31 Ağustos 2017 Perşembe

Cerattepe madencilerine tek tek yanıt

Yeşil Artvin Derneği, Artvin Cerattepe'de madencilerin basına verdiği iddialara tek tek yanıt verdi, 'yalan ve gerçekleri' açıkladı.
Özer AKDEMİR
İzmir
Cerattepe madencilerine tek tek yanıt
Yeşil Artvin Derneği Cerattepe’de maden işletmesi için hızla hazırlıklarını tamamlayan şirketin geçtiğimiz günlerde gazetelere yansıyan açıklamalarına tek tek yanıt verdi. Dernek madencilerin açıklamalarını Artvin halkını oyuna getirme çabaları olarak değerlendirdi. 
MADEN TAHRİBAT HABERLERİNDEN RAHATSIZ OLMUŞ
Geçtiğimiz haftalarda bir grup gazeteciyle birlikte Artvin Cerattepe bölgesinde yaptığımız incelemelerin ardından, maden tahribatının boyutlarını ortaya koyan haberlerimiz madencileri epey rahatsız etmişe benziyor. Bu haberlerin hemen akabinde yandaş medyasına madeni gezdiren ve çeşitli bilgiler veren Eti Bakırı Genel Koordinatörü açıklamaları sadece bu gazetelerde yer aldı. Yeşil Artvin Derneği gazetelerde çıkan bu haberlerdeki gerçekdışı bilgilerle ilgili kapsamlı bir açıklama yayımladı. Derneğin haberlerdeki iddialarla ilgili açıklamasının özeti maddeler halinde şöyle; 
MADENCİ YALANLARI VE GERÇEKLER
İşte madde madde madenci yalanları ve gerçekler: 
Eti Bakır: Maden için 15 hektarlık alanda çalışacağı, 4.406 hektarlık arama ruhsatı alandan yerleşim yeri, turizm bölgesi ve içme suyu kaynakları olduğu gerekçesiyle 2000 hektarlık kısmın çıkartılacağı, sadece 3.500 ağaç kesileceği;
EN AZ 50 BİN 300 AĞAÇ KESİLECEK
Yeşil Artvin Derneği: Bu bölümde maden şirketi tarafından yazılanlar tamamen gerçek dışı. Alan küçülürse çalışma süresi kısalmayıp da nasıl uzayıp 20 yıl oluyor, kimi kandırıyorlar? Toplam 3500 ağaç kesilme işi ise başka bir büyük aldatmaca. Çünkü bu 3500 sayısı şirketin ücreti mukabili hazırlattığı ÇED Raporu ile şirketlerin kendi tanıtım broşürlerinde belirtildiği gibi maden alanı dışındaki teleferik hattının geçtiği güzergahta kesilmesi öngörülen yaklaşık 9500 ağacın büyük boylu 3500 tanesi için verilen sayıdır. Şirketin ÇED Raporunda belirtildiği gibi madencilik faaliyetleri için sadece Cerattepe bölgesinde kesilecek ağaç sayısı en az 50300 adettir. Bu 50300 ağaç, toplam 31,8 hektarlık faaliyet alanı için belirlenmiş sayıdır. Oysa ruhsat alınan alanın büyüklüğü, 4 bin 406 hektardır. Varın tamamen ormanlarla kaplı bu alanda kesilecek ağaçları siz hesaplayın! 
ŞİRKET SUYUN KİRLENECEĞİNİ ANLAMIŞ
Şirketin su kaynaklarının içinde olduğu bölüm ile yerleşim alanları ve turizm alanları olan bölümü çıkarıyoruz demesi ise epey komik kalıyor. Çünkü Yeşil Artvin Derneği ve bu konuda yazı yazmış tüm bilim insanları suların kirleneceğini söylediği zaman şirket; kirlenmeyecek diyordu. Şimdi şirket suyun kirleneceğini anlamış, turizmin ve yerleşim alanlarının biteceğine kanaat getirmiş olmalı. İşte bu bizim haklılığımız ortaya koyan en net belgedir. Belediyenin su aldığı toplam 33 kuyudan 18’i maden ruhsat sahası içerisinde kalmaktadır. 
GÜNDE 100 KAMYON TRAFİĞE ÇIKACAK
Eti Bakır: Kamyonlar otoyolda nasıl bir tünele giriyorsanız öyle bir tünelden yer altına inecek. Oradan aldıkları madeni tünelin girişindeki teleferiğe taşıyacak. Yerin üstünde çalışmayacaklar.”
Yeşil Artvin Derneği: Bu açıklamalar da inandırıcılıktan uzak. ÇED Raporunda ve ilgili broşürlerde günde 100 kamyonun trafiğe çıkacağı söylenirken… insanların gözünün içine baka baka gerçekleri saklıyorlar. Tıpkı şirketin biz galeri madenciliği yapacağız deyip pek çok şeyi saklaması gibi.
100 BÜYÜK ORMAN NE DEMEK?
Eti Bakır: İnşaat sahası üzerindeki yüzey toprağı sıyrılacak ve depolanacaktır. Madenin faaliyetinin sona ermesinin ardından bu toprak geri serilecek ve bölge ağaçlandırılacaktır. 3 bin 500 ağacın en az 10 katını bölgeye dikeceğiz. 
Yeşil Artvin Derneği: Ne Yeşil Artvin Derneği ne de ilgili bilimsel raporların hiç birinde  “100 büyük orman” diye bir bahis yoktur. Yeşil Artvin Derneği raporlarında şunlar denmektedir. “Avrupa’da biyolojik çeşitliliği bakımından önemli ve korumada öncelikli 100 orman sıcak noktası (100 Forest Hotspots) belirlenmiştir. Bunların 9 tanesi Türkiye’de bu 9 tane yöreden 2’si de Doğu Karadeniz’dedir. Bu iki alandan biri Artvin ilindedir. Cerattepe ve Kafkasör ormanları da bu korunması gereken özel doğal yaşlı orman sisteminin bir parçasıdır.” 
Yalan sayısı düzeltilemeyecek kadar çok.
1- “Yüzey toprağı sıyrılacak ve depolanacaktır” deniyor. 15 gün önce alan 18 gazeteci eşliğinde gezildi. Yüzeyden sıyırılmış bir kg bile toprak depolanmamıştır.
2-“3500 ağacın en az 10 katını dikeceğiz”. Diyelim ki yapacaklar. 3500 ağacın 10 katı 35 bin fidan eder. 35.000 fidan Artvin şartlarında topu topu 14 hektar alanı ağaçlandırabilir. Oysa kesilen devasa ağaçlar, kaybedilen ise yaşlı ormanlar. Yerine fidan dikerek orman elde etmeniz için, hele Cerattepe ya da Kafkasör gibi yüksek rakımdaki ormanları elde etmeniz için 250-300 yıl beklemeniz gerekecek.
ALTIN İÇİN ÇED BAŞVURUSU YAPILDI BİLE
Eti Bakır: Cerattepe’de altın çıkarma projeleri bulunmadığı, Bakır madenini çıkarma ve taşıma dışında Cerattepe’de başka tesis olmayacak. Zenginleştirme işlemi yapılmayacağı için siyanür havuzu da kurulmayacak. Maden çıkarıldıktan sonra Samsun’a taşınacak ve orada bulunan tesislerimizde işlenecektir. Olmayan siyanür havuzunun Artvin’e zarar vermesi mümkün değildir”.
Yeşil Artvin Derneği: Zenginleştirme yapılmayacakmış... Toprak altından çıkarılan malzeme mi götürülecek? Elbette hayır. Murgul’a neden taşınıyor o zaman. “Altın çıkarma projeleri bulunmadığını” söylüyorlar. Herkes biliyor ki altın madeni için ÇED bile Bakanlığa verildi hem de 2 yıl önce. En zengin bakır tenörlü (%9,5) rezervin yaklaşık beşte biri Cerattepe’deki altın rezervinin dibinde duruyor. Altın madeni çıkarılmayacak demek büyük bir yalandır çünkü yüzeye çok yakın olan altın rezervi için devasa bir çukur açılarak açık işletme yapılacak, sonrasında da çukurun hemen altındaki bakır alınacaktır. Büyük hacimdeki bakır ise mecburen galeri sistemi ile alınmak zorunda çünkü çok derinde bulunuyor. Yani madenciler, Artvin’liyi düşündükleri için değil, zorunluluk. 
TAM BİR SAFSATA
Eti Bakır: Üretim şeklini değiştirdi işletme süresini 20 yıl istedi. Ruhsattaki 4 bin 406 hektarlık alanın 2 bin hektarından vazgeçtikleri. 4 bin 406 hektarlık alanın sadece 15 hektarında kapalı alanda madencilik yapılıyor.
Yeşil Artvin Derneği: 1- İşletme yöntemi asla ve asla değiştirilmemiştir. 2- İlk etapta açık işletme planlanmamıştır. Açık işletme sadece altın ve hemen altındaki bakır rezervi içindir. Altın için de ÇED bakanlığa sunulmuştur. İşletme süresinin 10 yıldan  20 yıla çıkarılması ise  tam bir safsatadır. Hem alanın % 50’sinden vazgeçiyorum, hem de süreyi 20 yıla çıkarıyorum demenin Türkçe tercümesi tam da şudur: Biz şimdilik ruhsat alanının yarısını işletsek ancak baş ederiz ki bu en az 10 yılımızı alır. Kalan bakır bölümü ve altın-gümüş işletmesi için bir 10 yıl da buna lazım, işte size 20 yıl.
ARTVİNLİ MADEN İŞİNDEN İSTİHDAM BEKLEMESİN
Eti Bakır: Madenden 14 yılda çıkacak bakırın ekonomik değeri, bugünkü fiyatıyla 1.5 milyar dolar. Madende 387 kişinin istihdam edileceğini ve yıllık 500 bin ton cevher üretileceğini de anlattı.
Yeşil Artvin Derneği: Hem madenin 20 yıla çıkarıldığını söylüyorlar hem de burada 14 yıl süreceği belirtiliyor. Gerçek hangisidir belli değildir. 1- Şirket biz kısa süre burada değiliz, işe girenler uzun süre çalışacak demek istiyor ve kamuoyu desteği sağlamaya çalışıyor 2- Buradaki rezerv kamuoyunun bildiğinden fazla ve bu başka konularla örtülüp saklanmaya çalışılıyor. 
Artvin’li maden işinden istihdam beklemesin, kendileri ile oyun oynanmasına ve duygularının sömürülmesine meydan vermesin. 
ÇEVRE    31 Ağustos 2017 13:11     



