30 Nisan 2023 Pazar

Ya yaşam kazanacak ya yaşamı koruma mücadelesi daha da zorlaşacak! (Pazar yazısı)

 

 30 Nisan 2023 04:32



Akkuyu Nükleer Güç Santrali | Fotoğraf: Mustafa Ercan/DHA



 

Özer Akdemir

Tüm yazıları

Bir su damlası gibi düştü toprağa...
Münür Alikoç’un anısına

 

Ülkemizin ve aslında çocuklarımızın geleceğini ciddi bir tehdit altında bırakan Akkuyu Nükleer Güç Santraline (NGS) geçtiğimiz günlerde AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin’in online olarak katıldıkları bir törenle ilk yakıt çubukları getirildi. Seçime günler kala, canlı yayında rahatsızlandığı için mitingleri iptal edilen Erdoğan’ın hastalandıktan sonra ilk kez kamera karşısına çıktığı bu tören, Erdoğan’a göre NGS’nin açılış töreni idi. Oysa Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanının da itiraf ettiği üzere olan şey santralin 1. ünitesine yakıt çubuklarının getirilmesinden ibaretti. Yine de benzerlerini defalarca gördüğümüz bir AKP şovuna dönüştürüldü.

AKP santralden ilk elektrik üretiminin seçimler öncesinde gerçekleştirilmesini çok istiyordu, olmadı. Onun yerine yakıt çubukları alelacele getirilerek, sanki NGS açılıyormuş gibi bir törenle işin şov kısmı, Erdoğan’ın hesapta olmayan rahatsızlığının gölgesinde de olsa yapıldı. Her şey yolunda giderse eğer NGS’den ilk elektrik üretimi ancak 2023’ün üçüncü çeyreğinde gerçekleşebilecek.

NÜKLEER YAKIT ÇUBUKLARI

Bu nükleer yakıt çubukları ülkemizin başını ileride çok ciddi şekilde ağrıtacak, emin olun! Dünyada defalarca yaşanan ve yüz binlerce, milyonlarca canlıyı etkileyen nükleer santralde kaza olasılığını bir an bile akıldan çıkarmadan (Bu durumda o bölgede yaşayan 10 milyon insanımızı tahliye etme şansı bile bulamayabiliriz) bunun nedenlerine kısaca değinmek gerekirse;

Nükleer santralin kendisi ve teknolojisi gibi bu yakıt çubukları için de Rusya’ya bağımlı olacağız. Yani enerjide çok ciddi bir dışa bağımlılığı bulunan ülkemiz Rusya’ya iyice bağımlı hale gelecek.

Bu yakıt çubukları bir, bilemedin bir buçuk yılda bir değişmek zorunda. Bu ciddi bir maliyet. Hadi işin bu kısmını geçelim. İçinde plütonyum 239 gibi 244 bin yıl boyunca radyoaktivitesini devam ettiren bir madde barındıran bu yakıt çubukları binlerce yıl doğadan yalıtılmak durumunda. Bunların nerede saklanacağı, depolanacağı nükleer santral yanlılarının bugün hâlâ yanıt veremedikleri bir konu. Bunlar eninde sonunda yine bizim başımıza kalacak.

Bu yakıt çubuklarının bakır kasalara konarak canlı yaşamından ve su kaynaklarından uzak bir yerlerde tutulması öneriliyor. Bu bakır kasalara 30, bilemediniz 40 yıl ömür biçiliyor. Sonrası ne olacak? Her 30-40 yılda bu bakır kasalar değiştirilmek zorunda. Bu hem maliyet, hem değişim sürecindeki risk demek.

Akkuyu NGS’nin temelinde çatlak olduğu ortaya çıkmıştı. Deprem felaketinin acıları çok taze iken birinci derece deprem bölgesinde, temeli çatlak bir nükleer santralin açılışını yapmak felakete bile bile davetiye çıkarmak değildir de nedir?


Akkuyu Nükleer Güç Santrali | Fotoğraf: Mustafa Ercan/DHA

60 YILLIK RÜYA!

Cumhurbaşkanı Erdoğan Akkuyu NGS’ye nükleer yakıt çubuklarının getirilişinin ertesi günü yaptığı açıklamada bunun 60 yıllık bir rüyanın gerçeğe dönüşmesi olduğunu söyledi. Bu açıklama aslında bir itiraf gibi de anlaşılabilir; Cumhurbaşkanı 60 yıl öncenin teknolojisini müjdeliyor!

Oysa bakıyoruz ki dünyada nükleer santral ile enerji üretiminde ciddi bir gerileme söz konusu. Ekosfer Derneğinin “nükleer enerji ve Türkiye 2022” raporuna göre OECD ülkeleri ve özellikle Batı Avrupa’da, nükleer enerjiye ilgi giderek düşüyor. Şöyle deniyor; “OECD ülkelerinde 2015 yılında 298.4 GW olan nükleer enerji kurulu gücü, 2019 yılında 286.5 GW’a geriledi. Avusturya, Danimarka, İtalya, İrlanda, Norveç, Lüksemburg, Polonya ve Yunanistan gibi birçok Avrupa ülkesinde nükleer santral yok. Fukuşima’dan sonra nükleer santrallerini kapatma kararı alan Almanya bu yılın sonunda kalan üç nükleer reaktörünü de kapatarak 2023 yılına nükleer santralsiz girecek (Almanya geçtiğimiz günlerde bu 3 santrali de kapattı). Fukuşima kazası öncesinde Almanya’da 17 nükleer reaktör vardı ve 2010 yılında elektrik üretiminin yüzde 22’sinden fazlasını sağlıyordu. Almanya gibi büyük miktarda elektrik tüketen ve ağır sanayiye sahip bir ülkenin nükleer santrallerini kapatma kararı dikkat çekti.”

Rapora göre Belçika, Güney Kore, İspanya ve İsviçre de nükleer enerjiyi bırakma kararı alan, elektrik üretiminde nükleer enerjinin payının yüksek olduğu ülkelerden bazıları. Avrupa’da İtalya ve Litvanya’da nükleer enerjiden vazgeçen ülkeler arasında. Uluslararası Atom Enerji Ajansı verilerine göre dünyada yapımı süren 52 yeni nükleer reaktör yapımının 16’sı Çin’de. Çin’i sırayla Hindistan 6, Rusya ve G. Kore 4 ve Türkiye 3 reaktörle takip ediyor.

FELAKETLERDEN DERS ALMAMAK!

Rusya, günümüzde Türkiye’nin cennet koylarından birisine adeta el koyarak bir NGS yapıyor. Santral Rusya’nın yönetiminde. Dünyadaki en büyük ve korkunç nükleer santral kazalarından birisi olan Çernobil’in yıl dönümünden (26 Nisan 1986) bir gün sonra Akkuyu’da protestolar eşliğinde açılışı yapılan NGS, Türkiye’yi yönetenlerin felaketlerden hiçbir ders almadıklarını bir kez daha gösterdi. Açılış törenini protesto için Akkuyu’ya gitmek isteyen nükleer karşıtları santralin dört km yakınına sokulmadı, darbedilerek gözaltına alındı.

Yine 11 Mart 2011 yılında Japonya’da yaşanan deprem ve tusinami ile birlikte Fukuşima nükleer santralinde meydana gelen kazanın etkileri tüm dünyada hissedilmişti. Bu kazanın ardından birçok ülke nükleer santrallerini kapatmaya dönük bir enerji politikası izlerken, Türkiye ise birçok açıdan ülke ekonomisini ve doğasını ciddi risk altına sokan NGS’de ısrarlı.

SERMAYEYİ DOYURMAK MÜMKÜN DEĞİL!

Bunun, siyasi ve jeopolitik onlarca nedeni var. Ancak bütün bu nedenlerin özeti Türkiye sermaye sınıfının ve onu yirmi küsur yıldır temsil eden AKP iktidarının bitip tükenmeyen kâr hırsıdır diyebiliriz. İşte 14 Mayıs’ta Türkiye, doğayı, ülkenin ekonomik-ekolojik geleceğinin yanı sıra bağımsızlığını da tehdit eden bu politikalara karşı sandığa gidecek.

Öte yandan seçimleri muhalefet kazanırsa Akkuyu kapatılacak mı? Bu konuda da net bir tavır yok görüldüğü kadarıyla.

Ya yaşam kazanacak ya yaşamı koruma mücadelemiz daha da zorlaşacak!        


26 Nisan 2023 Çarşamba

İzmir’de edebiyatçı ve sanatçılardan Hataylı depremzedelerle dayanışma: Sanat iyileştirir!

 

26 Nisan 2023 14:00


Depremin yıkımının en yoğun hissedildiği kentlerden Hatay’dan edebiyatçıların katılımı ile İzmir'de Aya Vukla Kilisesinde gerçekleştirilen etkinlikte dayanışma mesajları verildi.



Fotoğraf: Evrensel


Depremin yıkımının en yoğun hissedildiği kentlerden Hatay’dan edebiyatçıların katılımı ile gerçekleştirilen etkinlikte dayanışma mesajları verildi. Günümüzde bir kültür merkezi olarak kullanılan Aya Vukla Kilisesinde gerçekleştirilen etkinlik Uluslararası Aktivist Sanatçılar Birliği, Türkiye Yazarlar Sendikası İzmir Temsilciliği, Antakya Kültür Derneği, Sokak Sanatları Atölyesi, Na Yayınları ve Hatay Sosyal Kültürel Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı gibi kurumların ortak çabası ile gerçekleştirildi.

“YARALARIMIZI SARIYORUZ”

“Yaralarımızı sarıyoruz” başlıklı Antakya halkı ile dayanışma etkinliğin sunuculuğunu UASB Dernek Başkanı Ümit Yaşar Işıkhan ile USAYİD Başkanı Derya Tüzen yaparken, etkinliğe konuşmacı olarak; AALEN Antakya Kültür Derneği Başkanı Mehmet Karasu,TYS İzmir temsilcisi Özer Akdemir, Hatay Sosyal Kültürel Yardımlaşma ve Dayanışma  Vakfı Başkanı Vecih Fakıoğlu, Sokak Sanatları Atölyesi Kurucu Başkanı Erdal Çoban da konuşmacı olarak katıldı.

