31 Temmuz 2022 Pazar

Danıştay Dava Daireleri Kurulu aldığı son kararla zeytinlikleri korumasız bıraktı

 

31 Temmuz 2022 12:48


Maden Yönetmeliği değişikliğinin Danıştay 8. Dairesi tarafından yürütmesinin durdurulması kararı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından kaldırıldı.

 

Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel

Özer AKDEMİR

Zeytinliklerin maden ve enerji şirketleri tarafından “kamu yararı” kılıfı ile yağmalanması olarak değerlendirilen Maden Yönetmeliği değişikliğinin Danıştay 8. Dairesi tarafından yürütmesinin durdurulması kararı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (DİDDK) tarafından kaldırıldı. Davaya yanlış dairenin baktığı gibi bir gerekçe ile kaldırılan yürütmeyi durdurma kararı sonrası oluşan boşlukta özellikle Akbelen ormanına şirketin bir yönelimi olabileceği endişesi hakim.

 


Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel

DANIŞTAY’A GÖRE DAVAYA YANLIŞ DAİRE BAKMIŞ!

Maden yönetmeliğinde yapılan değişikliklere karşı açılan davalarda Danıştay 8. Dairesi özellikle Zeytin Yasasına vurgu yaparak, kanunla yapılan bir düzenlemenin yönetmelikle değiştirilemeyeceği ve telafisi imkansız zararlara yol açacağı gerekçesi ile yönetmelik değişikliğinin yürütmesini durdurmuştu. Bakanlık bu kararları Danıştay’ın en üst yargı organı olan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunda (DİDDK) temyiz etmesi sonrası DİDDK 22 Haziran’da bu uyuşmazlığın 8. Daire değil 10. Daire tarafından çözüme kavuşturulması gerektiği belirtilerek her iki dairenin oluşturacağı ortak bir kurulla bu davanın karara bağlanmasına hükmetti. DİDDK bu süreç içerisinde yürütmeyi durdurma kararını da kaldırdı.

“OLUŞAN BOŞLUĞU KÖTÜ NİYETLE DOLDURMAK İSTEYEBİLİRLER”

DİDDK’nın kararını değerlendiren İkizköy Çevre Komitesi Maden yönetmeliği değişikliğine karşı yüzlerce dava açıldığını belirterek, “Yönetmelik değişikliğinin Yeniköy, Kemerköy Termik Santrallerine linyit kömürü sağlamak amacıyla çıkartıldığı artık ortaya çıktı. Şirket oldu bittiye getirmek istese de Anayasadan aldığımız hak ve ödev gereği, zeytinlerimizin sökülmesini durdurduk. Biz sökümü durdurduk, Danıştay 8.Dairesi de ucube yönetmelik değişikliğinin yürütmesini durdurdu. Bu şekilde bir kez daha zeytinlikler koruma altına alınmış oldu” denildi. DİDDK’nın yürütmeyi durdurma kararını davaya başka bir dairenin bakması gerektiğine dayandırdığına dikkat çeken Komite; “Kim bakacaksa baksın, yürütmeyi durdurma kararının kaldırılması bizce yanlış olmuştur. Oluşan boşluğun kötü niyetlilerce doldurulmasının önüne derhal geçilmelidir. Biz zeytinlerimizi Anayasal ödev ve haklarımıza dayanarak korumaya devam edeceğiz. Danıştay da "hemen ortak heyetle yeni bir yürütmenin durdurması kararı" ya da Danıştay 8. Daire tarafından "ortak heyet toplanınca yeniden değerlendirilmek üzere yeni bir yürütmenin durdurması kararı" almalıdır. Danıştay'dan hukukun üstünlüğünden, hukuk devletinden yana olan yurttaşlar olarak bekliyoruz” dedi.

Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel

“ŞİRKET AKBELEN’E GİRMEK İSTEYEBİLİR”

Öte yandan yönetmelik değişikliğine dava açan hukukçulardan Av. Fevzi Özlüer zeytinlikler açısından şu an için mahkemenin koruma kalkanının kalktığını belirterek, “Bu ara dönemde yapacaklarını yaparlar. Yani bu aralar, örneğin keşiften hemen sonra Eylül başından önce Milas’a şirket girmek isteyebilir. YK enerjinin rezervleri bitmiş. Ucuz hammadde için sahaya çok sert girmek veya kilit vurmak zorunda” dedi.

 https://www.evrensel.net/haber/467097/danistay-dava-daireleri-kurulu-aldigi-son-kararla-zeytinlikleri-korumasiz-birakti

‘Işık ve sevgiyle’ İlhan İrem… (Pazar yazısı)

 

31 Temmuz 2022 01:43

İlhan İrem | Fotoğraf: AA Arşivi


“Ayrılıkların da sonu var

Bir gün çıkıp geleceksin

İçimde bir ümit var

Yeniden seveceksin”

Geçtiğimiz günlerde, böbrek yetmezliği nedeniyle tedavi gördüğü hastanede 67 yaşında aramızdan ayrılan İlhan İrem’le Kuzey Ege Ören’de Işıklar Sahilinde bir tatil köyünde tanışmıştım. Yıl 2011. Ortak bir dostumuz tarafından tanıştırıldık. Akşam yemeğinin ardından 6-7 kişilik bir masada geç saatlere kadar sohbet etme olanağı buldum kendisiyle. Tıpkı şarkılarındaki gibi naif, hiç çıkarmadığı siyah gözlüklerinin ardından olabildiğince gizemli, şiir gibi konuşan, mütevazı bir “popstar” vardı karşımda.

ÇEVRE SORUNLARINA ÇOK DUYARLIYDI

Uzun uzun çevre mücadelesini konuştuğumuzu anımsıyorum. Son derece ilgiliydi çevre sorunlarına. Çevreye duyarlı olmanın yanı sıra mücadele içindeydi de. Aliağa termik santral mücadelesinde, Bergama’da, Kazdağı’nda altın madeni karşıtı köylü direnişlerinde, “Köprüçay’a HES yapılmasın” mücadelesinde onun adını görmek mümkündü. O günleri, direnişlerdeki gözlemlerini ve ülkenin gittikçe kötüleşen politik iklimini konuştuk geç saatlere kadar.

KÜÇÜK BİR MÜZİK ZİYAFETİ

İlk gençlik yıllarımızın hüzün yüklü kadife sesli şarkıcısı o gece bizim gibi orda bulunanlara küçük bir müzik ziyafeti çekti, ısrarlar üzerine. Otelin küçük orkestrasının önünde alışıldık bir profesyonellik ve olağanüstü bir mütevazılıkla sahneye çıkıp, siyah gözlükleri, uzun siyah pardösüsü ve boynundaki fuları ile ekranlardan çıkıp yanımıza gelmiş bir müzik ilahı gibi görünmüştü gözümüze. Hele onun o birbirinden güzel ve hüzünlü şarkılarını o buğulu sesinden dinlemenin tadı hiçbir şeyle kıyaslanamazdı.

“BİZİM BİLDİĞİMİZ İLHAN İREM Mİ ARAYAN?”

Sahneden indiğinde şarkılara o kadar odaklanmıştı ki terin suyun içinde kalmıştı. Eşi hemen elinde havlu koşturdu, “İlhan çok terledin, çamaşırlarını değiştirelim lütfen” diye, elinden tutup götürdü.

Eşi üzerine titriyordu ki sonradan bugün kendisini aramızdan alan rahatsızlığını öğrendim. Böbrekleri daha o yıllarda hasta idi.

On, onbeş dakika sonra tekrar yanımızdaydı İlhan İrem ama eşi endişeli bakışlarını hiç üzerinden ayırmıyordu.

Gecenin sonunda birbirimize telefon numaralarımızı verip arada görüşmeyi dileyerek ayrıldık.

Bu görüşmeden çok bir zaman geçmemişti ki bana cep telefonundan ulaşamayınca Evrensel’in İzmir bürosunu aramış. Büroda değildim o aradığında. Telefonu açan muhabirimiz Ender Gündüz’e beni sormuş, büroda olmadığım yanıtını alınca da kendisini tanıtarak aramamı rica etmiş. Büroya geldiğimde Ender hâlâ şaşkındı. “Abi seni İlhan İrem aradı. Selam söyledi ve uygun bir zamanda kendisini aramanı rica etti. Bizim bildiğimiz İlhan İrem mi arayan?” diye soruyordu.

KÖPRÜÇAY KAMPANYASI

Hemen aradım, çok eski bir dostmuş gibi samimi cümlelerle konuştuğumuzu anımsıyorum. Karşılıklı hal hatır sorduk uzun uzun. Beni aramasının nedeni (sizi rahatsız etmemin nedeni diyordu, alçakgönüllülükle) Akdeniz Bölgesinde Köprüçay ırmağına HES kurulmasına karşı başlatılan bir kampanya için kendisinden yardım istenmesi ile ilgiliydi. Kampanyayı düzenleyenleri tanıyıp tanımadığımı, metnin içeriği ile ilgili görüşlerimi soruyordu. Kampanyadan bilgim olduğunu, düzenleyen kişi ve kuruluşları uzaktan da olsa tanıdığımı söyledim. Telefon görüşmemizin ardından konuya dair birkaç haberin linkini de gönderdim kendisine.

Sonrasında da dönem dönem telefonlaştık, mailleştik. Telefonuma baktım da en son 2021 5 Ekim tarihinde kısa bir mesajlaşmamız olmuş. Karşılıklı iyi dileklerimizi, selam, sevgilerimizi göndermişiz.

EVRENSEL’DE EN ÇOK OKUNAN SÖYLEŞİ

Bir konuşmamızda kendisiyle söyleşi yapmak istediğimi dile getirdiğimde “Memnuniyetle, Evrensel okurları benim için çok değerli” demişti. Hazırlanıp birkaç başlıkta sorular gönderdim ve birkaç gün sonra da yanıtları geldi.

“İnsan kalmayı seçtim” başlığı ile 5 Eylül 2011 tarihinde gazetemizde çıkan İlhan İrem söyleşisi o haftanın ve ayın (muhtemelen de yılın) en çok okunan yazısı oldu. Bu durumu kendisine yazdığımda “Haberleşme ağımız İrembağı’nda da çok yoğun bir paylaşım gözlenmektedir. Söyleşimizin Evrensel okurları tarafından ilgiyle karşılanmasından mutluluk duydum” yanıtını verdi.

"KENDİME ÇEKİLEREK İNSAN KALMAYI SEÇTİM"

Söyleşimizde onu seven dinleyenlerin neden uzun zamandır ondan haber alamadığını ve yeni şarkılar olup olmadığını sormuştum. 1980 askeri darbesinin “Türkiye’yi bir daha geri gelmeyecek biçimde yamulttu”ğunu söylüyordu. “Özal’ın kılavuzluğunda, ülkenin içsel değerleri boşaltılmaya başlamış, yerine Arap - Amerikan orijinli yaşantılar demetiyle, sevgisiz, insansız, aptalca bir tüketim çılgınlığı gelmişti. Gördüklerim su yüzünde görünenden çok daha fazlaydı. Giderek düşünceye dönüşen duygulanımları aktarmaya salt yıldız olmak yetmeyecekti. İnsan kalmayı seçtim! Kendime çekilerek sadece yazıp bestelemeye başladım” diyordu.

"DUYARSIZLIK İLKELLİKTİR!"

