20 Şubat 2007 Salı

Otopan kabusu sona erdi

 

20 Şubat 2007 00:00


Hollanda hükümetinin, asbestli gemi Otapan’ı Türkiye’de söktürme düşüncesi hüsranla sonuçlandı. Hollanda Çevre Bakanı’nın, geminin asbestten temizlendikten sonra sökülmek için Türkiye’ye geri gönderilmesi yönündeki girişimlerinin boşa çıktığı anlaşıldı.


Hollanda hükümetinin, asbestli gemi Otapan’ı Türkiye’de söktürme düşüncesi hüsranla sonuçlandı. Hollanda Çevre Bakanı’nın, geminin asbestten temizlendikten sonra sökülmek için Türkiye’ye geri gönderilmesi yönündeki girişimlerinin boşa çıktığı anlaşıldı. Hollanda Çevre Bakanı, Hollanda meclisine gönderdiği bilgi notunda; Türkiye’nin, asbest temizlense bile gemiyi kabul etmeyeceğini söylediğini belirterek yaşadığı hayal kırıklığını dile getirdi.
Türkiye’nin, temizlense bile Otapan’ı kabul etmeyeceği; Hollanda’nın çok okunan günlük gazetesi Volkskrant’ta yayınlanan habere konu oldu. Türk hükümetinin, asbestin temizlenmesi halinde bile Otapan’ın Türkiye’ye girişinin reddedileceği, Hollanda Çevre Bakanı Pieter Van Geel’in parlamentoya gönderdiği bir bilgi notuna dayandırıldı. Hollandalı bakanın, kendi parlamentosuna gönderdiği 2007008321 sayılı bilgi notunda konuyla ilgili kullandığı ifadeler aynen şöyle: “Şimşekler ile (gemiyi sökmek üzere satın alan Türk şirketi) Otapan’ın, 118699 sayılı notifikasyona uyacak şekilde Hollanda’da temizlenmesi (atık miktarının, geçtiğimiz yıl ilk bildirimi yapılan bin kg. asbest muhtevasına indirilmesi kastediliyor) konusunda anlaşmıştık. Ve ben de Otapan’ın, Aliağa’daki Şimşekler Söküm Tesisi’ne götürülmesinin masraflarını karşılayacaktım. Ancak 30 Ocak’ta Türkiye Çevre Bakanı ile bir telefon görüşmesi yaptım. Bu görüşmede Pepe, nereden gelirse gelsin sökülmek üzere gönderilen gemilerin Türkiye’ye girişine izin vermeyeceğini belirtti. Halbuki kendisi, daha önce notifikasyonla uyumlu hale getirildikten sonra Otapan’ın Türkiye sularına girişine izin verileceği sözünü vermişti.”
60 kat fazla asbest
Otapan gemisi, Hollanda’dan Aliağa Gemi Söküm Tesisleri’nde faaliyet yürüten Şimşekler adlı firma tarafından sökülmek üzere ithal edilmişti. Hollanda makamlarının Otapan’da 1 ton asbest olduğu yönündeki beyanına rağmen yine Hollanda’da yapılan bir araştırmada, 60 ton asbest ve miktarı belli olmayacak şekilde diğer zehirli maddelerin olduğu yönünde belgeler ortaya çıkmıştı. Gemide, beyan edilenden 60 kat fazla asbestin olduğunun belgeleriyle ortaya çıkmasının ardından Çevre Bakanlığı, geminin Türk karasularına girişine izin vermemiş, konuyla ilgili görüşmeler yapmak üzere Türkiye’ye gelen Hollanda Çevre Bakanı’nın temasları da sonucu değiştirmemişti. Otapan’ın geri gönderilmesinde, geminin taşıdığı tehlikenin ortaya çıkmasının yanı sıra İzmir’de birçok meslek örgütü, sendika, dernek ve platform tarafından oluşturulan Tehlikeli Gemi Sökümünü Önleme Girişimi’nin de önemli bir etkisi olmuştu. Birçok eylem ve etkinliklerle gemideki asbestin tehlikelerine dikkat çeken girişim, hileli ve yalan beyanlarla Türkiye’ye getirilmesine izin verilen Otopan gemisini, ‘Yasadışı Trafik’ olarak niteleyerek Hollanda’ya iade edilmesi yönünde başarılı bir kampanya yürütmüştü. Girişim, Otapan’ın gönderilmesini doğayı, insan yaşamını ve temiz bir çevreyi savunanların ortak zaferi olarak nitelemişti.
Zehirli atıklar konusunda kirli bir sicili olan Hollanda’nın, geçen ağustos ayında Batı Afrika ülkelerinden Fildişi Sahili’nde, başkent Abidjan civarına gizlice bırakılan ve 7 kişinin ölümüne yol açan zehirli atıkların da sorumlusu olduğu belirlenmişti.