Etkinlikte Bilsen Başaran, Şair Nihat Özdal, Orhan Selim Bayraktar, Elif Çırak, Hediye Sıkar, Köksal Coşkun, Elif Doğan, Diren Mansuroğlu, Yücelay Sal, Önder Çolakoğlu, Seval Arslan, Fatma Aras, Özgür Zeybek, Hikmet Güzel, Gülçin Sahilli, Hael Srour, Neval Savak, Nebihe Karasu, Mehmet Öksüz, Rahmi Emeç gibi şair-yazar ve sanatçılar eserlerini dillendirdiler.

Hatay  Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr. Lütfü Savaş’ın da görüntülü telefon görüşmesi ile katıldığı etkinlikte depremzedelerle dayanışma duygularının yanı sıra seçimlere dair de mesajlar verildi. Etkinlik, Antakya türküleri ile son bulurken İzmir’ de yaşayan Antakyalılar hüzünlü anlar yaşadı. (İzmir/EVRENSEL)

 https://www.evrensel.net/haber/488406/izmirde-edebiyatci-ve-sanatcilardan-hatayli-depremzedelerle-dayanisma-sanat-iyilestirir

19 Nisan 2023 Çarşamba

Edebiyatçılar: Demokrasi kazanırsa edebiyat coşkusu da artacaktır

 

19 Nisan 2023 04:36


Edebiyatçılar önümüzdeki seçimlerle ilgili umutlu konuşurlarken, seçimin hemen sonrasında her şeyin düzeleceği gibi bir beklentinin de yanlış olacağına vurgu yaptılar.

 


Adnan Özyalçıner, Eren Aysan, Hidayet Karakuş, Zübeyde Seven Turan (Fotoğraf: Evrensel)

Özer AKDEMİR
İzmir

Seçimlere az bir zaman kaldı. Sanat ve edebiyat cephesinden seçimlerin nasıl göründüğüne dair görüşlerine başvurduğumuz edebiyatçılar demokratik bir sisteme olan özlemlerini dile getirdiler. Edebiyatçılar önümüzdeki seçimlerle ilgili umutlu konuşurlarken, seçimin hemen sonrasında her şeyin düzeleceği gibi bir beklentinin de yanlış olacağına vurgu yaptılar.

"HERKES İÇİN YAŞANABİLİR BİR ÜLKE…"

Türkçe edebiyatın yaşayan en önemli kalemlerinden birisi olan TYS Genel Başkanı Adnan Özyalçıner, ülkedeki muhalif kesimlerin ve sol-sosyalist güçlerin tek bir cumhurbaşkanı adayı etrafında birleşmesinin önemine dikkat çekti. Özyalçıner; “Tabii ki farklılıklarımız, düşüncelerimizi ortaya koymak için farklı yönelimlerimiz olabilir ama bu farklılıkları bu büyük baskı ortamını yıktıktan sonra da kendi aramızda konuşabiliriz diye düşünüyorum. Yani öyle bir düzen gelsin ki özgür düşüncelerimizi gerçekleştirme ve herkes için yaşanır bir ülke haline gelelim” dedi. Böylesi bir ülkede edebiyat coşkusunun yanı sıra yaşam coşkusunun da artacağını belirten Özyalçıner sözlerinin devamında kendi edebiyat penceresine dair de şunları söyledi; “İkisinin bir arada artması çok önemli. Ben hep şunu yaptım kendi edebiyatımda, öykülerimde; önemli olan yalnız yaşananı değil yaşatılanları yazmaktır. Yaşananları yazmak önemli tabii güzel bir şey. Ancak asıl bakmamız gereken bize yaşatılanları, yaşattıranları yazmak. O yüzden hep yaşananları yazarken bize yaşatılanlar açısından baktım meseleye. Onun için belki daha atılgan daha başkaldırıcı bir yazın biçimi oldu.”

"14 MAYIS’TAN DEMOKRASİ BEKLİYORUM"

Şair ve Yazar Hidayet Karakuş demokrasilerin bir uzlaşma rejimi olduğunu belirttikten sonra seçime doğru giderken demokrasiye inanan tüm kesimlerin “armudun sapı üzümün çöpü” demeden bir araya gelmeleri gerektiğini belirtti. Karakuş; “Demokratik ortamda düşünceler tartışılabilir ancak. Tartışamıyorsunuz işte şimdi! Ağzınızı açsanız cumhurbaşkanına hakaret diyorlar. Yani onların utanması bilmem nesi yok! O yüzden demokrasilerde çözüm vardır her zaman” dedi. Antidemokratik bir rejim nedeniyle Türkiye’nin tarımının, sanayisinin gelişmediğini, bütün varlıklarının satıldığını kaydeden Karakuş, bunu tartışmak isteyenlerin ise baskı altına alındığını dile getirdi. Deprem sonrası devlet kurumlarının birçok konuda başarısız olduğunu ve depremzedelere yardım açısından aciz kaldığını aktaran Karakuş seçimlerle ilgili beklentilerini ise şöyle anlattı; “Ben 14 Mayıs seçimlerinde demokrasi bekliyorum. Demokratik bir ortamın yeniden kurulmasını bekliyorum. Tek adam rejiminin yıkılmasını bekliyorum, bitmesini bekliyorum. Bunun için de çevremde kim varsa, ne varsa onu yapmaya çalışıyorum, bir aydın olarak.”

"UZUN VADEDE UMUTLU KISA VADEDE UMUTSUZUM"

Şair ve Yazar Eren Aysan “Uzun vade umutlu, kısa vadede umutlu değim” diye özetliyor seçimlere bakışını. Aysan bu bakış açısına şöyle açıklık getiriyor; “Çünkü bu ülkede sadece 14 Mayıs’a sıkışmış bir seçim aralığını hesaplayarak hareket planı geliştirmek çok zor. Ne yazık ki 12 Mart’ın da getirdiği 40-50 yıllık bir ülke tarihinden söz ediyoruz. O ülke tarihi içerisinde bu ülke iki tane kara darbe, bir tane postmodern darbe, bir tane de 15 Temmuz gördü.  Dolayısıyla yine bu süreç içerisinde her türlü değerin içinin boşaltıldığını, zaten sıkıntılı olan eğitimin alaşağı edildiğini, tarikatların çok ciddi bir biçimde yayıldığını, baskının ve sansürün atbaşı gittiğini, yine doğruyu söylemek adına çaba gösteren herkesin susturulmaya çalıştığını gördük. Bu süreçten sonra seçim kazanılsa bile her şeyin bir anda düzeleceği öngörmek çok zor. İlk önce var olan sistemi değiştirmek gerekiyor. Var olan sorunların sadece cumhurbaşkanlığının tek adam sisteminden parlamenter sisteme geçilmesi ile aşılabileceğini düşünmüyorum.”

"GÜZEL ÜLKEMİN SON ŞANSI"

Şair ve Yazar Zübeyde Seven Turan ise “Bu seçimlerin güzel ülkemin son şansı olduğunu düşünüyorum. Ben erken yaşta siyasi kimliği gelişmiş bir çocukluktan geliyorum. Köy enstitülü bir babanın kızıyım. Ben umutluyum bu konuda. Çünkü halk bir şeye engel olacak, halk alacak hakkını. Halk ayaklanırsa ancak kazanabilir. Halkın giderek kendi hakkının peşine düştüğünü düşünüyorum. Kötü olanın değil iyi olanın, doğruların, güzel olanların kazanacağına inanıyorum” ifadelerini kullandı.

 https://www.evrensel.net/haber/487841/edebiyatcilar-demokrasi-kazanirsa-edebiyat-coskusu-da-artacaktir

18 Nisan 2023 Salı

Muhammed Yakut'un videoları arkasında Sedat Peker mi var? Kampana tv

 


⁉️ Muhammed Yakut'un videoları arkasında Sedat Peker mi var? 📰

'un sunduğu Sabah Gündemi'nde gazeteci ile Muhammed Yakut'un videolarını ve iddialarını tartışıyoruz.




16 Nisan 2023 Pazar

Zeytin dalındaki marteniçka (Pazar yazısı)

 

16 Nisan 2023 02:21


Fotoğraf: Pixabay

    



Bazen deniz kıyısına, bazen makilerle kaplı tepelerin arasına girip çıkarak bütün yarımadayı dolaşan yoldaki keskin virajlar nedeniyle bir saatte iki kere mola vermek durumunda kalmıştık. Yoksa yolun bu kıvrımlarından içimiz dışına çıkacaktı.

Molanın birini Karaburun’da, diğerini Küçükbahçe’yi geçtikten hemen sonra verdik. Deniz batıda kalmış, aramıza makiliklerle kaplı yassı bir tepe girmişti. İşte bu tepe ile yol arasında, Karaburun’un nadir düzlüklerinden birisi vardır. Bu düzlüğün tam ortasında tek başına kocaman bir çitlembik ağacı vardır. Ben deyim 100, siz deyin 200 yaşındaki çitlembik ağacının gövdesini iki kişi el ele tutuşsa ancak kucaklayabilir.

Yolun dönemeçleri, Karaburun merkezdeki kahvede içtiğimiz çayları burnumuzdan getirmeye ramak kalmıştı ki bir kayalığı dönünce bu yoldan her geçişimde hayranlıkla baktığım çitlembik ağacını gördüm. Otomobili mümkün olduğu kadar sağa, diğer araçların yoldan geçişine engel olmayacak şekilde park ettikten sonra kendimizi dışarı attık. Nisan ayının ilk haftasıydı. Serin ve yağmurlu geçen günlerden sonra hava nazlana nazlana ısınmaya başlamış, bunun tam tersine doğa hiç naz niyaz etmeden alabildiğine coşmuştu. Her kayanın altından, her ağacın dalından, bir karış toprak olan her yerden, hatta bazı kısımlarda yolun çatlaklarından bile otlar, asfalt çiçekleri fışkırmıştı.

