7 Temmuz 2022 Perşembe

Yılanın ağzındaki kuş gibi (Tacim Çiçek)

 

07 Temmuz 2022 04:00


"Ekokurgu yazarlığını çoktan kanıtlamış olan Özer, ‘Yılanın Ağzındaki Kuş Gibi’yle bu alandaki üretkenliğini bir kez daha kanıtlamış oluyor."

 


Fotoğraf: Dilek Omaklılar/Evrensel

 

      Paylaş

Tacim ÇİÇEK

Gazeteci, Öykücü ve ekoloji aktivisti Özer Akdemir, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesinden mezun olup 1998’de Evrensel’in Zonguldak muhabirliğine başladığından bu yana ülkemizdeki çevre sorunlarını kendine dert edinmiştir. Özer’in ‘çevre gazeteciliği’ yalnızca köşesinde, edindiği verilerden yola çıkarak yazı yazmak olmadı hiçbir zaman. Sevgili Emine Uyar’in Evrensel’in İzmir Temsilcisi olduğu zamanlarda sık sık gazeteye uğrar, onlarla vakit geçirir, konuşurdum. Çünkü ışık içinde olsun Sevgili Bülen Habora kütüphaneye bakardı ve biz de sıkı dosttuk. Ayrıca gazetede o da ben de yazardım. Tarihini anımsamıyorum ama ilk kez Emine Uyar’ın yanında gördüm Özer’i, sonra hep görüşmeye, konuşmaya başladık. Uyar, gazeteden ayrılıp partide göreve başlayınca yerine Özer geçti. O günden bugüne tanışıklığımız, arada da olsa görüşüp konuştuğumuz olur. Ama o daha çok sırtında çantası, omzunda fotoğraf makinesiyle ve neredeyse ülkemizin her yerine üşenmeden gidip işini en iyi biçimde yapmaya çalıştığından telefonlaşabiliyoruz ancak. İşte bunca sözü, az önce dediğimin gerekçesi olsun diye ettiğimi de belirteyim.

Yazılarında görünür yapmaya çalıştığı her sorunu yerinde görür. İlgililerle konuşur, tartışır, sorgular. İnce eleyip sık dokur, kılı kırk yarar, peşlerini bırakmaz. Ortak çözümlerin altını çizer. Bizatihi eylemlere katılır, haber yapar. Yerel-ulusal erklere gösterir kanıtlarıyla; sorunla ilgili sivil kurumlara haber verir, onların da el atmalarını sağlar. Hep takipçisi olur. Ve serde edebiyat da olunca her yazısına klasik öykü disiplini içinde başlar ve sonlandırır. Böylece ekolojik, çevresel izlekli yazılar öykü tadında olur. Bu yüzden de Özer’in yazıları güncel gazete yazısı olmaktan çıkar; başka bir şeye evrilirler.

Hâlen Evrensel’in İzmir Temsilciliği görevini sürdüren Özer, has ve sıkı bir gazeteci olarak ekoloji haberlerini öykü tadında görünür yapmaya devam ediyor. Bu alanda başka emek verenleri bilemem ama kişisel tanışıklık ve dostluğumuzdan da biliyorum ki, o çoğu yazısını değil neredeyse tamamını olayı/sorunu yerinde görerek yazıyor demem bir abartı olmaz. Nereye çağrılırsa oraya gider omzunda fotoğraf makinesi ve sırt çantasıyla… Her yazısında en az bir görsel kullanır. Bunu da süs olsun, sayfa dolsun diye de yapmaz üstelik. Olayı/sorunu görselle de kalıcılaştırmak, böylelikle bir görsel belgelik de oluşturmak için yapar, fotoğraf kullanmayı.


Yılan hikayesine dönüştürülmüş kimi çevre sorununu da ‘yazıp görünür yaptım, ilgililelere de bildirdim, şikayetçi de oldum, benden bu kadar, gerisi onlara kalmış,’ anlayışıyla davranmıyor hiç... Çünkü yılan hikayesine dönüştürülen sorunların, çevre katliamlarının, ağaç kıyımlarının takipçisi oluyor, sonuçlanıncaya dek peşini bırakmıyor, bedel ödemek pahasına da olsa. Kronikleşmiş çevre  sorunları için yeniden yazması ve kitaplarında da yeniden yer vermesi bunun kanıtı.

