tepkilerle başlayan isyan 30 yıllık diktatörü bir “Fiske vuruşu ile” yıkıyordu.
MSF’deki konuşmalar ve atölyelerin ortaklaştığı olgulardan birisi ise suyun bir yaşam kaynağı olmasının yanı sıra barışın ve savaşın da nedeni olduğu/olabileceği gerçekliği idi. Ortadoğu’da, Mezopotamya’da yıllardır ülkeler arasında süregelen gerginliklerin, çatışmaların, iç savaşın arkasında yatan en önemli nedenlerden birisinin de su olduğu ifade edilirken tüm bu tespitlerden de şu cümle ortaya çıktı; “Su üzerinde bir barış olmadıkça Ortadoğu’nun hiçbir ülkesine barış gelmeyecek”!..

Mezopotamya’nın dört ülkesi Türkiye, İran, Suriye ve Irak arasındaki bölgesel sorunların çözümünün temelinde de bu “su barışı”nın yattığı ifade edildi. Suların demokratik, şeffaf ve ekolojik bir temelde yönetilmesinin bu ülkelerde yaşayan halklara ve bu sularla yaşam bulan tüm varlıklara huzur ve barış getireceğine vurgu yapıldı en sonunda.

Tabii iş sonuçta dönüp dolaşıp, bölgedeki ve dünyadaki tüm sorunların, adaletsizliklerin, savaşların, ekolojik yıkımın ve kültürel tahribatın kaynağı olan sisteme, kapitalizme gelip dayandı. MSF’nin sonuç bildirgesinde sorunun kaynağına dair değinmeler olsa da daha çok katılımcılık ve şeffaflık gibi neoliberal yönetişim ilkelerinin gözetildiği, sistem içi reformist çözüm önerilerinin yanı sıra, uluslararası hukuk ilkelerinin uygulanması gibi vurgulara yer verildi.
Peki bu öneriler, “yaşam için su, barış için su” diye özetlenen MSF’nin temel sloganının yaşam bulması için yeterli mi? Sorunun özüne dikkat çekmeden ve buna dair bir mücadele süreci ortaya koymadan sistem içi önermelerle böylesi kadim bir sorunun çözümü pek de olanaklı gözükmüyor haliyle.

Öte yandan MSF’nin, biriken sorunların dillendirilmesi, deneyim aktarımı, mücadelelerin dayanışması ve çözüm önerilerinin tartışılması açısından son derece yararlı olduğu söylenebilir. MSF’nin belki de en önemli kazanımı bu sürecin devamına yönelik ortaya konan irade ve bunun için Diyarbakır’da “yakın bir gelecekte” ikinci MSF’nin yapılmasına dönük alınan karar oldu.

19 Nisan 2019 Cuma

ÇEPEÇEVRE YAŞAM - Mezopotamya Su Forumu - 1. bölüm



Çepeçevre Yaşam'da Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminin Süleymaniye kentinde gerçekleştirilen 1. Mezopotamya Su Forumu'nun ilk bölümü yer alıyor.
 19 Nisan 2019 22:58
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde "Mezopotamya Su Forumu"
Çepeçevre Yaşam'ın bu bölümünde 6-8 Nisan 2019 tarihleri arasında Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminin Slemanî (Süleymaniye) kentinde gerçekleştirilen 1. Mezopotamya Su Forumunun ilk kısmı yer alıyor. "Yaşam için su, barış için su!" ana fikri etrafında gerçekleştirilen foruma 15 farklı ülkeden 150'den fazla kişi katıldı.

Dicle'yi Yaşatma Kampanyası ve Mezopotamya Ekoloji Hareketi'nin de dahil olduğu bir çok sivil toplum örgütü tarafından iki yıllık bir hazırlığın ardından Süleymaniye Üniversitesinde gerçekleştirilen MSF'de çok sayıda sunum ve atölyeler düzenlendi. Fotoğraf sergisi, müzikli bildiriler gibi renkli etkinliklerin de yer aldığı MSF'de yapılan sunumlar ve konuşmalarda devletlerin yıkıcı ve sömürücü su politikaları ortaya konulurken, sular üzerindeki antidemokratik karar mekanizmaları eleştirildi.
Programın linki: https://youtu.be/lRrra9IzFlY
Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam, Mezopotamya Su Forumu'ndan görüntülerin yer aldığı ilk bölümü ile Evrensel WebTV'de. (Evrensel WebTV)

18 Nisan 2019 Perşembe

Aydın'da fotoğraflarla jeotermal santralinin ölüm yolculuğu


18 Nisan 2019 15:33

Aydın’da jeotermal enerji santrallerinin (JES) yörede yarattığı çevre kirliliğinin ölüm yolculuğu kara kare belgelendi.
 Aydın'da fotoÄŸraflarla jeotermal santralinin ölüm yolculuÄŸu 
Fotoğraf: AYÇEM (Eylül 2018'de çekilmiştir)
Özer AKDEMİR
İzmir
Aydın’da jeotermal enerji santrallerinin (JES) yörede yarattığı çevre kirliliği fotoğraflarla bir kez daha ortaya serildi. Aydın Çevre Mücadelesi (AYÇEM) sosyal medya hesabından paylaştığı fotoğraflarla Aydın ve ilçelerinde sulara, tarıma, havaya, canlı yaşamına büyük zararlar veren "jeotermal akışkanın ölüm yolculuğu"nu belgeledi. 
İşte kare kare jeotermal akışkanların ölüm yolculuğu.
YERALTINDAN ÇIKAN AKIŞKANLARIN YÜZDE 21'İ HAVUZA ALINIYOR
 
Fotoğraf: AYÇEM
Germencik ilçesi otoban kenarında yer alan jeotermal santralde yer altından çıkarılan akışkanın bir kısmı (%21) reenjekte edilmeyerek ilk olarak Hıdırbeyli mezarlığı yakınında açılan bekleme havuzuna gönderiliyor.
MEZARLIĞIN ALTINDAN BORULARLA DEREYE
 
Fotoğraf: AYÇEM
Hıdırbeyli mezarlığı yakınında yer alan havuzda biriktirilen akışkanlar havuz kenarında yer alan pompalar ile yer altında döşenen borular ile Hıdırbeyli mezarlığı altında yer alan dereye bırakılmak üzere pompalanıyor.
DEREYE BOŞALTIM NOKTASI
 