Beş dakikacık da olsa deniz ve kekik kokuları ile karışmış temiz dağ havasını içimize çekip, biraz sakinleştik. Fazla oyalanamazdık. En az bir yarım saatlik yolumuz daha vardı. Çitlembik ağacının heybetinden gözümüzü alıp tekrar bizi bekleyen yola çevirmiştik ki hemen yanımızdaki bodur bir delice ağacına bağlanmış marteniçkayı gördüm. Kırmızı beyaz iplerle örülmüş marteniçkanın beyaz ipinin ucuna, tam ortasından enlemesine delinmiş bir zeytin çekirdeği, kırmızı ipine ise mavi boncuk bağlanmıştı. Rengi solmaya başlamıştı ipliğin. Demek ki epey olmuştu buraya bağlanalı. Zaten marteniçkanın mart ayının sonuna kadar bağlanması gerekiyordu.

Bir Bulgar geleneği olan marteniçka, epeyce bir Bulgar göçmeninin yaşadığı İzmir ve çevresinde de yıllardır sürdürülüyor. Marteniçkanın beyaz ipliği ışığı ve sağlığı simgelerken, kırmızı iplik ise kanı ve güneşi temsil ediyordu.

‘NERELERDESİN BAHAR?’

İlk kez, 7-8 yıl önce Sennur Sezer’den okumuştum marteniçkayı. Şimdi sonsuzlukta uyuyan Türkçe edebiyatının usta kadın şairi “Nerelerdesin bahar?” diye, tıpkı bugünlerde olduğu gibi soğuk geçen bir martta baharı çağırmıştı. Yazıda marteniçka ile ilgili sevda ve savaş söylenceleri Newroz’a bağlanıyordu.

Başka bir yerde de dağ başında yaşayan Baba (Kocakarı) Marta ile ilgiliydi söylence. Marta nine yeryüzündeki her şeyi görüp duyduğu için güldüğünde güneş açar, bahar gelir, tüm canlılar mutlu olurmuş. Kızdığında ise rüzgar fırtınaya döner, bulutlar yeryüzüne küser, kuşlar yuvalarından çıkmazmış. Bu nedenle Marta ninenin sakinleşmesi için çiçeklenmiş meyve ağaçlarının dallarına kırmızı beyaz iplikler takılırmış.

Fotoğraf: Evrensel

30 BİN ZEYTİN KESİLİP YERLERİNE 181 BİN GÜNEŞ PANELİ KONACAK!

Artık kim bilir kimin dileklerinin bağlandığı marteniçkayı geride bırakıp yolumuza devam ettik. Yarım saat sonra Pirenli Dağı’nın dibini dolanarak vardığımız Yaylaköy’de aracımızı caminin yanındaki alana park edip, güneş enerji santrallerinin (GES) yapılacağı Kurkaya tepesine kadar yürüdük. Köye birkaç yüz metre uzaklıktaki RES’lerin hemen altına, Lodos Enerji Şirketi tarafından yapılacaktı GES’ler. Bölgedeki RES’ler de bu şirketindi.

Toplamda 118.9 hektarlık alanda kurulacak olan bu GES’lerin yapılacağı alanlardan birisi de Yaylaköy’de daha önce de defalarca görüştüğümüz, hem Karaburun’da hem İzmir’deki eylemlerinden denk geldiğimiz Mustafa Şenbahar’ın zeytinliği idi. RES’lere yardımcı kaynak olarak planlanan 7 GES alanı için bölgeye tam 181 bin 818 adet güneş paneli konulacaktı. Biz gittiğimizde henüz ÇED onayı çıkmamıştı projenin ama bu satırları yazdığım gün itibarıyla ÇED olumlu kararının da çıktığı bilgisi geldi.

Lodos şirketine 49 yıllığına kiralanan bölgede M. Şenbahar ve komşusunun tam 30 bin zeytin ağacı var. Hem de daha 13-15 yıllık genç genç zeytinler bunlar. Meyve vermeye yeni başlamış 30 bin zeytin ağacı!..

Güya Cumhurbaşkanı tarafından “Özel Çevre Koruma Bölgesi” ilan edilen Karaburun’da, 30 bin zeytin ağacı kesilerek yerlerine RES şirketinin enerji üretimine destek olsun diye 181 bin 818 adet GES paneli konacak. Ve bu, proje tanıtım dosyasında “Çevrenin zarar görmesini engellemek, meydana gelen zararı en aza indirmek, küresel ısınmayla baş edebilmek ve doğadaki karbon salınımını azaltmak için “yeşil enerji” hem ülkemizin hem de dünyanın en temel ihtiyacı haline gelmiştir” cümleleriyle birlikte yapılacak!..

Fotoğraf: Mustafa Şenbahar'ın kişisel arşivi

SON ZEYTİN KESİLDİĞİNDE!..

Keçi otlattıkları yaylaları RES şirketi tarafından ellerinden alınan köylüler şimdi son kalan mera alanları ve zeytinliklerini de kaybetmek üzereler.

2007 yılında Hazineden 150 yıllığına kiraladığı 473 dönüm araziye zeytin diken Yaylaköy’lü M. Şenbahar ve komşusu şimdi ellerinden alınmak istenen tek geçim kaynağına, zeytinliklere yanıyorlar. RES’ler keçiciliği bitirmişti GES’ler zeytinciliği yok edecek!

Yaylaköy’de 30 bin zeytin ağacı kesilmeyi bekliyor. Bu gidişle Karaburun’da dalına marteniçka bağlanacak ne zeytin kalacak ne delice ağacı! Yarımadadaki son zeytin de yok edildiğinde Marta ninenin öfkesini marteniçkalar bile yatıştıramayacak!.

14 Nisan 2023 Cuma

Bir kuşağı böyle yok ettiler!

 

14 Nisan 2023 04:28


Okula erken yaşta başlayan çocuklara ilişkin araştırma yapan Prof. Dr. Ali Ekber Şahin “Bu çocuklar 8 yıl süresince başarısız olma hissini yoğun yaşayıp, akran zorbalığına maruz kaldılar” diyor.

 


Fotoğraf: DHA

 

Özer AKDEMİR

Eğitim-öğretimde ‘4+4+4 düzenlemesi’ olarak bilinen ilköğretime başlama yaşının 60 aya çekilmesi uygulamasıyla ilgili yapılan bilimsel araştırmalara göre sistem bu yaş grubunda okula başlayan çocuklar için çok büyük sorunlar doğurdu. Araştırmalar bu değişikliğin adeta bir ‘kayıp kuşak’ yarattığını ortaya koydu.

Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Ekber Şahin, eğitimde 4+4+4 düzenlemesinin öğrenciler üzerindeki etkileriyle ilgili sorularımızı yanıtladı.

“ÖRTÜK SİYASİ HEDEFLERİ OLAN BİR DÜZENLEME”

4+4+4 düzenlemesinin uygulamaya konulduğu 2012’den itibaren ilkokul birinci sınıfa başlayan öğrencileri izliyor, farklı sınıf düzeylerindeki süren etkilerini analiz ediyorsunuz. Bu araştırmalarınızın sonuçlarını kısaca özetleyebilir misiniz?

4+4+4 düzenlemesine ilişkin yasa teklifi 20 Şubat 2012’de TBMM Başkanlığına sunularak 2012-2013 eğitim-öğretim yılında hızlı bir şekilde uygulanmaya başlandı. Yasa teklifi ilkokul, ortaokul ve lise sürelerinin dört yıl olmasını, imam hatip ortaokullarının açılmasını ve ilkokula başlama yaşının 60 aya indirilmesini içeriyordu. Eğitimin bu yeni yapısı, bilimsel bir temel içermeyen genel gerekçelerle eğitim alanında uzmanlığı bulunmayan AKP’li milletvekilleri tarafından inşa edildi. Yasa teklifi bütünüyle eğitim bilimini yok sayan, örtük siyasi hedefler içeren bir teklifti. Teklif edilen bu yeni yapıya özellikle üniversiteler, eğitim sendikaları, çocuk gelişim uzmanları ve öğretmenler güçlü bir şekilde karşı çıktı. Bunun çocuklar üzerinde yaratacağı tahribatı ve tüm riskleri bilimsel bir temelde açıkladılar. Tüm karşı çıkışlara rağmen 60 aylık çocuklar, yaşları 84 ay ve üstündeki çocuklarla birlikte ilkokul birinci sınıfa başladı.

“ÖNGÖRÜLERİMİZ NE YAZIK Kİ GERÇEK OLDU”

 

Fotoğraf: Ali Ekber Şahin'in kişisel arşivi

4+4+4 düzenlemesi izleyen yıllarda ne tür sonuçlara yol açtı?

Bilimsel dayanaklara sahip olmayan bu düzenleme, doğal olarak gelişim kuramlarına da aykırıydı. Özellikle henüz 60 aylıkken okula başlayan çocukların büyük bir risk altında olduğunu görebiliyorduk. Bu nedenle araştırmalarımızı erken yaşta okula başlayan çocukların akademik gelişimlerine odakladık. 4+4+4 düzenlemesiyle ilkokula başlayan çocukların gelişimlerini dört farklı araştırma kapsamında sekiz yıl boyunca izleyerek elde ettiğimiz sonuçları akademik dergilerde yayımladık. 4+4+4 düzenlemesi ile ilkokula başlayan öğrencilerin okula hazır bulunuşluklarını inceleyen ilk araştırmamız, öngördüğümüz bu riski verilerle ortaya çıkardı. Dr. Çiğdem İş Güzel ve Ömer Ahmet Konak ile gerçekleştirdiğimiz bu araştırmada 4+4+4 düzenlemesiyle 1. sınıfa başlayan 2081 öğrencinin ilkokula başladıklarında sahip olmaları gereken bilişsel gelişim özelliklerini, yani ilkokula hazır bulunuşluk düzeylerini okula başlama yaşlarına göre karşılaştırdık. Bu araştırmamızın sonuçları 69 aydan küçük yaşta okula başlayan çocukların büyük yaş grubuna göre hazır bulunuşluk düzeyi açısından oldukça dezavantajlı bir durumda olduğunu gösterdi. 1. sınıfa küçük yaşta başlayan öğrencilerin hazır bulunuşluk düzeylerinin yetersiz olduğu, uyum gösteremedikleri, okuma ve yazma süreçlerinde güçlük yaşadıklarını ortaya koyan başka araştırmalar da bulunmasına rağmen hiçbir şey yapılmadı.