14 yıllık bir aradan sonra 2006’da İstanbul Harbiye Açıkhava Tiyatrosunda verdiği konser ile sahnelere dönüş yapmıştı ve söyleşimizde önümüzdeki aylarda tekrar konserler verme, sonrasında ise yeni şarkılardan oluşan bir albüm yayınlama planlarından bahsediyordu. Çevre sorununa duyarlı bir sanatçı olarak diğer sanatçıların neden çevre katliamları karşısında suskun kaldıkları sorumu; “Bunun sanatla, sanatçı ile ilgisi yok! İnsan ya duyarlıdır ya da duyarsız. Duyarsızlık ilkelliktir! Dünyaya, doğaya, insana yapılan zulümlere, haksızlıklara sessiz kalan… Çevre, kültür, tarih katliamlarına seyirci kalan herkes suç ortağıdır” diye yanıt veriyordu net bir şekilde.

"ÇEVRE DİRENİŞLERİ UMUTLARIMI DİRİ TUTUYOR"

“Eğer doğa insanın değişimine zaman tanıyacaksa, bu evrilmenin en etkin katalizörü bence sanattır” diyen İrem, olan bitene siyaseten bakış açısını ise şöyle özetliyordu; “Dünyayı sömürmekte olan ahtapotun kolları bütün ülkelere uzanıyor. Sözde demokratik söylemlerin maskesi ardında kendi topraklarına düşmanlaşan insanlar, kendi dünyasını da tüketmekte olan bir canavarın dokunaçları olduklarının ayırdına varamayacak kadar bilinçsiz ya da hainler… Yeşile, doğaya, zeytine, ağaçlara, dağlara yapılanlar ise bence en büyük ihanet. İşte bu noktada dünyanın her yöresinde toprakları kirletilen, sağlıkları hiçlenen insanların siyanürlü madenlere, HES’lere direnişleri büyük anlam kazanıyor. Egemenler planlarına direnen o insanlara her türlü zulmü yapacak, karaları çalacaktır şüphesiz. Buna rağmen, Anadolu’da sadece insanca yaşamak için madenlere, hidroelektrik santrallerine karşı topraklarını, ağaçlarını, tarihlerini koruyan bir kuvva ruhunun hâlâ soluk aldığını görmek umutlarımı diri tutuyor.”

İrem’in gazetemiz okurlarına ve hayranlarına son sözü ise şuydu; “Her şey şimdi başlıyor… Her zaman! Işık ve sevgiyle…”

IŞIK VE SEVGİYLE!..

Tıpkı bugünlerdeki gibi sıcak bir yaz gecesinde, bir yudum suyu, bir tutam tuzu ve bir lokma hüznü bölüştüğümüz, bir elini omuz başımızda hissederken, bir eliyle ay ışığını demet demet derdiğini gördüğümüz o güzel insan, o kadife ses sustu!

O muhteşem şarkısındaki gibi seslendi bize giderken “Anlasana, her şey şimdi başlıyor”…

Sizi tanımak büyük bir onurdu...

 https://www.evrensel.net/yazi/91356/isik-ve-sevgiyle-ilhan-irem

30 Temmuz 2022 Cumartesi

Hablemitoğlu cinayeti ve bir altın madeni: Bergama'da ne oldu? (Gökçer Tahincioğlu - T24)

 


Gökçer Tahincioğlu | Yüzleşme

gokcertahincioglu@t24.com.tr

30 Temmuz 2022

Türkiye, Necip Hablemitoğlu ismini, Alman Vakıfları kitabı ile duydu. Dönemin DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, hemen devreye girerek, Bergama’daki altın madenine karşı direnen köylülerin tamamını da zan altında bırakan iddianameyi hazırladı. Ve Hablemitoğlu, Alman vakıflarının temsilcilerinin yargılandığı bu davanın ilk duruşması görülmeden sadece sekiz gün önce, 18 Aralık 2002'de öldürüldü

Meksika'da, 2014'te otobüslerle eyleme giden 43 öğrenci bir gece aniden ortadan kayboldu.

Öğrencilerin önce otobüsleri taranmıştı, içlerinden biri hayatını kaybetmişti.

Otobüsten indirilen diğer öğrenciler ağır biçimde darp edilmiş, bir bölümü serbest bırakılmıştı.

43 öğrenciden ise haber alınamıyordu.

Polis merkezlerinde, hastanelerde yoktular. Gören, bilen yoktu.

Ülke bir süre sonra ayağa kalkınca, hükümet, sözüm ona duruma el koydu. “Uzun araştırmalardan” sonra, bir suç örgütünün 43 öğrenciyi dağlık alanda yakarak öldürdüğü açıklandı. Hükümetin açıklamasına göre, öğrencilerin bulunduğu eyaletteki belediye başkanının, başkan adayı olmak isteyen eşi talimat vermiş, bir bölüm polis ve suç örgütleri öğrencileri kaçırmıştı.

Ancak aileler, dünyanın dört bir tarafındaki kayıp ailelerinin hayallerinde bile göremeyecekleri kadar ciddi bu açıklamaya inanmadı. Serbest araştırmacıların soruşturmada görev yapmasını istedi. Gerçekten de serbest araştırmacıların incelemeleri sonunda o bölgede 43 kişinin yakılmış olamayacağı açığa çıkartıldı. Ancak ortada insan kemikleri de vardı.

Hükümet değiştikten sonra yürütülen soruşturmada, öğrencilerin eyleme gitmek için alıkoyduğu otobüslerde uyuşturucu taşıyan suç örgütlerinin devrede olduğu anlaşıldı. Suç örgütleri, işbirliği içinde oldukları ordu mensuplarına otobüsleri ve öğrencileri alıkoymaları için talimat vermiş, 43 öğrenci de muhtemelen hiç bilmedikleri uyuşturucu nedeniyle öldürülmüştü.

***

Ads by Kiosked

Türkiye'nin de aralarında olduğu, başını biraz olsun kaldırmak isteyen, bunun için halkları mücadele eden ülkelerde birbirine benzer hikâyeler yaşanıyor.

Ölenlerin yakınları farklı hikâyelerle bir kez daha mağdur ediliyor, duyguları zerre önemsenmeden büyük hesapların küçük detayı haline getiriliyor.

***

Türkiye, Necip Hablemitoğlu ismini, Alman Vakıfları kitabı ile duydu.

Dönemin DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, hemen devreye girerek, Bergama'daki altın madenine karşı direnen köylülerin tamamını da zan altında bırakan iddianameyi hazırladı.

Ve Hablemitoğlu, Alman vakıflarının temsilcilerinin yargılandığı bu davanın ilk duruşması görülmeden sadece sekiz gün önce, 18 Aralık 2002'de öldürüldü.

Devam eden yargılamalar sonunda somut temellere dayanmayan dava beraatle sonuçlandı ancak Bergama direnişi de o bakış açısından bir türlü kurtulamadı.

***

Bergama direnişinin kamuoyu desteğini kaybetmesine neden olan Alman vakıfları iddiası, altın pazarına hâkim olan Almanya'nın, Türkiye'nin kaderini değiştirebilecek büyüklükteki altının çıkartılmasını engellemek için Alman vakıflarını devreye soktuğu, köylüleri kışkırttığı tezine dayanıyordu.

Öyle bir ortam vardı ki dönemin başbakanı Bülent Ecevit'e Türkiye'yi krizden çıkartacak bir altın rezervinin bulunduğuna yönelik raporlar bile veriliyordu.

Danıştay'ın yabancı firmaların oluşturduğu konsorsiyum tarafından işletilen altın madeni ile ilgili yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarını geçersiz kılmak için Bakanlar Kurulu prensip kararı bile aldı.

Almanya'ya karşı ulusal kurtuluş mücadelesi veriliyormuş gibi bir atmosfer oluşturulmuştu. Kimsenin gözü ne beraat kararını ne de Bergamalıların direnişini görüyordu.

***

Derken askerler de konuşmaya başladı.

Dönemin Ege Ordu Komutanı'ndan kuvvet komutanlarına kadar üst düzey komutanlar, açık açık altın madenini işleten firmayı savunuyor, madenin çalışması gerektiğini söylüyordu.

Ancak yargı, nispeten farklı bakıyordu.

Siyanürle altın madeni aranması bir sorundu. Bu konudaki yargı kararları Bakanlar Kurulu kararıyla aşıldı.

***

Bir başka sorun imarla ilgiliydi.

Danıştay'ın 2004'te verdiği iptal kararıyla Çevre Bakanlığı izni iptal edilince maden mühürlendi.

Madeni işleten konsorsiyum yine faaliyetteydi. Durmaksızın önlerine çıkartılan engellerden şikâyet ediyordu.

Ve derken apar topar imar planı hazırlandı, hızla gerekli izinler verildi.

Şaşırtıcı bu hızın nedenini Evrensel Gazetesi'nden Özer Akdemir açığa çıkarttı.

Halen hak ettiği kadar konuşulmayan değerdeki habere göre, ulusal bağımsızlık mücadelesi gibi gösterilen sürece ABD de dahil olmuştu.

Dönemin ABD Büyükelçisi Eric Edelman, imar planlarının bir an önce hazırlanmasını istemiş, bu konuda bir mektup yazmış, hükümete ve İzmir Valiliği'ne gönderilen mektuptan sonra gerekli tüm işlemler yapılmıştı.

Maden yeniden çalışmaya başladı.

Hablemitoğlu cinayeti ise bir türlü çözülemiyordu!

***

Hablemitoğlu'nun öldürüldüğü sırada üzerinde çalıştığı kitap, Gülen Cemaati yapılanması ve devleti nasıl işgal etmeye hazırlandıkları ile ilgiliydi.

Kitap, öldürülmesinden bir yıl sonra 2003'te yayımlandı: Köstebek.

Aynı sırada başka gelişmeler de yaşandı.

Edelman'ın mektubunda, Eurogold, Normandy ve Nevmont'un işlettiği altın madeninde kaç Türk işçinin çalıştığı bile yazıyordu.

Derken, madenin kontrolü Normandy'ye geçti. Bu şirket adını Koza Madencilik olarak değiştirdi.

Koza Madencilik'in sahibi de tanıdıktı. Halen Gülen Cemaati ile ilgili davalar kapsamında aranan ve firari durumda olan, altın madeni ve diğer şirketlerine el konulan Akın İpek.

***

Koza Madencilik madeni işletmeye başladıktan sonra davalar yavaş yavaş Bergamalıların aleyhine sonuçlanmaya başlandı.

Dosyayı bugünlere kadar getiren avukatlar tehdit edildi. Çevreciler dövüldü, cezalarla karşılaştı.

Cemaate ait gazetelerde avukatların ajanlığından, Alman vakıflarına kadar uzanan türlü haberler çıktı.

***

Bergama'daki madenden Türkiye'yi farklı bir aşamaya taşıyacak, krizden çıkartacak kadar altın çıkmadı.

Ama çıkan altın birilerini zengin etmeye yetiyordu.

Artık aynı bölgede çıkartılacak yeni rezerv yok. Hedef yeni bölgelerdeki maden ocakları.

Bütün bu süreci Hafıza Merkezi'nin hazırladığı, “Çünkü Umurumuzda” adlı kitapta, Avukat Arif Ali Cangı'nın anlatımlarında görmek mümkün.

Bir başka önemli kaynak, Özer Akdemir'in, “Kuyudaki Taş-Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği” kitabı.

***

Sene 2022 ve Hablemitoğlu cinayeti hâlâ çözülmedi.

Firari durumdaki Levent Göktaş'ın, Ergenekon operasyonlarında tutuklanıp, cezaevinden çıktıktan sonra iktidara nasıl ve neden yakınlaştığı, Göktaş'a nasıl kucak açıldığı belirsiz.