 

(İzmir/EVRENSEL)
Özer Akdemir

Reklam

 

15 Şubat 2007 Perşembe

‘Ben de varım’ diyebilmek için

15/02/2007 
‘Ben de varım’ diyebilmek için 
Özer AkdemirErtan Doğan, 29 yaşında spastik özürlü bir genç. Sol elinin küçük parmağı ile 10 yılda bir kitap yazdı
Ertan Doğan, 29 yaşında spastik özürlü bir genç. İzmir’in Dikili ilçesinde yaşıyor. Sol elinin küçük parmağı ile 10 yılda bir kitap yazdı. Kitabın adı “Ben de varım”. İnsanların engellileri fark etmediği, onlar yokmuş gibi davrandığı ya da onlara acıyarak baktığı bir toplumda, “Ben de varım” diyebilmek; Ertan’ın yaşama tutunmasının dayanağı olmuş…
Ertan Doğan, ilkokul mezunu. Erken ve zor bir doğum, kordon dolanması ardından gelen bir dizi yanlışlıklarla birleşince, beyne yeterli oksijen gitmemesi nedeniyle felçli doğmuş. Elini, kolunu, vücudunun hiçbir organını kontrol edemeyen Doğan’ın en büyük sıkıntılarından birisi de istemsiz kasılma ve hareketler. Yaşama tutunmasında en büyük dayanağı olan annesi Memnune Doğan, Ertan’ı, ilkokulu bitirdikten sonra bir engellinin okuyabilmesi için uygun olmaması nedeniyle okula gönderemediklerini söylüyor.
Oğlunun bir süre sonra büyük bir sıkıntıya girerek bunalım geçirdiğini aktaran anne Doğan, o günleri şöyle anlatıyor: “Girdiği bunalım sonrasında bana ölmek istediğini söyledi. Bu şekilde asalak gibi yaşamak istemediğini söyledi. O zaman oturduk konuştuk Ertan’la. Ölmek istiyorsan öl, dedim. Gittim zehir şişesini getirdim. Al. İç ve öl, dedim. Bana, ‘Ben nasıl içeceğim; ellerimi kullanamıyorum, senin içirmen lazım’ dedi. Ben de dedim ki; bunu isteme benden. Ben katil miyim? Eğer ölmek istiyorsan ikimiz beraber ölelim o zaman. Önce ben içeyim zehri, sonra sana içireyim, dedim. Onun ‘Ya sen ölüp ben kalırsam ne olur?’ sözleri üzerine; Ertan, bizim gerçeğimiz bu. Bunu değiştirmenin imkanı yok. Yapabileceğimiz her şeyi yaptık. O zaman kendi gerçeğini kabul edip ona göre yaşamak zorundasın. İçinde bulunduğun durumu en iyi şekilde değerlendirmek zorundasın, dedim. Onun “Böyle bir durumda ne yapabilirim ki anne?” sorusuna; yaşadıklarını, duygularını, mesajlarını insanlarla paylaşabilirsin mesela. Kitap yazabilirsin, sen söylersin ben yazarım, teklifinde bulundum. Kitap yazma serüveni böyle başladı.”
‘Bir mesaj iletmek istedim’
Ertan Doğan’ın “Ben de varım” adlı kitabında, tüm bu anlatılanlar var zaten. Kendi öz yaşam öyküsünü anlatmış kitabında, ama kendi deyimiyle tekdüzeliğe ve duygu sömürüsüne kaçmadan. Mesajını iletmek kaygısı gütmüş kitabı yazarken. Bir süre Ertan’ın söyleyip annesinin kaleme aldığı dizeler, Ertan’ın sol elinin küçük parmağını kontrol etmeyi öğrenmesi sonrasında cep telefonunun mesaj hanesine yazmaya dönüşmüş. Ertan’ın telefonun mesaj hanesine yazdığı satırları, daha sonra annesi bilgisayara geçirmeye başlamış.