“ÇIĞLIK ATAN ÇOCUKLARIN SESLERİNİ KİMSE DUYMADI!”

O halde izleyen yıllarda küçük yaş grubundaki çocuklar daha büyük sorunlar yaşamış olabilirler. Buna ilişkin sonuçlara da sahip misiniz?

Evet, izleyen yıllarda küçük yaş grubundaki çocukların yaşadığı sorunlar daha belirgin bir hâl aldı. Birinci araştırmamızda yer alan 2081 öğrencinin akademik gelişimlerini dördüncü dönem sonunda tekrar değerlendirdiğimizde de 69 aydan küçük yaşta okula başlayan öğrencilerin matematik, türkçe ve hayat bilgisi alanlarındaki gelişimlerinin büyük yaş grubunun oldukça gerisinde olduğunu tespit ettik.  Dr. Çiğdem İş Güzel ile gerçekleştirdiğimiz bu araştırmanın sonuçlarına gazeteler ve televizyonlar geniş yer verdi. Artık ‘Sesimi duyan var mı?’ diye çığlık atan çocukların sesi ilgililere ulaşır diye düşündük. Ne yazık ki gazeteciler dışında bize ulaşmaya çalışan kimse olmadı. Ne iktidardan ne de muhalefetten… Ne Milli Eğitim Bakanlığından ne de eğitim sendikalarından… Çocukların sesini duyması gerekenler duymadı ya da duymazdan geldi. Yapılan bu iki araştırmanın etkisi sadece ilkokula başlama yaşının 60 aydan 66 aya çıkarılmasıyla sınırlı kaldı. Fakat 4+4+4 ile birlikte ilkokula 60-66 ay arasında başlayan çocuklar yine unutuldu, gelişimlerine yönelik önlem alınmadı.

“DİĞER ÜLKELERDE DURUM NASIL”

Diğer ülkelerde aynı yıl ilkokula başlayan çocukların arasında yaş farkı bulunmuyor mu?

Gelişmiş ülkelerde göreceli yaş farkı en fazla 11 aydır. Ülkemizde ise bu fark 4+4+4 ile birlikte 24 ayın üstüne çıktı. Ayrıca gelişmiş ülkelerde ilkokula başlamak için yaş koşulu tek başına yeterli değil. Örneğin Almanya’da bir çocuğun ilkokula hazır olup olmadığı kayıt öncesindeki tıbbi taramalarla belirlenir. Gelişim uzmanları ilkokula başlayacak çocukların bilişsel, sosyal ve motor becerilere sahip olup olmadıklarını belirlemek için testler uygular. Test sonuçlarına göre bir çocuğun ilkokula başlaması önerilmekte ya da ertelenebilmektedir. Gelişmiş ülkelerde okul olgunluğu kararı uzman görüşüne dayalı gelişimsel bir karar iken bu karar ülkemizde tamamen ailelere bırakıldı. Sosyoekonomik düzeyi yüksek aileler çocuklarını ileri bir yaşta ilkokula başlatma eğiliminde iken, sosyoekonomik durumu düşük aileler çocukların çok daha erken bir yaşta ilkokula kaydedilmesini istiyor. Bu eğitimde fırsat eşitsizliğini daha da derinleştiriyor.

“LGS’DE 36 PUAN FARK OLUŞTU”

Okula erken yaşta başlayan öğrencilerin akademik performanslarının ilkokulun ilk yıllarında büyük yaş grubunun gerisinde kaldığını görebiliyoruz. İzleyen yıllarda bu öğrencilerin durumlarında bir değişme olmadı mı?   

^Araştırmalar 11 ayı geçmeyen göreceli yaş farkının küçük yaş gruplarının akademik gelişimleri üzerindeki etkisinin 8. sınıfa gelindiğinde büyük ölçüde azaldığını ortaya koyuyor. Ülkemizde ise tam tersi bir durum var. Bu farkın öğrenciler 8. sınıfa geldiklerinde daha da açıldığını belirledik. Dr. Nergiz Kardaş İşler ve Dr. Saadet Zoraloğlu ile tamamladığımız üçüncü araştırmamızda ortaokulları tek tek ziyaret ederek 2020’de LGS’ye giren 9 bin 582 öğrenciye ait verileri toplayarak öğrencilerin okula başlama yaşının LGS puanları üzerinde etkisi olup olmadığını ve yaş grupları arasında anlamlı bir fark bulunup bulunmadığını inceledik. Puan ortalamalarının üst yaş gruplarının lehine anlamlı fark gösterdiğini, yaş düzeyi arttıkça puan farkının da arttığını belirledik. Örneğin, velisinin yazılı istemi ile ilkokula 65 ay ya da daha altında bir yaşta kaydı yapılan en küçük yaş grubundaki öğrencilerin LGS’de puan ortalamasının diğer tüm grupların altında kaldığını; kendilerinden 12 ay büyük olan grupla 19 puan, 24 ay büyük olan grupla 36 puan fark oluştuğunu saptadık. Çocuklarımızın 60 aylıkken ilkokula başlamalarını yoğun bir şekilde tartıştık; ancak bu çocukların ortaokula 11 yerine 9 yaşında başlıyor olmaları ve bu durumun gelişimleri üzerindeki olumsuz etkileri hiç tartışılmadı. Ne ortaokullar ve öğretmenleri bu çocuklar için hazırdı ne de bu çocuklar ortaokullar için… 2023’teki nitel yaklaşımla tamamladığımız dördüncü araştırmamız, geçen 8 yıl içinde 69 aydan önce ilkokula başlayan öğrencilerin akademik performanslarının diğer çocukların gerisinde kalmasının dışında ciddi sosyal problemler yaşadıklarını da ortaya koydu. Bu çocuklar 8 yıl süresince başarısız olma hissini yoğun yaşadı, akran zorbalığına maruz kaldılar ve okuldan nefret ettiler. Araştırmalarımızla bu kuşağın sesi olmaya çalıştık. Bu sesi duymayanlar, duymak istemeyenler bir kuşağı bu şekilde yok ettiler.


https://www.evrensel.net/haber/487467/bir-kusagi-boyle-yok-ettiler

10 Nisan 2023 Pazartesi

Madendeki civa zehirlenmesinde savcılık ifadeleri belli oldu, maden yöneticileri birbirini suçladı

 

10 Nisan 2023 04:36


Kayseri Develi yakınlarındaki Öksüt altın madeninde işçilerin civadan zehirlenmesi üzerine açılan davanın savcılık ifadeleri belli oldu.

 


Fotoğraf: Özer Akdemir

Özer AKDEMİR
Kayseri

Kayseri’nin Develi İlçesi yakınlarında üretimine devam eden Kanadalı Centerra Gold-Öksüt Altın Madeni’nde işçilerin civadan zehirlenmesi ile ilgili açılan dava devam ediyor. Develi Cumhuriyet Savcılığı tarafından başlatılan soruşturmada alınan savcılık ifadelerinde, altın madeni yöneticileri civa zehirlenmesini kabul ederken birbirlerini suçluyorlar. 

CİVA TEHLİKESİNİ BİLE BİLE İŞÇİLER ÇALIŞTIRILDI

Madendeki civa zehirlenmesi skandalı geçen yıl şubat ayında madenin altın döküm odası (ADR) bölümünde görev yapan taşeron özel güvenlik firmasına bağlı çalışanlarda başlayan sağlık sorunları ile ortaya çıkmıştı. Yapılan analizler sonrasında 8 güvenlikçinin kanında yüksek miktarda civa olduğu tespit edilirken sonrasında ise ortamda civa olduğunun bilinmesine rağmen bu kişilerin bile bile çalıştırıldığı bilirkişi raporu ile ortaya konulmuştu.  
Şirket yöneticilerinin tehlikeyi bile bile, işçileri civalı ortamda çalıştırdığının belirtildiği bilirkişi raporu sonrası konuya dair ihmal ve sorumluluğu bulunan maden işletmesi görevlileri hakkında savcılıkça soruşturma açıldı. Savcılık, bilirkişi raporunda, görevlerini ihmal ederek işçilerin zehirlenmelerine yol açtığı dile getirilen görevlilerin ifadelerini aldı. Savcılık ifadelerinde maden işletmesi sorumlularının civa zehirlenmesini kabul etmekle birlikte suçu birbirlerine atmaları dikkat çekti. 

PROSES MÜDÜRÜ: CİVAYI GENEL MÜDÜR BİCKFORD’A İLETTİM

Bilirkişi raporunda maden ADR odasındaki çalışanların zehirlenmesine yol açan civanın ilk olarak 01.03.2022 tarihinde tutanakla laboratuvar yetkililerine teslim edildiğinin altı çizilmişti. Bilirkişiler madenin proses müdürü Ömür Yandım’ın civanın varlığından haberdar olmasına rağmen hiçbir önlem almadığı ve çalışanlara koruyucu ekipman sağlamadığı için görevi ihmal ettiği kanaatine varmışlardı. Yandım, savcılık ifadesinde kendisinin işletmede civa tespit edilmesi ile ilgili bilgileri madenin CEO’su David Bickford’a ilettiğini ve bundan sonrasının onun tasarrufunda olduğunu ileri sürerek topu D. Bickford’a attı. 

