30 Ocak 2020 Perşembe

Acele kamulaştırmaların altından Çeşme'nin yağması projesi çıktı


 30 Ocak 2020 14:53
Acele kamulaştırmaların altından Çeşme'nin yağması projesi çıktı
İzmir Çeşme ve Urla’da alınan acele kamulaştırma kararlarının ardından “mega rant” projesi çıktı. Bölge için Suudi bir şirketin adı geçiyor. Bölge halkı ise karşı davaya hazırlanıyor.
Yeni Çeşme projesi kapsamında yapılacak çalışmaları gösteren harita
Harita “Yeni Çeşme” proje tanıtım lansman broşüründen alınmıştır.

Özer AKDEMİR
İzmir
Bir süredir acela kamulaştırma kararları ve Turizm ve Koruma Kapsamı Turizm gelişme Bölgesi ilan edilmesi ile gündeme gelen Çeşme'de AKP'nin ne yapmak istediği belli olmaya başladı. Türkiye'nin en önemli turizm bölgelerinden olan Çeşme, Arap sermayeli bir şirket tarafından yapılan “Yeni Çeşme” adlı tanıtım kataloğunda tüm bu kamulaştırma ve turizm bölgesi ilan edilmesinin ardında büyük bir rant projesinin olduğu ortaya çıktı.
ACELE KAMULAŞTIRMALARIN ALTINDA BU PROJE Mİ VAR?
25 Ocak 2020 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı'nın 2054 nolu kararında Urla Zeytineli Mahallesi'nde toplam 333 adet parsel, Çeşme Alaçatı bölgesinde ise toplam 178 adet parsel arazi ve taşınmaz için “Acele kamulaştırma kararı” alındığı belirtildi. Acele kamulaştırma kararı verilen bölge 13 Eylül 2019 tarihinde 1532 nolu bir Cumhurbaşkanlığı resmi kararnamesi ile “Çeşme Turizm ve Koruma Kapsamı Turizm Gelişme Bölgesi” olarak ilan edilmişti. Ortaya çıkan bir proje tüm bu gelişmelerin ne amaçla yapıldığına dair ışık tutar nitelikte. Suudi Arabistan merkezli Albassam Envestment Group adlı bir şirket tarafından açıklanan tanıtım lansmanı broşürü Urla ve Çeşme’deki 'acele kamulaştırma' kararı alınan arazilerin de yer aldığı bölgede 'Yeni Çeşme' adıyla projeyi ortaya çıkardı. Lüks villalar, AVM'Ler, yat limanları, rezidanslar, oteller ve çok sayıda lüks konutu içeren projede havalimanı ve Alaçatı Koyu ile Mersin körfezi arasında bir deniz kanalı bile planlanmış.
LÜKS VİLLALAR, AVM, MARİNALAR...
Proje tanıtım broşüründe Çesme'yi turizmde bir dünya markası ve “Türkiye’nin Mikonos’u, Ibiza’sı veya Miami’si yapmanın hedeflendiği belirtiliyor. Toplam 4 milyon metrekarelik bir alanda oluşturulması planlanan 9100 yatak kapasitesi ile yılda 1 milyon yeni turistin geleceğinin ileri sürüldüğü projenin Türkiye’nin toplam istihdamını yüzde 1 ve turizm gelirini ise yüzde 2.4 oranında artıracağı iddia ediliyor. Çeşme Yeni Turizm Alanı Yatırım Projesinin uygun görülecek bir kamu kurumu (Kültür ve Turizm Bakanlıgı ve/veya İzmir Valiliği vb.) ile “Kamu-Özel Ortaklığı” modelinde ve tamamı yabancı sermaye ile gerçeklestirilebileceği iddia edilirken ülke ekonomisine yaklaşık 2 milyar dolar katma değer sağlayacağı ileri sürülmekte. “Prestij projesi” olarak nitelenen Çeşme Yeni Turizm Alanında marinalar, golf sahaları ve otellerle bölge turizminin 12 ay boyunca canlı tutulacağı iddia ediliyor. Çok önceden hazırlandığı anlaşılan lansman satış katoloğunda yüzde 90 lüks konutlar, oteller, havalimanı, marinalar ve AVM’ler yapılacağı dikkat çekiyor.
DENİZ KANALI İLE BÖLGE ADA HALİNE GELECEK
Projenin en dikkat çekici ve bölge açısından “vahim” olarak değerlendirilen bölümü ise dünyada en ender sörf merkezlerinden birisi olan Alaçatı Koyu ile Mersin Körfezi arasında açılacacağı belirtilen deniz kanalı. Gemilerin bile geçeceği genişlikte olan bu deniz kanalı bölgeyi aynı zamanda ana karadan koparıp bir ada haline getiriyor.
SÖRF TURİZMİNİ VE PELİKANLARI UNUTUN!
Çeşme'de yaşayan İzmir Düşünce Topluluğu üyesi Dr. Ahmet Güler, projenin çok önceden planlandığı yasal düzenlemelerin ona göre yapıldığının anlaşıldığını belirterek, “Dünyaca ünlü sörfçü Çağla Kubat'la görüştük geçenlerde. Kendisinin bölgede sörf okulu var. Diyor ki, 'burası gerek akıntı, gerek rüzgar özellikleri vs bakımından dünyanın birkaç sörf cennetinden birisi. Bu projeler ve özellikle de kanal açılırsa çok büyük bir zararı olur sörf turizmine. Ayrıca bölgede bulunan pelikanlar için de bu durum bir felaket olacaktır” dedi.
URLA'NIN PROJESİ HENÜZ ORTAYA ÇIKMADI
Çeşme'de planlanan proje ortaya çıkmış olmasına rağmen içerisinde geçmiş dönemde Cumhurbaşkanı'nın villaları olduğu iddia edilen Zeytineli bölgesindeki kamulaştırmalarla ilgili nasıl bir proje olduğununun henüz bilinmediğini aktaran Güler, “Urla'da da 333 parsel arazi acele olarak kamulaştırıldı. Bu bölgeye yol yapılırken Zeytineli'ye doğru büyük bir üst geçit de yapımıştı. O zaman biz itiraz etmiştik bu üst geçit de neyin nesi diye. Karayolları bize 'oradan hayvanlar geçecek. Türkiyenin ilk hayvan geçişi köprüsü' diye yanıt vermişlerdi. Biz de sormuştuk 'hangi hayvanlar geçecek?' diye. Yıllardır kullanırım o köprüden bir tane bile hayvanın geçtiğini görmedim. Şimdi anlaşılıyor ki o köprü de bu proje ile ilgili bir şey” dedi.
Projede açılması planlanan kanal ile bölgenin ada haline geleceğine dikkat çeken Güler, “Benzer projeleri olan Palmiye Adaları vs. gibi yerlere zenginler dışında kimse buralara yaklaştırılmıyor. Burada da aynısını yapmayı planlıyorlar” dedi.
HAYALLERİ SATIYORLAR!
Albassam Group’un taslağının bir piyasaya sürme-satış projesi olduğunu ve proje ile hayallerin satıldığını belirten Güler, “Bölgenin esas sorunu su. Çeşme’deki su Çeşme nüfusuna bile yetmiyor. Yazın su kıtlığı oluyor. Golf veya bu tür projeler için su nereden gelecek belli değil” dedi. Golf sahalarının çok su tükettiği bilinen bir olgu ve Selçuk'ta yapılması planlanan golf sahalarına karşı açılan davada da buraların su tüketimide gündeme getirilmiş ve mahkeme projeyi iptal etmişti. 2,5 milyar dolara 5 yılda tamamlanması öngörülen projede, 2 lüks otel, 50 butik otel, 2 marina, 4 konser yeri, 700 yat kapasiteli marina da öngörülüyor. Proje ile bölgeye 20 bin ek nüfus gelmesi tasarlanıyor.

YURTTAŞLAR HUKUKİ VE FİİLİ MÜCADELEYE HAZIRLANIYOR
Çeşme ve Urlalılar kadar İzmir’deki ekoloji ve meslek örgütleri tarafından da tepki ile karşılanan 511 farklı büyüklükteki acele kamulaştırma kararları ile ilgili başta tarlaları giden çiftçiler olmak üzere bölgede mülkleri bulunanlar dava açmaya hazırlanıyorlar. Ayrıca projeye ve acele kamulaştırma kararlarına karşı hukuki ve fiili mücadele boyutunda neyler yapılabileceği ile ilgili 22 Şubat tarihinde Çeşme'de ekoloji örgütleri, meslek odaları, yerel yönetimler ve çeşitli kurumların katılacağı bir toplantı da gerçekleştirilecek.