Kitap dedim de…

Özer’in ilk kitabı; altın madenlerinin çevre, sağlık ve toplumsal etkilerini ele aldığı ‘Anadolu’nun Altın’daki Tehlike/Kışladağ’a Ağıt’tır.(2011) Bergama Köylü Mücadelesinin sönümlenmesinde büyük etkisi olan Alman Vakıfları ve dış güçler olgusunu işlediği ‘Kuyudaki Taş/Alman Vakifları ve Bergama Gerçeği’ (2011) ise ikinci kitabıdır. Olup biteni çarpıcı veri ve anlatımla dile getirmiştir. Ege’nin iki farklı yöresinde 45 yıl önce yapılan uranyum madenciliğinin çevre ve sağlık üzerindeki katlanılmaz olumsuz etkilerini dillendirdiği ‘Uranyum Uğruna’ (2017) da üçüncüsüdür. Yine ülkemizin dört bir yanında devam eden ekoloji mücadelelerinden doğa, insan ve yaşam hikayelerinden oluşan ‘Doğa ve Direniş Öyküleri’ (2019) ise dördüncü kitabıdır.

Bana göre de ekokurgu yazarlığını çoktan kanıtlamış olan Özer, ‘Yılanın Ağzındaki Kuş Gibi’yle bu alandaki üretkenliğini bir kez daha kanıtlamış oluyor.

Kitabın adı, ‘sunu’dan anlıyoruz ki altın madenciliğine karşı işlerini, bağ ve bahçelerini bırakıp çoluk çocuk sokağa dökülen Bergamalı kadınların hepbir ağızdan dediği, ‘Yılanın ağzındaki kuş gibi çığırıyik’ cümlesinden esinlenmiş. Bergamalıların haklı haykırışı, durumu kitaptaki onca yazının derin ve oldukça da anlamlı bir özeti bu başlık bence. Ayrıca kitap adının bana anımsattığı özel bir gerçeklik de var. O da şu: Edebiyata hevesli olduğum ilk zamanlarda çoğu gibi ben de şiirle görünür, bilinir olmak istemiştim. İlk kitabım da ‘Tırpandır Ellerimiz Acıya’ (Mayıs 1989 /Gerçek Sanat Y / İst.) idi. Burada yer alan ‘vakti değil’ adlı şiirimin başında: sevdiğim sevdiğim / yuvasına yılan giren kuşa bak / setle durdurulan suya bak / gözlerini aç dünyaya bir bak / serçeler soğukta terk etmiyor yuvayı demiştim. Yavrularını, yumurtalarını, kendilerini ve de yuvalarını  kurtarmak için küçücük kuşların karşı koyuşu, yaşamak için olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Çünkü yılanların ağızlarındaki kuşların çığlıkları yaşamın çığlığıdır aslında. Varolmak, özgür ve korkusuz ama olması gereken bir ortamda yaşamak tüm canlıların da hakkıdır. Unuttuğumuz, yok saydığımız, görmezden geldiğimiz gerçeklik şu: Olumsuzluklar, üstünde olduğumuz dalı kesmek gibidir…

Özer, ekoloji mücadelesinin içinden biri olarak, adlarını verdiğim kitaplarındaki her öyküsel yazısında olduğu gibi bu kitabında da ele aldığı yaşamsal öykülerine doğrudan tanıklık etmiş. En kurgusal metinde bile sahicilik görmemiz bunun sonucu… Hoyratça dalları kırılan sedir ağaçlarının, kayyumun elinde tarihin çöplüğüne gömülen Diyarbakır Surları’nın, Çine ve Göbel Dağlarında yaşamlarını yitiren madencilerin, silikozis hastası olup mum gibi eriyenlerin, bu hastalığı taşıyanların karşısındaki acılı çaresizlerin ve yaraları sağaltılmayan işçilerin, köylülerin ve daha başkalarının hikayelerini okurken ‘hadi ya…’ deyip isyan edeceksiniz. Nemrutların ateşlerinde yananlara ve yanacak olanlara ‘Bir topal karınca olamamak’ bile ağır taşlar gibi düşecek üstünüze. Çünkü doğa bize muhtaç değil, ona muhtaç olan biziz aslında.  Onu yok etmeye çalışanların gerçekte de kendilerini de yok etmeye çalıştıklarını tez elden öğrenip bunu anlamak, bilmek, görmek istemeyenlerin karşısına çıkıp hadlerini bildirmektir. Çok ama çok da geç olmadan… Yani, sözünü ettiğim şiirimin sonunda dediğim gibi davranmalıyız artık:  “sevdiğim sevdiğim / kuş kadar olalım cümle yılana/ su kadar olalım etten setlere karşı / sevda için kuralım bin barikat/ merhaba desin bize kardeşçe hayat”

Özer, yazılarıyla hepimizi yaşamı, doğayı, hayvanları, börtü böceği, çiçeği, ağacı, kısacası insanın dışındaki her şeyi savunmaya çağırıyor. Bu dizelerimdeki gibi bir çağırış… Çünkü yaşam ve insan/lar isterse, ardıç kuşu yavrularının gösterdiği gibi ölümün kıyısında bile bulur yolunu. Bunun için de yeter ki ‘neme lazımcı, boş vermişçi, bana neci…’ olmasınlar…

07 Temmuz 2022 04:00

Yılanın ağzındaki kuş gibi

"Ekokurgu yazarlığını çoktan kanıtlamış olan Özer, ‘Yılanın Ağzındaki Kuş Gibi’yle bu alandaki üretkenliğini bir kez daha kanıtlamış oluyor."

