30 Haziran 2018 Cumartesi

Aliağa’daki sulak alana ‘yat imalat tesisi’ için onay



 30 Haziran 2018 13:10
    
Aliağa yakınlarındaki sulak alana yat imalat tesisi için onay çıktı. Bölge daha birkaç yıl öncesine kadar sulak alandı: ‘Yat’acak yeriniz yok!
Özer AKDEMİR
İzmir
Aliağa Çaltılıdere Köyü yakınlarındaki sulak alanda yapılacak olan yat imalat tesisleri ile ilgili “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Gerekli Değildir” kararı çıktı. Valilik baskısı, sümen altı edilen üniversite raporu gibi iddialar eşliğinde, İzmir İl Mahalli Sulak Alan Komisyonundaki tartışmalı bir oturum sonrası sulak alan olmaktan çıkarılan bölgede yat imalat limanı yapımına bakanlık onay verdi. Yüzlerce sucul canlının ve su kuşlarının evi yat imalat tesisi için doldurulacak.  
SEÇİMLERDEN SONRA ÇEVREYİ NE BEKLİYOR?
“24 Haziran seçimlerinin ardından çevreyi nasıl bir gelecek bekliyor?” sorusunun yanıtını 29 Haziran tarihli İzmir İl Çevre Müdürlüğü duyurularından görmek mümkün. Çevre İl Müdürlüğü'nün internet sitesinde bir günde 11 proje için “ÇED Gerekli Değildir” kararı  verildiği yer aldı. Bakanlık, taş Ocaklarından, İzmir Uzundere'deki jeotermal sondajlarına, toplu konut projelerinden, salça üretim fabrikasına kadar 11 projenin çevresel etkilerinin değerlendirilmesi sürecini gerekli görmeyerek “ÇED Gerekli Değildir” kararı verdi. 
‘SULAK ALAN’ NASIL YALAN OLDU?
Bu projelerden birisi de Aliağa’nın Çaltılıdere köyündeki 200 dönümlük sulak alanda tekne, yat, imalat bölgesi yapılması projesi. Proje daha önce kamuoyunun gündemine alanın sulak alan olmaktan çıkarılması ile ilgili iddia ve tartışmalarla gelmişti. "Sulak alan" olarak koruma altında bulunan 200 dönümlük alan 26 Ekim 2017 tarihinde İzmir Mahalli Sulak Alan Komisyonunun tartışmalı oturumunda, aralarında Vali Yardımcısı ve Çevre ve Şehircilik İl Müdürü'nün de olduğu 8 üyenin “evet” oyuyla sulak alan olmaktan çıkarılmıştı. Komisyonun bu kararında Ege Üniversitesi öğretim üyelerine hazırlattırılan arazinin sulak alan özelliği kalmadığı raporunun etkili olduğu dile getirilirken, bazı komisyon üyeleri tarafından bu rapordan önce bölgenin sulak alan olduğuna Dokuz Eylül Üniversitesi tarafından hazırlanan bir raporun Valilikçe sümen altı edildiği ileri sürülmüştü. Projenin AKP İzmir Narlıdere İlçe Başkanı Aslan Bilgi'ye ait olduğu basına yansırken Bilgi, İzmir Tekne ve Yat İmalatçıları Toplu İşyeri Yapı Kooperatifi (YATEK) Başkanı olarak gazetelere verdiği röportajlarda “Dokuz Eylül Üniversitesinden istenen rapor yatırım için olumlu olmazsa Ege Üniversitesinden olumlu rapor alınacağını” açıklamaktan geri durmamıştı.
PROJEYE KAPI ARALAYAN RAPOR
Sümen altı edildiği ileri sürülen Dokuz Eylül Üniversitesi raporundan sonra Ege Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Kara, Prof. Dr. Şükran Çaklı, Prof. Dr. Celalettin Aydın ve Doç. Dr. Özgür Altan tarafından hazırlanan 24 Nisan 2017 tarihli raporda, “Hacıahmet Koyu, başta balıklar ve su kuşları olmak üzere gerek ekolojik değeri gerekse ticari değeri yüksek bitki ve hayvan çeşitliliği ile birçok tür için bir yaşama ortamı olma ve kendi kendini koruyabilme ve yenilenebilme özeliliğini kaybetmiştir” deniliyor. Projenin ortaya çıkmasının ardından defalarca Mahalli Sulak Alan Komisyonu'nun gündemine getirilen ancak her seferinde reddedilerek geri dönen projeye kapıyı bu rapor açtı. Raporla birlikte İzmir Valiliği toplantı salonunda gerçekleştirilen Mahalli Sulak Alan Komisyonu toplantısında 16 üyeli komisyonda 8 “evet”, 5 “çekimser” ve 3”red” oyuyla Çaltılıdere köyündeki 200 dönümlük arazi sulak alan olmaktan çıkarıldı. Daha önce  alanla ilgili sulak alan tezini destekler yönde görüş oluşturan İBB’nin, son oylamada çekimser kalması da konuya dair haberlerde altı çizilen ayrıntılardan birisi idi.
Son Düzenlenme Tarihi: 30 Haziran 2018 13:19
https://www.evrensel.net/haber/355968/aliagadaki-sulak-alana-yat-imalat-tesisi-icin-onay

29 Haziran 2018 Cuma

'Şirket, HES yapmak için evrakta sahtecilik yapmış'


'Şirket, HES yapmak için evrakta sahtecilik yapmış'
  
 29 Haziran 2018 11:49

Bartın Uluköy’de inşa edilmek istenen Katırova Regülatörü ve HES projesi’ne ilişkin ÇED toplantısı halkın tepkisi nedeniyle yapılamadı.
Özer AKDEMİR
Bartın’ın Ulus ilçesinin Kumluca beldesine bağlı Uluköy’de inşa edilmek istenen Katırova Regülatörü ve HES projesi’ne ilişkin ÇED Halkın Katılımı Toplantısı köy halkının tepkisi nedeniyle yapılamadı.
'HALKIN TEPKİSİ NEDENİYLE TOPLANTI YAPILAMADI'
Köy halkı Doğu Karadeniz’de nehir tipi HES’lerin dereleri kuruttuğunu, ormanları yok ettiğini ve halkı nasıl susuz bıraktığını televizyonda gördüklerini ve böyle bir HES’in yörelerinde yapılmasını istemediklerini belirttiler. Köylüler toplantı salonunun dışında bekleyerek salona girmediler ve HES’in yapılmamasını istemediklerini beyan ettiler. ÇED Halkın Katılımı Toplantısına sadece bürokratların katıldığını, halkın katılımının olmadığını gören görevliler “Halkın tepkisi” nedeniyle toplantının yapılamadığını tutanağa geçirdiler. Uluköy, Zafer, Akörensöküler ve Üçsaray köy muhtarları ve CHP'den milletvekili seçilen en genç milletvekilleri arasında yer alan Bartın Milletvekili Aysu Bankoğlu da ayrı bir tutanak tutarak halkın tepkisi nedeniyle ÇED halkın katılımı toplantısının yapılamadığını bir kez daha tescillediler. Akörensöküler köyü muhtarı Şahin Başol’un iddiasına göre üç köyün içme ve kullanma suyunun yapılacak 4.5 kilometrelik cebri boru nedeniyle kesilme tehlikesi var.
ŞİRKET SAHTECİLİK YAPTI
Toplantıya katılan Bartın Orman Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Erdoğan Atmış da bu HES projesine ait ÇED başvuru dosyasının usulsüz hazırlandığını ve hatta evrakta sahtecilik yapıldığını söyleyerek bu ÇED sürecinin başlatılmadan sona erdirilmesi gerektiğini dile getirdi. ÇED Başvuru Dosyasının 27. Sayfasında verilen Korunan Alanlar Haritasının sahte olduğunu ve evrakta sahtecilik yapıldığını ileri süren Atmış, "Bu haritada Katırova HES ve tesisleri Sökü Yaban Hayatı Geliştirme Sahası’nın sınırları dışında gösterilmiştir. Oysa Katırova HES’e ait tesislerle Sökü Yaban Hayatı Sahası’nın koordinatları karşılaştırıldığında; projede yapılan değişiklikten sonra bile, Katırova HES’e ait Regülatör alanı, göl alanı Cebri borunun 1500 metrelik kısmı Sökü Yaban Hayatı Geliştirme sahası sınırları içinde kalmaktadır" dedi.
ORMAN MÜDÜRLÜĞÜNÜN GÖRÜŞÜ DİKKATE ALINMAMIŞ
Prof. Dr. Erdoğan Atmış ÇED komisyonu başkanlığına verdiği dilekçede, yapılan bu toplantı hukuksuz olduğunu belirterek "Orman ve Su İşleri Bakanlığı X. Bölge Müdürlüğü’nün 29.12.2016 tarihinde verdiği görüşte; 'Hassas Koruma Alanı olarak belirtilen bölge içerisinde su yataklarının yapısını değiştirecek müdahalelere izin verilemeyeceği gerekçesiyle Katırova HES ve tesislerine izin verilemeyeceği' belirtilmişti. Bu olumsuz görüş dikkate alınmayarak ÇED süreci hukuksuz şekilde başlatılmıştır" dedi.
Atmış, dilekçesinde ÇED sürecinin usulsüz olduğu gerekçesiyle iptal edilmesini ve sahte evrak düzenleyen Has Enerji Üretim ve Ticaret AŞ. ile ÇED sürecini usulsüz başlatan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı görevlileri hakkında gerekli işlemlerin başlatılmasını talep etti.

28 Haziran 2018 Perşembe

Endemik tür değil maden korunmak isteniyor!



  Endemik tür deÄŸil maden korunmak isteniyor!
 28 Haziran 2018 13:21
Bilim insanları, Bergama'da maden için verilen ÇED raporunda endemik türlerin devamlılığının nasıl sağlanacağına dair yaklaşıma tepki gösterdi.
Özer AKDEMİR
İzmir
Bergama Kozak Yaylasında geçtiğimiz haftalarda Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu raporu verilen altın madeninin ruhsat alanında endemik türler de var. ÇED raporuna göre bu endemik türlerin devamlılığı alandan sıyrılan toprağın içinde kalan tohumların korunması ile sağlanabilecek. Bilim insanları ise bunun mümkün olmadığını belirterek, ÇED raporundaki yaklaşımı “saçma” olarak değerlendiriyor.
‘TOHUMU SAKLAYARAK ENDEMİK TÜR KORUNABİLİR’ Mİ?
ÇukuralanıKapukaya ÇED raporunda bölgede 6 endemik bitki türünün yanı sıra, koruma altında olan hayvanlar da var. Rapora göre sadece o alanda yaşamını devam ettirebilen endemik bitkilerin türünün devamı için uygulanacak yöntemle endemik bitkiler korurken, bölgede madencilik faaliyetlerinin de yapılmasına olanaklı hale gelecek. Raporda endemik bitkilerin korunması ile ilgili şu görüşlere yer verilmiş; “Proje sahasında toprağın verimli tabakasının sıyrılarak muhafaza edilmesi, inşaat çalışmalarından sonra peyzaj çalışmasında kullanılmalıdır. Sıyrılan toprağın içinde kalan tohumlar yeniden peyzaj çalışmalarında kullanıldığı zaman çimlenecek ve türün devamlılığını sağlayacaktır.”