Cinayetle ilgili olarak Göktaş'ın ismini verdiği iddia edilen eski Özel Kuvvetler mensubu Gökhan Nuri Bozkır'ın defalarca yakalanıp nasıl serbest bırakıldığı, sonra neden yakalanıp, neden konuştuğunun belirsiz olması gibi.

Bozkır'ın yakalandığının, “Hablemitoğlu cinayeti çözüldü” denilerek duyurulmasından sonra Göktaş'ın kaçmasına nasıl göz yumulduğunun, kimin bunu sağladığının anlaşılamaması gibi.

Bütün bu soruların yanıtlarını tam anlamıyla bulabilmek ancak bir Susurluk'la mümkün.

Ancak Susurluk öncesinde olduğu gibi, kimin kiminle nasıl iş tuttuğunu, düşman görünenlerin nasıl ortak hareket ettiklerini, insanların nasıl öldürüldüğünü, tehdit edildiğini anlamak olanaksız değil.

Tabloya doğru açıdan bakıldığında, resmin ne kadar kötü olduğu da anlaşılabiliyor.

Geriye aileyi daha fazla mağdur etmeden, bu pisliği ortadan kaldırmak kalıyor.

Ve bu da ancak cesaretli bir yargı, dürüst kolluk kuvvetlerinin varlığına ve onlara engel olunmamasına bağlı.

 https://t24.com.tr/yazarlar/gokcer-tahincioglu-yuzlesme/hablemitoglu-cinayeti-ve-bir-altin-madeni-bergama-da-ne-oldu,36127

29 Temmuz 2022 Cuma

Doğa ve direniş Öyküleri Storytel'de

 



Yeni İnsan Yayınevi

@yeninsanyayin

 · 29 Tem

@ozer_akdemir ülkemizin dört bir yanında süren ekoloji mücadelelerinden doğa, yaşam ve direniş öykülerini bir araya getirdi. Doğa ve Direniş Öyküleri @storytel_tr'nin kütüphanesinde dinleyicilerini bekliyor. 📖🎧Dinlemek için 👇https://bit.ly/3zGN3mJ

ÇED Yönetmeliği değiştirildi, ÇED süreci şirketlerin keyfine bırakıldı!

 

29 Temmuz 2022 12:43

 Son Güncellenme Tarihi: 29 Temmuz 2022 14:20


Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği'nin bazı maddeleri değiştirildi. Hukukçular, değişiklik ile ÇED sürecinde şirketlere daha çok inisiyatif sağladığını söyledi.

 GÜNCELLENDİ

 


Tire'de ÇED toplantısı | Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

Özer AKDEMİR

Resmi Gazete’de bugün yayımlanan yönetmelik değişikliği ile Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği'nin bazı maddeleri değiştirildi.

Hukukçular, bu değişikliklerin ÇED sürecinde şirketlere daha çok inisiyatif sağladığını belirtti. Ayrıca değişikliğin, halkın katılımı toplantısına çevre, meslek ve demokratik kitle örgütlerinin katılımının önünü kapatacağı uyarısında bulundular.

Konuya dair Bakanlıktan yapılan açıklamada ise 7 Şubat 1993'de yayımlanarak yürürlüğe giren yönetmelikte yapılan değişikliklerin "yeşil kalkınma hedefleri kapsamında" yapıldığı söylendi.

Açıklamada, "Halkın bilgilendirilmesinin etkinleştirilmesine yönelik düzenlemeler yapılarak yürürlüğe alınan Paydaş Katılım Planı ile katılımcılıkta iletişim yollarının sayısı artırıldı" iddiası öne sürüldü.

Bakanlık ayrıca değişiklikle ÇED raporu hazırlanması zorunlu olan faaliyetlerin sayısının artırıldığını iddia etti, "Bazı sektörlerin tamamı da eşik değerine bakılmaksızın tümüyle ÇED uygulanacak projeler listesine alındı" dedi.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından hazırlanan ve bugünkü Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmelik değişikliğinin ne anlama geldiğini çevre-ekoloji avukatlarına sorduk. 

Reklam

YÖNETMELİKTE HALK TANIMI NEDEN DEĞİŞTİRİLDİ?

Av. Arif Ali Cangı, ÇED sürecinde en önemli aşamanın "halkın katılımı" aşaması olduğunu belirterek, yeni yönetmelikte "halk" tanımının değiştirildiğini belirtti.

Cangı, “Daha önceki ÇED Yönetmenliği'nde 'halk' tanımında 'Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, Türkiye’de ikamet eden yabancılar ile' diye başlayan; ulusal mevzuat çerçevesinde bir veya daha fazla tüzel kişi veya tüzel kişilerin birlik, organizasyon veya grupları şeklinde kapsayıcı bir tanım vardı. Yenisinde ise 'halk' olarak sadece 'Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, Türkiye'de ikamet eden yabancılar' esas alınmış. Halk tanımı içinden tüzel kişileri çıkarmışlar, onun yerine ‘paydaş katılım’ diye bir tanımlama getirmişler” dedi.

'Paydaş katılım planı' şeklinde yeni bir düzenleme yapıldığını aktaran Cangı, "Yani planlanan projenin tüm aşamalarında projeden etkilenecek veya proje etkileyebilecek ya da projeye etkisi olabilecek tüzel gerçek kişiler ve paydaşlar için 'paydaş katılım planı' diye bir plan sunulacak. Bu da güya o projeyi etkilenen ya da projeye etkisi olacak kurum, kuruluş ve kişileri kapsayacak. Yani projeyi yapacak olan firma 'Benim bu projeden EGEÇEP etkilenir, ya da etkilenmez' diyebilecek. ‘Etkilenmez’ derse EGEÇEP adına halkın katılımı toplantısına müdahale etme şansı kalmıyor. Dolayısıyla halkın katılım sürecinde proje sahibinin insafına bırakılmış bir kesim var. O kesim de çoğunlukla meslek odaları olacaktır, ekoloji hareketleri olacaktır, etkili olabilecek demokratik örgütler olacaktır” değerlendirmesinde bulundu.

Arif Ali Cangı

Arif Ali Cangı | Fotoğraf, kişisel arşivinden alınmıştır.

ÇEVRE, MESLEK ÖRGÜTLERİ ÇED SÜRECİNİN DIŞINA ATILIYOR

Etkili kesimlerin, halkın katılımı toplantısında etkili olmasının önüne geçilmeye çalışıldığını dile getiren Cangı, şirketlerin uygun bulduğu paydaşların toplantıya katılımının sağlanabileceğini, bunun da doğal olarak projeye destek veren paydaşlar olacağını ifade etti.

Cangı şunları söyledi:

Reklam

“Şirketin kendisine bırakırsan, örneğin gemi sökümüne ilişkin bir ÇED süreci olsa, gemi sökümünü destekleyen Gemi San-Der gibi paydaşlar olacaktır. Dolayısıyla halkın katılımında katılımcıların sayısı ve etkisi azaltılmaya çalışılıyor.”

MÜCBİR SEBEP MUAMMASI

Yönetmelikte yapılan "mücbir sebep" tanımının daha önceki yönetmelikte olmadığını kaydeden Cangı, şunları söyledi:

"Mücbir sebep tanımında şöyle bir ibare var: ÇED olumlu, ÇED gereklidir kararı verilmiş olan projeler için bu yönetmelikte tanımlanmış olan karar geçerlilik süresi içerisinde yatırımına başlatılmasına doğrudan engel teşkil edecek doğal afet, -olur doğaldır-, olağanüstü hal, -tamam, o da kısmen kabul edilebilir-, idari yargı kararları, -yani mahkeme kararı varsa-, mücbir sebep vardır. 5 yıl geçse dahi o yatırımı yapabilir, deniliyor.

Şeytanın avukatlığını yaparak mahkeme kararının mücbir sebep sayılmasının altında yatan neden şu olabilir diye düşünüyorum: İptal kararı verildi, ÇED durdu, proje başlayamadı. Dava 5 yıl sürdü, kesinleşmesi vesaire 5 yılın sonunda mahkeme iptal kararı verdi. Ancak iptal kararı uygulanamaz ama ne yapar şirket? 2009/7 sayılı genelge uyarınca tekrar ÇED başvurusu yapar, 5 yıllık süre geçtiği halde eski ÇED üzerinden devam eder.”

KÖYLÜLERİN YOL KAPATMASI MÜCBİR SEBEP SAYILABİLİCEK

Cangı, idari yargı kararlarının mücbir sebep sayılmasının; yargı kararlarının bağlayıcılığı ilkesinin ve hukukun üstünlüğü ilkesinin yok sayılması olduğunu vurguladı.

Cangı, “İdari yargı kararlarından mücbir sebep olmaz. İdari yargı kararları bir işlemi hukuka uygunluk denetimidir. 'Hukuka uygun değil' diyorsa o projeden vazgeçilmesi gerekir. Diğer yandan mücbir sebep, 'dıştan gelen yeni bir durum' şeklinde, tamamıyla bakanlığın takdirine kalmış. Yani proje sahibi 'ÇED olumlu kararı aldığımdan bu yana 5 yıl geçti ama bu arada köylüler yolu kapattı, o yüzden başlayamadım, mücbir sebep, 5 yıllık süreyi uzatın’ diye talepte bulunabilir. Bakanlık da haklı bulabilir. Böyle bir sıkıntılı bir durum var" dedi. 

ÇED SÜRECİNİ PROJE SAHİPLERİNİN ÇIKARINA YÜRÜTMEK İÇİN YAPILAN DÜZENLEMELER

Bakanlığın değişikliklerle ilgili yaptığı açıklamanın hiçbir anlamının olmadığını dile getiren Cangı, şöyle devam etti:

"Bazı faaliyetleri ÇED kapsamına aldık, deniyor ama bunun için tüm yönetmeliği değiştirmelerine gerek yoktu ki. Sadece Ek 1 listesini değiştirebilirlerdi. Var olan yönetmelik 1993'ten beri defalarca değiştirildi. En son uygulanan yönetmelikteki kimi düzenlemeler yargı kararları ile düzenlenmek zorunda kalınan olumlu düzenlemelerdi. Şimdi böyle bir yönetmeliğin tümünü değiştirmekte başka bir amaç aranır. O başka bir amacın ne olduğunun ise maddeler arasındaki ayrıntılarda gizli olduğunu gördük. Buradaki amaç, bazı küçük ayrıntılardaki değişiklikle ÇED yönetmeliğinin, ÇED sürecinin, proje sahiplerinin çıkarına göre, proje sahiplerinin kontrolünde yürütülmesini sağlamak.” 

"KEYFE KEDER BİR YÖNETMELİK HALİNE GETİRİLİYOR"

ÇED Yönetmeliği gibi bir mevzuatın; yerleşmesi, içtihatların gelişmesi ve uygulanabilir olması için değiştirilmemesi gerektiğine dikkat çeken Cangı, değişikliklerin beklenen etkiyi azaltacağı uyarısında bulundu. Cangı şunları söyledi:

“Bakanlıklar tarafından ÇED Yönetmeliği keyfe keder bir yönetmelik haline getiriliyor. Bu aynı zamanda yargı uygulama sisteminde ciddi anlamda karmaşaya yol açıyor. Bu şekilde çevresel etki değerlendirme sürecinin yerleşmesi, amacına göre uygulanması mümkün değil." 