 

Fotoğraf: Dilek Omaklılar/Evrensel

Tacim ÇİÇEK

Gazeteci, Öykücü ve ekoloji aktivisti Özer Akdemir, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesinden mezun olup 1998’de Evrensel’in Zonguldak muhabirliğine başladığından bu yana ülkemizdeki çevre sorunlarını kendine dert edinmiştir. Özer’in ‘çevre gazeteciliği’ yalnızca köşesinde, edindiği verilerden yola çıkarak yazı yazmak olmadı hiçbir zaman. Sevgili Emine Uyar’in Evrensel’in İzmir Temsilcisi olduğu zamanlarda sık sık gazeteye uğrar, onlarla vakit geçirir, konuşurdum. Çünkü ışık içinde olsun Sevgili Bülen Habora kütüphaneye bakardı ve biz de sıkı dosttuk. Ayrıca gazetede o da ben de yazardım. Tarihini anımsamıyorum ama ilk kez Emine Uyar’ın yanında gördüm Özer’i, sonra hep görüşmeye, konuşmaya başladık. Uyar, gazeteden ayrılıp partide göreve başlayınca yerine Özer geçti. O günden bugüne tanışıklığımız, arada da olsa görüşüp konuştuğumuz olur. Ama o daha çok sırtında çantası, omzunda fotoğraf makinesiyle ve neredeyse ülkemizin her yerine üşenmeden gidip işini en iyi biçimde yapmaya çalıştığından telefonlaşabiliyoruz ancak. İşte bunca sözü, az önce dediğimin gerekçesi olsun diye ettiğimi de belirteyim.

Yazılarında görünür yapmaya çalıştığı her sorunu yerinde görür. İlgililerle konuşur, tartışır, sorgular. İnce eleyip sık dokur, kılı kırk yarar, peşlerini bırakmaz. Ortak çözümlerin altını çizer. Bizatihi eylemlere katılır, haber yapar. Yerel-ulusal erklere gösterir kanıtlarıyla; sorunla ilgili sivil kurumlara haber verir, onların da el atmalarını sağlar. Hep takipçisi olur. Ve serde edebiyat da olunca her yazısına klasik öykü disiplini içinde başlar ve sonlandırır. Böylece ekolojik, çevresel izlekli yazılar öykü tadında olur. Bu yüzden de Özer’in yazıları güncel gazete yazısı olmaktan çıkar; başka bir şeye evrilirler.

Hâlen Evrensel’in İzmir Temsilciliği görevini sürdüren Özer, has ve sıkı bir gazeteci olarak ekoloji haberlerini öykü tadında görünür yapmaya devam ediyor. Bu alanda başka emek verenleri bilemem ama kişisel tanışıklık ve dostluğumuzdan da biliyorum ki, o çoğu yazısını değil neredeyse tamamını olayı/sorunu yerinde görerek yazıyor demem bir abartı olmaz. Nereye çağrılırsa oraya gider omzunda fotoğraf makinesi ve sırt çantasıyla… Her yazısında en az bir görsel kullanır. Bunu da süs olsun, sayfa dolsun diye de yapmaz üstelik. Olayı/sorunu görselle de kalıcılaştırmak, böylelikle bir görsel belgelik de oluşturmak için yapar, fotoğraf kullanmayı.

Yılan hikayesine dönüştürülmüş kimi çevre sorununu da ‘yazıp görünür yaptım, ilgililelere de bildirdim, şikayetçi de oldum, benden bu kadar, gerisi onlara kalmış,’ anlayışıyla davranmıyor hiç... Çünkü yılan hikayesine dönüştürülen sorunların, çevre katliamlarının, ağaç kıyımlarının takipçisi oluyor, sonuçlanıncaya dek peşini bırakmıyor, bedel ödemek pahasına da olsa. Kronikleşmiş çevre  sorunları için yeniden yazması ve kitaplarında da yeniden yer vermesi bunun kanıtı.

Kitap dedim de…

Özer’in ilk kitabı; altın madenlerinin çevre, sağlık ve toplumsal etkilerini ele aldığı ‘Anadolu’nun Altın’daki Tehlike/Kışladağ’a Ağıt’tır.(2011) Bergama Köylü Mücadelesinin sönümlenmesinde büyük etkisi olan Alman Vakıfları ve dış güçler olgusunu işlediği ‘Kuyudaki Taş/Alman Vakifları ve Bergama Gerçeği’ (2011) ise ikinci kitabıdır. Olup biteni çarpıcı veri ve anlatımla dile getirmiştir. Ege’nin iki farklı yöresinde 45 yıl önce yapılan uranyum madenciliğinin çevre ve sağlık üzerindeki katlanılmaz olumsuz etkilerini dillendirdiği ‘Uranyum Uğruna’ (2017) da üçüncüsüdür. Yine ülkemizin dört bir yanında devam eden ekoloji mücadelelerinden doğa, insan ve yaşam hikayelerinden oluşan ‘Doğa ve Direniş Öyküleri’ (2019) ise dördüncü kitabıdır.