30 Ağustos 2017 Çarşamba

Baraj sadece tarih değil tüm Dicle Vadisi için yıkım olacak


Baraj sadece tarih değil tüm Dicle Vadisi için yıkım olacak

Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi, Ilısu Barajı ile ilgili raporunda barajın sadece tarih değil tüm Dicle Vadisi için yıkım olacağı belirtildi.
Özer AKDEMİR
İzmir
Hasankey’i Yaşatma Girişimi tarafından hazırlanan "Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali Son Durum Raporu" antik kentin baraj suları altında kalması ile sadece dünya kültür mirası 12 bin yıllık bir tarihin değil, Dicle Vadisindeki biyo çeşitliliğin de yok olacağını ortaya koydu. 
Hasankeyfte yaşayan yurttaşları, endemik bitki türlerini, nesli tehdit altındaki yaban yaşamını bekleyen yıkımı gözler önüne seren raporda; "Ilısu Baraj projesi kültürel, ekolojik, sosyal, psikolojik yıkımlara sebep olacaktır" denildi.
EŞSİZ DEĞERLER SULAR ALTINDA KALACAK
Hasankeyf'in baraj suları altında kalmasını önlemek için yıllardır mücadele eden Hasankeyf Yaşatma Girişiminin 03.08. 2017 tarihini taşıyan raporunda Ilısu Barajı Projesi’nin bitmesi ile 250’ye yakın höyük, 5 binden fazla mağara, tarihi camiler, minareler, kilise kalıntıları, sahabe kabirleri, türbeler, tarihi köprüler gibi eşsiz değerler sular altında kalacağı dile getirildi. 
Hasankeyf ilçesinin yüzde 90 gibi büyük bölümü barajdan etkileneceğinin, aralarında köy ve mezraların da bulunduğu 199 yerleşim yerinin sular altında kalacağının altını çizildiği raporda,  sular altında kalacak yerleşim yerleri sıralandı; "Batman’ın Beşiri, Hasankeyf ve Gercüş ilçeleri, Diyarbakır’ın Bismil ilçesi, Siirt’in Merkez, Kurtalan ve Eruh ilçeleri; Şırnak’ın Güçlükonak ilçesi ile Mardin’in Dargeçit ilçesine bağlı köy ve mezralar. Barajın bitmesi ile 10 bini aşkın kişinin büyük kentlere göç edeceği tahmin edilmektedir".
 
BARAJIN YÜZDE 96'SI TAMAMLANDI
UNESCO'nun dünya mirası listesine girmek için gerekli olan 10 kriterden 9'unu karşılayan Hasankeyf'in Ocak 2016’da torba yasayla birlikte bir gece geç saatlerde kabul edilen düzenleme ile sular altında kalmasına vize çıktığının hatırlatıldığı raporda yüzde 96 oranında tamamlanan barajın  yılında tamamlanarak 2019 yılında su tutmasının planlandığı bilgisine yer verildi. 
Yeni Hasankeyf yerleşim biriminin ulaşımını sağlayacak olan 1 kilometre uzunluğundaki köprü çalışmalarının hızlandırıldığını, çevre yolundaki viyadükün yanı sıra Dicle nehri üzerindeki köprü ayaklarının tamamının monte edildiğine yönelik firma açıklamalarına yer verilen raporda,
Hasankeyf 1 adlı köprünün İstanbul Boğaz köprüsü kadar uzunluğu olacağı ifade edildi. 
Batman’ın Hasankeyf ilçesinde yapımı devam eden Türkiye’nin en büyük 4’üncü, Ortadoğu’nun ise birinci köprüsü Hasankeyf-2’nin ise tamamlanmasına 700 metre kaldığı köprünün 2018 yılı sonuna yetiştirilmesi planlandığı dile getirildi.

GÖBEKLİTEPE İLE YAŞIT
Hasankeyf'te sular altında kalacak Hasankeyf Höyüğü ile ilgili kazı heyeti başkanı Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam'ın "tarihin bilinen ilk inanç merkezi" açıklamasına ve Japon kazı heyeti başkanı Prof. Miyake'nin " Hasankeyf Höyük ve Göbeklitepe III. tabakanın hemen hemen çağdaş olduğu" sözlerine yer verilen raporda, sular altın çok önemli bir tarihi mirasın bırakılacağının altı çizildi.
MAĞARALAR SULARLA DOLACAK
 
Hali hazırda dolgu yapılan Hasankeyf mağaraları ile ilgili bu mağaralardan birisini işleten Ömer Güzel adlı yurttaşın Raporda yer verilen açıklamaları şöyle; "Hasankeyf’te 6 bin mağara var, mağaralardan biri de yaşadığım evin altındadır. Bunu daha önce kiler olarak kullanıyorduk. Çünkü, buranın serinliği neredeyse klimalı bir odanın serinliğindedir. Mağaranın özelikleri yazın serin kışın sıcak olması. Şu anda hava dışarıda 49, mağarada ise 25 derece. Eskiden yaşam bu mağaralardaydı"
EKOLOJİK DİNAMİT!
 
Tehlike arz eden kayaların düşürülmesi gerekçesiyle yapılan patlatmaların Hasankeyfe büyük zarar verdiğine işaret edilen rapordu, "Bu kayaların düşürülmesi çalışmalarında dinamitler kullanılıyor. Sağlam olan kayaların düşürülmeye çalışılması bu işin içinde rantın olduğunu göstermektedir. Ayrıca Şab vadisi, Saha vadisi ve dere bölgesindeki tüm mağaralar dolgu ile doldurulacaktır" denildi. Hasankeyf'te dinamit kullanılarak kayaların düşürülmesinin sosyal medyada geniş yankı bulması sonrası kamuoyunda yükselen tepkiyi azaltmak için Batman Valisi Ahmet Deniz'in açıklamalar yaptığına dikkat çekilen rapordu, valinin şu sözlerine yer verildi; “Bilim Heyeti nezdinde uzman dağcı ekipler tarafından tehlike arz eden kayalar ekolojik kaya kırıcı teknolojisi ve hidrolik kriko yöntemleriyle kontrollü bir şekilde kayaların düşürülme çalışmaları yapılmaktadır".
SAHABELERİN VE HZ. ALİ'NİN YEĞENİNİN MEZARI DA...
 
Hasankeyf'te dinamitle kayaların yok edilmesi ve mağaraların doldurulmasına yönelik Doğal Yaşamı Koruma Derneği Yöneticisi Emin Bulutun açıklamalarının yer aldığı raporda, antik kentin İslamiyet açısından da önemli olan birçok değerinin yok olacağını ortaya koyuyor; Bulut Newala Sahê Vadisi boyunca 366 sahabenin, Hz. Muhammed’in torunu ile Hz. Ali’nin yeğeninin mezarının olduğunu belirterek, bu saldırının aynı zamanda inanca dönük olduğunu da vurgulamış. Raporda, Hasankeyf'teki dinamit patlatmaları sondası HDP Batman Milletvekili Mehmet Ali Aslan'ın 4 gün süren kendisini kayaya zincirleme eylemine ve UNESCO'nun Hasankeyfteki gelişmeler karşısındaki sessizliğine de vurgu yapıldı. 
Yerinden taşınan Zeynel Bey türbesinin yanı sıra 7 eserin daha taşınmasının planlandığının aktarıldığı raporda, bu eserler taşınsa bile onlarca eserlerin sular altında kalacağı dile getirildi. 
BİRÇOK ENDEMİK TÜRÜN SON YAŞAM ALANI
Baraj projesinin Dicle Vadisine etkilerin de ele alındığı raporda kıtaların, iklimlerin ve canlı türlerinin kesiştiği bölgede yer alan Dicle Vadisinin, doğal özelliklerini yitirmeden günümüze ulaşmış nehir ekosistemlerinin en iyi örneği olduğunun altı çizildi. Dicle Vadisi'nin, Fırat Nehrinin barajlarla doğal yapısını kaybetmesi sonucunda birçok endemik tür için kalan son yaşam alanı olduğunun ifade edildiği raporda, "Dicle Vadisi, birçok endemik ve küresel ölçekte nesli tehlike altında canlı türüne ev sahipliği yaparken, yapılması planlanan HES ve barajlarla; canlı türleri, yok olmayla karşı karşıya kalıyor. Ilısu Barajı alanında balık türlerinin dışında bölgede yaşayan bitki ve hayvan türlerinin yaşam alanları daralacak ya da tamamen yok olacaktır" denildi. Bölgede endemik ve nesli tehlike altında olan türlerin olduğuna dikkat çekilen raporda, "Hasankeyf’te yapılan üç farklı araştırma ve Dicle Üniversitesi araştırmacılarından elde edilen bir listeye göre, Hasankeyf çevresinde 266 endemik bitki türü olduğu, bunlardan 66 türün GAP ile sınırlı ve 129 türün Türkiye’de ender olduğu tespit edilmiştir. Sadece Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bulunduğu tespit edilen 66 türden 44’ü sadece Dicle havzasında olduğu belirlenmiştir" ifadelerine yer verildi. 