“İDARE TARAFI ŞİRKETLERİN İDARİ OFİSİ GİBİ ÇALIŞTIKÇA DOĞA KORUNAMAZ”

Av. Yakup Okumuşoğlu da şu değerlendirmeyi yaptı:

"İstendiği kadar yönetmelik güzellemesi yapılsın, önce uygulayıcıların mantalitesi değişmeli. İdare tarafı şirketlerin idari ofisi gibi çalıştıkça doğa korunamaz. Bunu geçmişte hep gördük, bundan sonra da göreceğimize kuşkum yok. Yönetmeliği vitrin olarak kullanmaya devam ettikçe ülkede çevre sorunları bitmez.”

"HALKIN KATILIMI TOPLANTILARI PROVOKASYONA AÇIK HALE GETİRİLİYOR"

Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Selahattin Beyaz ise değerlendirmesinde şunları kaydetti:

"Ülkede ekolojik yıkım projeleri, 'ÇED Olumlu' kararları ile yapılmaktadır. Ancak halkın direnişi ile karşılan bu projeler, patronların iktidarını rahatsız etmektedir. Halkın itirazları aynı zamanda proje süreçlerinin uzamasına neden olmaktadır. Bu yönetmelik değişikliği ile sermayenin proje yatırımlarının önündeki tüm engellerin kaldırması amaçlanmaktadır. Halkın katılım toplantıları; 'paydaşlar' adı altında projenin sahiplerinin katılımı sağlanarak provokasyona açık hale getirilmektedir. Bütün yetki; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve buna bağlı kurumlara verilerek bu bakanlık, sermayenin en kullanışlı bakanlığı haline getirilmektedir."

MADDE MADDE, YÖNETMELİKLE NE DEĞİŞTİ?

Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, yönetmelikte madde madde nelerin değiştiğini de açıkladı. Buna göre;

Madde 4'te “Anons", "Askıda İlan" gibi kavramların yanı sıra çeşitli değişiklikler yapılıyor. Değişiklikle halkın bilgilendirmesi toplantısı katılımcıları arasına proje paydaşları da eklendi. Bu değişiklik ile projelere karşı hiçbir olumsuz ses çıkmasına izin verilmeyecek, toplantılarda projeden çıkarı olan paydaşlar ile halk karşı karşıya getirilerek, provokasyona açık ortam oluşacak.

Madde 5'teki değişiklikle, ÇED raporlarının kararlarında; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve buna bağlı ilgili kurumlar etkili olacak.

Madde 6'daki “Bu yönetmeliğe tabi projeler için 'ÇED Olumlu' kararı veya 'ÇED Gerekli Değildir' kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili teşvik, onay, izin, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez, proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez" hükmüne, değişiklik ile "Ancak bu durum söz konusu teşvik, onay, izin ve ruhsat süreçlerine başvurulmasına engel teşkil etmez" hükmü eklendi.

Madde 8'de "Bakanlık, gerekli gördüğü hallerde, projenin konusu, türü ve proje için belirlenen yerin özelliklerini de dikkate alarak, üniversiteler, enstitüler, araştırma ve uzman kuruluşları, meslek odaları, sendikalar, birlikler, sivil toplum örgütlerinden temsilcileri de Komisyon toplantılarına üye olarak çağırabilir' tanımı "komisyona dâhil edebilir ve toplantılarına üye olarak çağırabilir" şeklinde değiştirildi.

Madde 9'da yapılan değişiklik ile paydaş etkinliği artırıldı. Böylelikle halk tarafından “halk toplantılarının yaptırılmaması” gibi durumların önüne geçilmesi planlandı.

Madde 10 ve 11'de ÇED süreçleri ile ilgili süreler kısaltıldı. Projelerin ÇED süreçleri ile sürekli gündemde kalmasının önüne geçilmesi planlandı.

Madde 12'deki "İnceleme değerlendirme toplantı tarihinden itibaren 30 takvim günü içerisinde görüş bildirmeyen kurum/kuruluşun görüşü olumlu kabul edilir. Görüş bildirmek için ilave süreye ihtiyaç duyulması halinde talep ilgili komisyon üyesi tarafından yazılı olarak Bakanlığa iletilir. Kurum/kuruluşların ilave süre talepleri Bakanlık tarafından dikkate alınır" şeklindeki değişiklikle, ÇED raporu hazırlanan projelere karşı az da olumsuz görüş olma olasılıklarının bile önüne geçilmeye çalışılıyor.

Madde 14'teki "'ÇED Olumlu' kararı verilen proje için 5 yıl içinde mücbir sebep bulunmaksızın yatırıma başlanmaması durumunda 'ÇED Olumlu' kararı geçersiz sayılır” şeklindeki değişiklikle, süreler kısaltılarak projelerin bir an önce uygulamaya geçmesi amaçlanıyor.

Madde 18'deki ek ile projelerin uygulama süreçlerinin bakanlık tarafından izlenmesi öngörülüyor. Bu da projelerin olumsuz etkilerinin izlenmesi yerine, projenin hataya geçirilmesi süreçlerinin izlenmesinin bakanlığın daha fazla ilgisini çekmekte olduğu gösteriyor.

Madde 20'deki "'ÇED Olumlu' veya 'ÇED Gerekli Değildir' kararı bulunan projelerde kapasite artışı ve/veya genişletilmesinin planlanması halinde, planlanan projenin etkileri, mevcut karara esas çevresel etkiler ile birlikte katlanmış olarak değerlendirilir” ekiyle proje kapasitelerinin artırılmasının önü açılıyor. Kapasite artışları ile projenin olumsuz etkilerinin önüne geçilemez büyüklüğe ulaşabileceği anlaşılıyor.

Madde 24'teki "'ÇED Olumlu' veya 'ÇED Gerekli Değildir' kararı bulunan projelerde yapılacak kapasite artışı ve/veya genişletilmesi planlanan projeler" cümlesi kaldırıldı. Böylece Madde 20'de belirtildiği gibi, kapasite artışları olağanüstü durumlardan çıkarılarak normalleştiriliyor.

Madde 26'da "ÇED Başvuru Dosyası, ÇED Raporu veya Proje Tanıtım Dosyası hazırlayacak kurum/kuruluşlar Bakanlıktan Yeterlik Belgesi almakla yükümlüdürler. Yeterlik Belgesinin verilmesi, Yeterlik Belgesi verilen kurum/kuruluşların denetimi ve belgenin iptal edilmesi ile ilgili usul ve esaslar Bakanlıkça yayımlanacak bir tebliğ ile düzenlenir" hükmü, tebliğe gerek duymadan "ilgili usul ve esaslar Bakanlıkça düzenlenir" şeklinde değiştirildi.

Madde 28'de "Bakanlık, gerekli gördüğü hallerde bu Yönetmeliğin uygulanmasına ilişkin olarak tebliğler çıkarabilir" hükmü "Bakanlık, gerekli gördüğü hallerde bu Yönetmeliğin uygulanmasına ilişkin olarak düzenleme yapılabilir" şeklinde değiştirildi. Bu değişiklik ile tebliğe bile gerek duymadan değişiklik yetkisi bakanlığa veriliyor. 

 https://www.evrensel.net/haber/466974/ced-yonetmeligi-degistirildi-ced-sureci-sirketlerin-keyfine-birakildi

İnsan türü, çevre katliamı ve arılar

 

19 Temmuz 2022 04:09


Babelfis, yeni teklisi “Altı”yı geçtiğimiz günlerde yayımladı. Şarkının adı “Altıncı kitlesel yok oluş” kavramına atıfta bulunuyor.

Fotoğraf: Murat Kara


Özer AKDEMİR
İzmir

Berlin’de yaşayan indie-pop ikilisi Babelfis, yeni teklisi “Altı”yı geçtiğimiz günlerde yayımladı. Sözü ve müziği Sevda Hamzaçebi’ye ait şarkının adı “Altıncı kitlesel yok oluş” kavramına atıfta bulunuyor. Şarkı ekolojik yıkıma ve gezegendeki biyoçeşitliliğin hızla ortadan kalkmasına neden olan insan faaliyetine dikkat çekerken, mevcut krizi tersine çevirebilmenin olanaklarını da sorguluyor. Babelfis grubundan Sevda Hamzaçebi, Klip Yönetmeni Elif Miral-Oktay ve klibe katkı sunan Özyeğin Üniversitesi Öğretim Görevlisi Ezgi Hamzaçebi “Altı” ile ilgili sorularımızı yanıtladı.

EKOLOJİK YIKIMI DAHA GÖRÜNÜR KILABİLMEK

Şarkıya ve klibe ilham veren, sizi bu şarkıyı yapmaya yönelten etmenlere kısaca değinir misiniz?

Sevda Hamzaçebi: Altı’yı bundan beş yıl önce, halen İstanbul’da yaşarken yazmıştım, ancak dinlediğiniz hale gelmesi çeşitli nedenlerden ötürü bugünü buldu. 2008’de uluslararası bir çevre kuruluşunda çalışmaya başlamamla birlikte çevre ve iklim meselesi gündelik hayatımın bir parçası oldu, bu sayede yerelde ve küreselde verilen mücadeleleri daha yakından takip edebildim. Haberini okuduğum yahut tanık olduğum bunca ekolojik yıkımı daha da görünür kılabilmek için verilen çabaya bir müzisyen olarak da katkı sunmak istedim ve konuya değinen bir şarkı yazmaya koyuldum. O sıralar, iklim krizinin ve etkilerinin daha da görünür hale gelmesiyle, “Altıncı kitlesel yok oluş mu yaşanıyor?” şeklinde yazılar çıkmaya başladığını hatırlıyorum. Sanırım sözleri yazarken düşündüğüm şey, yok oluş temasının dünyamızın içinde bulunduğu trajik ahvali iyi özetleyen bir olgu olduğu idi.

Ezgi Hamzaçebi: Babelfis’in en inandığım şarkısı dert ettiği meseleden dolayı Altı oldu. Ben Türkçe edebiyat alanında doktora tezimi yazıyorum ve yüksek lisans çalışmalarımdan beri insan olmayanların edebiyattaki temsili ile ilgileniyorum. Klip çekim sürecinde, şarkının temel meselesi olan yokoluştan ne anladığımız, buna dair ne hissettiğimiz üzerine uzun sohbetlerimiz oldu. Klipte kullandığımız nesneleri seçmemizde, o konuşmalar sırasında beliren fikirler ve duygular belirleyici oldu.

Elif Miral-Oktay: Altı için çekeceğimiz klibi konuşmaya başladığımız andan itibaren aklımızda tek bir şey vardı: Konuyla ilgili mevcut görüntüleri kullanmak. Burada amacımız ses ve söz ile ifade etmeye çalıştığımız meseleyi ve de izleyicideki duygusunu videonun görselliğiyle de pekiştirmek idi. Sözler her ne kadar hikayeyi anlatıyor olsa da, çevre ve iklim konusu da bir o kadar kırılgan, o yüzden de derdimizi mümkün olduğunca açık anlatmaya çalıştık ve görsel olarak böyle bir dil tercih ettik.

DOĞAYI HALKLAR SAVUNUYOR

İklim krizi-küresel ısınma olgusu ve buna bağlı olarak gelişen “felaketler” silsilesine dair yeterli duyarlılık (karar vericilerde ve halklarda) olduğunu düşünüyor musunuz?