SADECE KENDİSİNİN VE BİRİMİNDEKİLERİN KAN ANALİZİNİ YAPTIRMIŞ

Ortamda civa bulunduğu ile ilgili bilgileri öğrendikten sonra kendisinin ve birimindeki kişilerin kan değerleri ile ilgili analiz yaptıran Yandım’ın, ADR ünitesinin güvenliğini sağlayan ve civa zehirlenmesinden en çok etkilenen 8 çalışana ise herhangi bir kan analizi yaptırmadığı anlaşıldı. Yandım bunu, “güvenlikçiler benim sorumluluğumda değillerdi” diye gerekçelendiriyor. Skandal bu 8 güvenlik görevlisinin rahatsızlanmaları sonrası kanlarında civa tespit edilmesi ile ortaya çıkarılmıştı. Proses müdürü Yandım, civa zehirlenmesinin ortaya çıkmasının ardından tazminatı verilerek işten çıkarıldı. Kendisi işten çıkarılması ile ilgili “şirket bana direktörlük verecekti vermediği için zaten çıkacaktım” derken, bize gelen bilgilerde ise işten çıkarılması ile ilgili farklı iddialar var. 

ŞİRKET CEO’SU PROSES MÜDÜRÜNÜ SUÇLADI

Bu iddiaların ortasındaki şirket CEO’su David Alan Bickford, SEGBİS aracılığı ile Ankara’da verdiği ifadede ADR birimindeki civanın varlığından 28 şubat 2022 tarihinde proses baş mühendisi Süleyman Çağrı Cengiz’in maili ile haberi olduğunu ileri sürerek, “Ben bu maile dayanak olarak proses müdürü olması sebebiyle Ömür Yandım'a ulaştım. Ömür Yandım'da tam olarak teyit edilmemekle birlikte söz konusu bulunan maddenin civa olabileceğini bana söyledi, bende Ömür Yandım'a gerekli önlemleri almasını ve insanların tehlikeye maruz kalmaması için gerekli kişisel koruyucu ekipmanların temin edilmesinin talimatını verdim” dedi. Savcının “civanın varlığını öğrendikten sonra maden proses danışmanı Metin Demir’in altın döküm odasına girip bu durumu tespit edene kadar arada geçen 10 günlük süre içerisinde neden altın döküm odasında faaliyetler ve odanın bitişiğindeki güvenlikçiler görev yapmaya devam etti?” sorusuna Bicford, Ömür Yandım’ın kendisine civa miktarının tehlikeli olmayacağı ve faaliyetin durmasını gerektirmediği yanıtını vererek suçu Yandım’a attı. Bicford, Yandım’ı da bu nedenle işten çıkardıklarını ileri sürdü. Bicford; “Ömür Yandım'ın hatası ya da sorumluluğu olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusunu “Bana risk seviyesini bildirmediği için hatalı ve sorumlu olduğunu düşünüyorum, süreç ile ilgili bana doğru bilgilendirme yapmadı” diye yanıtladı.

“ÖNÜMÜZE BAKALIM”

Bicford, civa olayının ardından çevrimiçi yapılan toplantıda ''arkaya değil, önümüze bakalım, insanları korkutmadan panikletmeden önleminizi alalım'' sözlerinin hatırlatılması üzerine, bu cümleyi olayı saklamak için söylemediğini iddia etti. Bickford, olayın ortaya çıkaran Proses Danışmanı Metin Demir’i neden işten çıkardınız sorusuna da “Biz problemi çözme çabasındayken kendisi ise polemik peşindeydi” diye yanıtladı. 

“CİVA OLAYI KİMSEYE SÖYLENMEYECEK”

Madenin proses Başmühendisi Süleyman Çağrı Cengiz, ADR odasındaki civa olayını proses danışmanı Metin Demir’e aktararak bütün bu civa zehirlenmesi skandalının ortaya çıkması  sürecini başlatan isim. Cengiz, savcılıkta altın döküm odası sorumlusunun kendisine fırının üstünde 1 kg kadar civa gördüğünü iletmesinin ardından, durumu Ömür Yandım ve D. Bicford’a, yüksek önemli olarak işaretlediği bir mail gönderdiğini anlattı. Mailin ardından online toplantı kararı alınmasına rağmen Bickford’un toplantıya katılmaması için toplantının yapılamadığını, Ö. Yandım’ın da daha sonrasında kendisine "Bu konu kimseye söylenmeyecek" şeklinde talimat verdiğini iddia etti. Buna rağmen durumdan huzursuz olarak konuyu danışman Metin beye anlattığını belirten Cengiz, Metin beyin civayı öğrendikten sonra online toplantıda Bicford’la tartıştığını, Bickford’un ise önümüze bakalım” dediğini söyledi. 

“NEDEN İŞTEN ÇIKARILDILAR?”

Bilirkişi raporunda ihmalle suçlanan işyeri hekimi Hayrettin Horasan ise olayda sorumluluğu olduğunu kabul etmedi. Horasan; “alt işverenlerin hekimi başka olmasına rağmen kendim bizzat insiyatif alıp bu kişilerin tüm tanı ve tedavi süreci ile ilgilendim, zaten inisiyatif aldığım için suçlu ben oldum” dedi. Şirketin İnsan Kaynakları Direktörü İlknur Yazıcı ifadesinde “Ömür Yandım ve Metin Demir neden işten ayrıldı?” sorusunu “Ö. Yandım’ın civadaki sorumluluğu M. Demir’i ise iş barışını bozma ihtimali” nedeniyle işten çıkarıldıklarını ileri sürdü.

PROSES MÜDÜRÜNE SUS PAYI İDDİASI

70’in üzerinde maden işçisinin civadan zehirlenmesi skandalı ile ilgili bu savcılık ifadelerinin ardından dava açılması bekleniyor. Savcılık ifadeleri net bir şekilde görüldüğü üzere madenin danışmanı Metin Demir’in olayı fark edip üretimi durdurması sonrası işten çıkarıldığını, Centerra Gold Öksüt Madencilik Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü olan David Alan Bickford’un olayı örtbas etsin diye Ömür Yandım’a baskı yaptığını ortaya koyuyor. İddialara göre Ömür Yandım Bickford’u bu durumu ifşa etmekle tehdit edince birkaç milyon liralık bir ikale anlaşması ile işten çıkartıldı.

 https://www.evrensel.net/haber/487045/madendeki-civa-zehirlenmesinde-savcilik-ifadeleri-belli-oldu-maden-yoneticileri-birbirini-sucladi

9 Nisan 2023 Pazar

Deştin direnişi ve bir zeytinin ölümü (Pazar yazısı)

 

9 Nisan 2023 04:50

Fotoğraflar: Övgü Yıldız /Evrensel

 


 Özer Akdemir


Tüm yazıları

Tam önünde, yarısı kesilmiş bir varilin içinde yanan odunlara dalan genç kadın, kucağında kıpırdayıp duran küçük çocuğa sıkı sıkı sarılmıştı. Sarı bir gocuk giydirilmiş kırmızı yanaklı çocuk annesinin elindeki su şişesinin mavi kapağını tutmaya çalışıyordu. Kadının ayaklarının dibinde 3-4 yaşlarında başka bir çocuk dolanıyordu. Kadın göz ucuyla çocuğu takip ediyor, arada uzaklaşmaması için “Halil gel, kaybolursun” diye yanına çağırıyordu.

Kırmızı bir kora dönmüştü varilin içindeki ağaç kütüğü. Upuzun bir ömür sürmüş olan yaşlı zeytin ağacının ölü gövdesi çevresindeki köylüler için son görevini yapıyor, onları soğuğa karşı ısıtıyordu. İçin için cızlayıp, beyaz bir duman saçarak yanıyordu kütük.

Etrafına kümelenmiş köylülerin ortasında yavaş yavaş yanan zeytin buraya bir iki tarla kadar uzaklıkta, ovada küçük bir tümsek olarak yükselen höyüğün üzerinde ömür sürmüştü. Menteşe Ovası’nın bereketli topraklarında, ölümünden son birkaç yıl öncesini saymazsak, diğer kardeşleriyle birlikte mutlu, sağlıklı ve uzun bir ömrü olmuştu.

Çok çok eskiden, tarlaların ve nehirlerin üzerinden henüz yolların geçirilmediği dönemlerde bu ova göz alabildiğine zeytinlerle kaplıydı. Ege’nin yakıcı yaz sıcağında, başladı mı günlerce durmak bilmeyen serin yağmurlarının altında on binlerce zeytin ağacı vardı. Rüzgarlarla yağmur damlalarıyla ve kışın dalları ürperten karı, kırağısıyla hep birlikte yaşamaya alışmışlardı. İklimler değişse de çabuk uyum sağlıyorlardı gelen günlere, giden gecelere.

Öyle ki taze dallarında açmış çiçeklerini tarumar ederek deli deli esen filizkıran fırtınaları bile onların canını sıkamazdı. Fırtınadan geriye kalan dallarının daha bir güçleneceğini bilirler, bahardan yaza geçerken tam, her sene hep aynı günlerde esip gürleyen bu rüzgarlara umarsızca göğüs gererlerdi.

Sonra devir devran değişti aniden. Öyle bir değişti ki hem de kadim zamanların yaşanmışlıklarını binlerce yıl gövdesine nakışlayan zeytin ağacı bile bu değişimin hızına ayak uyduramadı.

Latmos’la Madran Baba Dağları ortasından akan Marsias (Çine Çayı) boyunca uzayıp giden ova tam orta yerinden yollarla bölündü. Her biri bir evlek genişliğini aşan yollara kara ziftli sıcak asfaltlar döküldü. Bu yolların yapımı sırasında binlerce kardeşinin kökünden kesildiğini gördü zeytin ağacı, bulunduğu höyüğün üzerinden. Genç-yaşlı, delice, Memecik, Dilmit, çakır, çilli, ak zeytin demeden her türden, her yaştan zeytinler yüzlerce-binlerce yıldır üzerinde dikildikleri toprağa serildiler boylu boyunca...