Çeşme ve Urla'da 511 adet parsel için acele kamulaştırma kararı verildi



28 Ocak 2020 Salı

Dortmund DİDF'te ekoloji mücadeleleri ve direnişler konuşuldu


28 Ocak 2020 21:04

Resim
Dortmund Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonunda "Türkiye'de ekoloji mücadelesi ve direniş örnekleri" söyleşisi düzenlendi.
Fotoğraf: Evrensel
Dortmund Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonunda (DİDF) 26 Ocak Pazar günü gerçekleştirilen "Türkiye'de ekoloji mücadelesi ve direniş örnekleri" söyleşisinde kapitalist sistemin dünyayı götürdüğü ekolojik felakete karşı tüm dünya halklarının ortak mücadelesinin önemine vurgu yapıldı.
TÜM DÜNYADA GELİŞEN BİR MÜCADELE
Evrensel İzmir temsilcisi ve Ekoloji Birliği Yürütme Kurulu üyesi Özer Akdemir'in katıldığı söyleşinin açılışında konuşan DİDF üyesi D. Küçük, ekoloji mücadelesinin son yıllarda tüm dünyada önemli bir gelişim seyri içinde olduğunu belirterek, dünyaya egemen olan kapitalist sistemin ortaya çıkardığı bu olguya karşı dünyanın birçok ülkesinde önemli direnişler olduğunu söyledi.
Resim 
Fotoğraf: Evrensel
"ÇOCUKLARIMIZIN GELECEĞİNİ KORUMAYA ÇALIŞIYORUZ"
Fotoğraflarla sunum yapan Özer Akdemir ise kapitalizmin tetiklediği iklim krizinin bilimsel bir olgu olmasına karşın emperyalist ülkelerin bu durumu yok saymaya devam ettiğini belirterek, "Bu sistemin doğasından kaynaklı birşey. Büyümeye ve tüketime endeksli kapitalist sistemde doğanın metalaştırılması süreci uzun zamandır gündemde zaten. Bizler aslında çocuklarımızın emaneti olan doğayı koruma mücadelesi verirken Greta Thunberg'in başlattığı iklim grevi ile çocuklarımız da mücadelenin içerisine katıldılar. Dünyanın bütün halkları dünya üzerindeki yaşamı korumak için mücadele ediyor ve bunun tek yolu bu duruma yol açan kapitalist sistemden kurtulmak, emeğin ve doğanın sömürüsünün olmadığı bir sistem kurmaktır" dedi.
"EKOLOJİK MÜCADELEDE DE ULUSLARARASI BİR DAYANIŞMA AĞI KURULMALI"
Resim
Türkiye'de son yıllarda gelişen ekoloji mücadelelerinin dünyadaki ekonomik-sosyal gelişmelerden bağımsız olmadığını belirten Akdemir, dünyanın birçok madencilik ve enerji tekellerinin AKP hükümetlerinin yol açıcılığı ile yerli işbirlikçiler de bularak Türkiye'nin doğasını azgınca sömürdüğünü dile getirdi. Bergama köylülerinin altın madeni karşıtı hareketi ve sonrasında gelişen mücadaleleri anlatan Akdemir, "Bugün Türkiye'nin dört bir yanında madencilik, enerji, suların, ormanların, kıyıların talanına dönük sermaye saldırılarına karşı yerel ekolojik mücadeleler var. Türkiye'de, Yunanistan'da, Almanya'da ya da herhangi bir Latin Amerika ülkesindeki bu ekolojik mücadeleler özü itibari ile aynı. Dünyanın bütün halkları yaşam alanlarını, doğayı koruyabilmek için bugün irili ufaklı ekolojik direnişler geliştiriyor. Anti kapitalist bir tarzda gelişen bu direnişler bir yanı ile emek, demokrasi, barış gibi diğer toplumsal mücadelelerle doğrudan ilişki içerisinde. Aslında bu mücadelelerin hepsi ve tüm dünyada verilen ekoloji mücadeleleri kapitalist sömürü ve talana karşı verilen sınıf mücadelesinin birer parçası. O nedenle gerek teker teker ülkelerde yerel mücadelelerin birleşerek daha büyük bir direniş ve dayanışma ağının kurulması gerekse bunun uluslararası bir ağ ve örgütlenme ile tüm dünyada enternasyonalist bir dayanışma ve mücadele birliği haline getirilmesi çok çok önemli. Türkiye'de 2017 yılında kurulan Ekoloji Birliği gibi örgütlenmeler bu amaca ulaşabilmek için çaba gösteriyor" dedi. Akdemir sunumunda ülkenin farklı yerlerinde hali hazırda süren ekoloji mücadelelerinin güncel durumlarının yanı sıra başarılı direniş örneklerini de aktardı.
Resim
"DOĞANIN VE EMEK SÖMÜRÜSÜNÜN BİR SONUCU"
Söyleşinin soru yanıt kısmında ise Almanya'nın da başını ağrıtan kömür işletmeciliği, nükleer santraller ve yenilenebilir enerji konularına dair tartışmalar yapıldı. Sanatçı Suavi'nin de katıldığı söyleşide söz alan Kassel Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Gaye Yılmaz, "Doğanın katledilmesi kapitalizm tarafından artı değere el koyma, emek sömürüsü sürecinin bir sonucudur. Ortadoğu'da ve başkaca yerlerdeki savaşlarda doğanın nasıl tahrip edilidğini gördük, görüyoruz. Söyleşide verilen örneklerde görüldüğü gibi ortada sıcak savaş olmasa da doğayı ve yaşamı yok eden bir savaş hali hazırda sürüyor. Doğanın yok edildiği her bölgede lokal direnişler var ve bu direnişlerin birleştirilmesi çok önemli" dedi.


26 Ocak 2020 Pazar

Öksürüklü söyleşi!.. (Pazar yazısı)


26 Ocak 2020 04:13
Öksürüklü söyleşi!..
Özer AKDEMİR
PAZAR
   
Öksürüklü söyleşi!..


On altı yıldır silikozis hastası olan maden işçisi Ahmet Toygar'la Çine’de görüştük. Bir saat kadar süren görüşmemiz sık sık Toygar’ın öksürük nöbetleriyle kesildi. Öksürük arası söyleşi yapmaya çalıştık bir bakıma!.
45 yaşında iki küçük kız babası Toygar on yıl Kaltun Madencilik adlı şirketin hemen her biriminde çalışmış. İşyerine 6 ayda bir periyodik kontrol için gelen doktorun “çıkın bu işletmeden, başka işe bakın” telkinleri bir süre sonra Toygar üzerinde etkili olmuş. On altı yıl önce maden işletmesinden istifa etmiş ama kendi deyimiyle “iş işten geçtikten sonra”!...
Ahmet Toygar, sık sık öksürüklerle kesilen, ara sıra hava spreyi kullanarak devam edebildiği söyleşimizde silikozis hastası bir işçinin yaşadıklarını anlattı.
"DOKTOR ‘AYRILIN, BU İŞTE DURMAYIN’ DEDİ"
Çine Eğitim Sen ve Genel Maden İşçileri Sendikası’nın ortaklaşa kullandığı büroda görüştük Ahmet Toygar’la. Yıllardır devam eden öksürüklerin bazen kesilmeyen nöbetler halinde devam ettiğini anlatıyor.
İki küçük kızı var Ahmet’in. Melike altı, Elanur dört yaşında henüz. Henüz çok küçükler ve babalarının tedavisi olmayan bir hastalığın pençesinde her geçen gün daha da bozulan sağlığı ile yaşamak zorunda olduğunu bilmiyorlar…   
 1975 Çine Karakollar köyünde doğan Ahmet Toygar’ın öyküsü bir yönüyle diğer silikozis hastası işçilerden ayrılıyor. Toygar, periyodik kontrollerin ardından doktorun kendilerine “ayrılın bu işten” telkinleri sonrası kendi isteğiyle madenden ayrılmış. “Bu işte çalışmayın” diyen doktor kendilerine ciğerlerindeki sorunla ilgili bunun dışında hiçbir bilgi vermemiş. Anlaşılan o ki doktorun vicdanı sadece gördüğü sorunu dolaylı yollarla işçilere aktarmaya elvermiş.
Toygar çalışma koşullarından bahsederken tozlu ortamda, ucuz bez maskelerle çalıştırıldıklarını anlatıyor. Gerçek koruyucu maske ve malzemeleri ise işyerine resmi kurumlardan denetim geleceği zaman görüyorlarmış. “Bazen eğitimler de veriliyordu ancak genelde “eğitim yapılmıştır, dersler gösterilmiştir” diye imza alındığını söylüyor Toygar.

