30 Ağustos 2019 Cuma

Açık Radyo - Ekoloji-Ekonomi_30 Ağustos 2019 (Salihli Hacıbektaşlı JES mücadelesi)


Açık Radyo Ekonomi&Ekoloji’de Manisa Salihli Hacıbektaşlı Köyü’nde JES'e karşı direnen yurttaşlara yönelik polis ve jandarma saldırısını, Ege’deki JES tahribatlarını Evrensel gazetesi yazarı Özer Akdemir ile konuşuyoruz, bekleriz...
http://acikradyo.com.tr/podcast/219327

https://www.blogger.com/blogger.g?tab=mj&blogID=7587775499842386213#editor/target=post;postID=4757809967203124022

Resim

Mitil böyle atılır: 70 yaşındaki Ayşe teyze, JES şirketinin karşısına çıktı


30 Ağustos 2019 11:47

Aydın Yılmazköy'de JES şirketi hukuksuz bir şekilde çalışmaya devam ederken karşılarına 70 yaşındaki Ayşe teyze çıktı.
Mitil böyle atılır: 70 yaşındaki Ayşe teyze, JES şirketinin karşısına çıktı
Ayşe Çetin Yılmaz | Fotoğraf: Şermin Çetin
Özer AKDEMİR
İzmir
Aydın Yılmazköy'de JES firması hukuksuz bir şekilde su kanalının yanından boru döşemeye devam ediyor. Bir haftadır sabah erken saatlerde çalışmaya başlayıp köylüler alana gelince çalışmayı bırakan şirket adım adım işlerini tamamlıyor. Şirketin çalışma yaptığı yola attığı örtünün üzerine yatarak iş makinelerinin geçmesine engel olan 70 yaşındaki Ayşe Çetin, Anadolu kadınının topraklarını korumak için mitili makinenin önüne atmaktan çekinmediğinin en somut kanıtı durumunda.
DSİ KANALINDAN JES BORUSU GEÇİRİYORLAR
Maren Enerji adlı şirket aylardır Yılmazköylülerin kabusu olmuş durumda. Hukuksuz bir şekilde köylülerin zeytin tarlalarının içinde JES kurmak isteyen şirkete karşı köylüler açtıkları davaları kazandılar. Kazanılan davalar ise şirketin çalışmasına engel olmadı. Zeytinliklerde JES yapamayacağını anlayan şirket bu sefer de Yılmazköy'de bulduğu jeotermal suyu borularla komşu İmamköy'de bulunan JES tesislerine götürmek için çalışmalarına devam etti. Yine hukuksuz, belediyeden ve ilgili kurumlardan izin almadan çalışmalarını sürdüren şirket borularını sulama kanallarının yanından geçirmek için DSİ ile bir protokol imzaladı. DSİ'nin zamanında yurttaşlardan istimlak ettiği araziyi sulama kanalı dışında herhangi başka bir iş için kullanamayacağı açık hükmüne rağmen bu arazileri JES firmasına kiralamasının yasadışı olduğuna dair itirazlar da herhangi bir sonuç vermiş değil.
KÖYLÜ TEPKİ GÖSTERİNCE ÇALIŞMA DURUYOR
Köylüler ve avukatları geçtiğimiz haftalarda firmanın DSİ ile yaptıkları protokole aykırı bir şekilde, tam sulama mevsiminde çalışma yapmasına protokoldeki "Sulama mevsiminde hiçbir çalışma yapılamaz" maddesini dayanak göstererek engel olabilmişlerdi. Yılmazköy mahallesinin bağlı olduğu Efeler Belediyesi de şirkete gereken izinleri vermeyerek çalışmaların durmasında rol oynamıştı. Buna rağmen şirket, su kanallarının yanı başında çalışmaya devam ediyor. İzinsiz, protokollere ve yasalara aykırı bir şekilde çalışma yapan şirket elemanları ancak köylüler tepki gösterince işi bırakıyorlar. Buna rağmen sabah erken saatte tekrar çalışmalara başlayan şirket, adım adım JES borularını döşeyerek işini tamamlıyor.