Fotoğraf: Özer Akdemir/EVRENSEL
Çukuralan altın madeni
BU TÜRLERİN ÇİMLENME ÖZELLİKLERİ BİLİNMİYOR
Endemik türlerin korunmasına dönük bu yaklaşımla ilgili görüşlerini aldığımız bilim insanları ÇED raporunu hazırlayan üniversite hocaları ile aynı fikirde değil. “Nesli tükenme tehlikesi büyük” olan türlerden Verbascum renzii (VU)'nin de içlerinde bulunduğu bu endemik türlerle ilgili İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay, ÇED raporunda belirtilen endemik türler için tohumların çimlenme özellikleri  üzerine çok fazla araştırma yapılmadığını belirtti. Bitki tohumlarının çimlenme özelliklerinin türlere göre değişebildiğini ifade eden Tolunay, “Bazı bitki tohumlarının çimlenme engeli olabilmektedir. Çimlenme engeli olan tohumların çimlenebilmesi için bazı özel şartların oluşması gerekebilmektedir. Örneğin sedir tohumlarının karın üstüne düşmesi gerekir ve tohumlar ancak soğuk/nemli şartlarda  bir ay kadar beklerse çimlenme gerçekleşir. Çok bilinen diğer bir örnek de ardıç ağacının tohumlarının çimlenebilmesi için tohumların ardıç kuşu tarafından yenilmesi gerekmektedir” dedi.
 Gelintepe
Fotoğraf: Özer Akdemir/EVRENSEL
ÇİMLENME ENGELİ
Kapukaya altın madeni ÇED raporunda verilen türlerin bu tür bir çimlenme engeli olup olmadığının bilinmediğinin altını çizen Tolunay, tohum çimlenmesi üzerinde diğer önemli bir etkenin de tohumların çimlenme özelliklerini çabuk kaybedip kaybetmediği olduğunu belirtti. Tolunay “Bazı türlerin tohumları uygun şartlarda saklandığında yıllarca çimlenme özelliklerini kaybetmezken bazıları ise kısa sürede bu özelliklerini kaybedebilmektedir. Söz konusu 6 türle ilgili olarak çimlenme özelliği ile ilgili de araştırma bulunmamaktadır” dedi.
ÇED RAPORU DOĞRU VE BİLİMSEL DEĞİL
ÇED raporunda endemik türlerin korunması ile ilgili olarak açıklanan uygulamanın kesinlikle doğru ve bilimsel bir yaklaşım olmadığını vurgulayan Tolunay, “Hatta bu ifade ÇED raporunu hazırlayanların bitkiler ve tohumların çimlenmesi ile ilgili olarak bir bilgisi olmadığının da göstergesidir. Çünkü yukarıda da açıklandığı üzere öncelikle korunması gereken türlerin tohumlarının çimlenme özelliklerinin incelenmesi gerekmektedir. Ayrıca toprağın sıyrılması sırasında toprak içinde türlerin yeterince tohumunun olup olmadığının da bilinmesi gereklidir. Sıyırma zamanına göre örneğin bitkiler daha çiçekli iken ve tohumlar olgunlaşıp dökülmeden önce bir sıyırma yapılırsa toprak içinde yeterince tohum olmayacaktır” dedi. İncelenmesi gereken diğer bir konunun da sıyrılan toprağın ne kadar süre ve hangi koşullarda depolanacağının olduğunu ifade eden Tolunay, çok kuru ya da çok ıslak şartlarda depolamada tohumların çimlenme özelliklerini tamamen kaybettiğini, bütün şartlara dikkat edilse bile sıyrılan toprağın serme zamanı ve kalınlığının dahi çimlenme üzerinde etkili olabildiğini belirtti.
AMAÇ ENDEMİK TÜRÜ KORUMAK DEĞİL
“Endemik türlerin korunmasına yönelik olarak ÇED raporlarında sıkça kullanılan önlemlerden olan sıyrılan toprağın serilmesi, tohumların toplanarak başka yerlerde yetiştirilmesi gibi uygulamaların endemik türlerin korunması amaçlı değil, ÇED olumlu kararı alınması amaçlıdır” diyen Tolunay, “Bu tür uygulamalar genetik çeşitliği daraltmakta, endemik ve tehlike altındaki türlerin iklim değişikliği gibi değişen ekolojik koşullara uyum kapasitesini azaltmaktadır” dedi.

Fotoğraf: Özer Akdemir/EVRENSEL
‘ÖYLE SAÇMALIK OLMAZ!
İ.Ü. Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı emekli öğretim üyesi Prog. Dr. M. Doğan Kantracı ise ÇED raporundaki bu düşünceyi “saçmalık” olarak niteledi. Kantarcı, “Öyle saçmalık olmaz. Tohumlar canlıdır. Ya çimlenirler, yahut da solunum yapamazlarsa çürürler. ÇED raporunu yazanlar bunu bilmiyor olamazlar. Doğru yazmıyorlar” dedi
DÜNYA KÜLTÜR MİRASINA ALTIN MADENİ!
Bilim insanları tarafından “ekolojik hassas bölge” olarak nitelenen Kozak Yaylasının başlangıcında yer alan Kapukaya köyü, aynı zamanda UNESCO dünya mirası koruma listesinde yer alan Kybele kutsal alanın da olduğu bir yer. Köye 4.5 km uzaklıkta Koza Altın Şirketi tarafından işletilmek istenen altın madeni geçtiğimiz haftalarda ÇED olumlu raporunu aldı. Bu rapora göre 4543,2 ha’lık ruhsat alanı içerisinde yer alan yaklaşık 61,4 ha’lık bir alanda  yapılmak istenen altın madenciliğinin 4 yıl ömrü olacağı ifade ediliyor. Kapukayadan çıkarılan cevher 23 km uzaklıktaki  Ovacık Altın madenine taşınarak burada siyanürle ayrıştırılacak. ÇED raporuna göre proje alanının yüzde 95’i orman arazisi.

Son Düzenlenme Tarihi: 28 Haziran 2018 13:41
      

25 Haziran 2018 Pazartesi

Bafa Gölü yeşil bezelye çorbasına döndü!


Bafa Gölü yeşil bezelye çorbasına döndü!
  
 25 Haziran 2018 15:44
Aydın ile Muğla illerinin sınırındaki Bafa Gölü'nde kirlilik yeşil alg patlaması yarattı. Bilim 'radikal önlem alınmazsa Bafa Gölü ölür' diyor!
Özer AKDEMİR
İzmir
Yıllardır kirlilikle boğuşan Bafa Gölü'nün başı şimdi de alglerle dertte. Göl, artan sıcakların ardından meydana gelen alg patlaması nedeniyle bezelye çorbasına benzedi.
Evsel, tarım ve endüstriyel kirlilik nedeniyle suları 4. sınıf su seviyesine gerileyecek kadar kirlenen Bafa Gölü, 2014 yılından sonra yeniden alg patlaması ile gündemde. Sıcakların ardından ani gelişen alg patlaması nedeniyle suları yeşil renkli, pelte kıvamında bir bezelye çorbasına benzeyen gölde, kıyılarda biriken tabakalaşma yöredeki balıkçılığı ve turizmi tehdit ediyor.
Balıkçılar, göldeki kirlilik nedeniyle ağlarını çekemediklerini dile getirirken, bütün ekonomilerini bağladıkları gölün bu durumu nedeniyle büyük sıkıntı içerisinde olduklarını dile getiriyorlar.

Fotoğraf: EKODOSD
RADİKAL ÖNLEMLER ALINMAZSA...
Yıllardır gölde bilimsel çalışmalar yapan Yrd. Doç. Dr. Erol Kesici, göldeki kirlilikle ilgili radikal önlemler alınmazsa durumun daha da kötüye gideceği uyarısında bulundu. Gölde kış ve ilkbahar dönemlerinde yaptıkları su kalitesi ve su yosunu (alg) miktarı konusundaki çalışmalarda, radikal önlemler alınmaması durumunda alg patlaması yaşanacağını öngördüklerini aktaran Kesici, "Havaların ısınmasına bağlı olarak gölün gerek suyunda gerekse dip çamurunda yoğun bir vaziyette mavi- yeşil su yosunları koloniler oluşturarak gölü kaplamaktadır. Bu  kesimlerde su canlılarının yaşaması mümkün değildir" dedi
BAFA BATAKLAŞMAYA DOĞRU GİDİYOR
Gölü temizleyen midyelerin de göldeki miktarlarının giderek azaldığını ifade eden Kesici, göldeki bu durumun zaten çok az sayıda kalan balıkların barınma, beslenme, yumurta bırakma ortamlarını oluşturan yüksek su bitkilerin ve çok az sayıdaki kamışların-sazlık kesimin giderek çürümesine neden olduğunu belirtti. Kesici, göl çevresinde koku ve sineklerin tüm canlıların yaşamını ve yöre turizmini etkilediğini aktararak, “Bu olumsuzluk çevre ve insan sağlığı yönünden de çok önemli olduğu kadar, gerekli radikal önlemlerin alınmaması durumunda göldeki su canlılarının ölümlerinin ve popülasyonlarının azalması söz konusu olabilecektir. Bafa Gölü bu haliyle aşırı oranda mavi-yeşil alg istilasındadır. Bu tür gölleri limnolojik ve ekolojik olarak yaşamlarının son evresi olan bataklıklaşmaya doğru gitmektedirler” dedi.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Kesici'nin, Bafa Gölünün sorunlarının çözümüne dönük önerileri ise şunlar; 
* Bafa Gölü’nü Büyük Menderesin, göl havzasının tarım endüstriyel atıklarının çöp deposu olarak kullanmasını engellemek.
* Gölün mekanik yöntemlerle dip ve kıyıdaki balçık-ağır metal –kimyasal birikiminin göl ortamından uzaklaştırılması,
* Göle ulaşan dere , çay ve kanalların bulunduğu kesimlere dinlendirme – çökertme ve arıtma sistemlerinin yapılarak kirli suların ulaşımının engellenmesi.
* Bafa Gölü’nün temel su kaynağını oluşturan B.Menderes’in ıslahı-temizlenmesi.
* Bafa Gölü’ne belirli dönemlerde baraj ve göletlerden temiz su verilmesi ve gölde dip birikimin (kirliliğin) engellenmesi için suyun sirkülasyonun sağlanması
* Gölün korunarak kullanılması.
GÖL, PARMAK SOKULMAYACAK BİR HALE GELEBİLİR
Bafa Gölünde kirlilik için artık su analizlerine gerek kalmadığını kaydeden Kesici, "Çünkü gölde kirlilik sonucu gölün yazın yeşile bürünmesi, kışın köpürmesi kirliliğin dışa vurmasıdır ve çok önemli göstergedir. Zaman geçirilmemelidir. Artık insanların “parmaklarını bile sokmasının tehlikeli” durumlara gelebileceği Bafa Gölü havzasında yaşayan insanların yaşadığı ortama, gelecek kuşaklara ve diğer insanlara olan sorumluluk bilinci kavratılmalıdır" dedi.
ACİL OLARAK HAREKETE GEÇİLMELİ
Bafa Gölündeki kirlilikle ilgili açıklamalarda bulunan Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) Başkanı Bahattin Sürücü, Bafa Gölü’nde hemen her yaz döneminde sıcaklar başladığında yörede yaşayan insanlarda “Acaba bu yıl alg çoğalması olacak mı?” kaygısı oluştuğunu aktararak, "Ne yazık ki göl temizlenmeden, Büyük Menderes’in çevresel sorunlarına çözüm bulunmadan bu kaygıların giderilmesi zor. Latmos Dağları’nın muhteşem peyzajıyla bütünleşen, Türkiye’nin en güzel göllerinden biri olan doğa ve tarih cenneti Bafa Gölü’nün kurtarılması için tüm kurumlar bir araya gelerek, çözümleri belli olan sorunlar için acil harekete geçmelidir" dedi.
Son Düzenlenme Tarihi: 25 Haziran 2018 15:56