Fotoğraf: AYÇEM
Havuzdan pompalanan akışkanlar Hıdırbeyli mezarlığı altında yer alan dereye bu noktadan bırakılıyor.
DERE GERMENCİK'İN İÇİNDEN GEÇEN İLÇAYI'NA AKIYOR
 
Fotoğraf: AYÇEM (Eylül 2018'de çekilmiştir)
Jeotermal santralden çıkarılan içinde pek çok ağır metal, radyonükleit madde bulunan sıcak tonlarca akışkan Hıdırbeyli mezarlığı altındaki dereden önce Germencik ilçesi içinden geçen İlçayı’na sonra Büyük Menderes Nehri'ne ulaşıyor.
ÇAYIN RENGİ KIZILA BOYANIYOR
 
Fotoğraf: AYÇEM (Eylül 2018'de çekilmiştir)
Germencik içinden geçen İlçayı’nın rengi jeotermal santralden çıkan akışkanın içinde bulunan Demir’in normalden 60 binden fazla olması nedeni ile kan kırmızısı rengine bürünüyor.
İLÇAYI'DA YAPILAN ÖLÇÜM SONUÇLARININ ORTAYA KOYDUĞU KORKUNÇ GERÇEK 
Kan kırmızısı rengini alan İlçayı içinde 2018 yılında yapılan ölçümde Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğine göre çıkan ağır maddeler normal sınır seviyelerinden ;
Antimon=42.420;
Arsenik=1.248;
Bakır=6.4;
Baryum=591;
Bor=2.5;
Civa=430;
Çinko=7.7;
Demir=62.835;
Kadmiyum=80;
Krom=1.222;
Kurşun=640;
Mangan=8.226;
Molibden=833;
Selenyum=250;
Siyanür=200;
Sodyum=17.9;
Toplam Organik Halojenler=16.6 kat fazlası saptandı.
BALIKLAR ÖLÜYOR
 
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Sonuç: Büyük Menderes Nehri Türkiye’nin en kirli 3’cü nehri haline geliyor ve içinde her gün binlerce balık ölüyor. 
İNCİR VE ZEYTİN AĞAÇLARI KURUYOR
 
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
ARILAR ÖLÜYOR
 

Derelerden su içen hayvanlar ve arılar ölüyor. Köylülerde intihar teşebbüsüne kadar giden dramlar yaşanıyor. 
İNCİR DALINDA KURUYOR
 
Fotoğraf: Özer Akdemir/ Evrensel
KÖYLÜLER DİRENİYOR
 
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Aydın köylüleri yaşam alanlarını korumak için direnmekten başka yol olmadığını görüyorlar ve direniyorlar.


17 Nisan 2019 Çarşamba

Mezopotamya Su Forumu: Yaşam için su, barış için su!


17 Nisan 2019 15:19

1. Mezopotamya Su Forumu'nun (MSF) sonuç deklarasyonu yayınlandı.
Özer AKDEMİR
İzmir
6-8 Nisan 2019 tarihleri arasında Irak Kürdistan Bölgesel yönetiminin Silemanî (Süleymaniye) kentinde gerçekleştirilen 1. Mezopotamya Su Forumu'nun (MSF) sonuç deklarasyonu yayınlandı. Deklarasyonda MSF'deki tartışmaların özeti tek cümle ile ifade edildi; " Yaşam için su, barış için su!".
15 FARKLI ÜLKEDEN 150'Yİ AŞKIN KATILIM
Dicle'yi Yaşatma Kampanyası ve Mezopotamya Ekoloji Hareketi'nin de dahil olduğu bir çok sivil toplum örgütü tarafından iki yıllık bir hazırlığın ardından Süleymaniye Üniversitesinde gerçekleştirilen MSF'de çok sayıda sunum ve atölyeler düzenlendi. Fotoğraf sergisi, müzikli bildiriler gibi renkli etkinliklerin de yer aldığı MSF'ye çoğunluğu Mezopotamya çevresindeki ülkeler olmak üzere dünyanın değişik bölgelerindeki 15 farklı ülkeden 150'nin üzerinde kişi katıldı. MSF'de yapılan sunumlar ve konuşmalarda devletlerin yıkıcı ve sömürücü su politikaları ortaya konulurken, sular üzerindeki antidemokratik karar mekanizmaları eleştirildi. Suyun ve barajların hegemonya aracı olarak kullanılmasına yönelik politikalar da konuşmalarda eleştirilen en önemli konuların başında geldi. Forumda tüm bunlara karşı alternatif yaklaşım ve somut öneriler sunulup tartışıldı. Üç gün boyunca canlı tartışmaların yapıldığı MSF'de 2. Mezopotamya Su Forumu'nun Amed'te (Diyarbakır) yapılması kararlaştırıldı.
Mezopotamya Su Forumu: Yaşam için su, barış için su!
MEZOPOTAMYA DA SU SALDIRI ALTINDA
"Mezopotamyada su saldırı altında" başlığını taşıyan MSF sonuç bildirgesinde sulara yönelik tehdit ve tahribatlara dair şunlar dile getirildi; şu şekilde sıralandı; "Aşırı su çekilmesi; sulak alanlar ve bataklıkların kurutulması; ormansızlaştırma; çok fazla sulama projeleri; yetersiz drenaj edilmiş araziler; yüzeysel pestisit ve gübre akışı; endüstri ve konutlardan gelen atık suların yetersiz veya hiç arıtılmaması sonucu oluşan kirlilik; akarsulara yaygın şekilde büyük ve üst üste yapılan küçük (HES’lı ve HES’siz) baraj ve setler; yer altı sularının artan şekilde sömürülmesi; akarsuların kanallara yönlendirilmesi; su havzaları arası su transfer sistemleri ve fosil yakıtlara dayalı iklim değişikliğinin tahribatları kaygı verici şekilde su döngülerini bozup yerel ve bölgesel düzeyde ciddi su kıtlığına neden oldular."
SUSUZ YAŞAM MÜMKÜN DEĞİL!
Bu saldırıların insan ve bütün canlıların kolektif varlığı açısından tehdit oluşturduğuna dikkat çekilen bildirgede "Mezopotamya’da suyun savunulması ve tüm canlıların suya erişimi bugünlerde kritik bir sivil sorumluluktur; susuz yaşam mümkün değildir." denildi. Suyun kültür, maneviyat ve inançların da yaşamsal bir unsuru olduğunun belirtildiği bildirgede Çok sayıda efsane, mitoloji, hikaye, şarkı, şiir, ibadet ve dansların su etrafında şekillendiğine dikkat çekildi. Mezopotamya havzasında akarsuların aktığı dört devlet olan Türkiye, Irak, Suriye ve İran’daki siyasi iktidarların şirket çıkarları ve askeri amaçlarla bölgenin akarsularını ve ekosistemini kirletip tahrip eden politikalar izledidiklerine vurgu yapılan bildirgede şöyle denildi; "Yüz binlerce insan, baraj ve diğer su yapılarına alan açmak amaçlı zorla yerinden göç ettirildiler. Akarsu ekosistemleri ciddi oranda tahrip edilip çok sayıda bitki ve hayvanın varlığını ve çok sayıda insanın sağlığını tehdit eder hale gelindi; bununla beraber ekonomik ve sosyal adaletsizlikler arttı". Tüm bunlara karşı Mezopotamya’nın her tarafında çevresel ve sosyal adalet hareketlerin, temiz ve güvenli suya erişmek için anayasal haklarını hayata geçirmek amaçlı kampanyaların yürütüldüğünün aktarıldığı bildirgede; bu hareketlerin birçok çok durumda tutuklanma veya kötü muameleye maruz bırakıldığı dile getirildi.