Fotoğraf: Şermin Çetin
YETMİŞ YAŞINDA YOL ÜSTÜNDE DİRENİYOR
Yılmazköylüler geçtiğimiz günlerde şirketin çalışmalarına yine engel oldular.  Borulara yapılan kaynak sırasında küçük çaplı bir yangın tehlikesi de atlatılan bölgede Yılmazköylü Şermin Çetin'in kaynaktan sıçrayan ateşle yanabileceği uyarılarına şirket çalışanlarından birisinin "yanarsa yansın" dediği dile getiriliyor. 70 yaşında, hasta haline rağmen çalışmaların olduğu bölgeye giderek yol üstüne attığı örtüsü ile şirket makinelerinin geçişine engel olan Ayşe Çetin son nefesine kadar zeytinlerini korumakta kararlı olduğunu söyledi.
Fotoğraf: Şermin Çetin
"PATRONLARINIZ GELSİN"
Bu sabah Yılmazköylülere destek için bölgeye giden AYÇEP'liler alanda çalışma yapan şirket işçilerine "Patronlarınız gelsin. Siz emekçi kardeşlerimize söz söylemek, karşı karşıya gelmek istemiyoruz" dediler. Yılmazköylüler pazartesi günü şirketin yasadışı bir şekilde çalışmasına göz yuman DSİ hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını dile getirdiler.

VİDEO| JES direnişine jandarma saldırısı: Bir sürü video çekti, kıralım telefonu

Aydın’da JES ihalesine katılan olmadı ama tehlike geçmiş değil

Efemçukuru altın madenine direnen Yalnız Efe AİHM'de hakkını arayacak

Kaz Dağı, su ve vicdan...




29 Ağustos 2019 Perşembe

Silopi Röportajları 3 - Silopili Selahattin Şık: ‘Keşke ben bir köpek olsaydım!..’


29 Ağustos 2019 23:23


Cudi Ekoloji ve Kültür Derneğ Başkanı Fadıl Tay, halkın termik santrale karşı süren mücadelesinden bir sonuç çıkmaması üzerine “hiç olmazsa filtre taksınlar” noktasına kadar geldiklerini söyledi.