KİTLESEL BALIK ÖLÜMLERİ, İKLİM DEĞİŞİMİ, GÖÇLER...
Raporda, Ilısu Barajı Projesi Hasankeyf gibi yüzlerce yerleşmeyi de etkilediği, baraj suyu altında kalmasından dolayı bazı hayvan ve bitki türlerinin besin ve habitatlarının yok edilmesiyle birlikte kitlesel balık ölümleri, iklimde yumuşama ve doğal yaşamda değişim gibi birçok ekolojik ve çevresel etkilerine de vurgu yapılırken,  arkeolojik kazı araştırmalarının yeterli düzeyde yapılamayacak olması nedeniyle tarihi bazı bilgilerin karanlıkta kalacağı uyarısında bulunuldu. Meydana gelecek iç göçler ve bunların yol açacağı sosyo-ekonomik problemlere de dikkat çekilen raporda, "Ilısu Baraj projesi kültürel, ekolojik, sosyal, psikolojik yıkımlara sebep olacaktır" denildi. (İzmir/EVRENSEL)
 https://www.evrensel.net/haber/330938/baraj-sadece-tarih-degil-tum-dicle-vadisi-icin-yikim-olacak

Son Düzenlenme Tarihi: 30 Ağustos 2017 12:26

Myrleia antik kenti üzerindeki AVM'ye mahkeme onayı!

Myrleia antik kentinin üzerine AVM yapılmasına mahkemeden onay çıktı. DOĞADER, raporu hazırlayan bilirkişilerin 'kültür katili' geçmişini açıkladı.
Özer AKDEMİR
İzmir
Myleria antik kenti üzerindeki AVM'ye mahkeme onayı!
Bursa’nın Mudanya ilçesi sınırları içerisindeki Myrleia antik kentinin üzerine alışveriş merkezi (AVM) yapılmasına mahkemeden onay çıktı. Daha önce antik kent üzerine AVM yapılmasının yürütmesi durdurulmuşken Kültür Bakanlığı adeta antik kenti değil, AVM’yi korumak için kararı temyiz etmişti. Bursa Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği (DOĞADER), bu son mahkeme kararına dayanak yapılan bilirkişi raporunu hazırlayan bilirkişilerin Hasankeyf ve Spradon’u yok oluşa ve talana açan raporları hazırladıklarını açıkladı. Üçüncü bilirkişi ise hakkında dava açılan Kültür Bakanlığı çalışanı!
AVM ALANI SİT DIŞI BIRAKILDI
Myrleia antik kentinin üzerine AVM yapılması ile ilgili süreç aslında ülkemizde hukuksuzluğun geldiği noktayı ortaya koyması açısından da ilginç veriler sunuyor. 1992 yılında “Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu” Myrleia antik kenti için 1-2 ve 3. düzey “arkeolojik sit” kararları aldı. Bu karar hakkında yeterince inceleme yapılmayınca bugün AVM yapılan arazi sit dışında bırakıldı. 2010 yılında Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şahin ve ekibi, Müzeler Genel Müdürlüğünün izni ile Myrleia antik kentinde  inceleme yaparak bir rapor hazırladı. 
myrleia antik kenti avm ile ilgili görsel sonucu
SİT SINIRLARI GENİŞLETİLSİN DENEN RAPOR SÜMEN ALTI
Raporda ortaya konan bulgularla arkeolojik sit alanının genişletilmesi gerektiği dile getiriliyordu. Ancak bu rapor 2 yıl boyunca sümen altı edildi. Bu süre içerisinde de arkeolojik sit alanı olması gereken alan, 2011 yılında ticaret alanı olarak ilan edildi. Hemen ardından da 2012 yılının nisan ayında Myrleia antik kenti üzerine Kipa AVM inşaatı başladı. İnşaat sırasında yüzeye çok yakın antik buluntularla karşılaşılması üzerine Koruma Kurulu inşaatın durdurulması kararı aldı. Aynı kurul haziran ayı içerisinde ise yeniden AVM inşaatının sürdürülmesi yönünde kararını değiştirdi. Koruma Kurulu, ardından inşaat alanını 3. derece arkeolojik sit ilan etti. Kurul bu kararını Prof. Dr. Mustafa Şahin’in hazırladığı rapora dayandırmak istese de raporda sit derecesinin düşürülmesi ile ilgili bir değerlendirmenin olmaması kurulun hile yaptığı şeklinde yorumlandı. 
myrleia antik kenti avm ile ilgili görsel sonucu
AVM İNŞAATINA DAVA AÇILDI
Tüm bu gelişmeler sırasında antik kente sahip çıkan yurttaşlar suç duyuruları ve bilgi edinme başvuruları yaptılar. Mudanya Belediyesinin Koruma Kuruluna AVM inşaatının durdurulmasına yönelik talebi, karşılık bulmadı. O dönem ki TBMM’de Bursa Milletvekili İlhan Demiröz ve İstanbul Milletvekili Levent Tüzel’in Meclise verdikleri Myrleia hakkındaki soru önergeleri yanıtlanmadı. Şubat 2013 tarihinde DOĞADER, Bursa Barosu, TMMOB İKK, ÇHD, DİSK, KESK gibi birçok kurum ve yurttaş tarafından oluşturulan Myrleia Antik Kentini Koruma Platformu, AVM inşaatına karşı dava açtı. Mahkeme 2013 yılının ağustos ayında yürütmeyi durdurma kararı verirken, mahkemenin atadığı bilirkişilerin raporu AVM yapılan alanda Myrleia’nın önemli buluntularının olduğunu ortaya koyuyordu. Bölgede ortaya çıkarılan yeni buluntuların, mozaiklerin ardından DOĞADER’in, alanın kamulaştırılarak 1. derece arkeolojik sit ilan edilmesi talebi yanıt bulmadı. 3 yıl süren hukuk mücadelesi sonunda Bursa 1. İdare Mahkemesi Koruma Kurulunun AVM ye izin veren kararını iptal etti. 
myrleia antik kenti avm ile ilgili görsel sonucu
BAKANLIK KÜLTÜRÜ DEĞİL, AVM’Yİ KORUDU!
Bu mahkeme kararından sonra Kültür Bakanlığının, antik kenti koruyan karara itiraz etmesi ve kararı temyize göndermesi Myrleia Koruma Platformu tarafından “Bakanlığın kendi varlık nedenine ihanet etmesi” şeklinde değerlendirildi. Temyize giden mahkeme kararı ile ilgili süreç tamamlanmadan Özdilek şirketinin antik kent üzerindeki AVM’yi satın alması birçok soru işaretlerine neden oldu.  Bu ilginç duruma dikkat çeken DOĞADER Başkanı Caner Gökbayrak “Özdilek böyle bir riske neden girdi?” sorusunun yanıtının çok geçmeden anlaşıldığını aktardı.  Gökbayrak, “Danıştay mart 2016’da yerel mahkemenin kararını bozarak geri gönderdi. Geri dönen davaya bakan Bursa 1. İdare Mahkemesine de yeni bir yargıç heyeti atandı. Bu yeni heyetin atadığı bilirkişiler ise antik kentin üzerine AVM yapılmasının zeminini hazırlayan bir rapor hazırladılar. Mahkeme geçtiğimiz günlerde verdiği kararla bu bilirkişi raporunu dayanak göstererek AVM inşaatına karşı açılan davanın reddedildiğini açıkladı” dedi. 
BİLİRKİŞİLERİN GEÇMİŞİ SABIKALI
myrleia antik kenti avm ile ilgili görsel sonucu
Gökbayrak, bilirkişi heyetindeki isimleri sert bir şekilde eleştirerek bu kişileri ‘Tarih katliamcıları’ olarak niteledi. Gökbayrak şu ilginç bilgileri aktardı: “Bilirkişi heyetinde yer alan Doç. Dr. Hasan Ferudun Özgümüş, Hasankeyf’i sulara gömen bilirkişi raporunu hazırlayan heyetin içinde yer aldı. Doç. Dr. Ahmet Vefa Çobanoğlu, İstanbul’daki Spradon kentini yok sayan TOKİ’nin ısmarlama raporunu hazırlayan heyette yer aldı. Bu iki kişi de sanat tarihçisi. Bilirkişi heyetindeki Adil Bayram ise dava açtığımız Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı İstanbul Kültür Varlıkları Kurullarından birinin üyesidir. Yeniden görülen davayı, tüm itirazlarımıza rağmen, arkeolojik alanı yok sayan sözde bilirkişi raporuyla kaybettik.”  Gökbayrak bu kararı temyiz edeceklerini, Myrlea antik kentinin bulunduğu tüm alanın 1. derece sit alanı olması ve bir an önce kazılara başlanması için Kültür Bakanlığına bir kez daha başvuruda bulunacaklarını dile getirdi. Gökbayrak, “Adalet yerini bulana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz” dedi.