"ÖKSÜRÜYORUM DİYE BENDEN EKMEK ALMAK İSTEMEDİLER"
Hasta olduğunu ise madenden çıktıktan birkaç yıl sonra girdiği ekmek fabrikasında çalışırken başına gelen bir olayın ardından öğrenebilmiş. O süreci şöyle anlatıyor Toygar, “2004 yılının mart ayında Kaltun’dan istifa ettim. Kaltun’da çalışırken öksürükler başlamıştı zaten. 2005 yılında Bodrum’da özel sektörde çalıştım. Orada da böyle öksürükler olunca İzmir’e gittim. İzmir’de muayenem sonucunda ‘ciğerlerde leke var’ denildi. 2009-2013 yılında Çine’de bir fırında başladım çalışmaya. Öksürük burada da devam ediyordu. Ekmek dağıtırken bazı marketler benden ekmek almak istemediler, öksürüyorum diye. Patrona bunu söyledim, ‘benden ekmek almak istemiyorlar’ dedim. Patron beni verem taramaya gönderdi. Burada ‘ciğerde leke var yapacak bir şeyimiz yok’ dediler. Aydın Göğüs Hastalıkları Hastanesine gönderdiler. ‘Nerede kömürde mi madende mi çalıştınız?’ deyince, ben de ‘Kaltun’da çalıştım 10 yıl’ dedim. Beni Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesine gönderdiler. Ankara’ya gittiğimde madende çalışmamdan kaynaklı ciğerde yara oluşmuş’ diyerek silikozis tanısı koydular”.
EMEKLİ EDİLMEDİM, VERGİ İNDİRİMİNDEN YARARLANIYORUM
Ahmet Toygar’ın elinde iki tane rapor var. Adli Tıp Kurumu’ndan 2016 yılından verilen raporda hastalığı için silikozis tanısı konurken yüzde 69 oranında meslek hastası olduğu belirtiliyor. Aydın Devlet Hastanesi’nden verilen Engelli Sağlık Kurulu Raporu’nda ise yüzde 83 oranında engelli olduğu belirtiliyor. Bu raporlara rağmen malulen emekli edilmemiş Toygar. Ankara’daki doktorların “malulen emekliliğini iste” telkinleri sonrası gittiği SGK’dan malulen emekli etmek yerine vergi indiriminden yararlandıralım seni demişler. Bir süre sonra da maaş bağlamışlar. Vergi indirimi ve özürlü maaşıyla birlikte 2.100 lira kadar eline bir maaş geçtiğini söylüyor Toygar.
HAVA KULLANMADAN DURAMIYORUM
İki küçük çocuğu ve eşi ile birlikte eline geçen bu maaşla geçinmeye çalıştıklarını anlatıyor Toygar ki haliyle bu hayat pahalılığında yetmiyor bu para. Üstüne üstlük Toygar’ın sağlık sorunları her geçen gün daha da artıyor. Bu nedenle ek bir işte de çalışamıyor çoğu zaman. Silikozis hastalığı yakasına yapıştığı işçiyi bırakmıyor. Toygar da diğer silikozis hastaları gibi öksürük nöbetleri, halsizlik, nefes darlığı, hemen yorulma gibi onlarca sağlık sorunu ile yaşamak durumunda. “Tam olarak çalışamıyorum. Öksürük sıkıştırıyor, tuttu muydu da sürekli devam ediyor. Hava kullanmadığımda da rahat edemiyorum. Yine de elime geçen para yetmediği için geçici işlerde çalışıyorum” diyen Toygar 65-70 kilodan 50 kiloya kadar düşmüş. Toygar’a geçenlerde doktor açık açık, “bir süre sonra oksijen tüpüne bağlı yaşamak zorunda kalacaksın” demiş ve buna karşı yapabileceği hiçbir şey de yok!..
ÇİNE’DE YÜZLERCE SİLİKOZİS HASTASI OLDUĞU TAHMİN EDİLİYOR
Çine’de bulunan maden işletmelerindeki sağlıksız koşullar nedeniyle silikozis hastalığına yakalanan, bu nedenle işten çıkarılan yüzlerce işçi olduğu tahmin ediyor. Tedavisi olmayan silikosiz hastalığı nedeniyle kaç işçinin yaşamını yitirdiği ise tam olarak bilinmiyor. Çünkü maden patronları bu işçileri istisna bir iki örnek dışında, ki onların hastalığı da artık saklanamayacak derecede ilerlemiş oluyor, silikosiz oldukları için işten çıkarmıyorlar. Genelde “ekonomik kriz, iş yerinde huzursuzluk çıkarma” vs gibi bahanelerle işten çıkarılan işçilerin birçoğu hasta olduklarını da başka işe girmek için almak istedikleri sağlık raporu sürecinde öğreniyorlar. İşçilere bu muayenelerinde “ciğerlerinizde leke, toz var” deniliyor ve işçinin yaşamı bu süreçten sonra çok daha zor bir hale geliyor. Hastalıkları nedeniyle iş bulamıyorlar, buldukları işlerde silikozisin olumsuz etkileri nedeniyle çalışamıyorlar, bir süre sonra ise dışarıdan oksijen desteği olmadan yaşayamaz hale geliyorlar.

Toygar’la söyleşi yaptığımız Çine Eğitim Sen temsilciliğine akşamüzeri başka silikozis hastası işçiler ve aileleri de geldi. Toygar’ın iki küçük kızı da annelerinin dizinin dibine sokularak ürkek gözlerle izlediler olan biteni. Babası silikozis hastası olan başka çocuklar da vardı. Ailesini geçindirebilmek için maden işletmelerinin göz gözü görmez tozlu ortamlarında çalışan, koruyucu önlemler alınmadığından hasta olup bir anda bütün yaşamı değişen işçiler kadar eşleri ve çocukları da ödüyorlar bu vicdansızlığın bedelini…
O akşam silikozis hastalığının pençesinde kıvranan işçiler kadar halen maden işletmelerinde aynı koşullarda çalışan geleceğin silikozis hastası olmaya aday işçiler de katıldı toplantıya. Yanı başlarında öksürük nöbetine tutulan silikozis hastası arkadaşlarına endişeli gözlerle bakarken kendi geleceklerini gördüler sanki…

https://www.evrensel.net/yazi/85601/oksuruklu-soylesi

20 Ocak 2020 Pazartesi

Hayrettin Karaca ağaçlar gibi ayakta öldü...


20 Ocak 2020 18:42

Özer Akdemir, 97 yaşında yaşamını yitiren TEMA Vakfı'nın kurucusu Hayrettin Karaca'yı yazdı.
Hayrettin Karaca, Dikili Adalet Sarayından çıkarken
Hayrettin Karaca, Dikili Adalet Sarayından çıkarken | Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
  ANASAYFA
      
Özer AKDEMİR
Yaşamını doğanın korunması mücadelesine adayan "Toprak Dede" Hayrettin Karaca'yı kaybettik. Karaca içinden geldiği sınıfın, kapitalizmin doğayı nasıl katlettiğinin farkında idi. Kurucusu olduğu TEMA'daki görevlerinden ayrılmasına da bu çelişkilerin etki ettiğini dile getirmişti.
Hayrettin Karaca 90'ı bulan yaşına rağmen 2012 yılında Dikili'deki altın işletmesinin yarattığı tahribatı görmek için Kozak Yaylası'na gitmiş, burada Koza Altın Şirketi çalışanlarının taciz ve hakaretlerine uğramıştı. Üstelik Koza Altın, sıkılmadan 90 yaşındaki Karaca hakkında dava da açmıştı.
Yaşamında ilk kez "sanık" olarak mahkeme karşısına çıkan Karaca, duruşmada şirket çalışanlarının "Seni ihtiyarlığına bağışlıyoruz, yoksa gerekeni yaparız" diye tehdit ederek üzerine yürüdüklerini anlatmış, "Ülkem adına üzülüyorum" demişti.
Hayrettin Karaca, Dikili Adalet Sarayından çıkarken 
Hayrettin Karaca, Dikili Adalet Sarayı merdivenlerinden inerken | Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

Tesktil sektörünün en önemli şirketlerinden birisinin de kurucusu olan Karaca, açık yüreklilikle dünyadaki ekolojik yıkımdan içinden geldiği sermaye sınıfının sorumlu olduğunu söylüyordu. Bu yıkımı durdurmanın yolunu ise eğitim ve bireysel bilinçlenmede görüyordu.
Dünyadaki kötü gidişatın marka giymeyerek, az tüketerek, dile sahip çıkarak durdurulabileceğini düşünen Karaca ile Kasım 2012 yılında yaptığım söyleşide, kendisinin bu değerlere sahip çıktığını göstermek için gömleğinin tersyüz edilmiş yakasını ve kollarındaki aşırı yıkamadan kaynaklanan yırtılmaları göstermişti.
Karaca, TEMA Vakfı Başkanlığını bıraktığı süreçte yaşadığı hayal kırıklıklarını da üstü kapalı şu sözlerle ortaya koymuştu; “Gençler görev alsın istedim, benden iki yaş küçük birisi geldi!”.
Karaca, TEMA'nın bazı çevre sorunlarına duyarsız kaldığı eleştirilerini vakfın özellikle ağaçlandırma ve erozyonla mücadele için kurulduğunu söyleyerek yanıtlarken, vakfın mütevelli heyetinin büyük şirket patronlarından oluşmasının ise kuruluş sürecinde para ihtiyacını gidermek için birçok kesime “el açılması"ndan kaynaklandığını dile getiriyordu.
Karaca, “Bu kişilerden paralar geldi. Sonra bunlar bağışçı olarak mütevelli heyetine girdiler. Asıl olan TEMA’nın savunduklarıdır” diyordu. Loç Vadisi'nde HES kurmak isteyen, buna karşı mücadale edenlere ise ben “TEMA’nın kurucularındanım” diyen Orya Enerji patronuna “Bu kişi 'Ben böyle bir şey yapacağım, TEMA bana sahip çıksın' diyor. Öyle bir şey olamaz. Bir kere senin yaptıklarınla TEMA’nın anlayışı birbirine zıt” diye karşı çıkmıştı.
Karaca, içinden geldiği sınıfın dünyayı götürdüğü ekolojik felaketin farkında idi. Yine de kurucusu olduğu vakfın ekolojik mücadelenin sınıfsal boyutunu gözeten bir yerden mücadeleye girmesini sağlayama yetmedi bu bilinç. Hep "çevreci" mücadelenin içinde oldu bu yüzden. Çevre koruma mücadelesinin özünün antikapitalist bir çizgi olduğu yönündeki eleştirilere kısmen hak verse de TEMA'nın antikapitalist bir çizgiye gelmesi yönünde herhangi bir çaba içerisinde de olmadı. Bir bakıma çevre mücadelesinin sermaye sınıfına karşı yönelmesine isteksiz durarak "sınıfına ihanet" etmedi.
Hayrettin Karaca, ağaçlar için uğraştı. Ömrünü onları koruma mücadelesine adadı. Doksan yaşında ilk kez sanık sandalyesine ağaçları koruma mücadelesine katıldığı için oturdu. O günlerde 12 Eylül'ün darbeci generalleri yattıkları yerden ifade verirken o, 90 yaşının fiziksel zorluklarına sığınmayıp Dikili'de soğuk mahkeme koridorlarında bekledi. İlk kez sanık olarak ifade vermesinin heyecanı ile sesi titrese de doğayı, ağaçları, ülkesinin yeşil geleceğini kararlılıkla savundu. Ağaçlar gibi dik durdu, ağaçlar gibi ayakta öldü.
Toprağın bol olsun Toprak Dede...