www.evrensel.net

24 Haziran 2018 Pazar

Delice zeytinin son günü (pazar yazısı)



24 Haziran 2018 05:05
  Ã–zer AKDEMÄ°R   

Sonrasız ve ışıksız bir yerden sesleniyorum size. Oysa bir zamanlar ne kadar da mutluydum. Benim de güzel günlerim, gecelerim, düşlerim vardı...
Madran Dağı'nın dik yamaçlarından yüzyıllardır Çine Ovasını gözleyen bir zeytin ağacıyım. Delice zeytini derler bize buranın insanları. Daha aşağılarda kalan, dağın düzlüklerine doğru, eğimin azaldığı yerlerde biten zeytin ağaçları gibi aşılamadılar beni. Aşılayamayacakları kadar yüksekte, dik bir yamaçta ve tek başıma olduğumdan kimse uğraşmak istemedi benimle.
Köylerden uzakta, hiçbir ağacın yaşayamayacağı bir yüksekliğin sınırındaydım. Kışın o dondurucu soğuklarına, karı boranına göğüs gerip yüz yıllar ötesinden bugüne kadar gelebilmişsem eğer, soğukları kesen kuytuluğa borçluyum. Bunu iyi bilirdim ama bu kuytuluğu yaratan kayalıktan da nefret ederdim.
Madran'ın Çıplak Tepesinden gün doğup, bulunduğum yamaca vurdu mu, yaz olsun kış olsun tüm gövdemi bir mutluluk sarardı. Dallarımla, yapraklarımla güneşin ışığına doğru döner, gerilir, köklerimle tutunduğum kayalara, toprağa daha bir sıkı sarılır, sanki gökyüzüne ağmak ister gibi maviliklere uzanır, bütün varlığımla titrerdim.
 Delice
Sabahın ilk ışıkları önce en üst dalımdaki yapraklara vururdu. Çünkü çirkin kayalık gün doğumuyla aramda kalıyor, bu yüzden güne hep geç başlamama neden oluyordu. Tan vaktinin kızıllığı Çine Ovasından silinip, tarlaların üzerindeki sabah pusunu dağıttığında ben hala kayanın gölgesinde ışık beklerdim. Mavi dağ dumanı çekilip ortalık iyice ağardığında, Çine Çayının gümüş renkli suları güneşin altında parladığında benim en tepedeki yaprağımda tatlı bir ürperme başlardı. Sonra o ürperti, o sıcaklık yandaki yaprağa, alttaki dala, körpe bir filize, küçük yeşil zeytinlerime değer, sımsıcak kucaklardı beni. İşte bu anlara doyamazdım bir türlü. Çiğ düşmüş yapraklarımı güneşin, ışığın geldiği yerlere doğru çevirmeye çalışır, kendimi onun şefkatli kollarına bırakırdım. Bir ömür kadar uzamasını istediğim bu anlarda gövdemin her zerresinin ışığa, güneşe, ondan gelen ısıya bulanmasına bayılırdım.
Tepemdeki çirkin kayalığın üzerine yuva yapmış bir şahin en iyi komşumdu. Sabah, gün Kavşit köyünün son evini de aydınlatıp, beni ışığı ile kucakladığında, sarp kayalıktaki yuvadan tiz bir çığlık sesi duyulurdu. Şahin, bir süre sonra koca kanadı ile kendini boşluğa bırakır, bulunduğum yere doğru düşer gibi hızlıca gelip tekrar yukarı gökyüzüne çıkardı. Orada uzun süre kalır, süzülür süzülürdü. Bana öyle gelirdi ki bazen havada donar kalırdı şahin. Bulutsuz maviliklerde görkemli kuyruğu, yırtıcı tırnakları, sarı kıvrık gagası, keskin bakışları ile dolandıkça gölgesi üzerime vururdu. Gözüne kestirdiği bir av oldu mu şimşek gibi dalışa geçerdi. Bir tavşanın, bir yılanın, tarla faresi ya da yer sincabının şahinin bu ölümcül dalışından canını kurtarması çok zordu.
Av bulamadığında canı sıkkın galip dalıma konardı. Uzun süre kalır, aç karnının gurultusu, yuvasında bekleyen yavruların sesleri arasında umutla ovayı gözler dururdu.

Zeytin ağacı
Şahin'in dalıma konma alışkanlığı ne yalan söyleyeyim beni ziyadesiyle mutlu ediyordu. Onun sayesinde hiçbir tarla faresi yanıma dahi yaklaşamıyor, köklerimi, gövdemin diplerinde sürgün vermiş filizlerimi kemiremiyordu.
Yine de her canlı gibi benim de yalnızlıktan sıkıldığım anlar olmuyor değildi. Neyse ki yazın keçiler, yaban domuzları ve gözleri kayalıktaki şahini kollayan tedirgin tilkiler, kışın ise kurtlar, sarp yamaçtan kaymamaya çalışarak gelip dibimde soluklanır, yalnızlığımı bir nebze de olsa gideren arkadaşlarım olurlardı.
Hiç unutmam, belki yüz yıl önce, bir akşam üzeri omzu çapraz fişekli bir adam soluk soluğa yamaçtan aşağı kayarak yanımda durmuştu. Gövdemi kendine siper edip, boylu boyunca uzanmış, tüfeği elinde kayalık yönünden gelen birileri olup olmadığını gözlemişti. Güneş kayalıkları kızıla boyayarak ovadan battıktan sonradır ki rahatlayan adam, tüfeğini dalıma asarak soluğunu koy vermişti. Çıkınından bir şeyler yiyen, titrek parmakları ile tütün sarıp içen adam, silme yıldız dolu gökyüzüne bakarak yanı başıma yatmış, arada aşağıdaki ovada görünüp yiten ışıkları izleyerek uykuya dalmıştı. Uyumadan önce kuşağı ile kendisini gövdeme bağlayan adam, heybesini de yastık yapmıştı.
Gece soğuğu üşütmeye başladığında bana daha da sokulmuş, sevgiliyi kucaklar gibi sarılmıştı gövdeme. Tedirgin tavşan uykusundan birkaç kez sıçrayarak uyandığında gövdeme bağladığı kuşağı olmasa çoktan uçurumun dibinde alırdı soluğu. Sarı dolama başlıklı, mor cepkenli adam sabahın ilk ışıkları ile yanımdan ayrılıp kayalıklara tırmandı. Geldiği gibi tedirgin ve tetikte uzaklaşmıştı. Bir insanı bu kadar yakından ilk ve son görüşümdü bu.
***
Madran 
Bir yaz günü, sabah güneşin huzur veren sıcağına kendimi bırakmışken İbrahim Kavağı köyü tarafından sesler geldi. Kayalığın öte tarafından geliyordu sesler. Kayalığın arkası nasıldı bilmiyorum ama zaman zaman geçen araç seslerinden bir yolun geçtiğini anlıyordum. İşte o yolun olduğu taraflarda bağırıp çağırma sesleri geldi önce. Sonra sesler daha da yükseldi, öfkeli çığlıklara kadın ve çocuk sesleri de karıştı. Bir zaman sonra Madran Dağı silah sesleriyle yankılandı. Bağrışlar, çağırışlar, tüm gürültü patırtı sustu. Bir tek kadim rüzgarın sesi asılı kaldı boşlukta.
Bu olayın ardından her şey değişti. Önce şahin, uçup gitti, yuvasını terk etti. Sonra hemen yanı başımdaki yamaçtan aşağıya doğru topraklar kaydı. Kocaman elli demirden bir araç toprağı kökünden kavrayıp aşağıya doğru küreliyordu. Yamaçta ne varsa, tüm otlar, mor güller, kantaronlar, kekik ve dibindeki bir bıldırcın yuvası da toz toprak ile aşağıya doğru aktı gitti. İki günde dümdüz oldu yanımdaki yamaç.
Bir süre sonra dev gibi bir heyula getirip diktiler o düzlüğe. Gece gündüz fır fır dönen, ucunda kırmızı ışıklar yanıp sönen bu heyulanın sesinden keçiler, arılar, yabanın kurdu kuşu kaçıp gittiler uzaklara.
Sonra bir gün, güneşle aramı kapadığı için düşman bellediğim kayalıkları titreten bir ses duydum. Koca kayalık yerinden zıpladı bu ses sonrası, parça parça oldu. İri bir parçası tam üzerime düşerken, tüm kayalığın, bir sel olup bana doğru aktığını gördüm.
Toprak ve kayalar üzerimi örtmeden hemen önce üç yüz yıllık ömrümün sonuna geldiğimi anladım. Körpe fidelerim, yeni tomurcuklanmış meyvelerim geçti aklımdan son olarak...
Sonra!
Sonrası yok!
Sonrasız ve ışıksız bir yerden seslendim size...
***
Çine Madran Dağı’na, yöredeki köylerin su havzasının üzerine 80 tane Rüzgar Enerji Santrali (RES) kurulmak istenmesine başta İbrahim Kavağı köylüleri olmak üzere yöre halkı karşı çıktı. Jandarma iş makinelerini dağa sokmamak için çoluk çocuk direnen köylülere karşı güç kullandı. Dağın başındaki bu jandarma saldırısında yaralanan köylüler oldu. Biri kadın iki köylü tutuklanıp aylarca hapis yattı. Yine de köylülerin kararlı direnişi sonrası şirket kurmayı planladığı 80 RES’den ancak 10 kadarını yapabildi.
     