Kitap dört defa yeni baştan yazılmış. Anı şeklinde başlayan kitap, daha sonra romanlaştırılmış. Ertan, kitapta sadece kendi öyküsünün olmadığını söylüyor. Sıradan bir yaşam öyküsünden öte; insanlara mesaj vermek, engellilerin dünyasını anlatmak, engellilerin ilgilenildiğinde, olanak tanındığında neler yapabileceklerini göstermek istediğini vurguluyor özellikle. Ertan, konuşurken zorlanıyor. Tekerlekli sandalyeye, istemsiz hareketler nedeniyle bir yerini yaralamasın diye ayakları bağlı oturuyor. Bir taraftan istemsiz hareketlerle çırpınan bedenini kontrol etmeye çalışırken konuştuğu sözcükler bazen anlaşılamıyor. Ama düşüncelerindeki duruluk ve kurduğu cümlelerdeki uyum ile edebi zeka yönünden ne derece yetenekli olduğu hemen belli oluyor. Kitabı, zaten bunun en güzel kanıtı durumunda.
‘Hawking benzetmesi yanlış’
“Televizyon programcısı olmak istiyordum; ama şu anda yaptığım şeyden çok memnunum. İnsanların kitabımı alırken bir engelliye yardım amacıyla değil de gerçek anlamda bir edebi kitap okuma amacıyla almalarını isterim” diyor Ertan. Kendisinin Stephan Hawking’e benzetilmesinin de çok doğru olmadığı görüşünde. “Çünkü” diyor, “Hawking, fiziksel özürlü olana kadar belli bir yere gelmişti. Profesördü. Ben hiçbir şeyi tanımadan, hiçbir şeye dokunamadan, hayal ederek yazıyorum. Ama Hawking bunları yaşamıştı.” Kendi durumu ile Hawking’inki arasındaki farkı böyle anlatıyor ve ekliyor; “Engelli yönümün öne çıkarılmasını istemiyorum. Buna lüzum yok. Ben Ertan Doğan’ım, bir yazarım.” Annesi de Ertan’ın sadece engelli yönünün öne çıkarılmasından, ortaya çıkardığı eserin ikinci plana itilmesinden duyduğu rahatsızlığı gizlemiyor. “Onun ortaya çıkardığı bir eser var. Kitabının edebi bir yönü, vermek istediği mesaj var. Bunların görülmesi önemli olan” diyor. Ertan’a kendisinin çok şeyler verdiğini ama ondan da çok şeyler öğrendiğini belirterek “Ertan’la birlikte olurken insan olduğumu, insanın nasıl olması gerektiğini öğrendim. Onun sayesinde bilgisayarı, teknolojiyi kullanmayı öğrendim” diye konuşuyor. (İzmir/EVRENSEL)


‘Yaşamla kimsenin anlaşması yok’
Ertan, görüşmemizde ikinci bir kitabın yanı sıra şiir de yazmaya başladığını söylüyor. İkinci kitabın içeriğine çok fazla girmek istemese de kitabın tamamen bir kurgu olduğunu, farklı iki yaşamın birleşmesi, çatışması ve güncel olaylarla bağlantısını konu edindiği bilgisini veriyor sadece. Ertan’ın babası da Dikili Engelliler Derneği Başkanlığı’nı yapıyor. Ertan’ın durumunun, yazdıklarının 260 engellinin yaşadığı Dikili’de onların yaşamlarını kolaylaştırmak için birçok şeyin yapılmasının önünü açtığını aktarıyor. Belediye Başkanı Osman Özgüven’in de olumlu yaklaşımı ve katkılarına özellikle vurgu yapıyor. Engellilere, “Mutlaka yapabileceğiniz bir şeyler, ‘Ben de varım’ diyebileceğiniz şeyler vardır” diyen Ertan, insanlara da daha duyarlı olmaları çağrısı yapıyor ve ekliyor: “Potansiyel engelli olduğunuzu unutmayın. Yaşamla kimsenin bir anlaşması yok.”

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...