19 Ocak 2020 Pazar

Hayal (Pazar yazısı)


19 Ocak 2020 04:14
Hayal

İki gün sonra karabaşlı oğlağı kesti Hamza. Ne memesi dikenli tellerle dağlanmış annesi emzirebildi yavruyu ne de başka keçiler süt verdi.

Oğlağın midesinden yazın yapacağı Kopanisti peyniri için mayalık aldı ve ertesi gün sürüyü Karaburun’dan gelen oğluna emanet ettikten sonra İris Gölü’nün yolunu tuttu. Göle üç tekerlekli patpatı ile yarım saatte gitti Hamza. Uzakta Bozdağ’ın tepesindeki karlara doğru sırtı beyaz çizgili incecik bir yılan gibi kıvrılarak uzayıp giden yolun sağında, sarışın kamışlar ve kızıla çalan bataklık otlarıyla örtülüydü göl. Büyük alıcı bir kuş, havada döne döne süzülüyor, gölün üzerine adeta yapışıp kalmış gibi duran pusun içinde bir kaybolup bir görünüyordu. Pus, ne gölün öte yakasının yaslandığı engin tepelerin ardındaki denize doğru gidiyor, ne berideki Bozdağ’dan yana bir meyil veriyordu. Kamışlar ve çok da derin olmayan durgun sularla kaplı gölün tepesinde beyaz bir tül halinde kımıl kımıl ediyordu.

Gölün tam ortasından açılan kanal ince ışıktan bir duvarı andırıyordu. Hemen kara yolunun bitişiğinden bir başka kanal da gölün güneyine doğru uzuyordu. Bu kanallarla gölün kurutulmak istendiği, kuruyan alanlara ise yazlık evler yapılmasının planlandığı öğrenileli çok olmamıştı.
Neyse ki göl Gümüşhane’de suyu boşaltılıp dibinde hazine aranan Dipsiz Göl gibi tarih olmadan önce kurtarılabildi. Gölü kurtaran belki Dipsiz Göl’ün bu acıklı sonu oldu. Binlerce yıllık Dipsiz Göl’ün kurutulmasına göz yuman sorumlulardan bir kısmının yükselen tepkiyi dindirmek için görevden alınması İris Gölü’nü parselleyip rantçılara satanları da ürkütmüş olacak ki kanalla su boşaltma işi durduruldu. Belki de ortalığın sessizliğe bürünmesi, İris Gölü’nün unutulması ve gündemden çıkması bekleniyordu.

Gölün yüzlerce çeşit kuşun, kurbağanın, yılanın evi olması kimin umurundaydı ki!.. Karaburun Yarımadası’nın tek doğal sulak alanı olmasının ne önemi vardı ki! Birkaç düzine yazlık birkaç kişiyi ihya etmeye yeterdi göl kurutulunca. O ihya olan birkaç kişi de kendilerine bu olanağı sağlayan yetkililere elbette gereken cömertliklerini göstereceklerdi!..


***
RUMLARIN YADİGARI

Mübadele döneminde Karaburun’dan göç etmek zorunda bırakılan Rumlardan yadigar kalmıştı Kopanisti Peyniri. Hamza daha çocuk yaşta babasından öğrendi peynirin yapımını. O günden bu yana da hemen her sene yapıp yapıp sattı. Kendisi için de ayırdı hep bir iki sepet.

 Emek istiyordu Kopanisti. Diğer peynirlerden daha da fazla emek ve katkısız keçi sütü lazımdı yapmak için. Peynir altı suyundan alınan lor yazın temmuz-ağustos sıcağında mayalandıktan sonra içi sırlı çömleklerde en az bir ay boyunca her gün karıştırılıyor, yoğruluyordu. Bir ay kadar sonra keskin bir koku ile lor çatladığında tuz eklemek gerekiyor ve bir on gün kadar da bu halde yoğruluyordu. Sonra sepetlere basılıyor ve üzerine zeytin yağı dökülüyordu.

İris Gölü’nün kıyısında yetişen kuva ya da kındıra denilen diken gibi ince, uzun otlarından yapılıyordu bu sepetler. Sepeti örmesi de ayrı bir incelik ve emek istiyordu.

Kucak kucak söktü kökünden kuvaları Hamza. Patpatının küçük vagonuna doldurdu ve her yanından bağladı, rüzgar uçurmasın diye.


İLK AŞK, İLK AYRILIK...

Dönmeden önce yolu epeyce uzatma pahasına terk edilmiş Sazak köyüne uğradı. Sazak da kopanisti peyniri gibi Rumların yadigarıydı Karaburunlulara. Her taşına hüzün sinmiş sihirli bir yerdi Sazak, Hamza için. Çocukluğunun, ilk gençliğinin gizleri vardı şimdi etleri dökülmüş, çırılçıplak soyulmuş bir iskelet halini alan bu bahtsız, “hayalet köy”de. O, bu köyde ilk aşkı ve ayrılığı tatmıştı...

Tıpkı bugünkü gibi bir kış günü, güneş Sakız Adası’na doğru denizi kızıla boyayarak batarken görünmüştü o “hayal” gözüne. Bir taş evin duvarı üzerinden denize dalıp gitmişti “hayal”. Keçilerin çıngıraklarına dönmüş ve Hamza’ya deniz mavisi gözleriyle uzun uzun bakmıştı. Hamza neredeyse tüm yaşamı boyunca o deniz mavisi gülen bakışları hiç unutmadı. Binyıl boyunca o bakışlara dalıp gitmeyi, o bakışlarda kaybolmayı istedi hep. Oysa “hayal” duvardan inip Badembükü’ye doğru kızıl saçlarını tel tel rüzgarda savurarak, yokuş aşağı adeta uçarcasına inip kaybolmuştu.

Resim

Hamza adını “Hayal” koyduğu bu güzel kızı bir daha hiç görmedi. Ama, gençliğinin yüreğini ilk kez bu kadar sıkıp bırakan, boğazına kadar getirip içine taş gibi oturtan bu tuhaf duygu ile tanıştığı anı da hiç unutmadı. Karısıyla evlenmeden önce gelip içini yokladı aynı duygu. Uzun belikli, kara saçlı, ürkek çekik gözlü Yörük güzeline deli divane olduğu günlerde aklından çıkıp gitti o “hayal”. Evlendikten, çoluk çocuğa karıştıktan yıllar sonra yine geldi yüreğinin başına çöreklendi. Sanki daha dün oradaymış da hiç gitmemiş gibi...

YAŞADIĞINI HİSSETMEK!

Şimdilerde, yaşı yetmişi geçmişken o “hayal”e çok ihtiyacı olduğunu hissediyordu Hamza. O “Hayal”in yine içini yakmasını, soluğunu tıkamasını, geceleri kendisini uykusuz bırakmasını özlüyordu. Yaşadığını hissetmek istiyordu Hamza. Ömrünün son demine gelmişken içini kor düşmüşçesine yakan bir “Hayal”i olsun istiyordu.

Günü, Sakız’ın tepelerinde batırdı. Ege anbean karardı ve güneş kızıl saçlı bir “hayal” olup Sakız Adası’nın dağlarına doğru yavaş yavaş yürüdü gitti. “Hayal”in saçlarının son kızıl teli dağların ardında kaybolana kadar yerinden ayrılmadı Hamza.


Resim
Dönüşte, kuzinesine irice odunlar atıp harladı. Yan taraftaki kilerde, tavana asılı kavunlardan bir tanesini kesti. Bal gibiydi kavun!..

Sobanın yanına İris Gölü’nden topladığı kuvalardan bir kucak getirip bıraktı. Yere, bin yamalı minderin üzerine oturdu. İnce belli çay bardağındaki rakıyı bir dikişte içti nefessiz. Yanına çıkardığı keskin kokulu kopanisti peynirinden parmaklarıyla küçük bir parça alıp ağzına attı. Küçük küçük yenirdi kopanisti. Tadı da, kokusu da çok keskindi. Alışık olmayanlar için yemesi zor olsa da yanına kavunu yoldaş ettiniz miydi tadına doyum olmazdı.