S.H: Küresel ısınma meselesinin geçmişi aslında çok eskiye dayanıyor. Bilim insanları ve çevre aktivistleri uzun yıllardır iklim krizine dikkat çekmek için mücadele veriyor. Fakat bu zamana kadar iklim konferanslarında da gördüğümüz üzere karar vericilerin takındığı tutum bu gerçeği sürekli olarak inkar etmek üzerineydi. Sadece son birkaç yıldır, krizin boyutlarının daha da büyümesiyle, yönetimler bunu artık göz ardı edemiyor. Ancak iklim krizini bir olgu olarak kabul etmek, yeteri derecede duyarlılık gösterilmesine ve acil önlemlerin alınmasına yetmiyor. Halklar içinse kriz çok gerçek, buna bağlı yaşanan felaketler hayatları mahvediyor. O yüzden de son yıllarda, dünyanın her yerinden yükselen yerel mücadelelere tanık oluyoruz, halklar yaşam alanlarını ve doğayı her ne pahasına olursa olsun savunuyor, çünkü aksi halde ödenecek bedel çok daha ağır.

E.H: Ekolojik kriz, son yıllarda edebiyat, sinema, güncel sanat alanında da en çok karşımıza çıkan meselelerden biri olmuş durumda. Bu durum hem umut verici hem de ürkütücü. Bu konu etrafında belli başlı kavramların gündelik dilimize yerleşmiş olması, meselenin ciddiyetinin gerçekten idrakinde olduğumuz anlamına geliyor mu, emin olamıyorum. Her geçen gün konu etrafında yeni bir terim sözlüğümüze ekleniyor. Bazen bu terimlerin büyüsüne kendimizi fazla kaptırdığımızı düşünüyorum. O yüzden, Sevda’nın dediği gibi kitlesel bir mücadele olmadan, bu alanlarda üretilen sözler maalesef yeterli değil.

DİSTOPYADAN KAÇIŞ MÜMKÜN MÜ?

Klibiniz distopik bir gelecekte geçiyor ve bu geleceği yaratan parça parça buluntular birbirine bağlanıyor. Bu distopyadan kaçış mümkün mü?

E.H: Klibin final duygusu üzerine bolca konuşmuştuk ve bu konuda her birimizin farklı yaklaşımları vardı. Bence, insanın yok oluşu insan için distopik evet ama başka varlıklar için insanın olmadığı yeni bir başlangıç ve yaşam anlamına da gelebilir. Ben, klibin vermek istediği hissin belirsizlik, bilinmezlik olması gerektiğini düşünüyordum. Distopik karanlık bir atmosferden, insanın olmadığı ama başka yaşam kırıntılarını gördüğümüz bir yere evrilmesini istiyordum, çünkü her şeyin insanla başlayıp insanla biteceği düşüncesi de yine insanın kibirli bir varsayımı bana göre. Yok olmalıyız diyen insan, belli bir tür insanın yok oluşunu kastediyor da olabilir. Hümanist değerleri benimseyen, insan merkezci ve türcü insanın yok oluşunu…Bence distopyadan kaçış ancak, bu yeni tür insanın eylemlerinin sorumluluğunu alması ve birlikte yaşadığı varlıklara hesap verebilir olması ile mümkün olabilir. Bu noktada da hafıza ve hatırlamak kilit noktada duruyor.

Klipte geçen doğa yıkımı görüntülerinin hepsi Türkiye’den mi? Dünya genelinde buna dair durum nedir?

E.M.O: Klipteki görüntülerin büyük bir kısmı Türkiye’den, bir kısmı da dünyanın başka noktalarından. Özellikle orman yangını görüntülerinde Türkiye’nin güneyine has, yok olan binlerce hektar ormanlık alana vurgu yapmak istedik. Bir de tabii müsilaj meselesi var ki sanıyorum bu ölçekte yaşanması daha önce başka yerde görülmemiş bir şeydi. Dolayısıyla, müsilajla kaplı deniz görüntüleri de Türkiye’den. Öte yandan, iş makinelerini gördüğünüz tıraşlanmış doğa kesitleri başka coğrafyalardan ancak bunları belirli bir bölgeye atfetmek zor, çünkü maden, santral yahut inşaat çalışmalarının neden olduğu ekolojik yıkımın tek bir sonucu var: Tanınmaz hale gelen ve ölümü gerçekleşen doğal hayat.

KORUYUCU KIYAFET VE ARILAR

Arıcıların kıyafetine benzeyen kıyafet ve başlık özel mi seçildi klipte? Bir nedeni var mı bunun?

S.H: Çok teşekkürler bu soru için. Çünkü klibimizde arılar yok belki ama bu kıyafetle, gezegenimizdeki canlılığın devamı için çok kritik bir rolü olan bu türe bir nevi saygı duruşunda bulunmak istedik. Bunu izleyici olarak fark etmiş olmanız bizim için çok kıymetli. Arıcıların kullandığı bu kostümün adı Koruyucu Kıyafet diye geçiyor. Çünkü insan arılar karşısında aslında çok savunmasız. Onları ehlileştirmeye çalışsa da, ne cüssesi, ne aklı ne de dili, onu bu minicik canlı karşısında üstün kılmaya yetiyor. İnsan aslında belki de doğadaki en kırılgan ve zayıf türlerden biri ancak dünyaya hükmediyor, adeta bir parazit gibi pek çok başka canlının soyunun tükenmesine neden oluyor.

Arılarsa gezegendeki en önemli canlı türü olarak kabul ediliyor kimi kaynaklarca. Dünyadaki tarımın yüzde 70’i sadece arılar sayesinde gerçekleşiyor, çünkü tozlaşma, bitki döllenmesi ve nihayetinde biyoçesitliliğin koşulu onların varlığı. Arılar ekosistemin adeta bel kemiği ve garantörü. Fakat ne yazık ki arı popülasyonu da insan-olmayan birçok canlı gibi, yok olmanın eşiğinde. Bunun en büyük sebeplerinden biri de insanın doğaya verdiği zarar, yanlış çevre ve tarım politikaları. Hal böyleyken, arıların tamamen yok olduğu bir senaryoda insan neslini hiç de iyi günler beklemiyor. Buna rağmen, gezegenini korumak icin hiçbir şey yapmayan türümüz, kendini diğer canlılardan ne kadar sakınırsa sakınsın, asıl tehlike bizzat insanın kendisi ve ihtiyacımız olan, bu Koruyucu Kıyafet’ten çok daha fazlası.

 https://www.evrensel.net/haber/466117/insan-turu-cevre-katliami-ve-arilar

26 Temmuz 2022 Salı

Danıştay bir kez daha zeytinlikleri talan yönetmeliğine ‘dur’ dedi!

 

26 Temmuz 2022 13:27


Zeytinlik alanlarda maden faaliyeti yürütülebilmesinin önünü açan yönetmelik değişikliğinin yürütmesi Danıştay 8. Daire tarafından bir kez daha durduruldu.


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel



Özer AKDEMİR

Danıştay, zeytinlikleri enerji ve maden şirketlerinin talanına açan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının hazırladığı "Maden Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik"teki değişikliğe bir kez daha ‘dur’ dedi. Yönetmelik değişikliğine karşı açılan davalardan Tarım Orkam-Sen’in davasında da Danıştay 8. Daire tarafından yönetmelik değişikliğini yürütmesi durduruldu. Danıştay, kararında bakanlığa adeta hukuk dersi de verdi.

ZEYTİNLİKLERİ ENERJİ VE MADEN ŞİRKETLERİNE AÇAN YÖNETMELİK DEĞİŞİKLİĞİ

Zeytinliklerin 3 kilometre yakınında zeytin işleme tesisi dışında toz çıkaran hiçbir tesise izin vermediği için birçok maden ve enerji projesinin iptalini sağlayan Zeytin Yasası 1 Mart 2022 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmelik değişikliği ile etkisiz kılınmak istenmişti.

Yönetmelik değişikliğinde “Ülkenin elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetlerinin tapuda zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlara denk gelmesi ve faaliyetlerin başka alanlarda yürütülmesinin mümkün olmaması durumunda madencilik faaliyeti yürütecek kişinin faaliyetlerin bitiminde sahayı rehabilite ederek eski hale getireceğini taahhüt etmesi şartıyla genel müdürlük tarafından belirlenen çalışma takvimi içerisinde zeytin sahasının madencilik faaliyeti yürütülecek kısmının taşınmasına, sahada madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine kamu yararı dikkate alınarak Bakanlıkça izin verilebilecek" maddesi Zeytin Yasasının enerji ve maden şirketlerinin çıkarları için etkisiz kılınması olarak değerlendirilerek ciddi tepkiler gösterilmişti. Başta Muğla Milas yakınlarındaki Akbelen ormanını YK Enerji’nin termik santraline kömür temini için verilmesi süreci olmak üzere birçok enerji ve maden projesini etkileyen yönetmelik değişikliğine karşı birçok dava açılmıştı.



Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

BİR DAVADA DAHA YÜRÜTMEYİ DURDURMA KARARI

Geçtiğimiz günlerde Akbelen ormanını koruma mücadelesi veren İkizköylülerin yönetmelik değişikliğine karşı açtığı dava da yürütmeyi durdurma kararı veren Danıştay 8. Dairesi, Tarım Orkam SEN’in Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na karşı açtığı davada da yönetmelik değişikliğinin yürütmesini durdurdu. Tarım Orkam-Sen davasında, düzenlemenin Anayasanın 45. maddesine aykırı bir düzenleme olduğu, tapuda zeytinlik olarak kayıtlı alanların madencilik faaliyetlerine açılması sonucunu doğuracağını ve binlerce yıllık zeytinlik alanlarda var olan tarihi, kültürel, ekonomik ve turistik de erlere zarar vereceğini ileri sürmüştü

“KANUN İLE GETİRİLEN YASAKLAR YÖNETMELİKLE ORTADAN KALDIRILAMAZ”

Danıştay 8. Dairesi, oy birliği ile verdiği yürütmeyi durdurma kararında “3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı Ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun uyarınca korunma altında bulunan zeytinlik sahalardaki faaliyetlerin Kanun ile düzenlenmesi gerektiği”nin altını çizdi. Danıştay Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının bu alanı kendi başına yönetmelik ile düzenleme yetkisi bulunmadığına vurgu yaptı. Kanun ile getirilen sınırlamalar ve yasaklamaların yönetmelikle ile ortadan kaldırılması mümkün olmadığını vurgulayan Danıştay 8. Daire kararında, “3213 sayılı Kanunda ya da 3573 sayılı Kanunda değişiklik yapılmaksızın dava konusu Yönetmelik değişikliği ile zeytinlik alanlarda madencilik faaliyetine davalı İdarenin izni ve madencinin taahhütnamesi ile olanak sağlayan düzenlemede hukuka uyarlık görülmemiştir” ibarelerine yer verildi.

“ZEYTİNLİKLERE TELAFİSİ İMKANSIZ ZARARLAR VERİR”

Kararın devamında yönetmelik değişikliğinin zeytinliklere etkileri konusunda şu görüşlere yer verildi; “Düzenleme ile zeytinlik alanlarda, zeytinlerin sökülmek ve taşınmak ya da sökme ve taşıma yoluna dahi gidilmeksizin madencilik faaliyeti yürütülmesine imkan tanındığından, sökülen ve taşınan ya da madencilik faaliyeti nedeniyle tahrip olan alanların eski hale getirilmesinin mümkün olmaması sebebiyle yönetmeliğin uygulanmasının telafisi güç ve imkansız zararlar doğuracağı açıktır.”

 https://www.evrensel.net/haber/466722/danistay-bir-kez-daha-zeytinlikleri-talan-yonetmeligine-dur-dedi

22 Temmuz 2022 Cuma

Aydın Köşk köylüleri JES şirketine geçit vermiyorlar

 

22 Temmuz 2022 11:29


Aydın’ın Köşk ilçesine bağlı köylerin ortasına yapılmak istenen JES'lere karşı açılan davaları beklemeden çalışmaları başlatmak isteyen şirketin iş makineleri, köylüler tarafından bölgeye sokulmuyor.