Özer AKDEMİR
Silopi
Silopi’de termik santral ve diğer çevre sorunlarına karşı yıllardır mücadele eden Cudi Ekoloji ve Kültür Derneğ 2016 yılında KHK ile kapatılmış. Dernek Başkanı Avukat Fadıl Tay çevre koruma ve termik santralin zararlarına karşı yaptıkları eylemler nedeniyle hâlâ yargılandıklarını söylüyor. HDP ilçe binasında görüştüğümüz gazete dağıtımcısı Selahattin Şık’ın sözleri ise yıllardır baskı altında yaşamanın insanlar üzerinde nasıl bir psikoloji oluşturduğuna çok çarpıcı bir ışık tutuyor.
Silopili Selahattin Şık: ‘Keşke ben bir köpek olsaydım!..’
Fotoğraf: Evrensel/Özer Akdemir
EN BÜYÜK SIKINTIMIZ TERMİK SANTRAL
Fadıl Tay derneği kurduklarında aralarında öğretmenler, avukat, imam, öğrenci gibi her meslek ve yaş grubundan kişinin bulunduğunu ama çoğunluğun gençlerde olduğunu söylüyor. “En büyük sıkıntımız termik santraldi. Asfaltitle çalışan tek santralmiş. Toplam 405 MW’lık elektrik üreten bir santral”. Tay’ın termik santralin sağlık etkisi ile ilgili sözleri resmi rakamlardan öte gözlemlere ve bazı kurumlardan gizlice de olsa aktarılan bilgilere dayanıyor. Kanser oranları, türleri vs. gibi resmi verilere ulaşmak ülkenin diğer bölgelerinde olduğu gibi Silopi’de de çok zor, hatta olanaksız!
ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK
Tay, ilçedeki sağlık sorunlarına dair şunları anlattı: “2009-2010 yılları arasında kadınlarda düşük doğumlarda çok ciddi artış vardı. Çeşitli hastalıklar türemişti. Biz hemen suç duyurusunda bulunduk. Ancak işleme alınmadı. Hâlâ da sürüyor sanırım. Hasta olanlar da hastalıklarını saklıyor. Akrabaları termikte çalıştıkları için ses çıkaramıyorlar. Öğrenilmiş bir çaresizlik var. Silopi’de 2015’ten sonra resmi olarak bizden kemoterapi için izin, yol yardımı alan kişi sayısı 200’e yakın kişi oldu. Doktorlar ‘Ne oluyor, sizden geliyor neredeyse bütün hastalar’ diyorlar. Kanserler çok genç yaşlarda görülmeye başlandı, 18 yaşında kolon kanseri var. Abartısız her evde neredeyse bir kanser vakası var. Doğal olarak insanlar 'Biz çocuklarımızı nasıl sağlıklı tutacağız' diyor. Bizim meslekten birçok avukat arkadaş evini taşıdı mesela Silopi’den. Politik sıkıntılar da var ama hepsi birbirine bağlı. Birine ses çıkaramazsanız stres de artıyor. Kanserler de çoğalıyor. Hiç sigara içmeyen arkadaşlarımız var. Bir yıl içinde 15-20 genç arkadaşımızın adını sayabilirim. Devlet hastanesi bize kısıtlı bir bilgi verdi”.
SINIRIN ÖTE YAKASINDA ZAHO DA TERMİK SANTRAL MAĞDURU
Ehliyet kursunda eğitmenlik yapan 36 yaşındaki Yunus Belgiş’in dört çocuğu var. Termik santralin zararları ile ilgili araştırmalar yaptıkça endişesinin arttığını söyleyen Belgiş, “En büyük kaygım Silopi’de çocuklarıma sağlıklı bir gelecek olmaması. İmkanım olsa bugün ayrılırım. Çünkü biz burada göz göre göre ölüyoruz! Her gün sela sesleri duyuluyor ilçede. Sınırın öte yakasında ki Zaho’da termik santrale 5 kilometre uzaklıkta. Sosyal medyadan izlediğim kadarıyla oradaki durum bizden de kötü” diyor.  
"KAZ DAĞI NEYSE CUDİ DE O"