MSF'nin sonuç bildirgesinde yer alan bazı maddeler şöyle;
1. Yıkıcı ve sömürücü su politikalarına karşı durulması, özellikle kadınların ve diğer bastırılan kimliklerin üzerindeki yükün görünür kılınarak, bunun altındaki nedenlere dikkat çekilmesi,
2.Fırat ve Dicle sularının adil şekilde insan ve tüm varlıkların yaşamı için paylaşılmasının sağlanması amaçlı, yasal bağlılığı olan uluslararası hukuka göre müzakere edilmiş sözleşmeler için desteğin harekete geçirilmesi.
4.Suyun hegemonya kurulması amaçlı silah olarak kullanılmasına karşı çıkılmasının yanı sıra suyun işbirliği ve sürdürebilir barışın aracı olmasının sağlanması. Mezopotamya’daki akış yukarı devletlerin akış aşağıda yaşayan halkların suya erişim haklarını kabul etmeleri gerekmektedir.
5.Türkiye ve İran devletlerine, son yıllarda artan şekilde Suriye ve Irak’a akan suların kesilmesinin durdurulması çağrısını yapıyoruz.
6.12 bin yıl geçmişi olan antik kent Hasankeyf’i su altında bırakacak Ilısu Barajı’nın durdurulmasını ve benzersiz bir doğal ve kültürel mirasa sahip olan Güney Irak’taki Mezopotamya Sulak Alanlarının yok olmasının önüne geçilmesi çağrısını yapıyoruz.
7.Su yönetimini demokratikleştirecek siyaset ve uygulamaları geliştirmek için ulusal, bölgesel ve küresel düzeyde ittifakların kurulması.
8.Suyun kullanılmasının küçük bir azınlığın değil herkesin kolektif haklarının temel alınarak sağlanması.
Su Forumu’na katkı sunan ana kuruluşlar:
•    Dicle’yi Yaşatma Kampanyası (Save the Tigris Campaign - STC)
•    Humat Dijla (Dicle Savunucuları), Irak
•    Mezopotamya Ekoloji Hareketi, Kuzey Kürdistan
•    Irak Sivil Toplum Dayanıima Girişimi (ICSSI), Irak
•    Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi, Türkiye
•    Cömert Zağros’u Halk Savunma Kampanyası, İran
•    Waterkeepers Iraq (Irak Su Savunucuları), Irak Kürdistan Bölgesi
•    Make Rojava Green Again (Rojava’yı Yeniden Yeşillendir) Kampanyası, Rojava/Kuzeydoğu Suriye
•    Ekoloji Birliği, Türkiye
•    Dağları İzleme (Mountain Watch), İran
•    DOZ Enternasyonal, Kuzeydoğu Suriye
•    TMMOB Diyarbakir (Amed) Odası, Türkiye
•    KAREZE Çevre Örgütü, İran
•    Lübnan Eko Hareketi, Lübnan
•    Sınır Tanımayan Nehirler (Rivers Without Boundaries), Kuzeydoğu Asya
•    Su, Toprak ve Çevreyi Savunma Hareketi (MODATIMA), Şili
•    Un Ponte Per, Italya
•    Corner House, Birleşik Krallık
•    Uluslararası Nehirler (International Rivers), ABD
•    Su Gaspı İzleme Kuruluşu (Water Grabbing Observatory), Italya
•    İtalya Su Hareketi Forumu, Italy