Dışarıda, ‘dam’ın yanı başında tek düze dönüp duran RES direğinin sesini duymamak için radyonun düğmesine dokundu. İçeriye odun çıtırtıları eşliğinde bir bozlak doldu. Sazak köyündeki “hayal”e aldı götürdü bozlak onu yeniden. Elleri alışkın alışkın sepet örüyor, hiç durmayan rüzgar damın kapısını yokluyor ve o radyodan yükselen türküye eşlik ediyordu.

“Bilmem hayal gibi bilmem düş gibi
Geldi geçti buralardan kış gibi
Şahin pençesine düşmüş kuş gibi
Tuttu birer birer yoldu dert beni”

DİĞER YAZILARI


15 Ocak 2020 Çarşamba

Çineli maden işçileri: Sağlıklı koşullarda çalışma hakkımızdan vazgeçmeyelim


15 Ocak 2020 13:20
Çineli maden işçileri: Sağlıklı koşullarda çalışma hakkımızdan vazgeçmeyelim
Çine'de silikozis hastası maden işçileri seslerini duyurmak için basın açıklaması yaptı: Sağlıklı koşullarda çalışma hakkımızdan vazgeçmeyelim.

Fotoğraf: Evrensel
PAYLAŞ
Aydın Çine'de bulunan maden işletmelerinde olumsuz koşullarda çalışırken silikozis hastası oldukları için işten çıkarılan maden işçileri seslerini duyurmak için basın açıklaması yaptı. Çine Belediye Meydanı'nda yapılan basın açıklamasına silikozis hastası maden işçilerinin yanı sıra Çine Yaşam Platformu (ÇİYAP), Genel Maden İşçileri Sendikası, Eğitim Sen Çine Temsilciliği, Emek Partisi, Sol Parti ve İYİ Parti yöneticileri destek verdi. "Vahşi madenciliğe hayır" yazılı pankart açılan açıklamada basın metnini silikozis hastası maden işçileri Uğur Aydoğdu ve İlyas Tekin okudu.

İş yerlerinde yeterli önlemler alınsa, tozdan koruyan maskeler verilse hasta olmayacaklarını hatırlatan işçiler, "Bizleri, üç kuruş fazla kâr edeceğim diye gerekli önlemleri almayan, koruyucu maskeleri vermeyen şirket patronları hasta etti. Bizlerin hastalığından devlet kurumları da doğrudan sorumlu. Bu işletmeler gereği gibi denetlense, çevre, sağlık ve iş güvenliği önlemleri almayanlara caydırıcı yaptırımlar uygulansa hiçbirimiz silikozise yakalanmayabilirdik" dedi. Şirketler kendilerini "meslek hastalığı" tanısı konulmasın diye farklı gerekçelerle işten çıkardığını, silikozis olduklarını başka işlere girmek için sağlık raporu aldıklarını öğrendiklerini dile getiren işçiler, iş bulamadıkları için açlığa, yoksulluğa ve ölüme ter edildiklerini söyledi.
"İŞ GÖREMEZ RAPORLARIMIZA RAĞMEN EMEKLİ OLAMIYORUZ"
"İşten çıkarılırken bize 'her türlü ihtiyacınızda yanınızda olacağız' diyen şirket yetkilileri bir daha ne arayıp ne de soruyor. Son derece ağır sağlık sorunlarımızla baş başa bırakıldık. Ailelerimiz ve biz hasta silikozis işçileri adeta unutturularak yok sayıldık. Ölmemizi bekliyorlar patronlar ki en son Sedat Kara arkadaşımızı silikozis nedeniyle kaybettik" diyen işçiler, yüzde 80'lerde iş göremez raporları olmasına rağmen malulen emekli edilmediklerini de söyledi.
Halen, yüzlerce işçinin kendilerini hasta eden maden işletmelerinde benzer koşullarda çalıştığını hatırlatan işçiler, "Bizler, silikozis hastası yapılıp vicdansızca işten çıkarılan işçiler şunu yaşayarak gördük ki; maden işletmelerinin patronları için bizlerin canının, hasta olmasının hiçbir değeri yok. Bir işçi hasta olursa dışarıda bekleyen onlarca işsiz var diye düşünüyorlar. Karlarından kısmamak için de bizim çalışma ortamımızı, koruyucu maskelerimizi almaya yanaşmıyorlar. Eğer sesimizi çıkarmazsak bunu asla yapmayacaklarını görüyoruz, biliyoruz. Bizler birlik olarak hem bizi hasta eden patronlardan hem de bu sağlıksız şartlarda çalıştırılmamıza göz yuman devlet kurumlarından haklarımızı almakta kararlıyız" diye konuştu.  
"ÖRGÜTLENEREK BİRLİKTE MÜCADELE EDELİM"    
Tüm maden işçilere mücadele etme çağrısı yapan işçiler, "Patronlar, maden işletmeleri yasalara göre bizlerin insanca çalışacak koşulları oluşturmak zorunda. Sağlıklı koşullarda çalışma hakkımızdan vazgeçmeyelim ve bu sağlamak için sendikalarımızda örgütlenerek birlikte mücadele edelim" dedi.
İşçiler iş yeri ile ilgili şu talepleri sıraladı.
Reklam
·                                     Her işçiye oksijen tüplü modern maske verilmesi
·                                     Tüm işin, toza imkan vermeyecek son teknoloji (sulu) sistemlerle yapılması
·                                     İş güvenliği uzmanlarının, patrondan bağımsız çalışması, maaşını devletten alması
·                                     Akciğer filmlerinin daha modern cihazlarla çekilmesi ve sonucunun işçiye derhal bildirilmesi
·                                     Yılda bir akciğer tomografisi çekilmesi
·                                     Gerekli tetkiklerin Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesinde yapılması 
·                                     Denetlemelerden önce işverene bilgi gitmesinin engellenmesi
·                                     Denetlemecilerin işinin uzmanı olması, bağımsız ve objektif çalışması
·                                     İş yeri ve çevre toz ölçümlerinin ciddi yapılması, farklı uygulamalara fırsat verilmemesi
·                                     Mesai saatlerinin düzenli olması, yıllık izin gibi haklara riayet edilmesi
·                                     Fazla mesai ücretlerinin tam gösterilmesi
·                                     İşçinin Anayasal hakkı olan örgütlenme hakkı önündeki engellerin kaldırılması
·                                     Bunlardan birisine bile uymayan işyerine ağır maddi cezalar uygulanması 
İşçilerin, işten çıkarılan arkadaşları için sıraladıkları talepler ise şunlar:
·                                     Silikozis hastası olduğu için işten çıkarılan işçilerin işyerlerinden yüksek tazminatlar alması için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı. İşçilere hukuki destek sağlanmalı. Unutmayalım ki, silikozis işçinin kalan bütün yaşamının geri kalanı etkileyecek tedavisi olmayan bir hastalık.  
·                                     Silikozis hastalarının malulen emekli yapılması
·                                     Düşük oranda silikozis teşhisi konan, bu nedenle emekli edilmeyen ancak başka bir işte de hastalığı nedeniyle iş bulamayan işçilerin, uygun koşullarda engelli kadrolarına alınarak istihdam edilmesi.
·                                     Silikozis hastalarından ekonomik olarak sıkıntı içerisinde bulunan arkadaşlarımız için acil ekonomik iyileştirmelerin yapılması, devlet kurumlarının ve belediyelerin bu hastaların ve eş-çocuklarının eğitim-sağlık ve sosyal yaşamda desteklenmesi için gereken adımları atması" dedi. 
Maden işletmelerinin çevreye olan zararlarının önlenmesini de isteyen işçiler, bunun için de şu talepleri sıraladı:
·                                     Fabrikaların köy sınırlarından ve yaşam alanlarından uzağa taşınsın 
·                                     Madencilik faaliyeti sürecinde doğa talanına, ormanların yok edilmelerine derhal son verilsin
·                                     Ruhsatlı ve ruhsatsız ocaklarla ilgili kamuoyuna şeffaf bir şekilde bilgisi verilmeli
·                                     Verimli ve içilebilir SU kaynakların bulunduğu alanlarda MADEN ocağı işletilmemeli
·                                     Tarihi ve doğal sit alanları korunmalı. (Aydın/EVRENSEL)

https://www.evrensel.net/haber/395409/cineli-maden-iscileri-saglikli-kosullarda-calisma-hakkimizdan-vazgecmeyelim
Basın açıklaması görüntüleri: https://youtu.be/0gUyumP3WFo
Serpil Kemalbay TBMM konuşması: https://twitter.com/SerpilKemalbay/status/1217722732877697025

Çineli işçiler silikozis kabusuna karşı birleşiyor


15 Ocak 2020 04:30
Çineli işçiler silikozis kabusuna karşı birleşiyor
Çine ve yöresindeki maden işletmelerinde çalışırken sağlıksız çalışma koşulları nedeniyle silikozis hastalığına yakalanan ve işten çıkarılan işçiler çözüm aramak için bir araya geldi.
 