22 Haziran 2018 Cuma

JMO'dan uranyum uyarısı: Köprübaşı'da halk büyük risk altında


JMO'dan uranyum uyarısı: Köprübaşı'da halk büyük risk altında
  
 22 Haziran 2018 13:49
JMO İzmir Şubesi, Manisa'daki uranyum madenciliğinin Köprübaşı ve çevresinde yaşanları büyük bir riskle karşı karşıya bıraktığını açıkladı.
Jeoloji Mühendisleri Odası (JMO) İzmir Şubesi yaptığı açıklama ile Manisa'nın Köprübaşı ilçesindeki uranyum madenciliğinin olumsuz etkilerinin sadece Köprübaşı ilçesini değil Selendi, Kula, Gördes ilçelerine bağlı yerleşim yerlerini de kapsayabileceğini belirtti.
JMO, Köprübaşı’da MTA tarafından 1974-1982 yılları arasında deneme amaçlı uranyum madenciliği yapıldığını ve bu tesislerde önemli oranda “sarı pasta” denilen nükleer yakıt hammaddesi elde edildiğini aktardı. MTA tarafından gerçekleştirilen uranyum madenciliğine son verilmesinden bugüne, bölgede gerek toprakta gerekse yeraltı sularında yüksek radyasyon ve uranyum bulunduğunun birçok kez tespit edildiğini belirten JMO, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'nun (TAEK) alana ilişkin kamuoyuna detaylı açıklama yapmadığını dile getirdi.
JMO İzmir Şube Başkanı Alim Murathan imzasıyla yapılan yazılı açıklamada odanın 2017 yılı sonu 2018 yılı başlarında bölgedeki yeraltı sularına yönelik yaptığı bir çalışmada, radyoaktif kirlenmenin yalnızca Köprübaşı ilçesiyle sınırlı kalmadığı, bu bölgeden çok daha geniş alanlara yayıldığını tespit ettiklerini açıkladı.
İÇME SULARINDAKİ URANYUM, LİMİTİN ÜZERİNDE
JMO, yürütülen  hidrojeolojik etüt kapsamında örneklenen su noktalarında uranyum radyoaktif elementinin, içme suları için kabul edilen limitlerin üzerinde olduğu tespit edildiği ifade edilerek; “Bu tespit üzerine, Balçıkdere Formasyonu’nun yayılım alanı içinde kalan yeraltı sularına yönelik tüm araştırmalar incelenmiş ve kaygı verici bir durum saptanmıştır. Balçıklıdere Formasyonu’nun uranyum içerdiğinin bilinmesine karşın, bölgede yürütülen hiçbir çalışma formasyonun bütününe ve onun üzerinde yer alan yerleşim birimlerinin kullandığı yeraltı sularına yönelik olmamıştır.  Birçok çalışma, Köprübaşı ilçesi ve yakın çevresiyle sınırlı kalmıştır. Sınırlı bir alanda da olsa yapılan bu çalışmalarda, uranyum radyoaktifinin toprakta ve yeraltı suyunda standartların üzerinde olduğunun belirtilmesine karşın, devletin ilgili kurumları tarafından gerekli önlemler alınmamıştır” denildi.
TAEK SÖZÜNÜ TUTMADI
Son olarak Şubat 2014’de Greenpeace tarafından yüksek radyasyon değerleriyle yayınlanan raporun ardından TAEK tarafından yapılan "dış radyasyonun buralarda bir miktar yüksek olmasına karşın, bunun, uranyum yatağının bulunduğu bölge için normal olduğu..." yönündeki açıklamanın hatırlatan JMO, “Bu açıklama, konuya ilişkin bölge gerçeğini yansıtmamaktadır. TAEK tarafından bölgede daha detaylı araştırmaların yapılacağı 2014 yılında belirtilmesine karşın, bugüne kadar kamuoyuna açıklanan bir rapor ya da araştırma bulunmamaktadır. Bu ise daha vahim bir durumdur” dedi.
HALK ÖNEMLİ BİR RİSK ALTINDA
TAEK’i ve devletin ilgili kurumlarını göreve davet eden JMO, “Uranyum radyoaktivite bulguları yalnızca Köprübaşı ilçesinde değil Selendi, Kula, Gördes ilçelerine bağlı yerleşim yerlerini de kapsayabilir. Bölgede yaşayan halk önemli bir risk altındadır. Bu nedenle, Balçıkdere Formasyonu üzerinde yer alan tüm yerleşim birimlerinin kullandığı yeraltı sularının ve toprağın analiz edilerek sonuçlarının kamuoyuna açıklanması ve riskli bölgelerin koruma altına alınıp, güvenlikli hale getirilerek sürekli izlenmesi gerekmektedir” dedi.
ÖZER AKDEMİR, SKANDALIN KİTABINI YAZMIŞTI
 
Özer Akdemir, Köprübaşıdaki uranyum madenciliğinin çevre ve sağlık üzerindeki etkilerini 'Uranyum Uğruna/Dilsiz Çocukları Ege'nin' adıyla kitaplaştırmıştı.
İlk kez Evrensel'in İzmir Temsilcisi Özer Akdemir tarafından yapılan haberlerle gündeme getirilen Köprübaşıdaki uranyum madenciliğinin çevre ve sağlık üzerindeki etkileri, Akdemir tarafından "Uranyum Uğruna/Dilsiz Çocukları Ege'nin" adıyla kitaplaştırılmıştı. Geçtiğimiz yıl eylül ayında Yeni İnsan Yayınları'nda çıkan kitapta, Köprübaşının yanı sıra, Söke Kisir Köyünde yapılan uranyum madenciliği ve sondajlarının çevre-sağlık etkileri, bilimsel raporlar, yöre insanlarının anlatımları ve bilim insanları tarafından yapılan radyasyon ölçümlerinin sonuçları yer almıştı. (İzmir/EVRENSEL)
Son Düzenlenme Tarihi: 22 Haziran 2018 14:07


Ekoloji Birliği seçim bildirgesini açıkladı


Ekoloji Birliği seçim bildirgesini açıkladı
 22 Haziran 2018 08:19
  
Ekoloji Birliği, 24 Haziran 2018 Genel Seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı Seçimlerine dair yaklaşımını ortaya koyan seçim bildirgesini açıkladı.
Özer AKDEMİR 
Seçimlere girecek parti ve adaylara yaşamdan yana politika üretme çağrısında bulunan Ekoloji Birliği bildirgesinde hangi anlayışlara oy verilmeyeceği de ortaya konuldu. 
 Ekoloji Birliği, Türkiye’nin dört bir yanında mücadele veren elliden fazla yerel ekoloji örgütünce "birlikte mücadele, ülke çapına yayılan bir dayanışma ve örgütlenme zemini oluşturma" amaçlarıyla geçtiğimiz Mart ayında kuruldu. Ekoloji Birliği tarafından açıklanan seçim bildirgesinde tüm canlıların yaşam hakkının bulunduğu yaşamın sürdürülebilmesi için ise sağlıklı bir çevrenin şart olduğu dile getirildi.
EKOLOJİ BİRLİĞİ'NDEN BU ANLAYIŞLARA OY YOK!
Bileşenlerine yaşamı savunan politikalar üreten, programına yazan parti ve adayları destekleme çağrısı yapan Ekoloji Birliğinin Seçim Bildirgesinde oy verilmeyecek anlayışlara da şu başlıklar halinde yer verdi;   
“ZEYTİNLERİ KATLEDENLERE OY YOK!
Soma Yırca'da 6000 zeytini göz göre göre kesenlerle, 301 madenciyi iş cinayetinde katledenler aynı kesimlerdir.
TERMİK SANTRAL SEVDALILARINA OY YOK
Termik santraller doğayı ve tarihi katletmekte, canlı yaşamını sağlıksız bir geleceğe sürüklemektedir. Doğa, emek ve kültür katillerine OY YOK! 
HAVAMIZI KİRLETENLERE OY YOK!
Enerji ve sanayi tesisleri havamızı nefes alamayacak hale getiriyor. Programında kirliliğin devamına yol açacak enerji, maden ve ekonomi politikalarına yer veren partilere/adaylara OY YOK!
KATİL PROJELERE OY YOK!
Sahiplerinin "mega" projeler diye pazarlamaya çalıştığı, Türk Akım, 3. köprü, 3. Havalimanı ve Kanal İstanbul gibi Kuzey Ormanları'nda ve tüm Marmara'da doğanın, insanın, hayvanın, bitkinin, akarsuyun, emekçinin hayatını karartan katil projeleri sürdürenlere ve önerenlere OY YOK! 
YAŞAMIN KATİLİ ALTIN MADENLERİNE GÖZ YUMANLARA OY YOK!
Doğa katili vahşi madencilik politikalarının devamından yana olan partilere/adaylara OY YOK!  
AKCİĞERLERİMİZİ YOK EDENLERE OY YOK!
Akciğerlerimizi tıkayan taş ocakları, çimento fabrikaları gibi faaliyetleri savunan partilere/adaylara OY YOK. 
KÜLTÜRÜMÜZÜ TALAN EDENLERE, ETTİRENLERE OY YOK!
Geçmiş uygarlıkların bizlere mirası olan antik kentlerimizi sanayi kuruluşlarına, barajlara, maden işletmelerine feda edenlere OY YOK!
NÜKLEERE 'EVET' DİYENE OY YOK!
Nükleer enerji santrallerine karşı çıkamayan, şu ana kadar projelendirilen ve temeli atılan tüm Nükleer Santrallerin yapımı ve projelerin iptal edilmesini programlarında ifade etmeyen adaylara/partilere OY YOK!
"KİRLİ" ENERJİ POLİTİKALARINA OY YOK!
"Temiz-yenilenebilir enerji" diye halkların yaşam alanlarını ellerinden alanlara, tarım topraklarına, meralara, ormanlara şirketler kârını  arttırsın diye rüzgar enerji santralleri (RES), güneş enerji santralleri (GES), jeotermal enerji santralleri (JES) yapılmasına izin veren partilere/adaylara OY YOK! 
KADINLARI YOK SAYAN ANLAYIŞLARA OY YOK!
Doğanın koruyucusu, ekolojik mücadelenin ana öznesi, yaşamın yarıdan fazlası kadınları, erkek egemen anlayışı her gün yeniden üreterek ötekileştiren, baskı altına almaya, önemsizleştirmeye çalışan, katleden anlayışlara, bu anlayışa çanak tutan partilere/adaylara OY YOK! 
HAYVAN DOSTLARIMIZI KORUMAYANLARA OY YOK!
Nesli tehdit altındaki türlerin yaşam alanlarına göz dikenlere, dünyayı birlikte paylaştığımız hayvan dostlarımıza eziyet eden, katledenlere karşı gereken yasal düzenlemeleri programına almayan, insan merkezci, türcü anlayışları savunan partilere/adaylara OY YOK! 
TOPRAĞI, AŞI KİRLETENLERE OY YOK!
Gıda ve ekolojik krizin önüne geçmek için tarım toprakları korunmalı amaç dışı kullanılamamalı, kirletilmeleri önlenmelidir. Bunun önünü açan politikaları uygulayan, destekleyen partilere/adaylara OY YOK!
KIYILARIMIZI TALAN EDENLERE OY YOK
Kıyı ve deniz ekosistemine olumsuz etkileri gözetilmeden ikinci konutlar, turizm yatırımları ve kültür balıkçılığı gibi kıyılarda, kıyı ve deniz ekosistemini bozan, koruma statülerini kaldıran, halkın ortak yararını gözetmeyen yapılaşmalara ve işletmelere izin veren, savunan partilere/adaylara OY YOK!"