Halkın termik santrale karşı yıllardır süren mücadelesinden bir sonuç çıkmaması üzerine “hiç olmazsa filtre taksınlar” noktasına kadar geldiğini anlatan Tay, bu taleplerinin de duymazdan gelindiğini söylüyor. “Ciddi masrafları var o yüzden yapamıyoruz” diyorlar. Oradaki kâr zaten trilyonla ifade ediliyor. Bir günlük kârınızı filtreye verseniz zaten bu masraf çıkar. En azından zehir azalsın. Hukuk mücadelesi verip termik santralin kaldırılmasına çalışacağız. Bu sorun yerelde kalmamalı. Kaz Dağı deyince bizim de ciğerimiz yanıyor. Oradaki doğa neyse Cudi’deki de aynıdır bizim için.”
Fotoğraf: Evrensel/Özer Akdemir
KALP KRİZİ YAŞI 3’E İNDİ
Silopi Belediye Meclisi Başkanı Mehmet Yalget Tekin, termik santralin etkilerini yaşamlarında çok net biçimde hissettiklerini anlatıyor. “Kalp krizi oranları üç yaşa indi” diyen Tekin, kaza dışında eskiden genç ölümü olmayan ilçede artık gençlerde de kanser ve kalp krizi gibi hastalıklarda ölümlerin çok sık yaşandığını söyledi. Tekin, tarımın da içler acısı bir halde olduğunu dile getiriyor: “Ürünlerimiz de yeteri kadar olmuyor. Pamuk da dışarı gitmiyor, toprak da etkilendi. Eskiden ekilen pamuktan binlerce ton alınırken şimdi verim ciddi oranda düştü. Bunun sebebi de hava kirliliği ve asit yağmurları. Eskiden kendi buğdayımızı üretip kendi ekmeğimizi yaparken şimdi onu da yapamıyoruz. Yerli buğdayımız da yok olmak üzere”
"KÖPEK KADAR DEĞERİMİZ YOK!"
İlçede, ’90’lı yıllarda kontrgerilla tarafından işkence ile öldürülüp BOTAŞ kuyularına atıldığı ortaya çıkan onlarca politik cinayetin travmasını hâlâ hissetmek mümkün. BOTAŞ kuyuları lafı geçtiğinde birkaç cümle sonra kuyulara atılan genç insanların sözü edilmeye başlanıyor. Günlüğü 40 liraya gazete dağıtıcılığı yaptığını söyleyen Selahattin Şık’ın da amcası öldürülüp BOTAŞ kuyularına atılmış. Muhalif Kürt medyasının dağıtımını yaptığı için sürekli tehdit altında olduğunu anlatan Şık’ın sözleri son derece düşündürücü. Yaşadığı, hissettiği gerçekliği çok çarpıcı sözcüklerle ortaya koyan Şık’ın bütün yaşananlara rağmen son sözü yine kardeşlik üzerine: “Bugün yarın beni yakalayacaklar, gazete dağıttığım için. Yakalamazlarsa bir sokakta arabayla çarpıp kaza diyecekler. Niye? Biz burada sesimizi çıkarıyoruz çünkü. Keşke ben bir hayvan olsaydım. Gerçeği diyorum. Bir köpek olsaydım da insan olarak burada yaşamasaydım. Keşke insanların binde biri köpek gibi sadık olsaydı. Köpek kadar değerimiz yok. Bu dünya bizim değil aslında. Ölüm eşittir ama hak eşit değildir. Burası böyle bir ülke. O yüzden dağa giden çok olur. Hiç kimse bu saatten sonra kimseye kölelik yapmaz. Bak Saddam’a, Kaddafi’ye ne oldu? Senin en yakının Kürtlerdir zaten. Kürtlerle bir ol Ortadoğu’nun gücü olursun. ABD o zaman senden korkar. Birleşsek hiç kimse bizim hakkımızdan gelemez. Hem gücümüz hem zenginliğimiz. Hem de kardeşiz biz gerçekten...”
Silopi’den, ilçeye girdiğimiz gibi polis arama noktasından geçerek ayrıldık. Tam da bizim ziyaretimiz sürecinde Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediyelerine, daha seçimlerden dört ay geçmişken, sudan gerekçelerle kayyum atanmasının moral bozukluğu vardı. Termik santralle zehirlenen, politik görüşleri nedeniyle hep dışlanan, örselenen, yine de son sözü bile kardeşlik olan mazlum bir halk bıraktık geride. (BİTTİ)