Fotoğraf: Özer Akdemir
Özer AKDEMİR
Aydın Çineli silikozis hastası işçiler birleşiyor. Çine ve yöresindeki maden işletmelerinde çalışırken sağlıksız çalışma koşulları nedeniyle silikozis hastalığına yakalanan ve işten çıkarılan işçiler sorunlarının gündeme gelmesi için seslerini daha çok yükseltme kararı aldılar.
Geçtiğimiz günlerde Çine Yaşam Platformu (ÇİYAP), Eğitim Sen Çine Temsilciliği ve Genel Maden-İş Sendikası tarafından düzenlenen toplantı Çine Eğitim Sen Temsilciliğinde yapıldı. Toplantıda bir araya gelen silikozis hastası işçiler ve aileleri çalışırken yaşadıkları sorunları, işten çıkarılma süreçlerini, sağlık durumlarını, ekonomik ve sosyal sorunlarını tartıştılar. Aralarında halen çeşitli maden işletmelerinde çalışan işçilerin de olduğu toplantıya yaklaşık 50 kişi katıldı. Toplantının açılışında konuşan Eğitim Sen Çine Temsilcisi Alp Özerdem, Çine’de önemli bir maden sektörü ve işçi kitlesi olduğunu belirterek, “Ama konuşulmayan, dokunulmayan, tedavi edilmeyen bir yara vardı. İşçilerin çalışma koşulları, özlük hakları, örgütlenme sorunları gibi birçok alanda problemler var. Artık bu sorunların konuşulması, tartışılması için belli bir yol katedildi” dedi.
Resim
"DEVLET EMEKLİ ETMİYOR, BAŞKA İŞE DE ALMIYORLAR"
Toplantıda konuşan silikozis hastası olduktan sonra işten çıkarılan İlyas Tekin, kendisi gibi silikozis oranı yüzde 10 gibi düşük olanların da başka işlere giremediğini söyledi. Bir işe girmek istediklerinde sağlık raporunda akciğerde toz çıktığını, bu nedenle işe alınmadıklarını belirten Tekin, “Devlet emekli yapmıyor biz de işe giremiyoruz. Buna bir çözüm bulunması lazım. Biz çalışmazsak nasıl yaşayacağız?” dedi. Her işletmede iş güvenliği uzmanı olmasına rağmen bunların ücretlerini doğrudan şirketten aldıkları için işlerini gereği gibi yapamadıklarını belirten Tekin, “İş güvenliğinin adı var kendi yok” diye konuştu. 
"TOZ ÖLÇÜM CİHAZI TAKIP TEMİZ ORTAMA GÖNDERİYORLAR"
Tekin gibi silikozis hastası olduktan sonra işten çıkarılan Uğur Aydoğdu, “Benim ciğerlerimdeki silikozis oranı yüzde 16 ve ben de hiçbir işe giremiyorum. Aylar sonra bulduğum işten de geçenlerde FOX TV’ye konuştuğum için çıkarıldım. Çalışmadığımız için borçlarımız var, kredilerimizi ödeyemiyoruz. Belediye benim suyumu kesmek istedi bugün, rica minnet bir gün daha beklettik” dedi. İşyerlerindeki toz oranının ölçümü için işçilerin üzerine toz ölçme cihazı bağlandığını aktaran Aydoğdu, “Üzerimize cihaz bağlandıktan sonra bize dışarı gidin ya da çay ocağında oturun diyorlardı. 8 saat çay ocağında oturuyorduk. Ya da cihaz içeride bir yerdeyse üzerine naylon kaplıyorlar, toz yok. Müfettiş zaten haberli geliyordu. Onlar gelmeden her tarafı tertemiz yapıyorlar” dedi.
"AYLARDIR ÖRGÜTLENME MÜCADELEMİZ SÜRÜYOR"
Çeşitli işletmelerde çalışan işçiler de hâlâ tozlu ortamda çalışmaya devam ettiklerini, sağlık ve diğer hakları için örgütlenmeye çalıştıklarında ise patronun baskıları ile karşılaştıklarını anlattılar. Madenlerde çalışan 96 işçinin Genel Maden-İş Sendikasında örgütlendiğini, yetkiyi alacak sayıya ulaşmalarına rağmen bakanlığın halen yetki göndermediğini belirten işçiler, “Aylardır hukuk mücadelemiz sürüyor. Mahkememiz de sürekli erteleniyor. 6 Ocak’ta mahkememiz vardı 30 Mart’a ertelendi. 20 kadar arkadaşımız sendikaya üye oldukları için işten çıkarıldı” dedi. İşçiler, engelli kadrosunda çalışan arkadaşlarına da yapmamaları gereken işlerin yaptırıldığını ifade etti
KADIN İŞÇİLER VE İŞÇİ EŞLERİ DE KATILDILAR
Toplantıya katılan kadın işçiler ve işçi eşleri de kendilerinin de çok zor koşullarda, tozlu, sağlıksız ortamlarda çalıştırıldıklarını söylediler. Yıllık izin haklarının verilmediğini, fazla mesailer nedeniyle 10 saatin üzerinde çalıştırıldıklarını söyleyen kadın işçiler, “Bu koşullara rağmen sesimizi çıkaramıyoruz. Eşlerimizi hasta edip işten çıkarıyorlar bizler de çalışmazsak kim bakacak çocuklarımıza” dedi.
KAMPANYA BAŞLATIYORLAR
Toplantı sonunda işçiler taleplerini maddeler halinde belirlerken, bu taleplerin gerçekleşebilmesine dönük çeşitli kararlar aldılar. Öncelikle sorunlarının ve bu insani taleplerinin kamuoyuna duyurulması için 15 Ocak Çarşamba günü (bugün) Çine Belediye Meydanı’nda bir basın açıklaması yapmayı kararlaştıran işçiler, daha sonra çeşitli yerlerde imza masaları, silikozis hastası olan işçilerin durumları ile ilgili bir çalıştay ve dayanışma kampanyası başlatma kararı aldı.
SİLİKOZİS İŞÇİLERİN KABUSU
Silikozis hastalığı Çine’nin Madran ve Gökbel dağlarındaki kuars ve felspat madenlerinde çalışan işçilerin yıllardır en büyük kabusu durumunda. Geri dönüşü ve tedavisi olmayan, çalışma ortamındaki tozların akciğerde yol açtığı tahribattan kaynaklanan silikozis hastalığı yıllardır Çine’de yüzlerce işçi ve ailesini etkiliyor. Silikozis hastalığına yakalandıkları çekilen filmler sonrası anlaşılan işçilerin birçoğu patronlar tarafından “meslek hastalığı” kapsamına girmemesi için farklı gerekçelerle işten çıkarılırken, birçoğu hasta olduğunu başka bir işe girmek istediklerinde çekilen akciğer filmleri sonrası öğreniyorlar. Çine ve çevresindeki ilçelerde ne kadar silikozis hastası işçi olduğuna dair net bir sayı verilemezken, ÇİYAP bu sayının yüzlerle ifade edildiği görüşünde. ÇİYAP şimdiye kadar en az 50 işçinin silikozis nedeniyle yaşamını yitirdiğini açıkladı.
"YÜZLERCE SİLİKOZİS İŞÇİSİ ARAMIZDA DOLAŞIYOR"
Çine Yaşam Platformu Sözcüsü Ahmet Uslu, Çine Yaşam Platformunu (ÇİYAP) silikozis hastası işçilerle kurduklarını dile getirerek, “Yüzlerce hastanın Çine’de aramızda dolaştığını biliyorduk. Bu noktada bu 4-5 arkadaşın attığı cesur adımlar zamanla büyüdü. Şu aşamada 40 kadar silikozis hastasını isim isim biliyoruz. Daha ulaşamadığımız yüzlerce işçi olduğunu biliyoruz. Yani bu başlangıç” dedi. Yöredeki madenlerin sadece içinde taş öğütmediğini kaydeden Uslu, “Ormanı, doğayı, insanlığı, işçileri öğütüyor madenler. Çine’de katliam yaşanıyor yani. Hem doğa, hem orman, hem su, hem işçi katliamı...” diye konuştu.
"SİLİKOZİS KADER DEĞİL"
Toplantıda halen çalışmakta olan maden işçilerinin olduğunu ve silikozis hastası arkadaşları ile yan yana oturduğunu belirten Uslu, “Birbirinizin yüzlerine bakın. Eğer bu koşullar devam ederse bende bir şey yok diyen işçi aynı sonu yaşayacak. Bu bir kader değil. Bu bilerek, yaşanan, yaşatılan bir olay. Bu 30 yıldır gündemde” diye konuştu. Ellerinde net sayı olmamasına rağmen silikozis nedeniyle 50’nin üzerinde işçinin öldüğünü tahmin ettiklerini belirten Uslu, “Bu ölümleri durdurabiliriz. Size verilen boyacı maskeleri sizin işinize yaramaz. Bunlar sizi aldatmak için. Bu maskeler bile daha birkaç yıl önce, bizlerin bunu ısrarla gündemde tutmasından sonra verilmeye başlandı. Silikozis hastaları çok ciddi oranlara varan iş göremez raporlarına rağmen emekli edilmiyor. Tedavileri yapılmadan, kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalıyorlar. Bu meselede Türkiye’ye duyuracağımız bir kampanya düşünüyoruz. ‘Emeklilik hakkımızı istiyoruz’ diyeceğiz. Mezarda emekli olmak istemiyoruz diyeceğiz. Dünyaya sesimizi duyuracağız. Bugünden itibaren omuz omuza verip, kenetlenip birlikte mücadele edeceğiz” dedi.