Son Düzenlenme Tarihi: 22 Haziran 2018 08:25
      


20 Haziran 2018 Çarşamba

Seçimlere doğru İzmir_Artı TV



Seçimlerde İzmir'in nabzı Artı Tv'de. "İzmir'in ekolojik sorunları neler, siyasi partiler, siyaset kurumu, mv adayları bu sorunların neresinde" konularına dair bizim de görüşlerimiz var programda. linki 👇👇👇
https://www.youtube.com/watch?v=klvXigsBTz0

18 Haziran 2018 Pazartesi

Munzur'a HES'i Başbakan değil yargı durdurdu


 Munzur'a HES'i BaÅŸbakan deÄŸil yargı durdurdu
 18 Haziran 2018 13:13
Dersim mitinginde 'Munzur'da barajları durdurduk' diyen Binali Yıldırım'a Tunceli Barosu Başkanı'ndan itiraz geldi: Yargı durdurdu.
Özer AKDEMİR
İzmir
Geçtiğimiz günlerde Dersim'de seçim mitingi yapan Başbakan Binali Yıldırım'ın Munzur çayı ile ilgili sözlerine Tunceli Barosu Başkanı Avukat Barış Yıldırım'dan itiraz geldi. Başbakan Yıldırım'ın "Munzur üzerindeki barajları durdurduk" sözlerinin önümüzdeki dönem açısından olumlu olduğunu ifade eden Baro Başkanı Avukat Yıldırım, "Munzur'a yapılmak istenen HES'ler Danıştay tarafından verilen çeşitli kararlarla da durdurulmuştu" dedi. 
BAŞBAKAN YILDIRIM: MUNZUR'DA HES'LERİ DURDURDUM
Geçtiğimiz hafta Dersim'de seçim mitingi yapan Başbakan Binali Yıldırım Dersim'de dair partisinin vaatlerini sıralarken Munzur Çayı üzerinde yapılmak istenen HES'lere de değinmişti. Munzur Çayının, Dersim için hayati öneme sahip olduğunu ifade eden Yıldırım, şunları söylemişti; "Bir doğa harikası, dünyada böyle bir yer yok. 8 kilometrelik, bütün güzergah boyunca berrak, pırıl pırıl sular akıyor. Rafting yapmaya, dinlenmeye, turizme müsait. Buraya hidroelektrik santrali (HES) yapılacaktı. Geçen sene geldiğimde söz verdim, bunu durdurdum. Yapılmıyor. Bundan sonra da buranın doğal güzelliğinin bozulmaması için bu projeyi hayata geçirmeyeceğiz. Size buradan bunu da ilan ediyorum."
AÇTIĞIMIZ DAVALAR SONUCU
Başbakan Binali Yıldırım'ın Munzur Çayı ime ilgili bu sözlerine Tunceli Baro Başkanı Avukat Barış Yıldırım'dan itiraz geldi. Munzur Vadisi'nde yapılmak istenen HES'ler ve maden ocaklarına karşı açtığı çevre davaları ile tanınan Yıldırım, Munzur üzerindeki barajları Başbakan Yıldırım'ın değil, kendilerinin açtığı davalar sonrası yargının durdurduğunu ifade etti.
UZUN BİR HUKUK SÜRECİ
1971 yılında Milli Park olarak ilan edilen Munzur Vadisi'nde yapımı kararlaştırılan toplam 4 Baraj ve 5 HES projesinin bulunduğunu hatırlatan Yıldırım, bu baraj projelerinden en büyüğü durumunda bulunan Konaktepe Barajı ve Konaktepe HES I ile HES II Projesi'ne karşı Tunceli Barosu olarak açtıkları davada Danıştay 13. Dairesi'nin 2010 yılında yürütmeyi durdurma kararı verdiğini hatırlattı. Danıştayın bu kararından sonra, hükümetin Munzur Vadisi Milli Parkı sınırları içerisinde yapımı planlanan ve tamamlanan baraj ve HES projelerine "Üstün kamu yararı" gerekçesiyle izin verdiğini belirten Yıldırım,  bakanlığın bu kararına karşı 2011 yılında tekrar dava açtıklarını ifade etti. Bu davada da Danıştay 10. Dairesi'nin baraj ve HES izinlerini iptal ettiğine dikkat çeken  Yıldırım, bu karara karşın 2017 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile Konaktepe Barajı ve Konaktepe HES I - Konaktepe HES II Projesi için Acele Kamulaştırma Kararı alındığını, kendilerinin de bu kararın yürütmesinin durdurulması için bir kez daha dava açtıklarını belirtti. Yıldırım, "Danıştay 6. Dairesi açtığımız davalar kapsamında Yürütmenin Durdurulması kararı vermişti. Karar gerekçesinde Acele Kamulaştırma Kararının hukuka aykırı olduğu açıkça belirtilmekteydi. Karar itiraz yolu kapalı olarak verilmişti. Munzur Vadisi Milli Parkı kültürel ve doğal mirastır. Anılan mirasın korunması Anayasal zorunluluk taşımaktadır" dedi.
MUNZUR DÜNYA KÜLTÜR MİRASI OLMALI
İdarenin her zaman için kendi projesinden vazgeçebileceğini, bunun birçok örnekleri olduğunu ifade eden Avukat Yıldırım, "Sayın Başbakan’ın Munzur Vadisinin evrensel kültür ve doğal miras yanına işaret etmesi ve Munzur baraj projelerinden vazgeçildiğini belirtmesi son derece kıymetlidir. Bu bakımdan başbakana teşekkür ediyoruz. Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme hükümlerine göre Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alması gereken Munzur Vadisi Milli Parkı'nda yapımı planlanan HES ve barajları durduran, bizim hukuk mücadelemiz sonrası yargı olmuştur. Munzur Vadisi Milli Parkı 1. Derece Doğal Sit Alanı olarak tespit ve tescil edilmesi gereken bir alandır. Munzur Milli Parkı florasında hali hazırda 1.600 adet bitki türü saptanmış olup bunlardan %18'inin Munzur'a endemik türlerdendir. Munzur Milli Parkı faunasında Munzur Alası, Anadolu Parsı dahil saptanmış çeşitli endemik canlı türleri de bulunmaktadır" dedi.
Son Düzenlenme Tarihi: 18 Haziran 2018 18:01

17 Haziran 2018 Pazar

Ses (pazar yazısı)



17 Haziran 2018 04:12
    
İlk ne zaman duymuştum o sesi? Sekiz on yıl kadar önce Kaz Dağındaydı sanırım. Yaz mevsimiydi. Boğucu, nemli bir gün de, sık bir çam ormanın içindeki engebeli toprak yolda ilerliyorduk. Göğe yükselen tozun içeriye girmemesi için pencereleri sıkı sıkıya kapalı bir arazi aracında, hoplaya zıplaya Kaz Dağı’nın tepelerine doğru yol almıştık. Bayramiç Halilağa Köyünün üst taraflarıydı. Dağa tırmanmadan önce köyde bir düğüne denk gelmiş, kalabalık bir köylü grubuyla hem yemek yiyip, hem uzunca sohbet etme olanağı bulmuştuk.

Ormanın ortasındaki altın madeni sondajını çektik. Hemen yanı başında bulunan mavi akaryakıt tankerinin ne kadar tehlikeli olabileceğini söyledik kameraya. Biz etraflarında çekim yapmak için dönüp dururken, Kanadalı şirketin çalışanları orada yokmuşuz gibi hiç rahatsız olmadan işlerine devam ediyorlardı.

İşte o yolculuğun sonunda vardığımız kayalık bir tepeden aşağıda görünen çam ormanına bakarken duydum o sesi. Önce rüzgarın fısıltıları sandım. Gerçekten de batıdan, Bozcaada yönünden hafifçe bir rüzgar esiyordu. Meltem, deniz ve reçine kokusu taşıyordu.

Çamların bittiği bir yükseklikte, gökten zembille indirmişler gibi duran kocaman bir kayanın üstündeydim. Elimi siper edip aşağımda görünen çam ormanı denizine gözlerimi kısarak bakarken duydum sesi. Rüzgarınkinden farklı bir sesti bu. Ekip arkadaşlarım ileride koyu gölgeli bir ağacın altında oturmuş sohbet ediyorlardı.

Fısıltıları duyduğumda üzerinde bulunduğum kayalığın dibine baktım önce. Kimseler yoktu. Oysa ses çok yakınımdan geliyordu. Ormanın içinden gelemezdi, kayalıkla ormanın başladığı yer arasında nereyse bir kırk elli metre kadar vardı. Ekipten muzip bir arkadaşın olabileceği aklıma geldi. En az bir tanesinin bu türden şakalara bayıldığını iyi biliyordum. Ama onlardan birisi de değildi.  Biri kadın dört kişi hala ağacın gölgesinde hararetli bir konuşmaya dalmışlardı. Neydi o zaman fısıl fısıl bir konuşma gibi süren bu ses?