"Silopi'de Termik Santrale herkes karşı ama hiç kimse konuşamaz!"

Termik santral kıskacındaki Silopi "tinne köy" olma yolunda!



28 Ağustos 2019 Çarşamba

Silopi Röportajları 2 - "Silopi'de Termik Santrale herkes karşı ama hiç kimse konuşamaz!"


 28 Ağustos 2019 17:26


Silopili Mesut Değer'e göre, yöre halkı Silopi Termik Santraline karşı ama "Konuşursam akşam ifadeye çağırırlar, maaşımdan olurum" diyerek tedirginliğini anlatıyor.

"Silopi'de Termik Santrale herkes karşı ama hiç kimse konuşamaz!"
Özer AKDEMİR
Silopi
Şırnak Silopi’nin Görümlü ve Çalışkan beldeleri arasında bulunan Ciner Holding'e ait Silopi Termik Santrali 2009 yılında faaliyete geçmiş. 135 MW’lık ilk ünite Çinli CMEC firması tarafından inşa edilmiş. Asfaltit yakıtlı bu termik santrale daha sonra yine Çinli firma tarafından 2014 ve 2015 yılında faaliyete geçen 135135 MW’lık iki ünite daha yapılmış. 2000 kişinin üzerinde işçinin çalıştığı termik santral adeta bir kale gibi korunuyor.
İKİ KORUCU BELDENİN ORTASINDA
İki korucu köyün ortasına kurulu olan termik santralin etrafında gözetleme kuleleri, kalekol ve askeri üs bölgeleri bulunmakta. Termik santralin çevre ve sağlık etkilerini araştırmak için gittiğimiz Görümlü beldesinde iletişim kurmak istediğimiz hiç kimse bu konuya dair bizimle görüşmek istemedi. Etrafında adete kuş uçurulmayan, beldede halkın büyük bir kısmı termik santralle ekonomik ilişki içerisine girmiş durumda. Cudi Dağı’nı eteklerinde bulunan beldenin yaslandığı dağın hemen üst taraflarından çıkarılan kömürler kamyonlarla termik santrale getiriliyor. Termik santralin dev bacasından beyaz bir duman gece gündüz tüterken bu dumanın bazı günlerde siyah bir renge büründüğü dile getiriliyor.
Fotoğraf: Evrensel/Özer Akdemir
FOTOĞRAF MAKİNESİNDEN KORKAN ÇOCUKLAR!
Fotoğraflarını çekmek için duraksadığımız köy çocuklarından birisinin makinemizi silaha benzeterek korkup kaçması köydeki psikolojiyle dair ip uçları veriyordu. Aracımızın içinden çıkmadan pencereden konuştuğumuz adının bilinmesini istemeyen bir köylü büyük baskı gördüklerini söylüyordu. “Köyde ayda 15 kadın düşük yapıyor” diye çarpıcı bir bilgiyi fısıldar gibi aktaran köylü, “Burada termik santrale herkes karşı ama kimse konuşamaz”!..
Fotoğraf: Evrensel/Özer Akdemir
TERMİK SANTRALİN DİBİNDE BİR LİSE!
Hemen yanı başındaki tepecikte önünde zırhlı bir araçla nöbet tutan askerlerin bulunduğu termik santral tesislerinin içinde iki büyük baca tütüyordu. Çıkan küller ise tel örgülerle çevrili santralin bahçesine yığılmıştı. Santralle ilgili en ilginç detaylardan birisi de termik bacasına 20 m uzaklıkta Park Çok Programlı Anadolu Lisesi oldu. Adeta termik santralin bahçesinde bulunan lisede başta Görümlü ve Çalışkan beldeleri olmak üzere yakın bölgede oturan vatandaşlardın çocukları öğrenim görüyor. Termik santralle iktidar partisinin adeta iç içe geçtiği, santrale kömür sağlayan şirketin AKP’li Görümlü Belediye Başkanı Ruşen Tellioğlu olduğu, yine kızının da aynı partinin Silopi ilçe başkanlığını yaptığı bilgisini verdi yerelden görüştüğümüz Silopililer.
Fotoğraf: Evrensel/Özer Akdemir
TERMİK YÜZÜNDEN BİR YIL İÇİNDE 511 İNSAN CANINDAN OLDU