Son Düzenlenme Tarihi: 30 Ağustos 2017 06:02

Bilirkişi ‘Aliağa'da termik santral olmamalı’ dedi

İzmir Aliağa'daki termik santralin bilirkişi raporunda, bölgenin bu kirliliği kaldıramayacağının altı bir kez daha çizildi.
Özer AKDEMİR
İzmir 
Aliağa yakınlarındaki İZDEMİR Termik Santrali ile ilgili yapılan bilirkişi raporunda bölgenin bu kirliliği kaldıramayacağının altı bir kez daha çizildi. Termik santrale karşı dava açan TMMOB'a bağlı odalar, EGEÇEP ve Ekoloji Kolektifi konuyla ilgili yaptıkları ortak basın açıklamasında "Aliağa ve çevresinin tüm kirliliklerden kurtarılmasını hedeflerken bölgede yeni kirlenmelere asla izin vermeyeceğiz" denildi.
YAN YANA İKİ TERMİK SANTRAL
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının İzmir Aliağa’da yapılması planlanan İZDEMİR Enerji Santrali-II 2. Ünite projesi için verdiği ÇED olumlu kararına karşı, yurttaşlar, sivil toplum örgütleri, Kıyı Ege Belediyeler Birliği, Foça Belediye Başkanlığı, İzmir Barosu ve TMMOB’a bağlı meslek odaları tarafından dava açılmıştı. 
Açılan davada; İZDEMİR termik santrali II 2. Ünitenin 1. Ünite ile birlikte entegre olarak planlanması gerektiği, kümülatif değerlendirme yapılmamış olması, planlama hukukuna aykırılığın mevcut olduğu, kültür varlıklarına etki incelemesinin parsel bazlı yapıldığı, kullanılacak kömürün belirsizlik taşıdığı, toprak hukukuna aykırılığı iptal sebepleri olarak ileri sürülerek ÇED olumlu kararının iptali talep edilmişti. 
BİLİRKİŞİ TÜM GEREKÇELERİ SAYDI
İzmir 1. İdare Mahkemesinde görülen davada, 8 Mayıs günü yapılan bilirkişi incelemesi sonrasında hazırlanan bilirkişi raporu, geçtiğimiz günlerde mahkemeye sunuldu. 
Bilirkişi raporunda; 
“Sonuç olarak faaliyetin çevre mühendisliği açısından bazı hava kirliliği riskleri doğuracak olması ancak plan kararları açısından uygun olmasının ötesinde; Arkeoloji ve Sanat Tarihi açısından ÇED Raporunun arkeolojik alanlar ve sit alanları açısından yetersiz ve dayanaksız olması işletmenin etki alanının etki alanındaki çevresel özelliklerin arkeolojik alanlar ve sit alanları açısından tam ve doğru olarak belirlenmemiş olması ile Tarımsal Arazi Kullanımı açısından 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılattırılması Hakkındaki Kanuna göre söz konusu alanda termik santral yapılmasının uygun olmaması sebepleri ile dava konusu faaliyete dair ÇED Olumlu Kararının iptalinin uygun olduğu kanısına varılmıştır” ifadelerine yer verildi. 
MAHKEME KARARI BİR ÇIRPIDA YOK SAYILDI
Davacı kurumlar tarafından bilirkişi raporu ile ilgili yapılan ortak açıklamada; İzmir 2. İdare Mahkemesinin, İZDEMİR Termik Santrali 2. Ünite için verilen ÇED olumlu kararını iptal ederken; bilirkişi raporundaki zeytinlik alanlar, arkeolojik alanlar ve hava kirliliği unsurlarını göz önüne aldığını dile getirdi. Her iki ünite ile ilgili yapılan bilirkişi raporlarının projenin yeri seçimindeki yanlışlığı ortaya koyduğunun belirtildiği açıklamada, "Ancak buna rağmen 1. ünite için iptal kararının ardından kısa bir süre sonra 2009/7 sayılı genelge kapsamında yeniden ÇED olumlu kararı alınmıştı.
İzmir 1. İdare Mahkemesine sunulan bilirkişi raporunda açıkça, bu bölgede termik santral kurulamayacağı, aksi takdirde korunan alanların, insan ve çevre sağlığının ve zeytinlik alanların zarar göreceğinin altı çizilmiştir. 2.Ünite’nin ana gövdesini oluşturan ve planlandığı alan aynı olan 1. Ünite ise halen işletme halindedir. Bilirkişi raporuyla bir kez daha tespit edilen yer seçimi yanlışlığı hususu 1. Ünite için de geçerlidir" denildi. 

Bilirkişi raporu doğrultusunda II. Ünitenin ÇED olumlu kararının iptalinin yanı sıra 1. Ünitenin faaliyetinin de ivedi bir şekilde durdurulması gerektiğine dikkat çekilen açıklamada şöyle denildi: "Bilirkişi raporu da açıkça, Aliağa’nın kapasite itibariyle bir yeni tesisi daha kaldıramayacağını ortaya koymuştur. Aliağa ve çevresinin tüm kirliliklerden kurtarılmasını hedeflerken bölgede yeni kirlenmelere asla izin vermeyeceğiz" (İzmir/EVRENSEL)
GÜNCEL ÇEVRE    30 Ağustos 2017 

27 Ağustos 2017 Pazar

'Ayvalık'taki yanan orman alanında yapılan işlemler doğru'


 Özer AKDEMİR


İzmir
  'Ayvalık'taki yanan orman alanında yapılan işlemler doğru'
Ayvalık yangını sonrası yanan alanın ağaçlandırılması ile ilgili başlayan tartışmaları ile ormancılık alanında uzman iki bilim insanına sorduk. Her iki bilim insanı da yapılan işlemin doğru olduğunu söylerlerken, bir takım uyarılarda da bulundu.


Ayvalık Tabiat Parkı'ndaki orman yangını sonrasında bölgede başlayan ağaçlandırma çalışmaları ve yapılış tarzı tepki çekmişti. Uzmanlara sorduk.

ORMAN YANDI BİTTİ TARTIŞMA ALEVLENDİ

17 Ağustos'ta Ayvalık Tabiat Parkı'nın iki noktasında başlayan yangın sonrası 15 hektarlık bir orman alanı kül oldu. Bölgede gerçekleşen yangının sabotaj sonucu çıkmış olma ihtimali ve bölgenin imara açılabileceği gibi tartışmaların arasında sanatçı Haluk Levent'in yanan bölgeyi ağaçlandırmak için kampanya başlatması ve iş makinelerinin alana girerek çalışma yapması tartışmalara yeni bir boyut getirdi. Ayvalık Çevre Koruma ve Güzelleştirme Derneği yanan alanlara fidan dikimi kampanyalarının ve alanda iş makineleri ile yapılan çalışmaların sonlandırılmasına dair bir imza kampanyası başlattı. Ayvalık Tabiat Platformu ise konunun uzmanlarının görüşlerine atıfta bulunarak yanan alanlardaki bölgenin dokusuna uygun bir ağaçlandırma yapılması gerektiğini, bunun için de zarar gören alanın onarımı için çalışmalara ihtiyaç olduğunu açıkladı.
‘ORMAN İŞLETMESİ DOĞRU YAPTI’
 
Ayvalık yangını ile ilgili bu tartışmaları ormancılık alanında uzman iki bilim insanına sorduk. Bartın Üniversitesi Ormancılık Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Erdoğan Atmış yanan alanının ormancılık dışı amaçla kullanılamayacağının Anayasa'nın 169. maddesinde açıkça belirtildiğini dile getirdi. Bu madde de; "Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz” denildiğini, yani orman alanında yeni orman yetiştirmeden bahsedildiğini aktaran Atmış, "Orman yetiştirme yapay şekilde yani fidan dikerek veya tohum ekerek yapılacağı gibi, doğal şekilde yani boş alanlara tohumların kendiliğinden gelmesiyle de olabilir. Fakat her ikisi için de arazinin tohum veya fidan için hazırlanması gerekecektir. Bunun için toprak işlemesi mutlaka gereklidir" dedi.

Ayvalık yangınında 15 hektarlık bir alanda hem örtü, hem de tepe yangını gerçekleştiğini ifade eden Atmış, "Yani alandaki ağaç, ağaçcık, çalı, ot, çayır, funda, yaprak, yosun, fidan, kuru dal, kütük, ne varsa yanmış. Bu durumda bu geniş sahanın sadece araziyi işledikten sonra doğal yollarla ormana dönüşmesini beklemek doğru olmayacaktır. Çünkü büyük bir alandır. Bu sahada önce yanan kısımların temizlenmesi, sonra arazinin işlenmesi, daha sonra da ağaçlandırılması (fidan dikimi) gerekmektedir. Bu kapsamda yangından hemen sonra orman işletmesinin iş araçlarıyla sahaya girmiş olması doğru bir işlemdir" dedi. Atmış kamuoyunun baskısı nedeniyle Orman ve Su İşleri Bakanlığı'nın vakit kaybetmeden bu çalışmalara başlamış olabileceğini belirtirken, sahaya dikilecek fidanların yöre şartlarına uygun, yörede doğal yetişen ağaç türlerinden seçilmesi gerektiğinin de altını çizdi.

Bu tür yangınlardan sonra kamuoyunda oluşan tepkinin nedeninin anlaşılabilir olduğunu söyleyen Atmış, Pina Yarımadası'nda veya değişik yerlerde yangından sonra alanın turizm tesislerine tahsis edildiği ve buralarda oteller yapıldığı örneklerine dikkat çekti. Bir orman alanını otel, maden sahası, yol, enerji nakil hattı, enerji üretim tesisi vb ormancılık dışı amaçlara tahsis etmek için oranın önceden yakılmasının gerekmediğini dile getiren Atmış şunları söyledi; "Hatta oranın yanmış olması daha büyük tepkiler doğurduğu için istenilen tesislerin bu alana yapılması zorlaşıyor. Orman Kanunu'nun 16, 17 ve 18. maddeleri, Turizm Teşvik Kanunu'nun 8. maddesi gibi maddelerle ne yazık ki doğal orman alanlarımız kolayca kesilip bu amaçlar için tahsis edilebiliyor. Şu anda ülke genelinde bu tür tahsislerin miktarı 550 bin hektarı geçti. Üstelik bu tür tahsisler ormanı parçalı hale getirerek bütünlüğünü bozuyor. Kamuoyunu sadece orman yangınlarından sonra değil, bu tür ormanları paramparça eden ve yok eden tahsislere karşı duyarlı olmaya çağırıyorum.”
 