Bulunduğum yerden kayalığın her yanını tekrar gözden geçirdim. Etrafta başkaca bir kayalık, ağaç, çukur vs yoktu. En yakın ağaç ekip arkadaşlarımın altında oturduğu ağaçtı.

 

Sesin bir hayvandan gelebileceği düşüncesi içimi ürpertti ne yalan söyleyeyim. Bir yılan belki! Kıvrılıp kayanın kovuğunda tepesinde dikilen bana tıslayıp, fısıldayarak bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. “Çek git başımdan” diyordu. Eğer onu anlamazsam belki de, başka bir dille, acı bir ısırıkla anlatacaktı istenmediğimi.

Fısıltıların geldiği yeri kestirmeye çalışarak yavaşça indim kayanın üzerinden. Gözlerim kayanın dibinde, sağında solunda bir oyuk, kıvrılıp soğuk gözlerinden öfke saçan, çatal dili tehditkar bir şekilde uzayıp kısalan bir yılan aradı. Ne bir kovuk vardı, ne de bir yılan. Rahatladım biraz. Etrafını fır dolandım kayalığın. Yok, hiç bir şey yoktu. Ama sesi hâlâ çok hafif de olsa duyuyordum. Bin yedi yüz metreyi bulan yükseklikte, kulaklarda bu türden, aslında var olmayan sesler duyma gibi yanılsamalar olabileceğini düşünüp, arkadaşlarımın yanına doğru yürüdüm.
***
Ertesi gün, Havran tarafında, Tepeoba köyü yakınlarındaki Thebe antik kentinin üzerinde bulunan fıstık çamlarının altında dolanırken de aynı sesi duydum gibi geldi. Şaşırdım tabii. Hadi diyelim ki Kaz Dağı’nın zirvesinde, basınç farkından kaynaklanmıştı bir gün önce duyduğum ses. O zaman bu neydi şimdi? Fıstık çamının bir şemsiye gibi açılmış yapraklarından ve kozalaklarının olduğu yerlerden geliyordu sanki ses. Büyük kısmı toprak altında bulunan bir duvar kalıntısının yanı başındaki fıstık çamının altına oturdum. Tek tük beyaz bulutların oynaştığı masmavi göğün altında, yeşil iğne yaprakları ile gülümseyen çamın dalları arasında, kozalakların, budakların etrafında aradım sesin kaynağını. Yine fısıl fısıl, yine insan, hayvan, rüzgar sesine benzemeyen, ya da hepsinin karışımı gibi olan sesin ne olduğunu bulmaya çabaladım. Belki bir sincap, belki bir kuş, belki rüzgarın çamların arasından geçerken çıkardığı bir iniltiydi ama bir gün önce Kaz Dağı’nda duyduğumla aynıydı. Yine bulamadım sesin kaynağını. Yine kulaklarıma attım kabahati. Kimbilir, belki de bir doktora görünmenin zamanının geldiğinin işaretiydi bu ses...

***

Kente döndüm ve sesler kesildi bıçak gibi. Sonra yeniden, yeniden duymaya başladım ve bir süre sonra alıştım. Ne zaman program çekimleri ya da haber için madenler tarafından delik deşik edilen bir dağa, yamacındaki tüm ağaçların tıraşlanıp böğrüne taş ocağı kondurulan bir tepeye, tarlaların, zeytinliklerin ortasında kötü kokulu gazlar çıkaran ve zehirli akışkanlarını derelere boşaltan bir jeotermal kuyusunun yanı başına gitsem aynı sesleri duymaya başladım. Artık şaşırmıyordum. Sağlığımdan endişelenmeyi de bırakmıştım. Sadece bu sesin nedenini çözmeye çalışıyordum ki sanırım çözdüm de...

***

Sesi ilk duyduğum Kaz Dağındaki o çekimlerini yaptığımız orman bir iki sene sonra tamamen yandı. Hem de altın madeni sondajında kullanılan, bizim de kamera önünde tehlikesine işaret ettiğimiz mavi akaryakıt tankerinin olduğu yerde başladı yangın.

 

Benzer bir yangın, bir sene sonra bu sefer Thebe antik kenti yakınındaki Tepeoba molibden madeni civarında çıktı. Güzelim fıstık çamları kavrulup kül oldu. Kozalakları ateş topuna döndü. Yangınlar tam da madencilerin istedikleri yerleri yakmıştı...

Sonrasında, sesleri duyduğum yerlerin hepsinin doğanın alt üst edildiği, üzerindeki canlı, cansız tüm varlıkları ile yok edildiği yerler olduğunu anladım.

Belki de dedim tüm bunları bir araya getirdiğimde; doğa dağla, tepeyle, vadiyle konuşuyordu.  Onlara veda ediyordu. Doğanın vedasıydı belki de duyduğum sesler!...

https://www.evrensel.net/yazi/81688/ses

15 Haziran 2018 Cuma

Maden işletmeleri sudan daha 'Hayırlı' bulundu!



  Maden iÅŸletmeleri sudan daha 'Hayırlı' bulundu!
 15 Haziran 2018 15:42
     
Muğla Yatağan’da yapımı planlanan Hayırlı Barajı, kömür işletmeleri ve feldspat madenlerinin ruhsatlarıyla çakıştığı gerekçesiyle iptal edildi.
Özer AKDEMİR
İzmir
Termik santralleri ve kömür ocaklarının yarattığı doğa, kültür tahribatı ve çevre kirliliği ile sık sık gündeme gelen Muğla Yatağan’da şimdi de bir baraj projesi bu işletmelerin kurbanı oldu. Yaklaşık 1800 hektarlık araziyi sulamak üzere yapımı planlanan Hayırlı Barajı, kömür işletmeleri ve feldspat madenlerinin alanıyla çakıştığı için iptal edildi.

MADENLER BARAJDAN DAHA KÂRLI BULUNDU!
Yatağan’da brüt 1784 hektarlık bir alandaki arazinin sulanması için yapımı planlanan Hayırlı Barajı alanının, yörede faaliyet gösteren kömür ve kuvars-feldspat madenlerinin alanı ile çakıştığı ortaya çıktı. Delice Deresi üzerinde yapımı planlanan barajla ilgili Devlet Su İşleri (DSİ) yetkililerinin incelemeleri sonrası baraj alanının üç ayrı şirkete ait olan kömür ocakları ve kuvars-feldspat madenlerinin genişleme sahasında olduğu ortaya çıkınca bu durum DSİ Genel Müdürlüğü tarafından Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına bildirildi. Bu yazı üzerine Kalkınma Bakanı Lütfi Elvan başkanlığında Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’ın katılımıyla toplanan kurul, baraj ve diğer faaliyetlerin oluşturacağı geliri görüştüler. 3 Kasım 2017 tarihli kurul kararında Hayırlı Barajı alanının Elektrik Üretim AŞ ve Yatağan Elektrik Üretim AŞ’nin kömür işletmelerinin yanı sıra Ant Enerji Ltd. şirketinin kömür, kuvars, feldspat madenlerinin ruhsat sahalarında kaldığı dile getirildi. Hayırlı Barajı için başkaca bir yer alternatifin olmadığına dikkat çeker kurul, madenlerin ve barajın yaratacağı katma değer oranlarını masaya yatırdı. Kurul üyesi bakanlar üç maden işletmesinin yaratacağı katma değerin barajın yaratacağından daha çok olduğunu ileri sürdü. Kurul kararında Baraj projesi ile ilgili şöyle denildi; “İşletme ruhsat sahalarında yapılan/yapılacak kömür, feldspat, kuvars üretimine bağlı olarak oluşacak katma değerin, Muğla Yatağan II. Merhale Hayırlı Barajı projesinin sağlayacağı katma değere oranla daha fazla olacağı, yatarım ve istihdam büyüklükleri de dikkate alınarak...iptal edilmesine...”.

ŞİRKETLERİN ÖNÜNDEKİ BARAJ ENGELİ KALDIRILDI
 
Hayırlı Barajı proje sahasına ait harita

Bu Kurul kararı Gökgedik Köyü yakınlarında kuvars-feldspat madenciliği yapan Straton Madencilik şirketinin kapasite artışı için hazırladığı ÇED başvuru dosyasının eklerinde yer aldı. Fıstık çamları ile ünlü Gökgedik köyünün yaklaşık 1 kilometre uzağında bulunan maden işletmesi 7.71 hektarlık bir alanda faaliyet yürütüyor. 615 bin 800 ton/yıl kırma eleme kapasitesi bulunan maden işletmesi 100 bin ton/yıl zenginleştirme tesisi yapmak için Muğla Valiliğine başvurmuştu. Valiliğin verdiği ÇED gerekli değildir kararı Yatağan Belediyesinin açtığı dava sonrası iptal edilince şirket ÇED başvuru dosyası hazırlamak durumunda kalmıştı. Şirketin ÇED izin alanında orman alanı, içme ve kullanma suyu mutlak koruma alanı sınırı, önemli doğa alanı ve Hayırlı Barajı Göleti üzerinde bulunmakta. Hayırlı Barajının üç bakanın oluşturduğu kurul tarafından iptal edilmesi ile şirketin önündeki bu engel ortadan kalkmış oldu.
MADEN İŞLETMESİ GEN KORUMA ALANINDA
 Hayırlı Barajı proje sahasına ait uydu görüntüsü
Gökgedik köyüne 1 kilometre, Kırıkköy’e 1200 m ve Turgut Köyüne 2 bin 400 m uzaklıkta yer alan işletme sahasının en yakın konuta uzaklığı ise 500 m. kadar. Şirketin ÇED dosyasında arazinin VII. sınıf toprak olduğu ileri sürülürken, proje sahası ise “Açıklık alan, bozuk ormanlar ve verimli ormanlar üzerinde kalmaktadır” deniliyor. Proje alanına en yakın gen koruma alanı ise kuş uçuşu 3 kilometre güneybatısında bulunan fıstıkçamı gen koruma alanı.
KÖYLÜLER FISTIK ÇAMLARININ KESİLMESİNE İZİN VERMEMİŞTİ

Gökgedik köylüleri cam ve seramik sanayisinde ham madde olarak kullanılan ‘feldspat madeni’ çıkarmak için fıstık çamlarının kesilmek istenmesine karşı geçtiğimiz yıl eylem yapmıştı. Orman Müdürlüğü tarafından kesilmek üzere işaretlenen 300-400 yıllık fıstık çamı ağaçlarına iş makinelerini yaklaştırmayan köylüler, yaklaşık 4 yıldır faaliyet gösteren maden yüzünden zeytinlerinin kuruduğunu, patlatılan dinamitlerden evlerinin taş ve tozla dolduğunu belirterek, atık sularını derelere bırakan maden işletmesi yüzünden hayvanlarının öldüğünü dile getirmişlerdi. Köylüler, “zeytinciliği bitirdiler şimdi sıra tek geçim kaynağımız olan fıstık çamlarına geldi” diyerek yaklaşık 400 fıstık çamı ağacının kesilmesine izin vermemişlerdi.
'DANIŞTAY, ZEYTİNLİKLERİMİZİ TALAN ETMEYE ÇALIŞIYOR'
Turgut Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Kazım Erol, Hayırlı Barajı'nın Kırıkköy Mahallesi sınırları içinde planlandığını fakat Yatağan Enerji Üretim AŞ tarafından projenin iptal ettirildiğini belirtti. Erol, bölgedeki zeytinliklerin tehlike altında olduğunu belirterek "Gökgedik Mahallesi’nde faaliyet gösteren Stratoon Feldispad maden şirketi, maden ruhsat sahasını üç kat artırmak için Temmuz ayında ÇED toplantısı düzenleyecek. Danıştay kararları, zeytincilik kanununa rağmen YEUAS zeytinliklerimizi talan etmeye, zeytincilik kanunu delmeye çalışmaktadır" dedi.