Fotoğraf: Mehmet Tanırkan


Özer AKDEMİR

Aydın’ın Köşk ilçesine bağlı köylerin ortasına açılmak istenen jeotermal enerji santrallerine  (JES) karşı köylüler direnişe geçti. JES’lere verilen ÇED gerekli değildir ve acele kamulaştırma kararlarına karşı dava açan köylüler dava süreci sonuçlanmadan alanda çalışmalara başlamak isteyen şirketin iş makinelerinin bölgeye girmesine izin vermiyorlar.

BİZ GELECEK KUŞAKLARIN SAĞLIĞI İÇİN MÜCADELE EDİYORUZ

Yüzlerce köylü Mezeköy civarında yolu keserek Efendi Tarım adlı şirketin iş makilerinin geçmesine izin vermiyorlar. Köylüleri ikna etmeye çalışan valilik ve şirket görevlileri acele kamulaştırmanın şirket lehine yapılsa da devletin el koyması olduğunu ileri sürerken köylüler kamulaştırılan arazilerden birisinin sahibi olan Hasan Muti, “Burası Yörük köyü. Burada insanların amacı iki üç dönümlük yerlerini korumak için değil. Biz gelecek kuşakların sağlığını düşünerek mücadele ediyoruz” diye yanıt verdi.

“İŞ MAKİNELERİNİ TOPRAKLARIMIZA SOKMAYACAĞIZ”!

Bölgedeki durumla ilgili telefonla görüştüğümüz Mezeköy köylülerinden Mehmet Tanırkan, JES şirketine verien ÇED Gerekli değildir kararına ve acele kamulaştırma kararlarına karşı dava açtıklarını belirterek, “Biz bu mahkemeler sonuçlanmadan buraya kazma vuramazsınız dedikçe şirket nasıl olsa acele kamulaştırma kararımız var, ardımızda devlet var diyerek bölgemize girmeye çalışıyorlar. Şu an 100-200 köylü olduk. Civar köylerden de insanlar toplanmaya başladılar. JES’lerin zararlarını çok iyi biliyoruz. Bölgemizde bir sürü JES santrali ve kuyusu var. Bunlar tarımı, suyu, havayı kirletiyor. O yüzden biz bu JES’leri istemiyoruz. Şirketin makinelerini de bölgemize sokmayacağız” diye konuştu.

“DAVALARI BEKLEMEDEN OLDU BİTTİYE GETİRMEK İSTİYORLAR”

Aydın Çevre ve Kültür Derneği (AYÇEP) Başkanı Mehmet Vergili de Aydın bölgesinde JES’lerin artık yaşamı çekilmez hale getirdiğini belirterek, “Birinci sınıf tarım topraklarında JES kurmaya çalışıyorlar. Burada, Köşk deresi denen bir yerde bir şirket 20 köyün ortasına JES kurmak için 18 tane kuyu açacak. Açılan davalar var ancak şirket bu davaları beklemeden oldu bittiye getirip, kurban keserek kuyular için kazma vurmak istemiş. Köylüler şuan iş makinelerinin önünde, geçişe izin vermiyorlar. JES istemiyoruz pankartını asarak direniyorlar” dedi.

 https://www.evrensel.net/haber/466439/aydin-kosk-koyluleri-jes-sirketine-gecit-vermiyorlar

21 Temmuz 2022 Perşembe

"Taşıma suyla göl dolmaz!"

 

21 Temmuz 2022 01:20


Yanlış su politikaları nedeniyle kuruyan Marmara Gölü'ne su taşıma projesini eleştiren Doç. Dr. Erol Kesici gölün çevresi ile korunması gerektiğine dikkat çekerek “Taşıma suyla göl dolmaz” dedi.


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

Özer AKDEMİR

Ege Bölgesi’nin en önemli sulak alanlarından ve göllerinden birisi olan Marmara Gölü yanlış su politikaları nedeniyle birkaç yıl içinde kuruma noktasına geldi. Binlerce insanın geçim kaynağı, yüz binlerce su kuşunun barınma, beslenme ve yumurtlama yeri olan gölün kuruması suda yaşayan balıkların yanı sıra kuşları ve çevresindeki köylerde bulunan insanları bir felaketle karşı karşıya bıraktı.


BOZDAĞ’DAN MARMARA GÖLÜ’NE SU GETİRME İHALESİ

Marmara Gölü’nün eski haline getirilmesi için DSİ birbiri ardına projeler açıklarken, göl çevresindeki köylülerin gölün kuruyan kısımlarını tarla yapmak için adeta yarış içine girdikleri görülüyor. Gediz Nehri’nden göle su taşınması düşüncesi, Gediz’deki kirlilik nedeniyle rafa kaldırılırken, Bozdağ’dan gelen akarsuların göle akıtılması projesi için geçtiğimiz günlerde DSİ tarafından ihale gerçekleştirildi.


Fotoğraf: Evrensel

"HER ŞEYLERİ ALAVERE DALAVERE!"

Marmara Gölü’nün su taşınarak eski haline getirilmesi ile ilgili görüşlerini aldığımız Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Su Ürünleri Fakültesinden Emekli Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Erol Kesici gölün çevresi ile korunması gerektiğine dikkat çekerek “Taşıma suyla göl dolmaz” dedi. Göle gelen derelerin önünün yıllardır kesik olduğunu aktaran Kesici, şu an yapılan şeyleri şov olarak nitelendirdi. Doğanın işleyişini insan vücuduna benzeten Kesici, “Benim bir damarımı tıkarsanız ya da başka yere akıtırsanız ne olursa Marmara Gölü’ne de o olacaktır. Doğanın, gölün düzeniyle oynamayın” dedi. Göle kanallarla su taşınmasını “Yine birilerine para aktaracaklar” diye yorumlayan Kesici, “Her şeyleri alavere dalavere. Orada su kaynağı yok. Olsa da bir yerden alıp başka yere götürmek yanlış bir şey” dedi.

Reklam

"KURTULUR, AMA BU ŞEKİLDE DEĞİL"

Kesici, şu saatten sonra Marmara Gölü’nü kurtarmanın mümkün olup olmadığı sorumuza şu yanıtı verdi; “Marmara Gölü elbette kurtulur. Ona gelmeden önce oradaki balıkçıların çok büyük hatası var. Onu bilsinler bir kere. Biz balık isteriz deyip, o gölde istilacı balıkların yayılmasına neden oldular. Gölün ekolojik dengesini, her şeyini bozdular. Orada ekolojik denge korunmadıktan sonra, dip çamuru temizlenmedikten sonra, kaynaklar-gözeler açılmadıktan sonra ve orası dinlendirilmedikten sonra göl kurtulamaz. Çok şiddetli bir hasta, nekahette derler ya, o duruma gelmiş bir göl Marmara Gölü. Gölü dinlendirmek lazım. Hâlâ su almaya devam ediyorlar, tarım etkisiyle kirlilik devam ediyor”.

GÖLLER YÖNETİLEMİYOR

Havaların ısınmasıyla gözelerin, kaynakların kapandığını aktaran Doç. Dr. Erol Kesici, “Hâlâ sen orada vahşi tarım yapıyorsun, salma su tarım yapıyorsun. Ne olacak, bizim partiye oy gelsin. Bu politika yanlış bir şey. Göller yönetilemiyor” dedi.   

Marmara Gölü ya da başka göllere suların doğanın içinden, imbikten süzülür gibi gelmesi gerektiğini dile getiren Kesici, “Dağdan su süzülerek gelecek. Hem temizlenmiş olarak gelecek hem de dingin bir şekilde gelecek.  Gölleri çevresiyle birlikte korumadığımız sürece 365 gün 24 saat su da versek, yağmur da yağsa gölleri koruyamayız. Köylülerin göllerine, yaşam alanlarına sahip çıkmaları gerekir. Koruyarak sahip çıksınlar ki ileriye taşıyabilsinler” diye konuştu.

NEREYE KADAR SU TAŞIYACAKSINIZ?

Gölün restorasyonunun zor olmadığını ancak bunun bu açıklanan yöntemlerle olamayacağını ifade eden Doç. Dr. Erol Kesici şunları söyledi; “Taşıma suyla değirmen dönmez, göl dolmaz. Nereye kadar su taşıyacaksınız? Nereden su getirirseniz getirin oradaki iş olmaz. Ekosistemi bütünüyle düşünmek lazım. Yoksa içme suyu olarak bile suyu bulamaz hale gelme durumumuz var”. Göllerin politikacıların elinden alınıp bilim insanlarının eline bırakılması gerektiğini söyleyen Kesici, DSİ’nin de artık politik bir kurum haline geldiğini belirtti. Kesici, “Orada çok bilgili uzmanlar var ama ‘Biz emir kuluyuz’ diyorlar. Olmaz böyle! İtalya’da kuraklık nedeniyle olağanüstü hal ilan edilmiş. Orada tarımda kullanılan su miktarı yüzde 40 civarında. Bizde yüzde 80! Buna rağmen İtalyanlar klimaları kullanmama ya da daha verimli kullanma hesapları yapıyorlar. Çünkü daha az elektrik, daha az yakıt kullanırsak daha çok suyumuz olur.”

 https://www.evrensel.net/haber/466295/tasima-suyla-gol-dolmaz

Aydın Kızılcaköy'de jeotermal enerji santraline verilen ÇED raporu ikinci kez iptal edildi

 

21 Temmuz 2022 16:00


Aydın İncirliova ilçesi Kızılcaköy, Dereağzı ve Gerenkova Mahalleleri ortasında yapılmak istenen Sarı Zeybek Jeotermal Enerji Santrali projesine verilen ÇED olumlu kararı ikinci kez iptal edildi.

 


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

PAYLAŞ

Özer AKDEMİR
İzmir

Aydın İncirliova ilçesi Kızılcaköy, Dereağzı ve Gerenkova Mahalleleri ortasında yapılmak istenen Sarı Zeybek Jeotermal Enerji Santrali (54MWe) projesine verilen ÇED olumlu kararı ikinci kez iptal edildi.