14 Nisan 2019 Pazar

Silikozis hastası maden işçisi Sedat Kara yaşamını yitirdi


14 Nisan 2019 11:35

Uzun zamandır Nazilli Devlet Hastanesi yoğun bakım servisinde yatan silikozis hastası maden işçisi Sedat Kara yaşamını yitirdi.
 Silikozis hastası maden işçisi Sedat Kara yaÅŸamını yitirdi
Özer AKDEMİR
İzmir
Uzun zamandır Nazilli Devlet Hastanesi yoğun bakım servisinde yatan silikozis hastası maden işçisi Sedat Kara yaşamını yitirdi. Kara'nın cenazesi bugün sabah saatlerinde Çine Yolboyu Köyünde defnedildi.
HASTA EDİLİP KAPI ÖNÜNE KONUYORLAR
Evrensel'in gündeme taşıdığı silikozis hastası maden işçilerinin dramı devam ediyor. Aydın Çine'de maden tesislerinde çalışırken çalışma koşulları nedeniyle silikozis hastalığına yakalanan işçiler çeşitli gerekçelerle işten çıkarılıyor. Tedavisi olmayan silikozis hastalığına işyeri koşulları nedeniyle yakalanan onlarca işçi, işten çıkarılarak işsiz ve hasta bir şekilde yaşam savaşı vermek durumunda bırakılıyor.
 Silikozisle mücadele eden Sedat Kara yaşamını yitirdi
"ÖLÜMÜ BEKLENİYOR"DU ÖLDÜ!
Bu işçilerden birisi olan Sedat Kara'nın durumunu Eysim Madeni'nde çalışırken, onun gibi silikozis hastalığına yakalandıktan sonra işten çıkarılan işyeri arkadaşları Evrensel'e anlatmışlardı. Akciğer filmlerinde silikozis hastalığı tespit edildikten sonra Eysim Madencilik tarafından "ekonomik kriz" gerekçe gösterilerek işten çıkarılan İlyas Tekin, yaklaşık 20 gün önce kendisiyle yaptığımız görüşmede iş arkadaşı Sedat Kara'nın sağlık durumu ile ilgili şunları dile getirmişti. "Yolboyu Mahallesinden bir arkadaşımız uzun zamandır yoğun bakımda yatıyor. Ölümü bekleniyor desek yeri. Durumu çok kötüymüş. Yaklaşık bir sene önce işten çıkarılmıştı. Hastalık çok ilerlemiş onda. Yaşı 40-45 civarındaydı."


Özgürlük suların da düşü... (Pazar Yazısı)


14 Nisan 2019 04:30

 Ã–zgürlük suların da düşü...
İki çocuk kara yolunun üzerinde Dicle Nehri’nin suları içerisinde oyunlar oynuyordu. Dicle yatağını aşmış, hemen yanı başındaki yola taşmıştı. Suyun yüksekliği yolun iki yüz metrelik bölümünü yutmuş, kayalık tepeye kadar dayanmıştı. Tepe ile dik kayalık arasındaki şarampol sularla dolmuştu. Sular yolun çukur olan kısımlarında yarım metreyi aşınca trafik iki yönlü olarak kapatılmıştı. Birkaç saat önce bu yoldan geçip, beş kilometre uzaklıktaki Dukan Baraj Gölü’ne giderken dönüşte böylesi bir manzara ile karşılaşacağımız kimsenin aklının ucundan geçmiyordu.

*
Irak Kürdistan özerk bölgesi Talabani’ci Kürdistan Yurtseverler Birliğinin yönetimindeki Süleymaniye kentinde yapılan Uluslararası Mezopotamya Su Forumuna 15 değişik ülkeden 150’nin üzerinde kişi katıldı. İki gün süren forum boyunca aralıklarla yağan yağmur durduğunda güneş parladı birden. Baharın güzelliği, çiçeklenmiş ağaçlar, yeşil bir örtüye bürünmüş gibi görünen dağlar ve tepelerle gözler önüne serildi.
Forumun bittiği günün ertesinde yörenin en önemli su kaynağı olan, içme sularının yüzde 60’ının karşılandığı Dukan Gölü’ne bir gezi düzenlendi. Yirmi kişinin balık istifi gibi doluştuğu minibüsümüz kapısı tam kapanmayan, penceresi açılmayan bir külüstür olsa da içindeki neşe yol boyu hiç eksilmedi. Süleymaniye Dukan arasındaki 70 kilometre boyunca yolculuğa Kürtçe, Arapça, Türkçe, İngilizce konuşmalar, şarkılar eşlik etti.
Tepelerin, çıplak kayalıkların arasında, uzakta görünen başı karlı, dumanlı dağların güzelliğinde devam eden yolculuk birden bir vadiye doğru inişe geçtiğinde Dicle göründü. Yeşil suları ile tanıdık bildik bir dost gibi karşıladı hepimizi.
İki gündür dilimizden hiç düşürmemiştik zaten Dicle’yi. Mezopotamya’ya can veren iki nehir, Dicle ve Fırat üzerinde kurulan barajlar, bu barajların ekolojiye, kültüre, sosyal yaşama etkileri, ülkeler arası yıllardır çözülemeyen su paylaşımı ve suların silah olarak kullanılması gibi birçok konuya değinildi forumdaki oturumlarda.
Süleymaniye’deki son günümüzde de Dicle’nin akışını dizginleyen barajlardan Dukan Barajını görmek istemiştik. Bir süre yan yana gittik Dicle ile. Nehir kimi yerde genişliyor, kimi yerde daralıp akışını, suyun gücünü gözler önüne seriyordu. Su seviyesinin epeyce yüksek olduğu yol boyunca fark edilebiliyordu.
Dukan Baraj Gölü’ne tepeden bakan idari binalarda barajdan sorumlu müdür birkaç yıl önce yaşamını yitiren Celal Talabani’nin fotoğrafı önünde bizlere bilgiler verirken bazı endişelerinden de bahsetti. Dicle’nin kolu Küçük Zap Suyu üzerinde yapılan atmış yıllık baraj, alışıldığı üzere kaya dolgudan değil betondan yapılmıştı. Müdür barajın kapasitesini aşan bir su kütlesiyle dolduğunu, epey eski olan gövdenin bu kütleyi kaldıramama olasılığının bulunduğunu, buna rağmen merkezi hükümetin direktifleri nedeniyle suları nehrin yatağını bırakamadıklarını anlattı. Şunları söyledi; “Merkezi hükümet suların yazın kuraklık riskine karşın tutulmasını istiyor. Şu an iki savaktan da sular akmasına rağmen baraj gölünün yükselmesine engel değil bu durum. Gelen su çok fazla, yağmurlar da epeyce yağdı bu sene. Şimdiden bazı tesisler ve göl kenarındaki halkın kullandığı piknik alanları sular altında kaldı.”
 Ekibimizin içinde bulunan daha önce Rusya ve Moğolistan’daki barajlar üzerine çalışmış bir su aktivistinin, Rusya’da birkaç hafta önce yıkılan, Dukan Barajı ile neredeyse aynı yaş ve teknik özelliklere sahip olan barajı hatırlatıp riske dikkat çekmesine müdür; “O barajdan haberimiz var. Biz de endişe içindeyiz ama yapabileceğimiz pek bir şey de yok” diye yanıt verdi.
 Sonra idari binadan çıkıp baraj gölünün çevresinde dolaştık. Gölün kenarındaki savağa akan suları, bir kara delik gibi suları yutan dairenin ağzında oluşan gökkuşağını, hemen dibimizdeki kırmızı gelincikleri, mor çiçekli deve dikenlerini ve tomurcuk yaprakların arasında bir fındık kadar büyümüş incirlerin görüntüsü eşliğinde uzayıp giden gölün güzelliğini izledik. Baraj gövdesinin hemen birkaç yüz metre uzağındaki köyün, olası bir baraj yıkılmasında sular altında kalacağı olasılığı ürpertti hepimizi.
Yanımızda bizi Süleymaniye’den göle getiren şoförün iki küçük oğlu da vardı ve onların neşesi hepimize bulaşmıştı. Onların heyecanını, baharın renklerini ve gölün maviliğini aynı kareye sığdırmaya çabalayarak bitirdik gezimizi.
Dönüşte Dicle’nin isyanı durdurdu otobüsümüzü. Diğer onlarca araç gibi yolun kenarına çekip taşan nehri izlemeye gittik. Beton bloklarla kesilmiş kara yolunu yutan suların içerisinde çocuklar neşe içerisinde zıplarken birkaç peşmerge daha fazla ileri gidilmemesi için uyarılarda bulunuyordu.
İnsanlar yolun üzerinde, ayaklarının ucuna vuran ve her geçen an yükselen nehrin fotoğrafını çekiyorlar, suların içinde oyunlar oynayan çocuklarını daha ileriye gitmemeleri için sürekli uyarıyorlardı. Doru bir atın üzerinde suların içine yürüyen genç delikanlı da peşmergelerin uyarısı sonrası döndü. Bıraksalar tırısa kaldırdığı atı ile yolu yutan suyun içinden karşı kıyayı geçecekti.
Başını yukarı kaldırıp ağzındaki gemi atmaya çalışan sarı, kırmızı, yeşil, mor püsküllü ata benziyordu Dicle. İsyan ediyordu esarete!..
 Doğduğu Elazığ’dan Irak’ı baştan başa geçip Fırat’la birleşerek 1850 kilometre ötedeki Basra Körfezi’ne dökülene kadar onlarca barajla gemlenen nehir, her fırsatta suların özgür akması gerektiğini insanların yüzüne vurmaktan geri durmuyor.
Daha bir ay kadar önce Diyarbakır’da patlayan baraj kapakları sonrası Hewsel Bahçelerini nasıl basmış, bir zamanlar yatağı olan topraklarla kucaklaşmışsa, yüzlerce kilometre ötedeki başka bir baraja olan isyanını da yakın çevresindeki tesisleri, evleri, yolları sular altında bırakarak gösteriyor.
Özgürlük suların da düşü diyor doğa ana. Akıp gitmeli, zaman gibi. Durdurulmamalı...
Kendi türküsünü söylemeli geçtiği topraklara...