Son Düzenlenme Tarihi: 15 Haziran 2018 16:35
     

14 Haziran 2018 Perşembe

ÇEPEÇEVRE YAŞAM – Menderes ölüm nehri gibi


Büyük Menderes ölüm nehri haline geliyor
Çepeçevre Yaşam’da bu hafta Büyük Menderes Nehri’ndeki kirliliği, balık ölümlerini ve sebeplerini konuşuyoruz.

 14 Haziran 2018 12:21
  
Türkiye’nin en önemli sulak alanlarından birisi olan Büyük Menderes Deltası yine toplu balık ölümleri ile gündemde. Deltanın Milli Park koruması altındaki sınırları içerisinden geçen tahliye kanalında, yüz binlerce balık ve su canlısı yaşamını yitirdi. Tahliye kanalının Büyük Menderes Nehri ile birleşerek denize aktığı alan boyunca ölü balıklar suyun yüzeyini kapladı.
Çepeçevre Yaşam, binlerce yıldır geçtiği topraklara yaşam taşıyan Menderes nehrinin kıyısında yaşayan balıkçıları ve yöre insanının nehrin göz göre göre öldürülmesine gösterdiği tepkiyi ekranlarınıza taşıyor.
TÜRKİYE'NİN EN KİRLİ ÜÇÜNCÜ NEHRİ
Büyük Menderes 548 km uzunluğu ile Türkiye'nin en uzun sekizinci nehri. Afyon Suçıkan mevkiinden doğan nehir, Uşak ve Denizli’den geçerek Aydın Söke'den Ege Denizine dökülüyor. Bin yıllardır geçtiği yerleşim yerlerine yaşam taşıyan nehre, Denizli ve Uşak illerinde deri, tekstil ve kentsel atıklar bırakılırken, Aydın'da ise jeotermal akışkanları, sanayi kuruluşlarının atıkları, maden tozları, zeytin karasuları, kentsel atıklar ve tarım ilaçları gelişigüzel boşaltılıyor. Nehrin suyu yıllardır dökülen bu kirleticiler nedeniyle dördüncü sınıf su kirlilik seviyesine ulaşmış durumda. Öyle ki kirlilik ölçümlerinde Büyük Menderes nehri Türkiye'nin en kirli üçüncü nehri haline geldi. (Evrensel Web TV)
      
https://www.youtube.com/watch?v=FrBBIRQmLaQ&feature=youtu.be

12 Haziran 2018 Salı

Yalnız Efe kazandı ama İzmir hala kaybediyor!


 12 Haziran 2018 13:16

Danıştay Efemçukuru altın madeni kamulaştırma kararının iptalini kesinleştirdi ama bu kararın İzmir'in içme suyunu kirleten madene bir etkisi yok.
 Yalnız Efe kazandı ama Ä°zmir hala kaybediyor!
Özer AKDEMİR
İzmir'in su havzasındaki Efemçukuru köyünde altın madeni için yapılan acele kamulaştırma davasında yargı son kararını verdi. Köyde arazilerini madene satmayan tek köylü olan "Yalnız Efe" lakaplı Ahmet Karaçam'ın açtığı davada Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu (DİDDK) acele kamulaştırmayı iptal eden Danıştay 6. Dairesi'nin kararının düzeltilmesi talebini reddetti. Karar, bu tür çevre davalarında verilen acele kamulaştırma kararları için önemli bir hukuki metin olmakla birlikte yaklaşık 7 yıldır faaliyetini sürdüren altın madeninin üretimine yönelik herhangi bir etkisi bulunmuyor.
VATAN KURTARAN 35 PARSEL!
Efemçukuru köyü, İzmir'in damı olarak biliniyor. Kente 20 kilometre uzaklıkta ve 700 metre yükseklikteki köy aynı zamanda İzmir'e içme suyu sağlayan barajlar havzasında yer almakta. Köyün yakınlarında yapımı planlanan Çamlı Barajına, sırf altın madeninin işletilebilmesi için AKP Hükümeti tarafından izin verilmedi. Bütün yapım masrafları İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından karşılanacak olan baraja yıllardır izin çıkmazken, AKP madene karşı çıkan köylülerin direncini kırmak için bütün idari yetkilerini şirket lehine kullandı. Arazilerini satmayan köylülerin madenin sağlık koruma bandı içerisinde kalan 35 parsel taşınmazı hakkında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın talebi ile 2008 yılında "acele kamulaştırma" kararı alındı. Sadece "Yurt savunması, doğal afet, seferberlik" gibi durumlar için çıkarılan acele kamulaştırma yasasının altın madeni şirketinin yararına kullanmasına karşı Efemçukuru Köylüleri dava açarken, yasanın bu şekilde kullanılması basın tarafından "vatan kurtaran parseller" diye kamuoyunun gündemine getirilmişti.

YALNIZ EFE'NİN DİRENİŞİ
Zaman içerisinde TÜPRAG Altın Şirketi köylüleri bu acele kamulaştırma kararının da baskısı ile "ikna" ederek kamulaştırılan arazileri birer birer satın alırken, madene arazilerini satmayan sadece keçi çobanlığı yapan Ahmet Karaçam kalmıştı. Madenin sağlık koruma bandı içerisinde kalan bağını şirkete tüm tekliflere rağmen satmayan, "Ben ölmeden bağımı elimden alamazlar" diye direnen Ahmet Karaçam zamanla bu direnişi nedeniyle "Yalnız Efe" diye anılmaya başlandı. Ahmet Karaçam'ın direnişini kıramayan altın madeni çözümü madenin sağlık koruma bandını daraltıp, Karaçam'ın bağını bu bandın dışında tutmakla bulmuştu. Şirket, sağlık koruma bandını daraltarak Haziran 2011 yılında üretimine başlarken, Ahmet Karaçam'ın acele kamulaştırma davası ise yıllarca devam etti. Danıştay 6. Dairesi acele kamulaştırma kararını 2016 yılında iptal ederken, geçtiğimiz yıl DİDDK'da bu kararı onaylamıştı. Şirket ve Bakanlık son bir hamle ile "karar düzeltme talebinde" bulunmuştu. Geçtiğimiz günlerde (DİDDK)'nın bu talebi de reddetmesi ile Efemçukuru köylüsü Ahmet Karaçam'ın bağının acele kamulaştırma yoluyla elinden alınması kararı tamamen iptal edilmiş oldu.
 
Fotoğraf: Evrensel
YALNIZ EFE KAZANDI AMA
Bu mahkeme kararını değerlendiren EGEÇEP Hukuk Komisyonu üyesi ve Ahmet Karaçam'ın avukatı Arif Ali Cangı, dava sonucunda acele kamulaştırma kararına karşı önemli bir içtihat oluştuğunu belirterek, "Ahmet Karaçam; bize örnek olması gereken bir doğa ve yaşam hakkı direnişçisi, gelecek kuşaklara karşı sorumluluğunu yerine getiren örnek bir insan" dedi. Mahkeme kararının tek başına bile kalınsa direnmenin nasıl olumlu bir sonuç doğuracağının kanıtı olduğunu söyleyen EGEÇEP Eş Dönem Sözcüsü Av. Berrin Esin Kaya, kararın pratik olarak madenin faaliyeti üzerinde herhangi bir etkisinin olmayacağını söyledi. Elele Hareketi eski Dönem Sözcülerinden Dr. Oya Otyıldız da "Ahmet Karaçam'ın direnişi sonrası maden sağlık koruma bandını daraltıp çalışmaya başlamıştı. Karaçam bağını kurtardı ama altın madeni ne yazık ki çalışmasına devam ediyor. İzmir'in içme suyunun kirleten maden halen faaliyetini sürdürüyor" diye konuştu.