Aydın 1.İdare mahkemesi Kızılcaköy Çevre ve Dayanışma Derneği tarafından Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından verilen Çevresel Etki Değerlendirilmesi Olumlu” kararına karşı açılan davada verdiği iptal kararını ikinci kez yapılan bilirkişi keşfinde hazırlanan rapora dayandırdı. Bilirkişi raporunda özetle;

Harita Mühendisi açısından yapılan değerlendirmede; Sarı Zeybek JES-2 Santralinin kurulması planlanan 1569-1570 nolu parseller için imar planı konusunda 3 adet kurum görüşünün olumsuz olması, santralin ve ruhsat sahasının yerleşim yerlerine yakınlığı sebebiyle yer seçiminin uygun olmaması, santralin mevcut imarlı bir yola cepheli olmaması, 5-6 metre genişliğindeki kadastral yoldan cephe alması, dağ tarafının tamamen zeytin ağaçları ile kaplı olması, santral yapılması planlanan alanın, gelişme konut alanı olması nedenlerinden dolayı Sarı Zeybek JES-2 Santrali kurulması projesinin uygun olmadığı,

Jeoloji/ Hidrojeoloji Mühendisliği açısından yapılan değerlendirmede; dava konusu alan ve civarında bulunan jeolojik birimler, hidrojeolojik birimler ve litolojik özelliklerine göre geçirimli, yarı geçirimli ve geçirimsiz birimler olarak ayrıldığı, ÇED dosyasında bahsedilen miktarın yaklaşık 18 katı daha fazla Çamur Havuzuna ihtiyaç olduğu, Coğrafi Konum, Jeolojik ve Hidrojeolojik Özellikler dikkate alındığında yeraltı suyunu ve su kaynaklarını olumsuz etkileyeceği,

Jeofizik Mühendisliği açısından yapılan değerlendirmede; proje sahasının; Efeler İlçe merkezine 8 km, İncirliova İlçe merkezine 1,5 km, Dereağzı, Kızılcaköy ve Gerenkova Mahalleri ile iç içe olması ve 3 km mesafede İkizdere barajının bulunması, son 100 yıllık periyotta 62 deprem yaratan tektonik hareketliliğin oldukça fazla olduğu bir alan olduğu, olası deprem durumunda yeraltı suyunu ve su kaynaklarına zarar verebileceği,

Çevre Mühendisliği (Çevresel Etkiler) açısından yapılan değerlendirmede; proje sahasının çok yakınlarında kamu tarafından yoğun bir şekilde kullanılan konut, eğitim ve park, rekreasyon alanlarının bulunduğu, söz konusu alandaki parsellere yaklaşık 250 m mesafede bölge halkanın içme ve kullanma sularının sağlandığı derin kuyuların bulunduğu,

Ziraat Mühendisliği açısından yapılan değerlendirmede; dava konusu Sarı Zeybek JES projesinin, santral alanı ve kuyu alanlarının I. ve II. sınıf tarım arazilerine kurulmasının planlanması, bu alanlarda tarımsal üretimi gerçekleşmesini engelleyeceği ve özellikle zeytin ağaçlarının çiçeklenme dönemi olan Nisan ayı sonu ve Mayıs ayı başlarında işletmenin kuruluş aşamasında çıkacak tozun, bitkilerde tozlaşmayı engelleyerek, zeytin ağaçlarının generatif özelliklerini olumsuz etkileyeceği kanaatine varıldığı,

Gibi gerekçelerle bilirkişi raporunda projeye olumsuz görüş verilmişti. Bilirkişi raporunun karar verilmesi için yeterli olduğunu belirten Mahkeme heyeti oybirliği ile aldığı kararının sonuç bölümünde şu ifadeler kullanıldı; "projenin uygulanacağı saha ve coğrafya bir bütün olarak değerlendirildiğinde, gerek canlı ve bitki çeşitliliği ve gerekse de Aydın İlinin ve projenin uygulanacağı sahanın tarımsal potansiyeli ile projenin olası etkileri dikkate alındığında anılan risk ve etkiler sebebiyle dava konusu ÇED olumlu kararı işleminde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır."

 https://www.evrensel.net/haber/466383/aydin-kizilcakoyde-jeotermal-enerji-santraline-verilen-ced-raporu-ikinci-kez-iptal-edildi

19 Temmuz 2022 Salı

Munzur kitap Günleri söyleşi

 



‘Munzur Kitap Günleri’ kapsamında etkinliklerimiz devam ediyor. ‘Ekoloji Mücadelesinde Direniş Öyküleri’ başlığında Özer Akdemir bizimle birlikte izlemek için




İnsan türü, çevre katliamı ve arılar

 19 Temmuz 2022 04:09

Babelfis, yeni teklisi “Altı”yı geçtiğimiz günlerde yayımladı. Şarkının adı “Altıncı kitlesel yok oluş” kavramına atıfta bulunuyor.



Fotoğraf: Murat Kara


Özer AKDEMİR
İzmir

Berlin’de yaşayan indie-pop ikilisi Babelfis, yeni teklisi “Altı”yı geçtiğimiz günlerde yayımladı. Sözü ve müziği Sevda Hamzaçebi’ye ait şarkının adı “Altıncı kitlesel yok oluş” kavramına atıfta bulunuyor. Şarkı ekolojik yıkıma ve gezegendeki biyoçeşitliliğin hızla ortadan kalkmasına neden olan insan faaliyetine dikkat çekerken, mevcut krizi tersine çevirebilmenin olanaklarını da sorguluyor. Babelfis grubundan Sevda Hamzaçebi, Klip Yönetmeni Elif Miral-Oktay ve klibe katkı sunan Özyeğin Üniversitesi Öğretim Görevlisi Ezgi Hamzaçebi “Altı” ile ilgili sorularımızı yanıtladı.

EKOLOJİK YIKIMI DAHA GÖRÜNÜR KILABİLMEK

Şarkıya ve klibe ilham veren, sizi bu şarkıyı yapmaya yönelten etmenlere kısaca değinir misiniz?

Sevda Hamzaçebi: Altı’yı bundan beş yıl önce, halen İstanbul’da yaşarken yazmıştım, ancak dinlediğiniz hale gelmesi çeşitli nedenlerden ötürü bugünü buldu. 2008’de uluslararası bir çevre kuruluşunda çalışmaya başlamamla birlikte çevre ve iklim meselesi gündelik hayatımın bir parçası oldu, bu sayede yerelde ve küreselde verilen mücadeleleri daha yakından takip edebildim. Haberini okuduğum yahut tanık olduğum bunca ekolojik yıkımı daha da görünür kılabilmek için verilen çabaya bir müzisyen olarak da katkı sunmak istedim ve konuya değinen bir şarkı yazmaya koyuldum. O sıralar, iklim krizinin ve etkilerinin daha da görünür hale gelmesiyle, “Altıncı kitlesel yok oluş mu yaşanıyor?” şeklinde yazılar çıkmaya başladığını hatırlıyorum. Sanırım sözleri yazarken düşündüğüm şey, yok oluş temasının dünyamızın içinde bulunduğu trajik ahvali iyi özetleyen bir olgu olduğu idi.

Ezgi Hamzaçebi: Babelfis’in en inandığım şarkısı dert ettiği meseleden dolayı Altı oldu. Ben Türkçe edebiyat alanında doktora tezimi yazıyorum ve yüksek lisans çalışmalarımdan beri insan olmayanların edebiyattaki temsili ile ilgileniyorum. Klip çekim sürecinde, şarkının temel meselesi olan yokoluştan ne anladığımız, buna dair ne hissettiğimiz üzerine uzun sohbetlerimiz oldu. Klipte kullandığımız nesneleri seçmemizde, o konuşmalar sırasında beliren fikirler ve duygular belirleyici oldu.

Elif Miral-Oktay: Altı için çekeceğimiz klibi konuşmaya başladığımız andan itibaren aklımızda tek bir şey vardı: Konuyla ilgili mevcut görüntüleri kullanmak. Burada amacımız ses ve söz ile ifade etmeye çalıştığımız meseleyi ve de izleyicideki duygusunu videonun görselliğiyle de pekiştirmek idi. Sözler her ne kadar hikayeyi anlatıyor olsa da, çevre ve iklim konusu da bir o kadar kırılgan, o yüzden de derdimizi mümkün olduğunca açık anlatmaya çalıştık ve görsel olarak böyle bir dil tercih ettik.


DOĞAYI HALKLAR SAVUNUYOR

İklim krizi-küresel ısınma olgusu ve buna bağlı olarak gelişen “felaketler” silsilesine dair yeterli duyarlılık (karar vericilerde ve halklarda) olduğunu düşünüyor musunuz?

S.H: Küresel ısınma meselesinin geçmişi aslında çok eskiye dayanıyor. Bilim insanları ve çevre aktivistleri uzun yıllardır iklim krizine dikkat çekmek için mücadele veriyor. Fakat bu zamana kadar iklim konferanslarında da gördüğümüz üzere karar vericilerin takındığı tutum bu gerçeği sürekli olarak inkar etmek üzerineydi. Sadece son birkaç yıldır, krizin boyutlarının daha da büyümesiyle, yönetimler bunu artık göz ardı edemiyor. Ancak iklim krizini bir olgu olarak kabul etmek, yeteri derecede duyarlılık gösterilmesine ve acil önlemlerin alınmasına yetmiyor. Halklar içinse kriz çok gerçek, buna bağlı yaşanan felaketler hayatları mahvediyor. O yüzden de son yıllarda, dünyanın her yerinden yükselen yerel mücadelelere tanık oluyoruz, halklar yaşam alanlarını ve doğayı her ne pahasına olursa olsun savunuyor, çünkü aksi halde ödenecek bedel çok daha ağır.

E.H: Ekolojik kriz, son yıllarda edebiyat, sinema, güncel sanat alanında da en çok karşımıza çıkan meselelerden biri olmuş durumda. Bu durum hem umut verici hem de ürkütücü. Bu konu etrafında belli başlı kavramların gündelik dilimize yerleşmiş olması, meselenin ciddiyetinin gerçekten idrakinde olduğumuz anlamına geliyor mu, emin olamıyorum. Her geçen gün konu etrafında yeni bir terim sözlüğümüze ekleniyor. Bazen bu terimlerin büyüsüne kendimizi fazla kaptırdığımızı düşünüyorum. O yüzden, Sevda’nın dediği gibi kitlesel bir mücadele olmadan, bu alanlarda üretilen sözler maalesef yeterli değil.

DİSTOPYADAN KAÇIŞ MÜMKÜN MÜ?

Klibiniz distopik bir gelecekte geçiyor ve bu geleceği yaratan parça parça buluntular birbirine bağlanıyor. Bu distopyadan kaçış mümkün mü?

E.H: Klibin final duygusu üzerine bolca konuşmuştuk ve bu konuda her birimizin farklı yaklaşımları vardı. Bence, insanın yok oluşu insan için distopik evet ama başka varlıklar için insanın olmadığı yeni bir başlangıç ve yaşam anlamına da gelebilir. Ben, klibin vermek istediği hissin belirsizlik, bilinmezlik olması gerektiğini düşünüyordum. Distopik karanlık bir atmosferden, insanın olmadığı ama başka yaşam kırıntılarını gördüğümüz bir yere evrilmesini istiyordum, çünkü her şeyin insanla başlayıp insanla biteceği düşüncesi de yine insanın kibirli bir varsayımı bana göre. Yok olmalıyız diyen insan, belli bir tür insanın yok oluşunu kastediyor da olabilir. Hümanist değerleri benimseyen, insan merkezci ve türcü insanın yok oluşunu…Bence distopyadan kaçış ancak, bu yeni tür insanın eylemlerinin sorumluluğunu alması ve birlikte yaşadığı varlıklara hesap verebilir olması ile mümkün olabilir. Bu noktada da hafıza ve hatırlamak kilit noktada duruyor.

Klipte geçen doğa yıkımı görüntülerinin hepsi Türkiye’den mi? Dünya genelinde buna dair durum nedir?

E.M.O: Klipteki görüntülerin büyük bir kısmı Türkiye’den, bir kısmı da dünyanın başka noktalarından. Özellikle orman yangını görüntülerinde Türkiye’nin güneyine has, yok olan binlerce hektar ormanlık alana vurgu yapmak istedik. Bir de tabii müsilaj meselesi var ki sanıyorum bu ölçekte yaşanması daha önce başka yerde görülmemiş bir şeydi. Dolayısıyla, müsilajla kaplı deniz görüntüleri de Türkiye’den. Öte yandan, iş makinelerini gördüğünüz tıraşlanmış doğa kesitleri başka coğrafyalardan ancak bunları belirli bir bölgeye atfetmek zor, çünkü maden, santral yahut inşaat çalışmalarının neden olduğu ekolojik yıkımın tek bir sonucu var: Tanınmaz hale gelen ve ölümü gerçekleşen doğal hayat.