Bu kıyımdan kurtulanları da güzel günler beklemiyordu heyhat! Yağmurlar da değişti o yolların yapımından sonra, kışın soğuğu, yazın sarı sıcağı da. Havanın tadı, rengi kokusu bile bir hoş oldu. Eskiden, Batı Menteşe Dağlarından doğru gelen beyaz bulutların soğuk bir pus olup çöktüğü sabahlar, zamanla kasvetli, kirli, pis kokan, dokunduğu yeri yakan bambaşka bir dumana boğuldu. Yatağan’dan doğru esen batı rüzgarlarıyla gelen bu dumanın ağır ağır sindiği geceler zeytinlerin yaprakları kendiliğinde büzüşürdü. Çiçekleri nefes almaktan bile korkar, dallarına yapışan çiğ damlaları güngörmüş gövdesini yakıp kavururdu. Bir zaman sonra, zeytinin taze dalları, kalın etli yaprakları üzerinde bencik bencik lekeler peydah oldu. Sonra, bu lekeler kabuk bağladı, nasırlaştı. Yakasına yapışan dert, ağacın kabuğundan içine doğru usulcana sızdı. Yapışkan, kükürt kokulu toza bulanmış yaprakları ve gövdesiyle beraber soluk alamaz oldu ağaç. Boğuluyordu!

Yağmur imdadına yetişti birinde nefes nefese, tam ölmek üzereyken. Gövdesinin açık yeşil renkli, ince kabuklu tenine lekeler bıraktığı için düşman bellediği yağmur üzerine yapışan tozu yıkayıp attı. Derin derin soludu havayı zeytin. Yeniden yaşama döndüğü için mutluydu. Oysa gördüğü son yağmurdu bu!

Birkaç hafta sonra yine yapış yapış oldu gövdesi kirli kokulu tozdan. Filizkıran fırtınası sadece körpe çiçeklerini alıp götürmedi bu sefer. Canı çekilmiş, yeşili solmuş, kupkuru kalmış dallarını da yoldu attı.

O son yaz, Menteşe Ovası’na tek damla yağmur düşmedi. Bin yıllık zeytin ağacı, birkaç senede bin yıl birden yaşlandı ve o susuz yaz günlerinde, bir yudum soluğa hasret inleye inleye can verdi!

Ayakta öldü zeytin! Öz suyu çekilmiş dallarını son kez ovadaki kardeşlerine doğru uzattı, umar bekledi onlardan, olmadı! Neden sonra anladı öleceğini ve sessizce, vakur, veda etti doğduğu topraklara.

Zamanla kupkuru bir odun halindeki gövdesi önce karıncalara, sonra sarı eşek arılarına yuva oldu. İri bir yaban domuzunun sırtını kaşıması da toprak üzerindeki günlerinin sonuydu. Yaban domuzunu korkutup kaçıran bir çatırtıyla bölündü ikiye ve doğduğu topraklara belendi kurumuş dalları.

Ertesi gün, Deştin’den bir köylü gelip  zeytinin ölü gövdesi ve dallarını birbirinden ayırdı. Balta darbeleriyle bir güzel parçaladı. Karyalı, Romalı, Osmanlı ve çapraz fişekleri ile mor cepkenli efelerin gelip dayandığı koca gövdesi yakacak kütük oldu, bir iki saat içinde.

*

Menteşe Ovası’na, soğuk ve yağmurlu bir bahar geliyordu, hiç acele etmeden. Taze çiçeğe durmuş bir zeytinliğin önündeki yolun tam ortasına oturan köylüler, yarım varilin içine ateş yakıp henüz bir hafta önce kestikleri yaşlı zeytin ağacının kütüğünü attılar alevlerin ortasına. Kuru zeytin kütüğü iniltiler çıkararak, yağlı zeytin kokusu yayarak yandı.

Kadın, yaşlı, çoluk çocuk köylüler zeytinlerini, çam ormanlarını korumak için oturmuşlardı yol üstüne. Gövdelerini, birkaç kilometre ötede, ormanı aç bir kurt gibi kemiren çimento fabrikasına kömür kazanı taşıyan kamyonların önüne atmışlardı. Ne zamandır unutulmaya yüz tutan cenk meselleri gelip yerleşti dillerine. “Yeter bu topraklara ettiğiniz zulüm” deyip kalktılar ayağa…

Zeytin, yanıp küle dönerken bile yaren oldu köylülere. Kuru gövdesinden yükselen son iniltisi köylülerin kavga türkülerine karıştı...

 https://www.evrensel.net/yazi/92781/destin-direnisi-ve-bir-zeytinin-olumu?utm_source=twitter&utm_medium=twitter_ap&utm_content=9678&utm_campaign=09-04-20239:02

8 Nisan 2023 Cumartesi

Deştin Nöbetine jandarma müdahalesi!

 

08 Nisan 2023 07:30  Güncelleme: 08 Nisan 2023 20:38


Çimento fabrikasına karşı yaşam nöbeti başlatan Deştin köylülerine sabaha karşı jandarma müdahale etti, 11 köylü gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

 GÜNCELLENDİ

 


Fotoğraf: Evrensel

PAYLAŞ

Özer AKDEMİR

Muğla Menteşe'ye bağlı Deştin köylülerinin çimento fabrikası inşaatına karşı başlattıkları yaşam nöbetine sabaha karşı saat 04.30 sularında jandarma ekipleri tarafından müdahale edildi.

Deştin Çevre Platformu Eş Sözcüsü Haluk Özsoy, yaklaşık 11 köylünün gözaltına alınarak Bayır Karakoluna götürüldüğünü söyledi. Köylüler ve yaşam savunucuları ile birlikte Muğla Barosu Yönetim Kurulu üyelerinin gittiği Bayır Karakolunda gözaltına alınan köylülerin merkez karakoluna götürüldüğü söylendi.

Gözaltına alınanlardan isimleri öğrenilenler şu şekilde:

Engin Uyan, Dilber Özdemir, Çagdas Özdemir, Seher Şener, Satike Sarı, Ferah Gümüş, Hasan Sarı.

"ÇOCUKLARIN BİLEKLERİNDE KELEPÇE İZİ VAR"

Deştin Çevre Platformu Eş Sözcüsü Haluk Özsoy, çimento firması ve jandarmanın birlikte eş zamanlı plan kurarak aynı anda müdahale ettiğini belirterek, “Jandarma arkadaşlarımızı gözaltına alırken, firma da kurdukları planın üstüne düşen kısmını yerine getirdi ve aradan kaçtı” dedi. 15-17 yaşında çocukları jandarmanın ters kelepçe yaparak gözaltına aldığını aktaran Özsoy “Bileklerinde kelepçe izleri var. Göbek mantarcılarını, çıntarcıları, arıcıları bile bölgeye almıyorlar. Bütün bir bölgeyi ablukaya almışlar ama şirket araçları ve çalışanları istediği gibi geçebiliyor” diye konuştu.

İKİ ÇOCUK SERBEST BIRAKILDI

Jandarmanın müdahalesi ve gözaltılardan sonra köylüler ve yaşam savunucuları Bayır Jandarma Karakolu önünde toplandı. Muğla Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Barış Aydın da karakolun önüne gelirken karakoldan gözaltına alınanların merkez karakoluna gönderildiği söylendi.

Bir süre sonra 18 yaşından küçük olan Deştin köylüsü iki çocuk ifadelerinin ardından serbest bırakıldılar. Çocuklar jandarmanın tam sahur vakti kendilerine müdahale ettiğini ve darbedilerek gözaltına alındıklarını anlattılar.

2005’ten 2014’e kadar mücadele ettiklerini belirten Deştin Köyü Eski Muhtarı Dursun Öztürk, “Ancak Muğla büyükşehir olunca bunlar muhtarlığa ve köylüye haber vermeden bu işi yaptılar ama biz bu mücadeleyi kazanacağız” dedi.

Reklam

Reklam

SİSTEM KÖYLÜYÜ ÜLKENİN BELASI OLARAK GÖRÜYOR     

Sabah 04.15’te jandarma tarafından yapılan müdahaleyi ‘taarruz’ olarak değerlendiren Çine Yaşam Platformu (ÇİYAP) Sözcüsü Ahmet Uslu, “Bu müdahale köylülerin toprağına, havasına, suyuna ve yaşam alanlarımıza yapılmıştır. Bu müdahale, sırf çimentocu şirketlerin devlet katında ne kadar güçlü ve hatırı sayılır olduğunu gösterdi. Kolluk kuvvetlerine bu emri verenlerin beton mafyası ve maden mafyası ile nasıl bir ilişkide olduklarını çok iyi biliyoruz. Sanırım ülkenin belası olarak kendi üretici köylüsünü gören bu sistem korkunç işlere ve müdahalelere imza atmaya devam edecektir. Aynı zamanda da ülkenin bekası olarak beton mafyası, maden mafyası ile kol kola hareket eden bu sistemi ortadan kaldıracak olan yine bizler olacağız” dedi.

"DİRENİŞ ALANIMIZI ŞİRKETE HODRİ MEYDAN YAPTILAR"

Karakol önünde bekleyen Deştin köylüsü Cemile Şener ise şunları söyledi: “Dün gece nöbet tutan gelinim gözaltına alındı. Kadınlara şiddet uygulandı. Hani kadınlara şiddet yoktu? Biz şiddet de gördük, uzaktan gelip memleketimize yerleşenleri, (Çimento fabrikasını kurmaya çalışan şirketi kastediyor) bizleri atanları da gördük. Şirketin derdi bizim topraklarımıza zehir fabrikası yapmak. Bizi değil zengini korudular. Bugün de bizi burada beklediğimiz için meydanı onlar için boşalttılar. Hodri meydan oldu onlara.

MÜCADELE BİTMEDİ, ÇİMENTOCULAR TOPRAKLARIMIZI İŞGAL EDEMEYECEK

 

Fotoğraf: Evrensel

Muğla adliyesi önünde açıklama yapan köylüler mücadalenin süreceğini belirterek; “Çimentocular topraklarımızı işgal edemeyecek” dedi.