‘YASALAR KADAR KAMUOYU BASKISI DA ETKİLİ OLDU’


İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay ülkemizde ortalama olarak her yıl 10 bin hektar kadar bir alanın yandığına dikkat çekerek, yanan bu alanların Anayasanın 169. Maddesine göre aynı yıl içerisinde ağaçlandırılması gerektiğini dile getirdi. Tolunay, yanan alanlarda süratli bir şekilde ağaçlandırması çalışmasının öncelikle yanmış ağaç gövdelerinin, köklerinin ve alt tabakadaki çalıların araziden uzaklaştırılması ile başlandığını, daha sonra ise yangından sonraki sonbahar ya da ilkbaharda yanan alan ağaçlandırıldığını kaydetti. Tolunay, Ayvalık yangınında olduğu gibi yanan alanlarda süratle çalışmaların başlamasında bu yasal zorunluluğun yanı sıra oluşan kamuoyu baskısının da etkili olduğunu belirtti.

GENETİK ÇEŞİTLİLİK UYARISI

Yanan alanların orman haline getirilmesi için ağaçlandırma dahil değişik yöntemler uygulanabilineceğine işaret eden Tolunay, "Yanan alanların gençleştirilmesi için izlenecek yol, yanan alandaki ağaç türü, yörenin iklim ve toprak özellikleri, eğimli olup olmaması gibi birçok faktör değerlendirilerek belirlenmelidir. Örneğin ülkemizde yangınlar en fazla kızılçam ormanlarında çıkmaktadır. Kızılçam ormanları yüzlerce yıldır yangınlardan etkilendikleri için yangınlara uyum sağlamışlardır. Kızılçamların kozalakları yangın sırasında açılmakta ve yangından bir yıl sonra yanan alanlarda yoğun bir doğal gençlik gelebilmektedir" dedi. Bu şekilde doğal olarak gençleşmesi mümkün olan ağaç türlerinin olduğu yerlerde yangından sonra ağaç dikilerek orman oluşturulmasının genetik çeşitliliğin daralmasına neden olabileceği uyarısında bulunan Tolunay, "Çünkü ağaçlandırmalarda kullanılan fidanlar çoğunlukla özel olarak oluşturulmuş tohum bahçelerinden toplanan tohumlardan üretilmektedir. Dolayısıyla genetik çeşitlilik oldukça dardır. Bu nedenle özellikle yanan kızılçam ormanlarının doğal yöntemlerle gençleştirilmesi oldukça kolaydır ve genetik çeşitliliğin devamı açısından gereklidir" diye konuştu. Tolunay iklim değişikliği gibi değişen ekolojik koşullar nedeniyle genetik çeşitliliğin korunması ve doğal gençleştirilmeye öncelik verilmesi gerektiğinin altını çizdi.

Son Düzenlenme Tarihi: 27 Ağustos 2017 15:43

Nereden başlasam, nasıl anlatsam, bilemiyorum? (pazar)

Özer Akdemir, İstanbul Büyükada’da düzenlenecek 'Yaşam için Su Kampı'na ilişkin yazdı.
Özer AKDEMİR
Nereden başlasam, nasıl anlatsam?
Su Hakkı Kampanyasının İstanbul Büyükada’daki “Yaşam için Su Kampı”na, hazırladığım sunuma hâlâ son şeklini verememenin huzursuzluğu ile gidiyorum. 20-25 dakikalık bir zaman içerisinde ülkedeki suya yönelik sermaye saldırıları ve buna karşı verilen halk mücadelelerini anlatmam gerekiyor. Bunun yanı sıra, sulara yönelik bu talan girişiminin ekolojik boyutunu da atlamak olmaz. Hangi birini öne çıkarmak, nereden başlamak gerekir? “Nereden başlasam nasıl anlatsam”şarkısındaki gibiyim tam olarak.
En iyisi en güncelden başlayıp, eskiye doğru ilerlemek sanki. Tabii bu satırları yazarken bile yeni, yeni olarak kalmışsa hâlâ…
Nitekim, İzmir’den trenle havaalanına geçerken gördüm Kozak Yaylası’ndaki Çukuralan altın madenine 3. kez kapasite artış izninin verildiğini. Bilimin “Ekolojik hassas bölge, bir çivi dahi çakılamaz” dediği Kozak’ta yıllardır altın işletmeciliği yapan, dağı, taşı, ormanı katlettiği fotoğrafları her görüşte içimizi acıtan Çukuralan altın Madeni anlaşılan o ki daha uzun yıllar Kozak’ı kirletmeye devam edecek. Zaten değerli metal madencileri bir yere girdiklerinde orayı, hatta o yerin yakınlarını iliğine kemiğine kadar sömürmeden çıkmıyorlar. Kozak’ta olan tam da bu. Bergama Ovacık’taki altın cevheri bitince hazır siyanür tesisleri kurulmuşken Kozak’taki madenleri de işletip, Ovacık’ta siyanürle ayrıştırmak gibi kendi kârları açısından dahiyane bir planla hareket ettiler. Olan yıllardır Bergama’nın o güzelim Bakırçay Ovası’na, şimdi de suları, fıstık çamları, tarihi ile ünlü Kozak Yaylası’na oldu, oluyor. Kozak’ta fıstık çamları bu altın madenciliği başladığı tarihten bu yana, kaç yıldır doğru dürüst ürün vermiyorlar zaten. Madenin yarattığı tozdan, yer altı sularındaki değişikliklerden, gürültüden, patırtıdan ilk etkilenenler fıstık çamları oldu. İlk önce onlar küstü sanki!..
SON SALDIRI MURAT DAĞI’NA
Uşak Kütahya sınırındaki Murat Dağı’na yönelik altın madeni girişimlerini de en yeniler arasında saymak gerek. Geçtiğimiz hafta Uşaklılar dağda tehlikeye dikkat çekmek için ilk eylemlerini gerçekleştirdiler. 2 bin 312 metre yüksekliği ile Ege’nin bu en yüksek dağı Büyük Menderes, Gediz, Banaz ve Porsuk nehirlerinin doğduğu yer. Bu dağ, bu dağın bağrından doğan sular, bu suların suladığı ovalar sadece Ege’de milyonlarca insanın geçim kaynağı, yaşam kaynağı. 
Hangi altın madeni şirketi? Madenin kapasitesi ne kadar? Kapladığı alan, üretim tekniği, üretim yılı vs. gibi teknik hemen hamen hiçbir bilgi yok henüz. Bilinen bu maden Murat Dağı’nda işletilirse eğer bölge açısından çok büyük bir yıkım olacağı. Kışladağ altın madeninin yarattığı ekolojik sorunlarla yıllardır yüzleşen Uşaklılar bu kez de Murat Dağı’ndaki madenin etkilerini göğüslemek zorunda kalacaklar. Dağın kurdu kuşu, ormanı, böceği için ise tam bir felaket, sonun başlangıcı olacak maden.
Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde Isparta’da Coca Cola’nın tesislerini Rabia işaretli konuşmasıyla açtı. Yıllarca siyasal islamcılar tarafından “Filistin halkına yönelik İsrail mezalimi”ne verdiği destek nedeniyle nefretle anılan bu meşrubat şirketine “Reis” tarafından verilen bu desteğin yankıları devam ediyor. Burada bu konunun değerlendirilmesinden öte bu meşrubat firmasının İzmir’deki tesislerinde kullanılan suyun derdine düşeceğiz biz. İzmir Kemalpaşa tesislerinde yılda 1 milyon ton su kullanan Coca Cola 1 kuruş bedel ödemiyor bunun için. Gariban halkımızdan bir kişi su parasını birkaç ay geciktirse başına gelmeyen kalmazken, milyar dolarlık cirosu olan ABD şirketi ise tek kuruş ödemiyor! Adaleti bu AKP düzeninin!..
DERSİM’DEN HASANKEYF’E, ÇANAKKALE’DEN EFEMÇUKURU’YA
Dersim coğrafyası barajlarla parça parça ediliyor. 12 bin yıllık Hasankeyf, ömrü 50 yıllık Ilısu Barajının altında bırakılıyor. İliç’teki altın madeninden siyanür karışıyor Fırat’a ve bozkırda ağaçlar, çiçekler, böcekler susuzluktan kıvranırken başka bir altın madencisi şirket günde 432 bin litre su çekiyor yer altından. Adalet nerede hani? 
Çanakkale’de devam eden Adalet Kurultayında konuşulan konulardan birisi de çevre için adalet konusu. Çevre hakkı, şirketlerin ekolojik tahribatının toplumsal maliyeti, en doğal yaşam hakkımız olan sularımızın elimizden alınması, sermaye talanına sunulması, kirletilmesi…
Kurultayın yapıldığı ilin, Çanakkale’nin suyu Kaz Dağlarından gelir. Atikhisar Barajı kentin en önemli su havzasından beslenir ve çevresine yaşam sunar. Burası da tıpkı İzmir Efemçukuru gibi, tıpkı Artvin Cerattepe gibi su havzasında yapılan, yapılmak istenen madenciliğin tehdidi altında. Suyumuz, yaşamımız elden giderken, onca insanın, hayvanın ve derdini diyemeyen binlerce canlının feryadını nasıl anlatsam, nereden  başlasam?.. 
27 AĞUSTOS 2017