KORUYUCU KIYAFET VE ARILAR

Arıcıların kıyafetine benzeyen kıyafet ve başlık özel mi seçildi klipte? Bir nedeni var mı bunun?

S.H: Çok teşekkürler bu soru için. Çünkü klibimizde arılar yok belki ama bu kıyafetle, gezegenimizdeki canlılığın devamı için çok kritik bir rolü olan bu türe bir nevi saygı duruşunda bulunmak istedik. Bunu izleyici olarak fark etmiş olmanız bizim için çok kıymetli. Arıcıların kullandığı bu kostümün adı Koruyucu Kıyafet diye geçiyor. Çünkü insan arılar karşısında aslında çok savunmasız. Onları ehlileştirmeye çalışsa da, ne cüssesi, ne aklı ne de dili, onu bu minicik canlı karşısında üstün kılmaya yetiyor. İnsan aslında belki de doğadaki en kırılgan ve zayıf türlerden biri ancak dünyaya hükmediyor, adeta bir parazit gibi pek çok başka canlının soyunun tükenmesine neden oluyor.

Arılarsa gezegendeki en önemli canlı türü olarak kabul ediliyor kimi kaynaklarca. Dünyadaki tarımın yüzde 70’i sadece arılar sayesinde gerçekleşiyor, çünkü tozlaşma, bitki döllenmesi ve nihayetinde biyoçesitliliğin koşulu onların varlığı. Arılar ekosistemin adeta bel kemiği ve garantörü. Fakat ne yazık ki arı popülasyonu da insan-olmayan birçok canlı gibi, yok olmanın eşiğinde. Bunun en büyük sebeplerinden biri de insanın doğaya verdiği zarar, yanlış çevre ve tarım politikaları. Hal böyleyken, arıların tamamen yok olduğu bir senaryoda insan neslini hiç de iyi günler beklemiyor. Buna rağmen, gezegenini korumak icin hiçbir şey yapmayan türümüz, kendini diğer canlılardan ne kadar sakınırsa sakınsın, asıl tehlike bizzat insanın kendisi ve ihtiyacımız olan, bu Koruyucu Kıyafet’ten çok daha fazlası.

 https://www.evrensel.net/haber/466117/insan-turu-cevre-katliami-ve-arilar

17 Temmuz 2022 Pazar

Develi'de bir skandal daha: 71 işçinin kanında cıva tespit edildi! (Pazar yazısı)

 

17 Temmuz 2022 02:07


 


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

PAZAR

 Kayseri Develi’de yaşayan bir maden işçisiyle telefonla konuştuk. Kanadalı Centerra Gold şirketi tarafından işletilen Öksüt Altın Madeni’nin altın döküm odasının korunması ile görevli taşeron bir özel güvenlik firmasında çalışan işçi, cıva ile zehirlenmelerine göz yumulduğunu anlattı.

Daha öncesinde işçilerin kanında kurşun çıkması ile ilgili haberlerini yaptığım altın madeninde şimdi de işçiler cıva ile zehirlenmişler ve bu zehirlenme günlerce işçilerden gizlenmişti.

KAZ DAĞI’NDAN DEVELİ’YE TRANSFER

Telefonla görüştüğüm işçinin anlatımlarına göre altın döküm odasının güvenliğinde çalışan 8 işçinin kanında yüksek miktarda cıva ve diğer ağır metallerin çıkması süreci bu köşede daha önce birkaç kez adını yazdığımız bir Türkiyeli maden müdürü tarafından ortaya çıkarılmış. Kaz Dağı’nda 400 bin ağacı katleden Alamos Gold’un Türkiyeli Müdürü Metin Demir’in danışman olarak Centerra Gold’a transfer edildiğini bu köşede duyurmuştuk. Demir, Centerra Gold’a danışman olarak işe başladığı iddialarına yer veren haberimize karşı Develi Noterliği kanalıyla tekzip gönderince iddia iddia olmaktan çıkmıştı!

ELEŞTİRİLEN MÜDÜRDEN BU KEZ ‘ONURLU ÇIKIŞ!’

Kaz Dağı’nda yüz binlerce ağacın katledilmesinin sorumlularından birisi olarak “Ağaçların ahını alan” kişi diye nitelenen Demir, Öksüt işçilerinin ve avukatlarının deyimi ile bu kez “onurlu bir çıkış” yaparak işçilerin zehirlenmelerine göz yummamıştı. Kan ve idrar raporlarını gören Demir’in “Buna izin veremem, böyle bir şey cinayettir” diyerek iş güvenliği toplantısında cıva zehirlenmesinin saklanmasına karşı çıktığı ve işçilerin ancak bundan sonra Ankara’ya meslek hastalıkları hastanesine gönderildiği ileri sürülüyordu. İddialara göre bu çıkışı sonrası Demir’in görevine son verilmiş.

Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesinde cıva zehirlenmesine maruz kalan 8 özel güvenlik görevlisinde yapılan tetkikler sonucu işçilerin dördünde kemik erimesi tespit edilmişti. 10 gün istirahat verilerek taburcu edilen işçiler daha sonra şirket tarafından ne aranmış ne de sorulmuş. Maruz kaldıkları zehirlenme olayı nedeniyle yaşadıkları mağduriyetin giderilmesi için dava açan işçiler ancak bu saatten sonra şirketin ilgisini çekebilmişler. O da para ve tehditlerle davadan vazgeçmeleri için!..

MADENDE 71 İŞÇİNİN KANINDA CIVA TESBİT EDİLDİ

Bu işçilerin Avukatı Ufuk Doğan ile geçtiğimiz günlerde bir telefon görüşmesi yaptım. Avukata işçilerin zehirlenmesiyle ilgili sürecin nasıl gittiğini, başka işçilerde zehirlenme tespit edilip edilmediğini ve madendeki faaliyetlerin şu anki durumunu sordum. Avukatın anlattığına göre madendeki ağır metal ve cıva zehirlenmesi olayı sadece 8 özel güvenlik görevlisi ile sınırlı değil. Maden tesislerinin o bölümünde çalışan 71 kişinin hatta tüm tesislerin bu ağır metallerden etkilenmiş olabileceğini ileri süren Avukat Doğan, bütün bu iddiaları delilleri ile birlikte savcılığa verdiklerini söyledi. Doğan, “Soruşturma devam ediyor ama şu an bizim sunduğumuz veriler ve benim elimdeki deliller bu olaya neden olan, göz yuman herkesin tutuklanması için yeterli. Bana göre bu delillerle dava tek celsede biter ve bu kişiler kasten nitelikli yaralama ve öldürmeye teşebbüsten ceza alırlar” dedi.

TÜM TESİSLER O CIVAYI SOLUMUŞ!

Maden tesisinde ilgili bölümde çalışan 71 işçide cıva zehirlenmesinin tespit edildiğini belirten Doğan, “Olay cıva zehirlenmesinden en çok etkilenen 8 güvenlikçiyi ilgilendiren bir konu değil artık. Yani orada çalışan 1000’in üzerinde işçiyi de etkilemesi söz konusu. Yani cıva madendeki çalışan herkes tarafından solunmuş olabilir. Hiçbir önlem alınmamış, altın döküm odasında tek bir filtre sistemi bile yok! Bu eksiklikler zaten hep tutanaklarla tespit edilmiş” diye konuştu.

Tüm bu skandallara rağmen madenin üretime devam ettiğini ifade eden Doğan, “Bizim bildirimlerimiz ve savcılığa şikayetimizden sonra iş müfettişleri altın döküm odasına ve diğer birimlere gidiyorlar. Tüm eksiklikleri tutanak altına alıyorlar. Maden, zehirlenme olayından aylar sonra bir temizlik şirketiyle anlaştı. Bu temizlik daha yeni, on beş gün önce falan bitti. Benim müvekkillerimin şu an kan testleri hâlâ çok kötü” dedi.

 

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

CIVA DEĞERLERİ 15-20 İLE ÇARPILMALI

İşçilerin idrar ve kan testlerinin de alelade yapıldığını ileri süren Doğan şunları söyledi; “Cıva analizi için kanların özel ve kapalı kaplarda bekletilmesi lazım. Bunlar, normal idrar kaplarına konularak birkaç gün bekletilip cıva oranı düşük çıkarılıyor. Bu değerlerin 15-20 ile çarpılması gerek. Çok çok korkunç şeyler hakikaten. Yani şirket işçileri zehirlemiş, susmuş, göz yummuş!”

TOZ TOPLAMA SİSTEMİNİ BİLE SÖKMÜŞLER!

Avukat Doğan işçilere maden şirketi yetkilileri tarafından şikayetlerinden vazgeçmeleri için baskı yapıldığını da ileri sürerken kendisine vekalet veren beş işçiden ikisinin para ve telkinler sonucu davadan vazgeçtiklerini söyledi. Doğan, “Madenin altın döküm odası dışında başka birimlerinde çalışan işçilerin kanlarında cıva çıktığına dair belgelerimiz var. Toz toplama sistemini de sökmüşler! Üstelik bunu bilerek yapmışlar. Tesislerdeki tozu dışarı atan sistemin sökülmesi o tozu işçilerin soluması demek. Bu ise silikozis hastalığına davetiye çıkarmaktır” dedi.

11 KİŞİYE 1 MASKE!

Altın madeninin altın döküm alanını korumakla görevli 11 güvenlik görevlisi çalışma koşullarını gazetemize şöyle anlatmışlardı; “Döküm odasına ana firmanın işçileri koruyucu giysilerle giriyorlar ve yüksek dereceli fırının olduğu yerde altın dökümünü yaptıktan sonra orasını terk ediyorlar. Biz ise havalandırması olmayan, kapısının 1 dakika bile açılmasına izin verilmeyen odada saatlerce yan odadaki çıkan buharı solumak zorunda kalıyorduk. Bu şikayetlerimizi defalarca yazılı, sözlü maden yetkililerine ilettik ancak bizle ‘Amonyak kokusu cinselliğe iyi gelir’ diye dalga geçtiler. Israrlı taleplerimiz sonrası 11 kişiye 1 maske vererek ‘Dönüşümlü yıkar kullanırsınız’ dediler”.

SKANDALLAR MADENİ!

Develi Öksüt Madencilik’te, 2020 yılında işçilerin kanlarında yüksek oranda kurşun tespit edilmiş, bunu 21 Mart 2020 tarihli Evrensel’de “Develi’deki altın madeninde neler oluyor?” başlığı ile haberleştirmiştik. Şirket işçilerin ağustos 2019, mart 2020, kasım 2020 ve aralık 2020 tarihleri arasındaki kanlarındaki kurşun değerlerinde düzenli artışın raporlanması üzerine bu duruma çözüm aramak yerine kan analiz sonuçlarını yapan uluslararası analiz şirketinin sözleşmesini iptal etmişti. Öksüt Altın Madeni siyanür sızıntısını gizlemek ve maaşların yatmaması nedeniyle yapılan işçi eylemleriyle de gündeme gelmişti.

 https://www.evrensel.net/yazi/91275/develide-bir-skandal-daha-71-iscinin-kaninda-civa-tespit-edildi

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...