Bana göre de ekokurgu yazarlığını çoktan kanıtlamış olan Özer, ‘Yılanın Ağzındaki Kuş Gibi’yle bu alandaki üretkenliğini bir kez daha kanıtlamış oluyor.

Kitabın adı, ‘sunu’dan anlıyoruz ki altın madenciliğine karşı işlerini, bağ ve bahçelerini bırakıp çoluk çocuk sokağa dökülen Bergamalı kadınların hepbir ağızdan dediği, ‘Yılanın ağzındaki kuş gibi çığırıyik’ cümlesinden esinlenmiş. Bergamalıların haklı haykırışı, durumu kitaptaki onca yazının derin ve oldukça da anlamlı bir özeti bu başlık bence. Ayrıca kitap adının bana anımsattığı özel bir gerçeklik de var. O da şu: Edebiyata hevesli olduğum ilk zamanlarda çoğu gibi ben de şiirle görünür, bilinir olmak istemiştim. İlk kitabım da ‘Tırpandır Ellerimiz Acıya’ (Mayıs 1989 /Gerçek Sanat Y / İst.) idi. Burada yer alan ‘vakti değil’ adlı şiirimin başında: sevdiğim sevdiğim / yuvasına yılan giren kuşa bak / setle durdurulan suya bak / gözlerini aç dünyaya bir bak / serçeler soğukta terk etmiyor yuvayı demiştim. Yavrularını, yumurtalarını, kendilerini ve de yuvalarını  kurtarmak için küçücük kuşların karşı koyuşu, yaşamak için olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Çünkü yılanların ağızlarındaki kuşların çığlıkları yaşamın çığlığıdır aslında. Varolmak, özgür ve korkusuz ama olması gereken bir ortamda yaşamak tüm canlıların da hakkıdır. Unuttuğumuz, yok saydığımız, görmezden geldiğimiz gerçeklik şu: Olumsuzluklar, üstünde olduğumuz dalı kesmek gibidir…

Özer, ekoloji mücadelesinin içinden biri olarak, adlarını verdiğim kitaplarındaki her öyküsel yazısında olduğu gibi bu kitabında da ele aldığı yaşamsal öykülerine doğrudan tanıklık etmiş. En kurgusal metinde bile sahicilik görmemiz bunun sonucu… Hoyratça dalları kırılan sedir ağaçlarının, kayyumun elinde tarihin çöplüğüne gömülen Diyarbakır Surları’nın, Çine ve Göbel Dağlarında yaşamlarını yitiren madencilerin, silikozis hastası olup mum gibi eriyenlerin, bu hastalığı taşıyanların karşısındaki acılı çaresizlerin ve yaraları sağaltılmayan işçilerin, köylülerin ve daha başkalarının hikayelerini okurken ‘hadi ya…’ deyip isyan edeceksiniz. Nemrutların ateşlerinde yananlara ve yanacak olanlara ‘Bir topal karınca olamamak’ bile ağır taşlar gibi düşecek üstünüze. Çünkü doğa bize muhtaç değil, ona muhtaç olan biziz aslında.  Onu yok etmeye çalışanların gerçekte de kendilerini de yok etmeye çalıştıklarını tez elden öğrenip bunu anlamak, bilmek, görmek istemeyenlerin karşısına çıkıp hadlerini bildirmektir. Çok ama çok da geç olmadan… Yani, sözünü ettiğim şiirimin sonunda dediğim gibi davranmalıyız artık:  “sevdiğim sevdiğim / kuş kadar olalım cümle yılana/ su kadar olalım etten setlere karşı / sevda için kuralım bin barikat/ merhaba desin bize kardeşçe hayat”

Özer, yazılarıyla hepimizi yaşamı, doğayı, hayvanları, börtü böceği, çiçeği, ağacı, kısacası insanın dışındaki her şeyi savunmaya çağırıyor. Bu dizelerimdeki gibi bir çağırış… Çünkü yaşam ve insan/lar isterse, ardıç kuşu yavrularının gösterdiği gibi ölümün kıyısında bile bulur yolunu. Bunun için de yeter ki ‘neme lazımcı, boş vermişçi, bana neci…’ olmasınlar…

 https://www.evrensel.net/haber/465343/yilanin-agzindaki-kus-gibi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...