22 Ağustos 2017 Salı

Vize Antik Kenti’nde tarihe kepçe darbesi

Özer AKDEMİR
İzmir


Türkiye Trakyası’nın tek anfi tiyatrosunun olduğu Sapia Trak Krallığının Başkenti Vize Antik Kenti’nde kepçelerle yıkım yapılıyor. Antik kentin üzerindeki kamulaştırılan binaların yıkımı için alana giren dozerlerin kepçesine takılan seramik ve sütunlar sağa sola yığılmış durumda. İlçenin ortasında kalan antik kent alanında evleri olan vatandaşlara yıllarca çivi dahi çaktırılmazken şimdi aynı alana kamyon ve kepçelerle girilerek birçok tarihi buluntunun tahrip edilmesi büyük tepki çekti. Vize aynı zaman da sakin şehir (Cittaslow) seçilmişti. 
SİT ALANINA KEPÇE İLE GİRMEK AKILLARA ZİYAN
Antik kentte kepçeyle yapılan kazıyı gösteren fotoğraflarda antik kentin duvarlarının yıkıldığı, birçok tarihi eserin ise kepçe ve kamyon tekerlekleri arasında tahrip olduğu göze çarpıyor. 
Görüştüğümüz arkeologlar zamanla ilçenin ortasında kalan antik kentin üzerindeki bazı binaların 2015 yılında kamulaştırılıp yıkıldığını aktardı. Bina yıkımları sırasında kepçenin çok derine indiğini ve bu nedenle antik kente zarar verdiğini 2015'de Müze Müdürlüğüne sözlü ve yazılı olarak aktarıldığını dile getiren arkeologlar; "Müzede bir uzman görevlendirdi ama işlem çoktan bitmişti" dedi. Arkeologlar, "Antik tiyatronun sırtındaki I. derecede arkeolojik sit alanına kepçe ile girmek akıllara ziyan bir şey ve akıl tutulması. 2017 yılında 2015'deki yıkımın benzeri daha ağır şekilde karşımıza çıkıyor" dedi. 
Vize Antik Kenti’ni ilk açan ekibin başında olan Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Engin Beksaç, Vize Antik Kenti’nin önemli bir ortaçağ kenti olduğunu dile getirdi. Beksaç, antik kentte şu an için herhangi bir kazının olmadığını belirterek, yapılacak kazılarının son derece dikkatli bir şekilde yapılması gerektiğine vurgu yaptı. Beksaç, Vize Antik Kenti’nde kepçelerle yıkım işlemi ile ilgili ise "Allah belalarını versin" sözleriyle sert tepki gösterdi.
 
ANTİK KENTİN TEMİZLENMESİ İŞİNİ TAŞERONA VERDİLER
Antik kentteki çalışma hakkında bilgi veren Vize İnsan, Yaşam ve Doğa Derneği Başkanı Demir Aypar Erkek, Vize'nin Roma, Bizans ve Osmanlı medeniyetlerinin üst üste geldiği bir ilçe olduğunu belirterek, “İlçede antik kentin üzerindeki bir mahallede kamulaştırma yapıldı. Kamulaştırma bedelleri de vatandaşa ödendi. Kırklareli Kültür Müdürlüğü bu boşaltılmış binaların enkazlarını taşımak için taşeron bir müteahhitle anlaştı. Bu müteahhitle burada kamyonlarıyla iş makineleriyle bizim antik tiyatromuzun etrafında bir çalışma yapıyor" dedi. 
‘ORTAYA ÇIKARALIM DERKEN YOK EDİYORUZ’
Bu tür antik yerlerde kazı çalışmaları son derece hassas bir yapılması gerektiğini dile getiren Erkek, “Oysa burada üstün körü bir çalışma yapılıyor. Antik kentteki birçok obje tahrip olmuş. İnşaat yapılacak bir alanın zemin düzenlemesi gibi yapıyorlar çalışmayı. Bu esnada iş makinesinin kepçesine takılan bir sürü seramik, sütunlar üstün körü bir şekilde sağa sola yığılmış. Eski bir medeniyeti ortaya çıkaralım derken aslında bir medeniyeti insan eliyle yok ediyoruz" dedi. Erkek, bu hassasiyetlerini Kırklareli Kültür Müdürlüğüne bildirerek, çalışmaların bilimsel olarak, Trakya Üniversitesi hocaları ile yapılmasını istediklerini söyledi. 
‘SÜTUN PARÇALARI ETRAFA ATILMIŞ’
Antik kentteki bu yıkıma dair alandan birçok fotoğraf ve video çektiklerini belirten dernek üyesi Doğukan Eker de gözlemlerini şöyle anlattı: “Arkeolojik bulgu olabilecek şekilde çok önemli buluntular var. Bunların iş makinesinin ucundaki delgi aletiyle tahrip edildiği fotoğraflarda da açıkça görülüyor. Bir tarafa yığılmış, sütUn parçaları gelişi güzel kenara atılmış. Kemer, kanal parçaları var.”
‘ARKEOLOJİK KAZI DEĞİL HAFRİYAT ÇALIŞMASI YAPILIYOR’
 Vizeli Arkeolog Kudret Karabat da kamulaştırılan metruk binaların ve çevrenin temizlenmesi konusunda herkesin hemfikir olduğunu dile getirerek, “Ama şu anki çalışmaya baktığımızda, burada bilimsel kazı değil hafriyat kazısı yapılıyor. Sıfır kottan itibaren iş makinesi çalışmalarının durdurulması, burada üniversite nezaretinde bilimsel bir arkeolojik kazının sürdürülmesinden yanayız. Şu an da ağır iş makineleri çalışıyor ve doldurulan kamyonlar antik tiyatronun sahnesinin güney kısmındaki odaların üzerinden geçiyor. Çökmesi her an mümkün. Her ne kadar burada müzenin görevlendirdiği bir sorumlu var ise de o da olayın vahametini kavrayabilmiş değil herhalde" diye konuştu. 

Son Düzenlenme Tarihi: 22 Ağustos 2017 15:08


Youtube linki:

20 Ağustos 2017 Pazar

Cerattepe’yi oydular bir avuç altın için (Pazar)

Ülkenin doğasının, dağlarının, sularının, toprağının üstünde gece gündüz tepinenler bugün tam kalbini oyuyorlar Artvin'in.
Özer AKDEMİR
Cerattepe’yi oydular bir avuç altın için
Hatila Vadisi’ni girişinden hemen sonra durduğumuz Sıkıldım Kayası’nın önündeki cam seyir terası sizde uçurumun üzerinde yürüyormuş hissi uyandırıyordu. Uçurumdan aşağıya baktığınızda ise ürpertici olduğu kadar muhteşem bir görüntü sizi bekliyordu. Metrelerce aşağıdan, derin bir vadinin içerisinden incecik bir dere akıyordu. 
Vadinin içlerine doğru ilerledikçe başka dereler de çıktı karşımıza. Bunlardan birisi de Taşlıca köyü yakınlarında akıyordu. Arkasına Cerattepe’nin ormanlık almış, yemyeşil bir vadinin ucundan akan derenin suyundaki tuhaflık daha araçlardan inmeden gözümüzden kaçmadı. Benzerlerini Çine Çayı’nın kuars ve felspat madenleri yakınından geçen bölümünde, Kaz Dağı’nın eteklerindeki Etili köyü derelerinde gördüğümüz beyaza çalan bir rengi vardı derenin. Çine Çayı’nda ve Etili’nin Kocabaş Deresi’ndeki bütün balıkların solungaçlarını tıkayıp oksijensizlikten çatlayıp ölmelerine neden olan toz birikintisi Hatila Vadisi Milli Parkı’nın içindeki bu küçük derede de karşımıza çıkmıştı. 

“Geceleri bazen süt gibi oluyor bu dere” dedi 79 yaşındaki Mevlüt Altıntaş. Ahşap evi hemen ötede, insan boyunu geçen mısır tarlasının gerisinde görünüyordu. Bir eliyle kangal kırması köpeğinin zincirlerini sıkı sıkı tutarken, diğeriyle üzerine beyaz lekeler bulanmış ayı üzümü, yaban gülü yapraklarını gösterdi. Dere kenarında yarısı kurumuş şimşir ağaçlarının dibinde biten böğürtlenlerin üzerindeki beyazlıkların da önceki gün yağan yağmurdan sonra oluştuğunu söyledi. “Arılar bu çiçeklerden bal yapacak. Biz bahçelerimizi bu dereden suluyoruz. Maden tozlarını dereye veriyor geceleri, havaya yükselenler de yağmurla yaşla bitkilerin çiçeklerin üzerinde” diye dert yandı. 
*** 
TBB Çevre ve Kent Komisyonu üyesi Artvinli Avukat Bedrettin Kalın “Geçen sene mahkeme için Rize’ye giderken tam 5 yerde durdurulup arandık” dedi, ertesi günkü basın toplantısında. Hızlı hızlı Cerattepe hukuki sürecini anlattı. Binlerce Artvinlinin o kış günü Kafkasör’de elele tutuşarak, sessizce “Burası bizim yaşam alanımız, dokundurtmayın” mesajını verdiği bilirkişilerle ilgili de ilginç bir bilgi verdi; “Bilirkişi olarak görev yapan iki ormancı hoca, Rize’deki mahkemede zar zor uzman olarak dinlettiğimiz Prof. Dr. Doğan Kantarcı’nın öğrencileri idi. Kantarcı Hoca bölgeyi en iyi bilen bilim insanlarından birisiydi ki konuya dair onlarca bilimsel eseri vardı. Hocanın öğrencisi olan bu kişiler madene yol veren, pespaye bir bilirkişi raporu hazırlamışlardı. Sonradan ortaya çıktı ki Kantarcı Hocanın öğrencisi olan bu iki bilirkişi hocanın çalışmalarından intihal yaparak akademik kariyer yapmışlar. Hoca bunları mahkemeye verdi ve çalıntıyı kanıtladı. Bugün yarın sonuç açıklanacaktır. Yani iki hırsızın hazırladığı rapora dayanılarak Cerattepe davasını kaybettik”. 
*** 
Konya Akşehir T Tipi Cezaevinde ‘FETÖ’ davası nedeniyle tutuklu olan Hakim Engin Öğütalan, CHP Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan’a gönderdiği mektupta içeride olmasının Cerattepe ile ilgili kararı olduğunu yazmış. Öğütalan, Rize İdare Mahkemesinde görev yaparken gerek HES gerekse altın madeni ile ilgili çok sayıda bilirkişi raporu incelediğini belirterek, “Ancak Cerattepe hakkında hazırlanan bilirkişi raporu gibi ÇED raporunda yer alan eksikliklerin giderilmesinin mümkün olmadığı yönünde “kesinlik” içeren bir rapor karşıma çıkmadı” diyordu. Bilirkişi raporundaki “Ya Artvin ya maden” cümlesini de mektubuna alan eski hakim, madenin ÇED raporunu iptal eden üç kişilik mahkeme ekibinin bir süre sonra tenzil-i rütbe ile “darmadağın” edildiğini, kendisinin Konya Vergi mahkemesine atandığını yazıyordu. En son ‘FETÖ’ suçlaması ile Akşehir Cezaevine konulmasının nedenini de Cerattepe davasındaki bu verdiği karara bağlıyordu. 