https://www.evrensel.net/yazi/83757/ozgurluk-sularin-da-dusu

9 Nisan 2019 Salı

Mezopotamya Su Forumu sona erdi, ikincisi Diyarbakır’da yapılacak


09 Nisan 2019 09:17

Süleymaniye'de yapılan Mezopotamya Su Forumu sona erdi. Forumun ikincisi Diyarbakır'da yapılacak.
 Mezopotamya Su Forumu sona erdi, ikincisi Diyarbakır’da yapılacak
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Özer AKDEMİR
Süleymaniye
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminin Süleymaniye kentinde yapılan Mezopotamya Su Forumu dün gerçekleştirilen oturumların ardından sona erdi. Su Forumunun sonuç bildirgesinde gelecek forumun Diyarbakır'da yapılması kararına varıldı.
ROJAVA’DA BÜYÜK BİR SU SORUNU VAR
Süleymaniye Üniversitesinde üç gün boyunca gerçekleştirilen Forumun son gününde ilk olarak İran, Irak ve Suriye’deki yerel yönetimlerde uygulanan su politikaları tartışıldı. HDP Ekoloji komisyonundan Gülten Aydın 2016 yılında belediyelere atanan kayyımlar nedeniyle suya dair politikaları yaşama geçiremediklerini belirtirken, Suriye bölgesel Kürt yönetiminden panele katılan Joan Nazır Muhammet ise Rojava’da büyük bir su sorunun yaşandığını söyledi. IŞİD’in su borularını tahrip ettiğini aktaran Muhammed, Türkiye’den kendilerine destek olmasını beklediklerini, Türkiye tarafından Dicle suyunun kesilmesi uygulamasının sona erdirilmesini istediklerini söyledi.
ATÖLYELERDEKİ SUNUMLAR DEĞERLENDİRİLDİ
Panelin ardından forumun ikinci günü gerçekleştirilen atölyelerde yapılan sunumların çıktıları özetlenerek bunlara dair tartışmalar yürütüldü. Eş zamanlı gerçekleştirilen üç farklı atölyede yapılan sunumlarda suların kirlenmesi, suya erişim ve göç, iklim değişikliğinin bölgeye etkileri, siyasi sorunların su yönetimine etkileri, barajlar ve ekolojik etkileri, demokratik su yönetimi, yerüstü ve yeraltı sularının durumu ve korunması, kültürel mirasın korunması gibi birçok konuya değinildi.
İkinci gün yapılan bir diğer oturumda ise Hasankeyf’in durumuna yönelik AİHM kararı, baraj yapımı için ileri sürülen enerji ihtiyacı olgusunun gerçeği ne kadar yansıttığı ve enerjinin kimin için üretildiği, İran’da meydana gelen sellerin nedenleri ve ekolojik etkileri, tarımsal üretimde az su kullanılması için yapılması gerekenler, yağmur suyunun depolanması gibi konuların ele alındığı dile getirildi. Foruma Türkiye’den katılan ekoloji aktivistleri özellikle Dünya Su Forumu’nun yaklaşımını reddettiklerini, kapitalizmin tüm ülkeleri su konusunda da bir cendereye aldığını dile getirerek, sorunun kapitalist sistemden kaynaklandığını ifade ettiler. Büyük ya da küçük baraj yapılması ile ilgili görüşlere katılmadığını belirten TMMOB Diyarbakır Şubesinden Doğan Hatun “Barajların kaldırılması taraftarı olmamız lazım. İnsanlar göç etmek zorunda kalmasın. Barajsızlıktan değil barajlılıktan sorunlar yaşıyoruz” diye konuştu.
SONUÇ DEKLARASYONUNDA TARTIŞMA YARATAN MADDELER
Forumun sonuç deklarasyonu uzun tartışmaların ardından kabul edildi. Deklarasyon tartışmalarında özellikle suların ticari bir meta haline getirilmemesi gerektiğine yönelik maddeye Lübnanlı katılımcıların suyun fiyatlandırılmasının Lübnan’da tüketimdeki israfı önleyeceği gerekçesiyle itiraz ederken, tartışmaların ardından suyun tüm canlılar için ticarete konu edilmemesi gereken bir varlık olduğu maddesi kabul edildi. Yine bir başka tartışma konusu ise “uluslararası hukuk-evrensel hukuk” kavramları üzerinde yapıldı. Iraklı katılımcılar sularla ilgili Uluslararası hukuk kurallarına uygulaması kavramının sonuç bildirgesinde yer almasını isterken, Türkiye’den katılımcılar ise uluslararası hukuk değil evrensel hukuk kuralları tanımının yazılmasında ısrarcı oldular. Tam olarak bağıtlanamayan madde forum sonuç bildirgesi hazırlayıcıları tarafından tekrar değerlendirilecek.
“YUKARI MEZOPOTAMYA” TANIMINA İTİRAZ
Sonuç bildirgesine dair bir başka tartışma ise uygarlık tarihinin beşiği Yukarı Mezopotamya’dır cümlesinde geçti. Türkiye katılımcıları dışında diğer katılımcılar “Yukarı” sözcüğünün kaldırılarak sadece Mezopotamya sözcüğünün kalmasını, böylece Mezopotamya’nın yukarı, aşağı gibi tanımlamalarla bölünmemiş olacağını savunurlarken, Türkiyeli katılımcılar ise Yukarı Mezopotamya tanımlamasının bilimsel bir tanımlama olduğunu dile getirildiler. Tartışmaların ardından “yukarı” sözcüğü kaldırıldı. Hasankeyf’in Ilısu barajı altında kalmasının önlenmesi, baraj yapımının durdurulması ve Dicle sazlıklarının korunması ile ilgili sonuç bildirgesine bir yeni madde daha eklenirken, bildirgeye ayrıca tarıma dair de bir madde eklenmesi kararlaştırıldı. Sonuç bildirgesinin son maddesi olan ikinci Mezopotamya Su Forumu’nun, yakın bir gelecekte Diyarbakır’da yapılmasına önerisi de alkışlarla kabul edildi.