Silikozis hastalığı ve işçiler | Çepeçevre Yaşam



12 Ocak 2020 Pazar

Kanlı süt!.. (Pazar yazısı)

12 Ocak 2020 03:08
Kanlı süt!..

Özer AKDEMİR


Bütün soğuğu yedi o gün. Yağmur, rüzgar, hatta çisem çisem yağan sulu sepken kar iliklerine kadar işledi. Daha sabah kapısını açıp dışarıya burnunu uzattığında böyle olacağını anlamıştı. Anası onu “dam” dedikleri bu keçi ağılında doğurduğu günden bu yana yetmiş yıldır çobanlık yapıyordu Hamza. O günden beri doğanın kendisine öğrettiklerinin bir saat gibi işlediğini gördü hep. Milim şaşmaz bir saat…

Kanlı süt!..

Bu soğuk ve yağmur altında işinin çok zor olduğu baştan belliydi ama yine de sürüyü dışarıya çıkarmazlık edemezdi. Açtı hayvanlar ve kış ortası olmasına rağmen merada yemyeşil taze otlar çoktan boyunlarını topraktan uzatmışlar, canı çekilmiş gibi duran maki çalıları uçlarından tomurcuklanmaya başlamıştı.

Sürüyü, dağın yamacındaki meraya götürürken altından geçtikleri rüzgar direklerine bakmamaya çalışıyordu. Dama yüz metre ya var ya yoktu en yakın rüzgar direği!..

On yıl içerisinde Karaburun’un neredeyse bütün tepeleri onlarca rüzgar santrali ile dolmuştu. Hamza, bütün ömrünü geçirdiği bu dağlara, tepelere geniş geniş yollar açıldığında, her biri kendi ağılının iki katı beton dökülüp üzerine dev gibi direkler dikildiğinde artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlamıştı. Zaten ilk direğin dikildiği günden bugüne de her şey sanki uğursuz bir el değilmişçesine kötüye gitmişti.

Direklerin ardından meralar tellerle çevrildi. Şirketlere elli yıllığına zeytin dikmeleri şartıyla kiralandığı söylendi. Bu Karaburun’un yüzyıllardır en önemli geçim kapısı olan keçicilik için sonun başlangıcı oldu. Birkaç yıl içerisinde daralan mera alanları, direklerin delik deşik ettiği otlaklar nedeniyle sürüler birer ikişer satıldı. On binlerde olan keçi nüfusu birkaç yıl içerisinde yarı yarıya düştü.

Resim
Hamza yıllardır köyden uzaktaki damda yaşıyordu ama akrabası, eşi dostu köydeydi hep. Neredeyse köyünün içine kadar giren RES’lerin sesi, gece kapı pencere kapatmalarına rağmen odalarına doluyor, üzerinde yanıp sönen ışıklar herkesi rahatsız ediyordu. Sürekli tepelerinde dönen RES’lerden çıkan vınn vınn sesi ile yaşamak bir süre sonra kabusa dönüyordu ki işi kökünden değiştirecek bir gelişme yaşandı. Köy Cumhurbaşkanın imzası ile heyelan bölgesi ilan edildi ve şirketlerin önündeki tek diken gibi görünen köy sorunu bir çırpıda çözüldü!.. Köyün geleceği olmadığı ve göçten başka kendileri için bir çıkar yol kalmadığını gören köylüler de sürüleri satıp yavaş yavaş boşaltmaya başladı köyü.

Kalan birkaç sürüden birisi de Hamza’nın sürüsüydü. Hamza çobanlıktan başka bir iş yapmamış, yapmayı da aklından geçirmemişti hiç. Bu tepelere doğmuştu o bu tepelere gömülecekti. Ahh bir de şu gece gündüz vınlayıp duran direkler olmasaydı, keyfini hiçbir şeyin bozmasına izin vermezdi… 
Tam da dibindeyken rüzgar yukarıda dönen kanatların gürültüsünü kulağının içine getirip sokunca, dayanamadı bastı yine kalayı, “kanadına değen rüzgarı da, boyunu posunu da!..”

Bozdağ’dan doğru gelen beyaz sisin içine daldıklarında keçiler huysuzlandı. Ses çıkardı Hamza, “Ohhooo, teeyyyy” etti, ıslık çaldı. Köpeği Sarı da havladı, o da durumu anlamıştı. Çobanlıkta kendisi kadar ustaydı köpeği de. Beş yıl önce karısı aniden öldüğünden bu yana en yakın arkadaşıydı Sarı. Hamza’nın ve Sarı’nın seslerini duyan keçiler sakinleştiler kısa zamanda. Gözleri bir adım öteyi görmese de yollarını biliyorlardı bereket.

Zeytinlik yapmak için çevrilen alandaki dikenli tellerin yanından geçilirken sürüde bir kıpırdanma oldu yine. Bir şey ürkütmüştü keçileri. Geçenlerde burada gördüğü yabanileşmiş köpek sürüsünü anımsadı. Hayvanlara saldırmak isteyen Sarı’yı zor tutmuştu dikenli tasmasından. 
Yazlıkçıların dağ başına terk ettikleri hayvanlar bir süre sonra vahşileşiyorlar, kurt gibi sürülere saldırıp keçileri boğup atıyorlardı. Hayvanların yaşayabilmek için yapacakları pek bir şey olmadığını biliyordu Hamza. Yine de omzundaki tüfekle köpeklere değil havaya doğru bir iki el sıkmış, köpekler de kaçıp gitmişti tüfek sesine.

Resim

Hamza koyu sisin içerisinde, boyunlarındaki çıngıraklardan çılgınca sesler çıkararak koşmaya başlayan keçilere bağırdı, çağırdı yine. Sarı da sağa sola koşturarak dağılan sürüyü toparlamaya çalışıyordu. Ne kadar zaman sonra, yağmur daha da hızlanıp, sis koyuluğunu biraz kaybettiğinde yamacın öte tarafındaki Manastır mevkiinde, koca çınarın altında toplayabildi sürüyü. Dikkatle saydı keçileri. Kayıp var mı anlamaya çalıştı. Eksik yoktu ama keçilerin bazılarının çeşitli yerlerinde kan izleri vardı.

Gidip baktı yaralara. Anladı ki hayvanlar yanından geçtikleri dikenli tellere takılmışlardı. Kiminin yüzü boynu, kiminin sırtı, memeleri yara bere içindeydi. Bu sefer de dağın başına zeytinlik yapacağız diye meralarının neredeyse yarıdan fazlasını çeviren şirketlere sövdü saydı.

Keçilerin otlayacağı alan kalmamıştı bir iki yıl içinde. Kalan meralara ulaşmak da tam bir çileydi. Dikenli tellerle çevrelenmiş dönümlerce alanın ortasından, daracık bir koridordan çıkarıyordu sürüsünü mecburen. İşte kimi zaman da böylesi olaylar başına geliyordu.

Akşama doğru sudan çıkmış sıçan gibi evine döndü. Keçilerin sütlerini sağmadan önce henüz birkaç gün önce doğmuş oğlakları analarının yanına bıraktı ki ağız sütü emip karınlarını doyursunlar diye. İşte bu sırada bir keçinin oğlağının yanından kaçması dikkatini çekti. Kara başlı küçük sevimli oğlak annesinin memesine emmek için saldırdıkça anası onu iteliyor, yanından kaçıyordu. Bazen anne keçiler böyle garip davranışlarda bulunurlardı. Mutlaka geçerli bir nedeni olduğunu, annelerin yavrularını hiçbir zaman geri çevirmeyeceğini çok iyi biliyordu Hamza.

Gitti tuttu keçiyi oğlak emebilsin diye. Bir taraftan da garipliğin nedenini anlamaya çalıştı. Başı Hamza’nın kucağında hiçbir yere kıpırdayamayan anne keçinin memesine saldırdı oğlak. Anne keçinin etine bir şey batmış gibi huysuzlanması, kafasını kurtarıp kaçmak istemesi karşısında Hamza oğlağın emdiği memeye baktı hemen. Memeden sütle birlikte kıpkızıl bir kan da geliyordu! O zaman anladı keçinin memesinin teller tarafından yırtıldığını. Bu sefer keçiyi bırakıp oğlağı tuttu. Anne keçinin hızla uzaklaşırken acıdan gözünde yaşların biriktiğini gördü. Açlıktan acı acı meleyen oğlağın da ağzının kenarından birkaç damla sütle karışmış kan sızıyordu...

9 Ocak 2020 Perşembe

Satsuma mandalinayı bekleyen tehlike


 09 Ocak 2020 15:04
Satsuma mandalinayı bekleyen tehlike: Özdere'de taş ve mermer ocağı açılmak isteniyor
Satsuma cinsi mandalinaların yetiştirildiği İzmir Özdere'de taş ve mermer ocağı açılmak isteniyor. Yurttaşlar, projeye karşı itiraz dilekçelerini Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne teslim etti.