*** 
Tam bir yıl önce, akşam saatlerine yakın geldiğimiz Cerattepe’de, ladin ve göknar ormanından gelen Gürcü bir çobanın güttüğü inekler ağzı örülü maden galerisinin önünden ağır ağır ilerleyerek köylerine dönüyordu. O gün bizimle gelen Artvinliler elele tutuşarak madene karşı güç birliği içinde direniş pozu vermişlerdi. O pozun üzerinden 6 ay geçtikten sonra, kış ortasında 7 ilin polisi jandarması ile binlerce kişiyi gaza, suya boğarak Cerattepe’ye üç gün de çıkarabildiler iş makinelerini. 
Şimdi ne o kalem gibi göğe uzanan ladinler kalmış, ne önünde memeleri süt dolu ilerleyen inekler. Galerinin ağzında, tepesinde biten çoban püskülleri sökülüp atılmış hoyratça. 
Ülkenin doğasının, dağlarının, sularının, toprağının üstünde gece gündüz tepinenler bugün tam kalbini oyuyorlar Artvin’in. Bir avuç kanı için atmacanın vurulmasına gönülleri el vermeyen Artvinliler ise şimdi bir avuç altın için yok edilen Cerattepe de ormanların gümbürtüsünü, derelerin iniltisini dinliyorlar kan ağlayarak!..

Son Düzenlenme Tarihi: 20 Ağustos 2017 10:01

Altıncılar bu sefer de Ege'nin göz bebeğine göz dikti

Ege'deki en büyük ovaları sulayan 4 büyük nehrin kaynağı Murat Dağı altın şirketlerinin tehdidi altında.
Özer AKDEMİR
İzmir
Altın işletmecileri gözünü bu kez de Ege'nin en yüksek dağı olan Murat Dağı'na dikti. Uşak Kütahya il sınırında bulunan Murat Dağı aynı zamanda Büyük Menderes, Gediz, Porsuk ve Banaz Çayı'nın da doğduğu yer.
İKİ SONDAJ İÇİN BİNLERCE AĞAÇ KESİLMİŞ
Ege bölgesinin en önemli nehirlerinin kaynağı olan Murat Dağı’nda altın işletmeciliği yapılmso için sondaj çalışmalarının başlaması yöre halkını harekete geçirdi. Önceki gün Uşak'tan bir grup yaşam savunucusu Murat Dağı’nda altın çıkarılma çalışmalarını protesto etmek için sondajların yapıldığı Kütahya Gediz'e bağlı Karaağaç köyüne gitti. Aralarında CHP Uşak Milletvekili Özkan Yalım ve civar köylerden köy muhtarlarının da olduğu yaklaşık 50 kişi, Karaağaç köyünden üç kilometre yürüyerek sondaj alanına çıktı. Sondaj alanına gidene kadar binlerce ağacın kesildiği görülürken, köylüler, altıncı şirketin sondaj çalışması sonrası köyün sularının kesildiğini anlattı.
DÖRT BÜYÜK NEHRİN KAYNAĞI
Burada yapılan basın açıklamasında konuşan Uşaklı çevre gönüllüsü emekli öğretmen Mehmet Çamcı, Murat Dağı'nın Ege bölgesinin göz bebeği olduğunu söyledi.. Dağın göğsünden 4 tane ana nehrin doğduğunu kaydeden Çamcı şunları söyledi; "Büyük Menderes, Gediz, Porsuk ve Banaz Çayı. Bu nehirlerin suladığı ovalar Büyük Menderes, Çivril, Denizli, Aydın, Söke ve Menderes ovalarıdır. Gediz Nehri Alaşehir, Salihli, Turgutlu, Manisa ve Bakırçay havzasını sular. Gediz Nehri üzerinde kurulu olan Demirköprü barajıyla da Alaşehir, Salihli, Turgutlu, Manisa ve Bakırçay Havzası sulanıyor.”
15 MİLYON İNSANIN GELECEĞİNİ KARARTACAKLAR
Murat Dağı’nda çok sayıda ağacın bulunduğunu, dağın florasının son derece zengin olduğunu belirten Çamcı, “Kuşuyla, böceğiyle, kurduyla bir doğal zenginlik kaynağı olan Murat Dağı'nı siyanürle altın madenciliği yaparak yok etmek istiyorlar. Ege bölgesinde yaşayan 10-15 milyon nüfusun geleceğini karartmak istiyorlar” diye konuştu. Siyanür yöntemiyle yapılacak olan altın madenciliğine dur diyeceklerini ifade eden Çamcı, “Buradan çıkarılacak altın 800-1000 ton arasında deniyor. Bunun için  yaklaşık 1 milyar ton kayayı eritip, dağı tamamen yok edecekler. Burası kapkara olacak. Akabinde Uşak, Banaz, Gediz, Kütahya ve tüm Ege susuz kalacak. Kanserler artacak. Tüm Ege bölgesini bu doğa katliamına dur demek için saflara çağırıyoruz" dedi.
HAYATLARIMIZI MADEN ŞİRKETİNE TESLİM ETMEYECEĞİZ
“Murat Dağı geçilmez”, “Ağacımızı kestirmeyiz, nefesimizi kıstırmayız”, “Doğanın dengesiyle oynamayın” dövizlerinin taşındığı eylemde konuşan CHP Uşak İl Başkanı Dr. Zeliha Aksaz Şahbaz “Murat Dağı hem mili park hem de geyiğinden kuşlarına, ormanlarına çok ciddi bir yaşam alanı” dedi. Altın madenciliği yapılırsa suların ağır metallerle zehirleneceğini, ovalarda hiçbir şey yetişmeyeceğini, yetişenin de kanserden öldüreceğini söyleyen Şahbaz, “Hayatımız ve toprağımız altından daha değerli; ovalarımızı hayatlarımızı maden şirketlerine teslim etmeyeceğiz” dedi.
ORMAN KATLİAMI BAŞLAMIŞ!
CHP Uşak Milletvekili Özkan Yalım ise “Karaağaç köyünden buraya 1.5 km yol boyunca binlerce ağaç kesilmiş. Orman katliamı başlamış. Biz başında yakaladık. Sadece burada iki sondaj kuyusu açılmış ve örnek alınmış. Bir dahaki gelişlerinde tüm çamları kesecekler. Ama biz kestirmeyeceğiz. ÇED raporunu veren Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanına sesleniyorum: “Bir an önce iptal edin ve yaklaşık  bir milyon kişinin hayatıyla oynamayın” diye konuştu.

ÇEVRE    20 Ağustos 2017


Son Düzenlenme Tarihi: 20 Ağustos 2017 11:53

19 Ağustos 2017 Cumartesi

Büyük Menderes nehri hayvan ölüleriyle doldu!

Bir zamanlar suyundan çay demlenen, yüzülen, balık avlanan Büyük Menderes Nehri’nde bugün hayvan ölüleri yüzüyor.
Özer AKDEMİR
İzmir
Büyük Menderes nehri hayvan ölüleriyle doldu!
Bir zamanlar suyundan çay demlenen, yüzülen, balık avlanan Menderes’te bugün hayvan ölüleri yüzüyor. Uzmanlar nehirdeki kirliliğe ve özellikle hayvan ölülerinin yarattığı sağlık tehditlerine dikkat çekiyorlar.
Afyon Dinar’dan doğarak döküldüğü Ege Denizi’ne kadar geçtiği 584 kilometre boyunca çevresine yaşam götüren Büyük Menderes Nehri, günümüzde ne yazık ki kirlilikle boğuşuyor. 
Yıllarca tarımsal ve evsel kirliliğin gelişigüzel boşaltıldığı nehirdeki bu kirlilik, yıllardır tarımsal sulama mevsimlerinde kapalı tutulan Söke regülatörü önünde birikiyordu. Regülatör kapakları açıldığında ise tüm çöpler ve hayvan ölüleri nehir tarafından Ege Denizi’ne ve Bafa Gölü’ne ulaştırılıyordu. Sorunun çözümüne yönelik girişimlerin ardından Aydın DSİ Bölge Müdürlüğü regülatörün önüne yaptığı yüzer bariyer ile çöplerin bu bariyerde biriktikten sonra kepçelerle alınması sistemini yaşama geçirdi. 