 

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
15 FARKLI ÜLKEDEN 150 KİŞİ KATILDI
Üç gün boyunca devam eden Mezopotamya Su Forumuna Ortadoğu, Avrupa, Asya, Afrika ve Amerika kıtalarında yer alan 15 değişik ülkeden 150’nin üzerinde kişi katıldı. Forumda 5 dilde simültane çevirilerin yapıldı.
Forum katılımcıları bugün ise yöredeki içme suyu ihtiyacının %60’ını karşılayan Dukan Baraj gölüne bir inceleme gezisi yapacaklar. 
https://www.evrensel.net/haber/377172/mezopotamya-su-forumu-sona-erdi-ikincisi-diyarbakirda-yapilacak

8 Nisan 2019 Pazartesi

"Mezopotamya Su Forumu" devam ediyor: Sular özgür akmalı


08 Nisan 2019 13:29


Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminin Süleymaniye kentinde düzenlenen "Mezopotamya Su Forumu", son gününde yapılan oturumlarla devam ediyor.


Özer AKDEMİR
Süleymaniye
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimine bağlı Süleymaniye kentinde yapılan Mezopotamya su Forumu, ikinci gün yapılan atölyelerle devam etti. Eş zamanlı üç oturum şeklinde gerçekleştirilen atölyelerin öğleden önceki oturumlarında “Su mücadelelerinde toplumsal katılımı güçlendirmek”, “Su çatışmaları ve barajların olumsuz etkileri”, “Suların endüstriyel kirlenmesi ve ekolojik etkileri”, “Ortadoğu’da su tüketimi sonucu su varlıklarının tükenmesi” konularında sunumlar yapıldı.

"Mezopotamya Su Forumu" devam ediyor: Sular özgür akmalı
"DOĞAYI KURTARMAK İSTİYORSAK KADINLARI ÖZGÜRLEŞTİRMELİYİZ"
Süleymaniye’den “Su sorunu çerçevesinde kadınlar” başlıklı bir sunum yapan Meral Çiçek, kadınlar ile suyun doğrudan ilişkili olduğunu belirtti. Çiçek, “Kadınlar evde çalışıyor, yemek yapıyor, bulaşık yıkıyor. Mezopotamya’da kadınlar 5 bin yıldır köle gibi görülmüş. Doğayı kurtarmak istiyorsak kadınları özgürleştirmek lazım. Bizim savaşımız bunun üzerinedir. Öte yandan ekoloji sorunları sadece kadının değil erkeğin de sorunudur ve onların da çözüme katılması gerekiyor” diye konuştu.
ROJAVA’DA EKOLOJİK BİR YAŞAM ÇABASI
“Gren Rojava Again” adlı bir örgüt olarak Rojava’da yaptıkları enternasyonal çalışmaları anlatan İspanya’dan Rok Brossa, yaşadıkları sıkıntıları aktardı. IŞİD teröristlerinin elektriği kestiğini anlatan Brossa, “Türkiye, ekolojik sistemi kullanarak savaşıyor. Suları kesiyor. Buna karşın bizler de suyu tekrar kullanmak için çeşitli sistemler kurduk ve kullandık” dedi. Berlin’den gelen Şermin Güven ise Rojava’da Derik şehrinde gerçekleştirilen insanları, yeraltı sularını ve gölleri koruma amaçlı “Uluslararası Barış Dayanışma Projesi (Sister cities) - Kardeş kentler" hakkında bilgi verdi.
Güven, “Derik şehri Türkiye’ye 10 kilometre, Cizre’ye 17 kilometre uzaklıkta, 75 bin nüfusu var. Barışı bu şehirlere getireceğimizi düşünüyoruz. Bütün insanların barış içinde yaşamasını istiyoruz” dedi. Öğretim Üyesi Abdulmuttalip Raafat Sarhat ise Garmian bölgesinde suların yönetimi konusunda yaptığı sunumunda son derece verimli tarım topraklarına sahip olmalarına rağmen İran’ın, nehirler üzerine kurduğu barajlarla bölgelerine gelen suların önemli oranda azalmasına yol açtığını söyledi.
"SU HEM YAŞAR HEM YAŞATIR"