Bayır mahallesinde Bayır Baraj yolu üzerinde kurulmuş olan direniş çadırına sabah erken saatlerinde jandarma tarafından baskına yapıldığı ve 11 kişinin gözaltına alındığı belirtilen açıklamada; “Sabah 04:30 sıralarında köylüler sahur yemeğini yerken yapılan baskında 4’ü kadın, biri 17 diğeri 15 yaşında iki genç kardeşimizle birlikte 7 erkek arkadaşımız baskında darp edilmiş, yerlerde sürüklenerek göz altına alınmış ve çimentocu şirketin bir haftadır direniş nedeniyle yoldan geçiremediği TIR’ları jandarma ve şirketin ortak operasyonuyla  “başarıyla” yoldan geçirilmiştir. 10’u Deştin köylüsü, 1’i Menteşe Belediye Meclis üyesi olan arkadaşlarımızın tek suçu yaşam alanlarına sahip çıkmak için direniş çadırında nöbet tutmaktır” denildi

Reklam

Reklam

Deştin köylülerinin çimentocu firmaya 2006 yılından bu yana direndiği vurgulanan açıklamada şu ifadelere yer verildi; “Çimentocu şirketin ÇED raporu 2015 yılında, imar planları da 2017 yılında mahkeme kararıyla iptal ettirilmişti. Çimentocu firma bu davalar sürerken ikinci bir firma kurarak aynı yer için ikinci bir ÇED raporu hazırlatmış ve 2014 yılında halktan gizleyerek ÇED oluru almıştır. 2020 yılında Kent Çimento’ya satılan Muğla Çimento bu sahte ÇED raporununu kullanarak imar planlarını onaylatmış, Menteşe Belediyesi’nden de yapı ruhsat belgesini almıştır. Bu sahte ÇED raporu ve belediye ruhsatına dayanarak 2022 yılında inşaata başlayan çimentocu firmaya karşı 27 Ocak 2022 yılında Menteşe Kent Konseyi, Akdeniz Yeşilleri Derneği ve Deştin köylüleri tarafından ÇED ve ruhsat iptal davaları açılmıştır. Davalar sürerken mahkemenin yürütmeyi durdurma vermemesini fırsat bilen Çimentocu şirket yıkım projesini bitirmek için var gücüyle çalışmaktadır. Fabrika alanında bir tane ağaç bırakmayan ve inşaata devam eden şirket fabrika makina ekipmanını da TIR’larla getirmektedir. Mahkeme sonucunu beklemeden, büyük bir fırsatçılıkla yıkım projesine devam eden şirketi durdurmanın tek yolu gelen tırları durdurmaktan geçiyordu, köylüler de bunu yaptı.”

3 nisan pazartesi günü saat 15:00 ‘te Bayır’da daha önceden kurulmuş direniş çadırı önündeki yolda çimentocu firmanın makina ekipmanlarını taşıyan tırların durdurulduğu belirtilen açıklamada; “5 gündür gece gündüz nöbetlerle süren engelleme bugün sabah yapılan müdahale ile dağıtılmış oldu.  Şimdilk çimentocu şirket kazanmış gibi görünebilir ama bu mücadele bitmedi. Çimentocu şirket Muğla’dan kovulana kadar mücadelemiz sürecek. Tırları geçirmiş olabilirler ama o baca tütmeyecek. Çimentocular topraklarımızı işgal edemeyecek Deştin çayı özgür akacak” denildi.

GÖZALTINA ALINANLAR SERBEST BIRAKILDI

Direniş çadırına sabah erken saatlerinde yapılan baskında jandarma tarafından gözaaltına Hasan Sarı, Sadike Sarı,  Seher Şener,  Dilber Özdemir, Engin Uyan, Selahattin Tilkioğlu,Sevla Tilkioğlu, Ferah Gümüş, Hüsamettin Kaya, İl Jandarma Karakolu'nda ifadelerinin alınmasının ardından Muğla Adliyesine sevk edildi.  Savcılık ifadeleri tamamlanan köylüler adli kontrol talebiyle mahkemeye sevk edildi. Mahkeme, köylüleri ayda 1 imza ve yurt dışı yasağı şekilde adli kontrol şartıyla serbest bıraktı.

Adliye önünde bekleyen kitle, serbest bırakılan köylüleri, "Direne direne kazanacağız" sloganlarıyla karşıladı. 

"HAKSIZLIĞA KARŞI DİK DURUN"

Serbest bırakıldıktan sonra adliye önünde açıklama yapan Ferah Gümüş, "ÇED raporu olmasına rağmen tekrar farklı bir isimle 'ÇED olumlu kararı var' diye ruhsat verenler, ruhsat verdikten sonra ÇED iptal davasına müdahil olanlar, haksızlık neredeyse biz oradayız. Senin bastığın toprağın, içtiğin suyun solduğun havayı da korumaya devam edeceğiz. Ayna da yüzünüze, evladınızın fotoğrafına bakın. Bizim gibi dik, onurlu, cesur olabilecekseniz haksızların yanında olmaktan vazgeçin" dedi. 

 https://www.evrensel.net/haber/486950/destin-nobetine-jandarma-mudahalesi

7 Nisan 2023 Cuma

Kirazlıdere termik santraline ÇED olmadan üretim lisansı verildiği ortaya çıktı!

 

07 Nisan 2023 14:04


Çanakkala'de yapılmak istenen Kirazlıdere Termik Santraline ÇED Olumlu raporu verilmeden üretim lisansı verildiği ortaya çıktı. Davadaki bilirkişi raporu ise santralde "kamu yararı yok" diyor.

 


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

Özer AKDEMİR

Çanakkale’nin Lapseki ilçesi yakınlarında yapılmak istenen Kirazlıdere Termik Santraline ilişkin bilirkişi raporu belli oldu. Bilirkişi raporunda termik santrale üretim lisansının verildiği tarihte işletme için ‘ÇED olumlu’ kararının verilmediği ortaya konulurken, projede kamu yararının olmadığının, santralin yapılacağı yerin adının bile yanlış yazıldığının altı çizildi. Biga Kirazlıdere Kalkındırma Güzelleştirme Derneği tarafından açılan dava için Çanakkale 2. İdare Mahkemesi bilirkişi incelemesi yapılmasına karar vermişti. 

MAHKEME BİLİRKİŞİ İNCELEMESİ İSTEDİ

1/1000 ölçekli uygulama imar planı değişikliğine Çevre Bakanlığı tarafından verilen onayın iptali ve yürütmesinin durdurulması için açılan davada mahkeme bilirkişilerden, termik santral için yapılan imar planı değişikliğini gerektirir nesnel ve teknik sebeplerin bulunup bulunmadığı, değişikliğin plan hiyerarşisine uygun olup olmadığı, baca boyuna ilişkin yapılan düzenlemenin şehircilik ilkeleri ve planlama esaslarına uygun olup olmadığı gibi konuları değerlendirerek bilimsel ve teknik bir rapor hazırlamalarını istedi.

‘LİSANS VERİLDİĞİ TARİHTE ÇED RAPORU YOK!’

Bilirkişi heyeti tarafından yapılan incelemeler sonucunda hazırlanan rapor mahkemeye sunuldu. Raporun “sonuç ve kanaat” kısmında termik santralle ilgili plan notu değişikliğinin imar planına uygun yapıldığı ancak, santrale Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından üretim lisansının verildiği 7 Mart 2013 tarihinde ‘ÇED olumlu’ kararının olmadığı belirtildi. ‘ÇED olumlu’ kararının 2015 yılında alındığına vurgu yapılan raporda, “Bu nedenle üretim lisansının, Elektrik Piyasası Lisans Yönetmeliği’nin ilgili hükümlerine istinaden aykırı biçimde verilmiş olması, her iki planın da (2015 ve 2022 yılı planları) bu unsurlardan etkilenmiş olması ve orman alanlarının koruması ilkesine aykırı biçimde yapıldığı” dile getirildi.

SANTRAL YAPILACAK İLÇENİN ADI BİLE YANLIŞ!

Raporda, termik santralle ilgili yapılan 2015 ve 2022 planlarının planlama sürecinde alınması

gerekli kurum ve kuruluş görüşlerinin eksik alındığının belirtildiği raporda, üretim lisansının yönetmeliğe aykırı biçimde verildiği, tesislerden kara yoluna geçiş yolu bağlantısı yapılabilecek kesimlerin planlanmadığı, yönetmelikte tanımlandığı biçimi ile çıkmaz yol konumunda olduğu gibi eksiklikler ve hataların da altı çizildi. Santralle ilgili kümülatif etki değerlendirmesinin yapılmadığına dikkat çekilen raporda, projenin kamu yararı niteliği taşımadığı, planlama alanı tanımında ilçe isminin bile yanlış yazıldığı (Biga olması gerekirken Lapseki yazılmış), projenin mekansal planlar yapım yönetmeliğinde belirlenmiş olan şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına aykırı olarak yapıldığı vurgulandı.

AV. ÖZLÜER: ÇED OLUMLU KARARININ İPTALİ İSTENMELİ

Bilirkişi raporunu değerlendiren Davanın Avukatı Fevzi Özlüer, Kirazlıdere Termik Santral projesinin hukuksuz olduğunu, dava dilekçesinde belirttiklerini aktararak, “Bilirkişi de ‘ÇED olumlu’ belgesinin geçerli olmadığını raporunda belirtti. Yöre halkı dernekleri ve odalar şimdi ‘ÇED olumlu’ belgesinin iptali için idareye bir başvuru yapmalılar. Ya da idare bu hukuksuz belgeyi bir an önce iptal ederek bölge halkına bir nefes aldırmalı” dedi.

 

2013 tarihli Üretim Lisansı

 

2015 tarihli ÇED Olumlu belgesi 1

 

2015 tarihli ÇED Olumlu belgesi 2

DERNEK: ÇED OLMADAN PLAN TADİLATI YAPILAMAZ

BİGA Kirazlıdere Kalkındırma Güzelleştirme Derneği dilekçesinde, Kirazlıdere Termik Santraline dayanak alınan ‘ÇED olumlu’ kararlarının işlemin tesis edildiği sırada ortadan kalkmış durumda olduğu, 2015 tarihinde verilen ÇED olumlu kararlarının 2014 tarihli ÇED Yönetmeliği kapsamında olduğu, anılan yönetmeliğe göre de 7 yıl içinde ÇED olumlu belgesine dayalı olarak faaliyete geçilmediği takdirde, bu belgenin iptal edileceğinin düzenlendiği, her geçen gün artan bir öneme sahip bölgede ‘ÇED olumlu’ kararı olmaksızın imar planı tadilatı veya plan yapılamayacağını ileri sürdü. Dilekçede ayrıca santrale ait imar planı tadilatının çevre düzeni planı planlama ilkelerine aykırılık taşıdığı, çünkü bu yükseklikte bir baca boyunun kentsel ve tarımsal alanlara da orman alanları kadar etkisi olacağı, ısı adaları oluşturarak bölgedeki diğer termik santrallerle birlikte, bölgenin aşırı iklim olayları ve halk sağlığı sorunlarının yaşanmasına yol açılacağı dile getirildi.