‘SU GÖTÜRÜR’ DENİYOR
Bariyerde biriken her türden çöp kepçelerle alınıp, kamyonlara yüklenerek çöp depolama alanlarına götürülüyor. Bu çöpler arasında onlarca hayvan ölüsünün olması dikkat çekiyor. Hastalık sonucu ölen inekler ya da vurulan domuzlar çukur açılıp üzerine kireç dökülerek gömülmesi gerekirken birçok yerde Menderes Nehri’ne atılıyor. İşin en kolay yolu olarak görülen bu uygulama “Su götürür” mantığıyla yapılırken olan Menderes Nehri’ne oluyor.
NEHİRDEN HER YIL DAHA ÇOK HAYVAN ÖLÜSÜ ÇIKIYOR
Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) Veterinerlik Fakültesi Patoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. S. Serap Birincioğlu her yıl dere ve nehir yataklarında karşılaşan hayvan ölülerinin sayısının gittikçe arttığına dikkat çekiyor. Bunların çoğunluğunu, öldükten sonra sahipleri tarafından akarsulara atılan evcil memeli hayvanların oluşturduğunu belirten Birincioğlu, nehirde daha az sayıda ölen ya da öldürülen yaban hayvanlarına da (domuz, kemirgenler, tilki) rastlandığını ifade etti. Birincioğlu, “Ölü hayvanlardan sulara karışan çeşitli enfeksiyöz ajanlar, akarsu güzergahı boyunca insan ve hayvanlara kolaylıkla bulaşabilmekte, hatta denizlere ulaşabilmektedir. Bunlar arasında hayvanlardan insanlara geçebilen ve zoonoz olarak adlandırılan hastalıklar en önemlileridir. Bu hastalıklardan bir bölümü ihbarı mecburi statüsüne alınmıştır. Bölgemizde yıllardır görülen zoonoz hastalıklar; sığır tüberkülozu, anthrax (şarbon), kuduz, brusellozis ve kuş gribidir” dedi. Birincioğlu, bu hastalıktan ölen hayvanın kokuşması halinde, derileri yüzülmeden ve uygun bir şekilde nakledilerek diğer hayvanların temas etmeyeceği, akarsulardan uzak, yer altı sularını kirletmeyecek şekilde en az iki metre derinliğindeki çukurlara kireçlenerek gömülmeleri veya yakılmalarının yasal bir zorunluluk olduğunu söyledi. 


DÜŞÜNÜLEBİLECEK EN KORKUNÇ SENARYO
Birincioğlu salgınların yıllardır kontrol altına alınamamasında kontrolsüz hayvan hareketleri, hastalıkların ihbar ve imhasının yapılmamasının yanı sıra nehirlere ve çöplere atılmasının da önemli bir faktör olduğunu kaydetti. Birincioğlu, “Biyolojik silah olarak da bilinen şarbon hastalığı  bunlar içerisindeki en tehlikelisidir. Şarbondan ölen bir hayvanın nehirlerde kilometrelerce sürüklenmesi, düşünebilecek en korkunç senaryodur. Kuduz, yaban hayatta spontan olarak varlığını sürdürmektedir, tüberkülozlu sığır sayısı hiç de az değildir.  Kendinizi, insanları, hayvanları, çevrenizi, ülkenizi korumak adına ölen hayvanları asla çöpe, nehre ve denize atmayınız. Derin çukurlara gömün, sönmemiş kireç dökün veya en yakın resmi kurumlara ihbar ediniz.” dedi.
 KURUMLARA BÜYÜK İŞ DÜŞÜYOR
Ekosistemi Koruma ve Doğa Severler Derneği (EKODOSD) konuyla ilgili yaptığı açıklamada kurumlara büyük iş düştüğüne dikkat çekti. EKODOSD açıklamasında “Bu durumun sağlık açısından ne gibi olumsuz etkiler getireceği bilimsel olarak ortadadır. Başta Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı olmak üzere, ilgili kurumlar bu tür vakalarda ölen hayvanların nerelere ve nasıl gömüleceği konusunda iş birliği yaparak, hayvan sahiplerine bilgilendirmeli ve yardımcı olmalıdır” denildi. EKODOSD; Çevre ve Şehircilik Bakanlığının, halk sağlığını ve doğal yaşamı yakından ilgilendiren, Büyük Menderes Nehri’ne atılan çöplerin engellenmesi ve her yıl giderek  kirlenen su kalitesinin iyileştirilmesi için bir çalışma başlatması ve gerekli yaptırımları uygulaması gerektiğine dikkat çekti. 
ÇEVRE    19 Ağustos 2017 04:30
http://www.izgazete.net/cevre/buyuk-menderes-nehri-olum-kusuyor-h18142.html

18 Ağustos 2017 Cuma

İlkokul bahçesindeki gerilim hattı 2018’de kaldırılacak

Manisa'da bir ilkokul bahçesinde bulunan 34 bin voltluk gerilim hattı, en az 2018 yılına kadar öğrencileri kanser riskiyle tehdit etmeye devam edecek.
Özer AKDEMİR
İzmir
İlkokul bahçesindeki gerilim hattı 2018’de kaldırılacak
Manisa’nın Turgutlu ilçesi Derbent Mahallesindeki Sabiha Erturgut İlköğretim Okulunun bahçesinde bulunan yüksek gerilim hattı direği, en az 2018 yılına kadar öğrencilerin hayatını kanser riskiyle tehdit etmeye devam edecek. Okul bahçesindeki yüksek gerilim direği konusunda şimdiye kadar “Bir tehlikesi yok” diyen Gediz Elektrik, konunun peşini bırakmayan Turgutlu Halk İmdat Platformuna gönderdiği yazıda 2018’de hattı yer altına alarak okul bahçesinden uzaklaştıracaklarını belirtti. 

34 BİN 500 VOLT ALTINDA TENEFFÜS!
Tehlike saçan yüksek gerilim hattını ilk olarak gazetemiz Evrensel, 10 Aralık 2016 tarihli “Okul bahçesinde yüksek gerilimli ölüm tehlikesi” başlıklı manşetiyle gündeme getirmişti.  Konuyu yakından takip eden Halk İmdat Platformu, ilköğretim öğrencilerinin altında oyun oynadıkları 34 bin 500 voltluk yüksek gerilimle ilgili birçok kuruma başvurdu ancak başvurulardan hiçbir sonuç çıkmadı. 
BAKANLIKLAR TOPU ŞİRKETE ATTI
İlkokul çağındaki çocuklarda özellikle lösemi riskini arttırdığı bilimsel olarak kanıtlanan yüksek gerilim hattının bir an önce okul bahçesinden kaldırılması için Sağlık Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığına dilekçeler yazan platforma bakanlıklardan konuyu geçiştirici yanıtlar verildi. Milli Eğitim Bakanlığı başvurunun ardından bölgeye müfettiş göndererek inceleme yaptırdı ancak bu incelemeden herhangi bir sonuç çıkmadı. 
Sağlık kuruluşlarına yüksek gerilim hatlarının kanser yaptığını belirten afişler asan Sağlık Bakanlığı ise dilekçeye verdiği yanıtta “Konunun bizimle ilgisi yok. Durumu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına ilettik” demekle yetindi. Yüksek gerilim hattı ile ilgili Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından bir heyet de okul bahçesinde inceleme yaptı. İnceleme sonrası Bakanlık hattın kendilerine değil Gediz Elektrik AŞ’ye ait olduğu, sorunu onlara iletecekleri yanıtını verdi. 
Halk İmdat Platformunun başvurusuna en ilginç yanıt ise hattın sahibi olan Gediz Elektrik AŞ’den geldi. Gediz Elektrik AŞ söz konusu hattın insan sağlığına hiçbir zarar vermediğini, elektrik çarpmalarına karşı enerji nakil hattının ayağının çepeçevre tel örgüyle çevrelendiğini, üzerine dikkat çekici “Ölüm Tehlikesi” yazan levha astıklarını, bu nedenle başka bir yere taşınmasının söz konusu olmadığını bildirdi. Çocukların oyun bahçesindeki enerji nakil hattının ayağında ölüm tehlikesi olduğunu kabullenen şirketin “Gerekli önlemi aldık bir zararı yok” demesi şaşkınlıkla karşılandı. 
 
ÜNİVERSİTE VE EMO’DAN DA ÇARE ÇIKMADI
Halk İmdat Platformu bilim insanlarının ve Sağlık Bakanlığı afişlerinin “Yüksek gerilimin kanser yapıcı etkisi vardır” sözünün altını çizerek bölgede elektromanyetik ölçümler yapılması için Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanlığına ve Elektrik Mühendisleri Odası İzmir Şubesine birer dilekçe ile başvurdu. E.Ü. Hastanesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı başkanlığı başvuruyu “...Üniversitemiz görev yetki ve sorumluluğunda değil” diyerek geri çevirdi. Elektrik Mühendisleri Odası ise, artık bu tür ölçüm yapma yetkilerinin kendilerinden alındığını söyledi. 
YÜKSEK GERİLİM DİREĞİNİ 2018’DE UZAKLAŞTIRACAĞIZ
Olayın peşini bırakmayan Halk İmdat Platformu, Manisa Valiliği ve Milli Eğitim Bakanlığına tekrar dilekçe gönderdi. Gediz Elektrik AŞ’den geçtiğimiz günlerde platforma gönderilen yanıt ısrarlı takibin bir anlamda olumlu bir sonucu olacağı anlamına gelirken öte yandan şimdiye kadar kanser riski altında oyun oynayan çocukların en az bir yıl daha bu şekilde ders göreceklerini ve teneffüse çıkacaklarını ortaya koydu. Gediz Elektrik AŞ. yanıtının son paragrafında; “Yer altı kablolarının geçiş güzergahı için Karayollarından alınacak geçiş izinlerine müteakiben proje çalışmasına başlanarak 2018 yatırım yılı içerisinde 4 No’lu enerji nakil hattı direğinin okul sınırları içerisinden çıkarılması planlanmıştır” dedi.

LÖSEMİ RİSKİNİ ARTTIRDIĞI KANITLANDI
10 Aralık2016 tarihli yüksek gerilim hattı direği ile ilgili haberimizde görüşlerini aldığımız Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Raika Durusoy, yüksek gerilim hatlarına yakın yerlerde yaşayan çocuklarda löseminin daha fazla olduğunun 1979’dan bu yana bilindiğini açıklamıştı. Durusoy, “Bilinen ispatlanmış en önemli risk çocukluk çağı lösemisi. Bu yüksek gerilim hattının okulun bahçesinde olması doğru değil tabii. Risk grubunun altında oyun oynaması çok yanlış” demişti. Öte yandan Sağlık Bakanlığının sağlık ocaklarına ve diğer sağlık kuruluşlarına astığı “Kanser soy ağacı” afişlerinde de yüksek gerilim hatları kanser yapıcı faktörler arasında gösteriliyor.
 18 Ağustos 2017 04:35      

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...