Mezopotamya Su Forumu, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin Süleymaniye kentinde gerçekleştiriliyor | Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Foruma Türkiye’den katılan Tarım Uzmanı ve Yazar Abdullah Aysu, dünya üzerindeki su varlığının kıtlığına dikkat çekerek “Su hem yaşar hem yaşatır. Canlı, cansız varlıkları besler. Suları HES’lere depolarsak ölür. Borular içine alınarak güneşle temas etmeyen, toprağa değemeyen şeye su denmez” dedi. Aysu, Türkiye’de 10 bine yakın baraj projesi olduğunu ifade ederek, “Sular özgür akmazsa toprak üretimi durur ve toprak biter. Su özgür akmayıp denizle buluşmazsa denizdeki canlılar üreyemez. Balıklar yumurta bırakamaz. Barajların tamamı kötüdür. Bitkiye su götürmek esas değildir ekolojide. Yağış rejimine uygun bitki yetiştirmektir. Yer altı sularına dokunmamak, gereğinden fazla kullanmamak gerekir, aksi durumlarda Konya ovasında yaşanan obruklar meydan gelir. Suyu kullananlar yönetir. Kullananların kendisi de kolektif olarak yönetir” dedi.
"BARAJLAR DEPREMİ TETİKLİYOR"
Forumun öğleden sonraki bölümünde eş zamanlı olarak “Mezopotamya su yönetiminde yerel örnekler”, “Mezopotamya’da barajların etkileri ve mücadeleler”, “Mezopotamya’da su kirliliği örnekleri” başlıklarıyla üç ayrı atölye gerçekleştirildi. Mezopotamya Ekoloji Hareketinden Yakup Tanış, “Şırnak’taki barajların ekosisteme etkileri” başlıklı sunumunda Samsat’ta meydana gelen iki depremin baraj nedeniyle olduğunu, aynı depremleri Ilısu baraj gölünün dolmasından sonra Batman’da da bekledikleri söyledi.
Ekoloji Birliği Yürütme Kurulu Üyesi olarak ben de Allianoi ve Hasankeyf örneklerinden yola çıkarak AİHM’nin kültürel mirasın korunması çabasına yönelik olumsuz tavrını ve özellikle sular altında kalacak olan Hasankeyf höyüğünün önemini anlattım. HDP Ekoloji Komisyonu Üyesi Gülten Aydın ise Dersim’de yapılan barajların ekosisteme, toplumsal yaşama ve kültüre olan olumsuz etkilerini aktardı. Forumun ikinci günü ABD’den gelen aynı zamanda su aktivisti de olan Afro Yaqi Müzik Kolektifinin dinletisi ile sona erdi. Forum bugün gerçekleştirilecek oturumlarla sona erecek
https://www.evrensel.net/haber/377120/mezopotamya-su-forumu-devam-ediyor-sular-ozgur-akmali

7 Nisan 2019 Pazar

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde "Mezopotamya Su Forumu"


07 Nisan 2019 10:09

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin Süleymaniye kentinde gerçekleştirilen "Mezopotamya Su Forumu"nda bölgede ve dünyadaki su sorunu tartışılıyor.
 Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde "Mezopotamya Su Forumu"
Mezopotamya Su Forumu, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin Süleymaniye kentinde gerçekleştiriliyor | Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

İran’da sel sonucu 70 kişi hayatını kaybetti, 791 kişi yaralandı


BİR YANDA SEL BİR YANDA KURAKLIK
İran’dan gelen bir aktivist ise geldiği bölgede su sorunu olmadığnıı, yağmurların çok fazla yağması nedeniyle sellerin meydana geldiğini, insanların yaşamını yitirdiğini belirtirken ülkenin bazı yerlerinin ise kuraklıkla mücadele ettiğini dile getirdi.
Açılış konuşmalarında Ekoloji Birliği adına söz alan Eş Sözcü Caner Gökbayrak, insan uygarlığının Dicle ve Fırat nehirlerinin can verdiği Mezopotamya'da yeşerdiğini ifade ederek bu suyun demokratik, eşit bir şekilde tüm canlıların kulalnımına açılması gerektiğini kaydetti. Gökbayrak nehirler üzerinde yapılmak istenen ya da yapılan barajlara karşı verilen mücadele ve Ilısu barajnın yok edeceği Hasankeyfin önemine de dikkat çekti.
SU BARIŞI
Mezopotamya Ekoloji Hareketinden Güner Yalnıç ise suyun Kürt halkı üzerinde bir şantaj ve tehdit aracı olarak kullanıldığını söyledi. TMMOB Diyarbakır temsilciliğinden Doğan Hatun da Dicle ve Fırat nehri üzerine yapılan barajların ülkeler arasındaki anlaşmayı bozduğunu ifade ederek, “Su üzerinde bir barış olmadıkça Ortadoğu'nun hiçbir ülkesine barış gelmeyecektir” dedi.
Foruma katılan HDP İzmir Milletvekili Murat Çepni de Türkiye’de demokrasi mücadelesi ile ekoloji mücadelesini yan yana yürütmeye çalıştıklarını belirterek “Rojava devriminin yaşandığı günlerde bu forum, suyun halklara yönelik bir savaş aracı olarak kullanılmasına karşı önemli olduğunu düşünüyoruz” dedi.
FIRAT, DİCLE SUYU AZALIYOR VE KİRLENİYOR
 