6 Nisan 2023 Perşembe

PEÇEVRE YAŞAM / Muğla Deştin köylülerinin çimento fabrikasına karşı yaşam mücadelesi

 


Muğla’nın Menteşe ilçesine bağlı Bayır Mahallesi ile Yatağan’ın Deştin Mahallesi arasındaki Tekağaç mevkiinde 2021 yılında yapımı başlayan entegre çimento fabrikasına karşı köylüler yaşam nöbeti tutuyor. Muğla Deştin köylülerinin yaşam alanı mücadelesi Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam'da. Çepeçevre Yaşam her perşembe Evrensel'de. 🔗 https://evrn.sl/xycKYK





2 Nisan 2023 Pazar

Siyanürlü fındık ezmesi! (Pazar yazısı)


02 Nisan 2023 04:31





 2012 yılının eylül ayında Ordu Fatsa’ya bir çevre paneline konuşmacı olarak gitmiştim. Fatsa Kültür Sarayı’nda yapılan panel Ordu Doğa ve Yaşam Alanlarını Koruma Platformu ve Derelerin Kardeşliği Platformu tarafından gerçekleştirilmişti. “Fatsa Bergama Olmayacak” adıyla yapılan panelde benim dışımda Metalürji Yüksek Mühendisi Cemalettin Küçük ve Derelerin Kardeşliği Platformu Dönem Sözcüsü Ömer Şan da konuşmacıydı.

VAHŞİ MADENCİLİK ÖRNEKLERİ

Panelde emperyalist madenciliğin ülkemize bıraktığı mirasları görseller eşliğinde anlatmıştım. Bergama, Uşak, Kaz Dağı, Balya ve Lefke başta olmak üzere Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yapılan ve yapılmak istenen siyanürlü altın işletmeciliğinin doğaya verdiği zararların fotoğrafları Fatsa’yı bekleyen tehlikenin boyutlarını da gösteriyordu.

Yüksek lisans tezini siyanürlü altın madenciliği üzerine yapan Cemalettin Küçük de ülkemizde ve dünyada uygulanan vahşi madencilik örneklerinin yanı sıra Macaristan ve Romanya gibi ülkelerdeki altın madenleri ve buralarda meydana gelen kazaları anlatmıştı. Küçük, siyanürlü altın işletmeciliğindeki olumsuz etkilerin işletmenin bulunduğu alanla sınırlı olmadığını, tüm bölgeyi etkilediğini dile getirmişti.


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

FINDIK BAHÇESİNE ALTIN MADENİ

Panelin ardından iki araçla Bahar Madencilik ve İngiliz Stratex şirketinin ortak olduğu Altıntepe Madencilik tarafından işletilmek istenen altın madeninin çevresindeki köyleri gezdik. Maden işletmelerinin kurulacağı tepe Ünye ve Fatsa arasında, tamamı çam ormanı ve fındık ağaçları ile kaplı bir alandı.

Tepe üzerinde şirketin işletme tesislerini kurma çalışmaları başlamış, fındık bahçeleri yok edilip, alan tıraşlanmıştı. Yeşillikler arasında kaybolmuş köylerin tam karşısında, gittikçe büyüyen bir kellikti henüz madenin bulunduğu yer. Tabii şirket maden için çalışmalara başlamadan önce “ikna ekipleri”ni bölgeye göndermiş, başta köy muhtarları olmak üzere yerel iş birlikçilerini çeşitli biçimlerde ikna etmişti.

Biz o gün köylerde gezip, bir yandan da Hayat Televizyonu Çepeçevre Yaşam programı için çekimler yaparken “Bu maden bize iş verecek, size ne bizim buradaki madenden” diyen birisi çıktı karşımıza. Hatta muhtarı telefonla arayarak “Gazeteciler, çevreciler geldi, madene karşı çekim yapıyorlar” diye bizi güya ihbar etti. Sonradan öğrendik ki bu maden yanlısı ihbarcı, muhtarın kardeşi imiş. Muhtar da bu telefonun ardından çok geçmeden geldi zaten. “Her yerin bir çobanı, korucusu vardır. Bana bilgi vermeden, izin almadan nasıl köyüme girersiniz!” diye efelenen muhtarı yanımızda gelen yöre halkından arkadaşlar zor sakinleştirdi. İkide bir gözümüze sokmaya çalıştığı belindeki şişkinlikten silahlı olduğunu anladığımız bu kabadayı muhtarla fazla yüz göz olmadan madenin çevresindeki diğer köyleri gezmek için oradan ayrıldık.

MUHTARLARI İKNA TARİFESİ

Gezdiğimiz köylerde köylülerin hepsi altın madenine karşı olduklarını söylüyorlar, doğalarının yok edilmesine, kendilerinin buna dair görüşlerinin bile alınmamasına tepki gösteriyorlardı. Öte yandan, şirket uzun zamandır gerek devlet kurumlarını arkasına alarak, gerekse muhtarlar ve köyden ikna ettikleri iş birlikçileri ile işini sağlama almıştı. Birkaç yıl içerisinde cehenneme çevirecekleri bu güzelim yöreye tırnaklarını sağlam biçimde geçirdikleri görülüyordu.

Aslında altın madencilerinin bu “ikna” yol ve yöntemlerini çok iyi tanıyorduk. Bergama’dan, Kışladağ’dan, Kaz Dağı’ndan, Efemçukuru’ndan biliyorduk biz bu yöntemleri. Mesela Bergama’da köy muhtarlarına kooperatif kurdurmuşlar şirketin işçi servisini yaptırıyorlar, karşılığında madene yönelik olumsuz söz ve eylemlere ilk göğüs geren kişiler olmasını istiyorlardı. Öyle de oluyordu zaten.

Köyünü köylüsünü değil, önüne konan paraları tercih edecek onursuzluğu ve suçu işleyen bu kişilerin her dönem değişen bir bedelleri vardı. Mesela, yıllar önce termik santral kurulmak istenen Çine’nin Gökyaka köyü muhtarı şirketin kendisine 150 bin lira teklif ettiğini bizim kameralarımıza açıklamıştı. Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz bu onurlu muhtar, o zamanlar için çok büyük bir para olan (günümüzün 1.5 milyonu aşağı yukarı) elinin tersiyle itmiş, kendisine yapılan rüşvet teklifini de ifşa etmişti.


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

DEVLET DİŞİNİ KÖYLÜYE GÖSTERDİ

Ordu Fatsa’ya 2012 yılındaki o panelin ardından 2014 yılında bu sefer madene karşı protesto mitingi için gitmiştim. Maden faaliyete başlamış, o tepelere gittikçe yayılmış, iki yıl önce fındıklık olan tepenin büyük bölümünü dümdüz etmişti. Maden çevresinde yine çekimler yaptık, köylülerle konuştuk. Köylüler kan ağlıyordu! Madendeki patlatmalar ve ağır tonajlı kamyonlar nedeniyle evlerinin duvarları çatlayan, sebze-meyveleri toz içinde kalan, gürültüden uyuyamayan köylüler, feryat figan ediyorlardı.

Madene karşı başlattıkları nöbete jandarma müdahale etmiş, nöbet çadırı kaldırılıp, madenin önünde basın açıklaması yapan 90 köylü ifadeye çağrılmıştı. Anayasa’nın 56. maddesinde belirtilen “Sağlıklı ve temiz çevrede yaşama herkesin hakkıdır. Bunu sağlamak devletin ve vatandaşların ödevidir” ilkesini yaşama geçirmek için çabalayan köylülere devlet dişini göstererek, “Biz sizin değil bu şirketlerin devletiyiz” mesajını vermişti.

KİRLENEN SADECE DOĞA DEĞİL!

Geçtiğimiz günlerde, Fatsa-Ünye arasındaki madenden siyanürlü atıkların doğaya karıştığına dair haberleri ve kırmızı bir sıvı şeklinde akan kimyasal atıkların görüntüsünü izleyince aklıma o günler düştü. Bu siyanürlü atıkların nereye kadar yayıldığı, yöredeki tarıma, suya, canlı yaşamına ne kadar zarar verdiği henüz net değil. Net olan o günün fındık kaplı tepelerinden bugüne eser kalmadığı... Fındık bahçeleri altın madeninin iş makineleri tarafından ezildi, adeta siyanürlü fındık ezmesi haline geldi! Bize o gün posta koyan köy muhtarı ne durumdadır acaba? Umarım yaşıyordur ve umarım vicdanı rahattır!..

Maden, verilen hukuk mücadelesine rağmen hukukun sermaye karşısında doğayı ve halkı koruma gücünün neredeyse sıfırlanmış olması nedeniyle yıllardır çalışıyor. ÇED raporları ile ilgili açılan davalar mahkeme koridorlarında tozlanadursun şirket kapasite arttırmak için her yolu deniyor. Şirketin 10 yılı aşkın bir süredir yörede verdiği zarar bir yana bölge açısından nasıl bir saatli bomba olduğu son siyanür kazası ile bir kez daha görüldü.

Fatsa’daki altın madeninde olduğu gibi sermaye girdiği yerde sadece doğayı kirletmiyor. Paranın gücü ve siyasi erkin desteği ile hakkı, hukuku ve adaleti de kirletiyor. Bu kirlilik doğaya olduğu kadar hukuk ve bir bütün olarak toplumsal yaşama da bulaşıyor.

 


 https://www.evrensel.net/yazi/92743/siyanurlu-findik-ezmesi

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...