Özderelilerin İzmir Çevre ve Şehircilik Müdürlüğüne verdiği itiraz dilekçesi
 Özderelilerin İzmir Çevre ve Şehircilik Müdürlüğüne verdiği itiraz dilekçesi
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir Özdere'de yapılmak istenen taş ve mermer ocağına karşı yurttaşlar, İzmir Çevre ve Şehircilik Müdürlüğüne dilekçelerle itiraz ettiler. Yörede bulunan üç muhalle muhtarı ve dört dernek yöneticisi tarafından teslim edilen dilekçeye 1527 yurttaş "taş ve mermer ocağı istemiyoruz" diye imza attı.
HABİS BİR UR GİBİ!
Özdere Cumhuriyet Mahallesi Yarılgan Tepe mevkiinde MRT Madencilik adlı şirket tarafından mermer ocağı açılması için ÇED süreci başlatıldı.
Mermer ocağına karşı harekete geçen yöre halkının İzmir Çevre ve Şehircilik Müdürlüğüne verdikleri dilekçede Özdere ve Gümüldür'ün Turizm Bölgesi ilan edildiği dile getirilirken, ruhsat talep edilen bölgenin ise ormanlarla kaplı olduğu ifade edildi.
Taş ve mermer ocağı yapılmak istenen yerin hemen bitişiğinin zeytin bahçeleri olduğunun belirtildiği dilekçede, "Yangınlar ile Menderes ilçesindeki ormanların büyük bir kısmının kül olduğunu biliyoruz. Buraya verilecek ruhsat ormanlarımızı tamamen tahrip edecek ve mermer ocağı habis bir ur gibi çevreyi bozacaktır" denildi.
TARIMA ZARARINI DÜŞÜNMEK BİLE İSTEMİYORUZ
Özdere ve Gümüldür'ün Satsuma mandalinalarının en nefis olduğu bir yer olduğuna dikkat çekilen dilekçede, faaliyete karşı çıkışa ilişkin şu gerekçeler sıralandı:
"Açılacak mermer ocağı kuş uçuşu 2.5-3 km mesafededir. Tarıma vereceği zararı düşünmek bile istemiyoruz. Ayrıca DSİ'nin Cumhuriyet mahallesi Göleti de mermer ocağına 2,5 km mesafededir ve suları ol bölgeden gelmektedir. Bu tür ocak işletmelerinin bulunduğu bölgelerde yeraltı suları da yatak değiştirmekte ve zaman zaman bulanmaktadır."

Evrensel muhabiri Hasan İşler'in fotoğraf makinesi İzmir Basın Müzesinde


09 Ocak 2020 13:49

Haber takibi yaparken geçirdiği kaza sonucu yaşamın yitiren Evrensel muhabiri Hasan İşler'in fotoğraf makinesi İzmir Basın Müzesine verildi.
 Özer Akdemir, İzmir Basın Müzesinde Hasan İşler'e ayrılan köşede
Fotoğraf: Evrensel
  ANASAYFA
  MEDYA
       Paylaş
Adana'da 2004 yılında haber takibi yaparken geçirdiği kaza sonucu yaşamın yitiren Evrensel Gazetesi muhabiri Hasan İşler'in kullandığı fotoğraf makinesi bugün İzmir Basın Müzesine verildi.
Konuyla ilgili kısa bir açıklama yapan Evrensel Gazetesi İzmir Temsilcisi Özer Akdemir, "Gazetemiz Adana muhabiri Hasan İşler arkadaşımız 2004 yılındaki seçim çalışmalarını izlerken konvoyda meydana gelen kazada DİHA muhabiri Volkan Eryiğit ile birlikte yaşamını yitirmişti. Hasan İşler'in bu haberi izlerken meydana gelen kazada yanında bulunan fotoğraf makinesini bugün İzmir Basın Müzesine verdik" dedi.
"GERÇEKLERİ YAZMAKTAN VAZGEÇMEYECEĞİZ"
İşler'in Evrensel'e dağıtımdan muhabirliğe kadar her aşamada emek verdiğini hatırlatan Akdemir, "Hasan'ın anısının diğer birçok gazeteci ile birlikte Basın Müzesinde yaşamasını istedik. Dün muhabirimiz Metin Göktepe'nin dövülerek öldürülüşünün yıldönümüydü. Yarın da Çalışan Gazeteciler günü. Özellikle muhalif basın üzerinde her geçen gün artan iktidar baskısına karşı Metin Göktepe'nin, Hasan İşler'in, Hrant Dink ve Volkan Eryiğit gibi onlarca yiğit gazetecinin anılarını yaşatmak ve kalemlerini yerde bırakmamak boynumuzun borcudur. Her ne pahasına olursa olsun halka gerçekleri yazmaktan, göstermekten vazgeçmeyeceğiz" diye konuştu. (İzmir/EVRENSEL)
'Hasan İşler, Metin gibi gerçeğin peşinde koşan bir gazeteciydi'



8 Ocak 2020 Çarşamba

ÇEPEÇEVRE YAŞAM_Silikozis hastası Saliha


Çineli maden işçisi Saliha İnce'nin anlattıkları madenlerde çalışan kadınların çektikleri çilenin boyutlarını ortaya koyuyor. Vicdansızlığın, kuralsızlığı kol gezdiği işletmelerde silikozis olup işten çıkarılan, ciğerleri gibi sönüp giden işçi yaşamları!
Youtube linki. https://www.evrensel.net/haber/394867/ekoloji-birligi-avustralyada-yanan-her-canlinin-acisini-icimizde-duyuyoruz?a=37d35?utm_source=paylas&utm_campaign=twitter_ust&utm_medium=haber

7 Ocak 2020 Salı

Ekoloji Birliği: Avustralya'da yanan her canlının acısını içimizde duyuyoruz


07 Ocak 2020 20:00
Ekoloji Birliği: Avustralya'da yanan her canlının acısını içimizde duyuyoruz
Ekoloji Birliği, Avustralya'da eylül ayından beri süren, yüksek sıcaklık ve kuraklık yüzünden çıkan yangınlarla ilgili açıklama yaptı.
 
Fotoğraf: AA
Avustralya'da eylül ayından beri süren, yüksek sıcaklık ve kuraklık yüzünden çıkan yangınlar geçen hafta etkisini daha da yoğunlaştırdı. Alevlerin yüksekliğinin kimi zaman 70 metreyi aştığı yangınlar sonucu en az 25 kişi hayatını kaybetti, çok sayıda kasaba boşaltıldı, milyonlarca hayvan öldü. Pazartesi günü itibarıyla yangından etkilenen yerlere yağmur yağması ile sıcaklık düşmeye başladı. Ülkenin doğu kıyısındaki Sydney'den Melbourne'a kadar çok sayıda şehre güçlü yağmurların etkili olduğu belirtiliyor. Ancak yetkililer perşembe günü itibarıyla sıcaklıkların tekrar yükselmesini beklediklerini; bu yüzden de bugünün hasar tespitinin yapılması ve gerekli alanların boşaltılması için kullanılacağını söyledi. Avustralya Acil Durumlar Bakanı Lisa Neville, Victoria eyaletinde 67 bin kişinin tahliye edildiğini açıkladı. Yangınlarda şimdiye kadar 8 milyon hektar alan yok olurken, yaklaşık 2 bin ev yandı, en az 800 ev tahliye edildi. Zararın 700 milyon Avustralya dolarını (485 milyon Amerikan doları) aştığı tahmin ediliyor. Yangın sadece Avustralya’yı etkilemiyor, yangından en çok etkilenen Victoria ve New South Wales eyaletlerinden yayılan dumanlar Yeni Zelanda'ya kadar vararak hava kalitesinin etkilenmesine neden oldu.
"DÜNYA HALKLARINI BİRLİKTE MÜCADELEYE ÇAĞIRIYORUZ"
Bütün dünyanın gözü, yüreği Avustralya’nın üzerinde. Ünlü oyunculardan siyasetçilere çok sayıda kişinin düzenlenen kampanyalara destek çıkmasına sebep olan yangınlarla ilgili Ekoloji Birliği de bir açıklama yaptı. “Dünyamız, ‘evimiz’ yok olurken bu duruma seyirci kalamayız” denilen açıklama şöyle: “Dünya alev içinde! İklim krizinin yol açtığı küresel ısınma nedeniyle ormanlarımız yanıyor, ekosistemimiz hızla yok oluşa sürükleniyor. Bizler iklimi krize sürükleyen kapitalist sistemin ortadan kaldırılmasının yaşamın sürdürülebilirliği için aciliyet taşıdığını düşünüyoruz. Avustralya'da yanan her canlının acısını içimizde duyuyoruz. Çok üzgünüz ama çaresiz değiliz! Kapitalizmi ortadan kaldırıp sömürünün olmadığı ekolojik bir yaşam kurabilmek için tüm dünya halklarını birlikte mücadeleye davet ediyoruz. Avustralya'daki orman yangınlarının bizim de yüreklerimizi yakmakta olduğunun tarafınızdan bilinmesini diliyor ve tüm içtenliğimizle acılarınızı paylaşıyoruz.” (HABER MERKEZİ)

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...