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Açılış konuşmalarının ardından yapılan ilk oturumda Dicle ve Fırat havzasındaki ekosistem raporu ele alındı. Lait Ali Al Obedi ve Anna Bachman tarafından sunulan raporda İran, Suriye, Irak ve Türkiye’nin Dicle ve Fırat havzasından sorumlu oldukları dile getirilerek suyun yıllar içerisinde azaldığını, kirlendiğini ve yeraltı sularında da çekilmelerin yaşandığını grafiklerle anlattılar. Sulardaki bu azalma ve kirlenmenin ekosisteme etkilerine de değinilen raporda bölgedeki ülkelerin su stratejilerini kimsenin bilmediği, bu ülkelerin de planları paylaşmadığı ifade edildi.
BARAJLARIN EKOSİSTEME VE KÜLTÜRE ETKİLERİ
MEH’den Ercan Ayboğa tarafından sunuan "Dicle ve Fırat havzasında baraj politikaları ve etkileri" başlıklı sunumda Türkiye ve Mezopotamya'da yüzlerce küçük büyük baraj kurulduğu belirtilerek, barajların ekosistem üzerinde, insanlarda ve kültür üzerinde önemli etkileri olduğu ifade edildi. Ayboğa, “Barajlar insanlığın Mezopotamya'da ilk yerleştiği yerlere kuruluyor. Hasankeyf bunlardan birisi. Bazı barajların kaldırılması, daha küçük ölçekte çözümler üretilmesi ve yağmur sularının toplanmasına dönük projeler geliştirilmesi gerekiyor” dedi.
DÜNYA KÜLTÜR MİRASLARI BARAJ SULARI ALTINDA
TMMOB Diyarbakır temsilciliğinden Mehmet Orak ise konuşmasında barajların kültürel miraslara mekansal etkileri üzerinde durdu. Odak, Dicle ve Fırat üzerinde kurulan barajların tarihi kentleri yok ettiğini, Samsat ve Zeugma gibi dünya kültür mirası listesinde bulunan antik kentleri sular altında bıraktığını söyledi. Orak, “Su silah olarak kullanılıyor. Nehirlerimizin özgür akması gerekiyor. Bunun için de halkların özgür bir yaşama kavuşması gerekiyor” dedi.
"İNSANLAR HASANKEYF'İ KONUŞMAKTAN KORKUYOR"

 
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Forumda gerçekleştirilen "Su ve demokrasi" oturumunda konuşan Amerikalı Aktivist John Crofoot, yıllarca Hasankeyf'te yaşadığını, burada yapımı süren barajla ilgili yöre halkının hiçbir şekilde görüşü ve onayının alınmadığını söyledi. Crofoot “Hasankeyf konusunu dile getirince herkes 'Bu hasas bir konu' diyor, insanlar çekiniyor. Kamuda çalışanların işini kaybetme korkusu var. Oysa süreçlere ne kadar fazla insan katılırsa o kadar sağlıklı sonuçlar çıkabilir" dedi.
“İRAN’DAKİ SELDE KUZENİMİ KAYBETTİM”
İran'da yaşanan sel felaketinde kuzenini kaybetitğini ve onun cenazesine burada olduğu için katılamadığını belirten İranlı bir aktivist ise suyun demokratik bir şekilde dağılımı ve doğanın korunması için tüm ülkelerdeki mücadele edenlerin bir araya gelerek bir "Su Parlamentosu" oluşturması gerektiğini dile getirdi.
“DEMOKRATİK YOLLARLA BARAJLAR ÖNLENEMİYOR”
Oturumun en ilginç konuşmalarından birisini ise Sudan’dan su mücadelelerinin içinden gelen Ali Alkarghi yaptı. Sudan'da verilen baraj karşıtı mücadelenin çok zor koşullarda yürütüldüğünü, devletin bu mücadele içerisinde kurulan "Su konseyi"ni tanımadığını ve bazı arkadaşlarını cezaevine attığını aktaran Alkarghi “Dünya bankası devletle, hükümetle ilişkili. Yerelin karşı çıkışları hiç dikkate alınmıyor. Sudan gibi ülkelerde demokratik yollarla barajları durdurmak imkansız” dedi.
"DAVALARA DEĞİL YEREL MÜCADELEYE YOĞUNLAŞILMALI"
Sudan'da 2000'li yıllarda gündeme gelen barajlara karşı mücadele ettiklerini ve kendisi de dahil olmak üzere bölgede yaşayan pek çok kişinin 2008'de zorla göç ettirildiğini ifade eden Alkarghi, barajlara karşı verilen mücadele esnasında üç kişinin öldürüldüğünü, cezaevine atılanlar ve diğer baskılardan sonra oluşturulan su konseyinin dağıldığını dile getirdi. Baraja karşı verdikleri hukuki mücadeleyi de anlatan Alkarghi, “Alman şirketine karşı dava açtık. Sonunda gördüm ki Alman hukuk sistemi bir şaka, hikaye, Onca kanıta, Alman profesörlerin verdiği raporlara rağmen mahkeme 10 yıldan sonra bize buna karşı bir şey yapılamayacağını söyledi. 10 yıl uğraştık, hiçbir şey elde edemedik. Enerjimizi davalara değil yerel mücadaleye yoğunlaştırmamız lazım” dedi.
Foruma Latin Amerika'dan katılan bir aktivist, Şili’de sadece içme sularının değil nehir ve göllerin de özelleştirildiğini söyledi. Şilili aktivist buna karşı uluslararası ölçekte verilen mücadeleleri aktardı.
200 KATILIMCI İLE 5 DİLE SİMULTANE ÇEVİRİ
 
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
200 civarında su aktivisti ve su mücadelesi veren örgütün temsilcinin katılımı ile gerçekleştirilen Mezopotamya Su Forumu'nun ilk günü, yerel bir müzik grubunun konseri ile sona erdi. Forum ikinci gününde (7 Nisan Pazar) 40’ın üstünde sunumun yapılacağı 10 atölye çalışması gerçekleştirilecek. Üçüncü günde ise Kuzey Kürdistan, Kuzey Suriye, Irak ve Güney Kürdistan’ın yerel yöneticileriyle yapılacak panel sonrası atölyelerin sonuçları toparlanıp deklarasyon hazırlanacak. Arapça, Kürtçe (Sorani), Farsça, İngilizce ve Türkçe olmak üzere beş dilde simultane çeviri yapılan forumda Dicle Nehri, barajlar ve canlılara etkilerini gösteren fotoğrafların yer aldığı bir sergi de yeralıyor.

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...