Son Düzenlenme Tarihi: 12 Haziran 2018 13:21

10 Haziran 2018 Pazar

Karga ve koku (Pazar Yazısı)


10 Haziran 2018 04:06

 Ã–zer AKDEMÄ°R

Karga, geniş yaprakları sararmaya başlayan çınarın en uç dalından kalkıp karabiber ağacının ince yeşil yaprakları arasına konduğunda yağmur yeniden başladı. Sabah olmak üzereydi ve etrafı kaplayan kötü kokudan epey rahatsız olmuştu.
Dün gece yarısı tünedikleri apartman çatısında birdenbire kargalar arasında huzursuz kıpırdanmalar başlamıştı önce. Sonrasında adeta kokuyu duymamak için kafalarını birbirlerinin kanat aralarına uzatmışlardı. Oysa son derece zayıftı koku alma duyuları. Buna rağmen, o yanmış plastik, kimyasal madde ve is karışımı koku onları bile rahatsız etmişti. Sabaha kadar sürdü koku.
On yıldır yaşadığı bu mahallede bazen aynı kokuyu hissetseler de bu sefer ki çok daha yoğundu. Akşam üzeri başlayıp yaz sonu sıcaklarını birazcık da olsa serinleterek hafif hafif yağan yağmur da kokunun etkisini arttırıyordu. Yağmur ve durgun rüzgarsız hava, yaşadıkları mahallenin üzerine yapışmış, koku kabus gibi çökmüştü.
Gece yarısından sonra karşı apartmandan bazı ışıkların yanıp, pencerelerin kapatıldığını gördü karga. Bulunduğu apartmanda da hareketlenmeler olmuş, hemen altlarındaki son kat dairede yaşayan yaşlı çiftin balkon kapısını kapatırken söylendiğini duymuştu.
Sabahleyin konduğu karabiber ağacında yağmurun ıslattığı yaprakların ıtırlı kokusu rahatlattı kargayı. Damlaların başından, göz kenarlarından, siyah kuyruğunu yıkayıp kaymasından keyif alarak, arada kanatlarını gerip yağmurun ince tüyleri arasına sızmasını sağlayarak uzun süre yıkandı.
Gün iyice ağardığında yağmur hafifledi. Koku yok denecek kadar azalmış, mahallenin içindeki hareket de artmıştı. Parkta uyuyan sokak köpekleri alanlarına yaklaşan yabancı bir köpeğe tehditkarca havladılar. Köpeklerin havlamalarından korkan birkaç kedi yakınlarındaki çınarların dallarına tırmandılar. Karga, tüm bu keşmekeşi de keyifle izledi bulunduğu daldan.
Yağmur tamamen durduğunda yiyecek bulmak için havalandı. Bir süre, geniş sokakları çınarlarla, karabiber ve palmiye ağaçlarıyla süslenmiş, her birinin önünde yeşil bahçeleri olan binaların üzerinde döndü. Binaların yanı başındaki parkın yürüyüş parkuru insanlarla doluydu. Bir süre sonra, iç içe geçmiş, labirent gibi dar sokakları olan evlerin üzerinden doğuya yöneldi. Kentin otogarının yanında yeni yapılmış AVM’lerin çöplerini boşalttığı yere doğru uçtu.
Otogarın hemen karşısına upuzun bir bina kondurulmuştu bir sene içerisinde. Karga, binanın her gün biraz daha yükselişini, çevresinde yeni yeni inşaatların temellerinin atılışını şaşkınlıkla izledi. Tanıdığı, bildiği mahalle, bir kaç yıl içerisinde değişmişti.
 
Giysileri ve elleri her zaman araba yağı siyahında olan işçilerin çalıştığı oto sanayi sitesi yoktu artık. Arabaların altına yatıp orada bir şeyler yapan küçücük çırakları, kalfaları bir elektrik telinin üzerine tüneyip seyretmeyeli çok olmuştu. Şimdi onların yerini başlarına sarı baretler takan, bellerinde emniyet kemerleri ile upuzun binaların kenarlarında dolaşan fosfor yeşili yelekler giymiş işçiler almıştı. Bir zamanlar otobüslerin arı kovanı gibi girip çıktığı otogarın çevresi şimdi iş makinelerinin, hafriyat kamyonlarının gürültüleri ile dolmuştu.
Mahallede tek değişmeyen şey, hemen otogarın karşısındaki fabrikaydı. Otogarla fabrika arasında şehirlerarası çift şeritli bir yol geçiyordu. Fabrikanın önüne upuzun söğüt ve kavak ağaçları dikiliydi. Her daim tozlu, hastalıklı, hüzünlü olan bu ağaçlara hiç konmazdı karga. Bir keresinde fabrikayı daha yakından görmek için konmuş, yaprakların, dalların üzerindeki tozların ayaklarına bulaşmasına, her konduğu ağaçtan ardı sıra tozların kalkmasına çok fazla dayanamamıştı. Fabrikanın kocaman bacasından ince bir duman tütüyordu. Gürültülü makineler hiç durmaya çalışıyorlar, dev gibi bir tambur içine dökülen taşları, kayaları ezip un ufak ediyor, haliyle de toz duman göğe yükseliyordu.
Dün geceki kötü kokunun bu fabrikadan geldiğini çoktan biliyordu karga. Fabrikanın yanı başına yaklaştığında geceleri civardaki mahalleleri kaplayan kokunun aynısını duyabiliyordu.
Karga, otogarın karşısındaki uzun binanın altına sıralanmış çöp varillerine yöneldi. Her gün, çeşit çeşit bir dünya yiyecek olurdu bu varillerde. Akşamın geç saatlerine kadar yüzlerce insanın girip çıktığı parlak ışıklı binanın kapanışına yakın lokantalardan getirilen artıklar bu varillere boşaltılır, sabah erken bir saatte, binadaki dükkanlar açılmadan, çöp kamyonları çöpleri almaya gelirlerdi. İşte karga, bu çöp kamyonları gelmeden gider, karnını doyururdu iyice.
 
Çoğu zaman kendisi gibi yiyecek aramaya gelen insanları da görürdü bu çöp varillerinin etrafında. Üstleri başları dökülen, saçı sakalı birbirine karışmış insanlar, yiyecek artıklarını toplarlar, yanlarında getirdikleri poşete koyarak, bir suçlu gibi utangaç, gizlenerek yakındaki mahallenin sokakları arasında kaybolurlardı. Küçük çocukları ile bir anne ya da zar zor yürüyen yaşlı bir adam, beli kamburlaşmış ihtiyar bir kadın, topal bir köpek, illa da kediler ve kendi gibi burayı çoktan keşfetmiş kargalar sabah yiyeceklerini bu çöplerden çıkarırlardı.
Kentin kalabalığı, ne kargaların, ne açlıklarını çöplerle gideren insanların farkındaydı oysa. Çoğu, gece sokakları dolaşılamaz hale getiren, pencere kapattıran kokuyu bile duymazdı. Kapılarını, yüreklerini, gözlerini dışarıya kapatmışlar, kendi içlerine gömülmüş, dünyaya kendi pencereleri dışında bakmayan bir hale gelmiş bu insanlar, hep aynı saatte kalkıp, aynı şeyleri yiyip, aynı araçlarla işe gidip, aynı yorgun yolları aşarak evlerine dönüyorlardı. Hafta sonları mahallenin yakınındaki bu ışıltılı binaları doldururlar, bütün bir hafta kazandıkları paraları burada bir günde savurur, yer, içer, çıkarlardı.
Karnını doyurdu karga. Havalandı. Beyaz dumanlar savuran fabrikanın yanına yaklaşmamaya özen göstererek otogarın üzerini turladı. Yağmurun yıkadığı sokakların arasından mahallesine doğru uçtu gitti.
***
İzmir’in içinde iki tane çimento fabrikası var. Her gün binlerce insanın gelip gittiği şehirlerarası otogarın tam karşısında bunlardan birisi. Öbürü de ondan birkaç kilometre ötede. Çimento fabrikalarına tehlikeli atık yakma izni verildi uzun zaman önce. Bu tehlikeli atıkların yakılması sonucu çıkan gazların içinde kalıcı organik kirleticiler bulunmakta. İzmirliler, başta kanser olmak üzere, birçok hastalığa neden olduğu bilimsel olarak kanıtlanan bu gazları her gün soluyorlar.
https://www.evrensel.net/yazi/81642/karga-ve-koku

6 Haziran 2018 Çarşamba

Altınoluk'da Çevre ve Demokrasi paneli



 06 Haziran 2018 21:10
   
Altınoluk Çevre ve Doğa Gönüllüleri tarafından Dünya Çevre Günü etkinlikleri kapsamında panel gerçekleştirildi.
 Altınoluk'da Çevre ve Demokrasi paneli
Altınoluk'ta Dünya Çevre Günü etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen panelde ekoloji sorunu, yerel mücadeleler, ülkedeki demokrasinin durumu ve seçimler konuşuldu. Çınaraltı çay bahçesinde yapılan panel Altınoluk Çevre ve Doğa Gönüllüleri tarafından gerçekleştirildi.
DOĞA TALANINA KARŞI ORTAK DİRENİŞ
Panelde ilk olarak konuşan Evrensel İzmir Temsilcisi ve Ekoloji Birliği Eş Dönem Sözcüsü Özer Akdemir, iki yıla yakındır OHAL'le yönetilen ülkede ekolojinin de bu baskıdan nasibini fazlasıyla aldığını belirtti. Ülkenin dört bir yanındaki yaşam alanlarına yönelik sermaye talanını anlatan Akdemir, bu talana karşı yerellerde gelişen mücadelelerle ilgili bilgiler de verdi. Altınoluk ve Kazdağı yöresindeki en önemli çevre sorunları arasında gelen altın işletmeciliği, termik santraller ve İstanbul'dan Çanakkale Bölgesine yöneltilen sanayi kuruluşlarının yaratacağı çevresel ve sağlık sorunlarına değinen Akdemir, "Tüm bu olumsuzluklara rağmen yaşam alanlarımızı koruma mücadelesinde asla umutsuz değiliz. Bugün burada ve ülkenin dört bir yanında çevre gününe dair onlarca eylem ve etkinlik yapılıyorsa bu umudun hep var olduğunu gösteriyor demektir. Şimdi bizlere düşen yerellerdeki bu tek tek yanan ateşleri birleştirip büyük bir yangın haline getirmek ve saldırılara karşı ortak cepheyi örmek. Mart ayında Eskişehir'de kuruluşu ilan edilen Ekoloji Birliği işte bu ortak mücadele zemini ve dayanışmanın oluşturulması için çok önemli bir olanak veriyor bizlere" dedi. Akdemir, ülkedeki demokrasi, özgürlükler ve ekolojik sorunların kaynağı olan AKP iktidarına karşı en acil görevin 24 Haziran'daki seçimlerde bir araya gelmek ve tek adam tek parti rejimine karşı ortak mücadele etmek olduğunu söyledi.
 
Fotoğraf: Muzaffer Kırca
DEMOKRASİ VE KALKINMA MASALI
Panelin ikinci konuşmacısı olan ekoloji aktivisti Halin İbrahim Özkurt, dünyadaki kapitalist sistem ve bunun doğaya yansıması ile ilgili bilgiler verdi. Dünya genelindeki servet dağılımında yaşanan çarpıklığın altını çizen Özkurt, "Böyle bir dünyada demokrasiden bahsedilemez. Ülkemizde de bir kalkınma masalı ile bizi uyutmaya çalışıyorlar yıllardır. Emeğin ve ekolojik sorunların çözümü için ortak mücadele edilmesi gerekli dedi.
Soru yanıt şeklinde devam eden söyleşide Altınoluk'lular özellikle atıkların denize deşarj edilmesi, içme suyunun kirliliği ve Kaz Dağındaki maden aramaları ile ilgili endişelerini ve sorularını dile getirdiler. (Altınoluk/EVRENSEL)
https://www.evrensel.net/haber/354313/altinolukda-cevre-ve-demokrasi-paneli

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...