Silopi Belediyesinde görüştüğümüz Belediye Eş Başkanı Süleyman Şavluk termik santralin etkisini Çernobil faciasına benzetti. Silopi halkının santrale karşı güçlü bir karşı koyuş yaptığını belirten Şavluk, “Santral Cudi’den çıkarılan kömürle çalıştırılıyor. Hem doğayı, hem de canlı yaşamını katlediyor. Bu santral sadece bir yıl içerisinde 511 insanın canına mal oldu bu bölgede. Bu santralin sadece bu işi yapanın cebini doldurmasının ötesinde bölgeye hiçbir yararı yok. Düşükler, tansiyon, kanserler uçmuş. Her evde bir kanser hastası var” diye konuşuyor.
MEYVELER DALINDA ÇÜRÜYOR
Santralden önce geçimlerini meyve ve sebzeden sağladıklarını belirten Şavluk, “Şimdi dalında çürüyor. Biz hakkımızı aramaktan vazgeçmedik. Bu santrale karşı mücadelemizi sürdüreceğiz. Bütün halkımıza çağrımız gelin demokratik hakkımızı kullanalım, sesimizi yükseltelim. Toplumun tümünü etkileyen bir sorun bu. Askerin de, polisin de memurun da. Bütün insanlara çağrı yapıyoruz; Gelin gücümüzü birleştirelim, bu soruna karşı demokratik sesimizi yükseltelim.”
DOĞAMIZI ÖLDÜRÜYORLAR
Kendilerine termik santralin geceleri filtrelerini kapattığı bilgisinin geldiğini ifade eden Şavluk, “Görümlü ve Çalışkan beldelerinin incirleri meşhurdu. Ancak şimdi kimse oralardan incir almıyor. Toprakta ciddi bir zehirlenme var ve sebzelere meyvelere karışmış durumda. Doğamızı öldürüyorlar. Ancak kimse gelip bu termik santralle ilgili bir araştırma yapamıyor, haber yapamıyor. Buranın yetkilileri ve insanıyla konuşamıyor. Sesimizi ne kadar yükseltsek de buranın dışına çıkamıyor. Hali vakti yerinde olan insanlar çocuklarını buradan kaçırıyor. Kaçan kaçana!” diyor.
Fotoğraf: Evrensel/Özer Akdemir
KONUŞANI AKŞAM İFADEYE ÇAĞIRIRLAR
 Silopili yurttaşlardan Mesut Değer de termik santralle ilgili yakınlardaki köy ve beldelerden kimsenin konuşamamasını onların devlet memuru olmasına ve santralde çalışmasına  bağlıyor. Herkes “Termik santrale karşı konuşursam akşam ifadeye çağırırlar, maaşımdan olurum diye korkuyor. Oradaki bir arkadaşım ayda 15 çocuk ölü doğuyor diyor. Bu böyleyse hâlâ neden konuşmuyorlar? Yıllardır AKP’nin yandaşı bu termik santral”.
Bahçelerindeki incirleri, narları artık yiyemez hale geldiklerini söyleyen Değer, “Çünkü içi kapkara. Hayvanlar ve insanlarda kanser vakaları arttı. Pis bir koku geliyor geceleri. Çok kişiden duydum kadınların düşük yaptığını. Sebebi termik diyorlar”.





Silopi Röportajları 1 - Termik santral kıskacındaki Silopi "tinne köy" olma yolunda!


 28 Ağustos 2019 09:15

"Biz burada unutulmuşuz. Tinne köy olmuşuz! Kimsenin haberi yok ne çektiğimizden. Ne acılar gördüğümüzden. Bu köyde genç yaşta ölen bir sürü insan var ama kimsenin haberi yok."
Termik santral kıskacındaki Silopi "tinne köy" olma yolunda!
Özer AKDEMİR
Silopi
Türkiye’deki kömürlü termik santrallerin çevre ve sağlık etkileri konusunda araştırmalar yapan Yeryüzü Derneğinin gitmediği bir iki termik santralden birisi de Silopi Termik Santrali. Diğer yerlerdeki santrallerin aksine hemen hemen hiç ses soluk çıkmayan, haberlere kırk yılda bir konu olan Silopi’deki termik santralle ilgili görüşmeler ve çekimler beklenildiği gibi bir hayli sıkıntılı geçti. İlçe, bölgenin genelinde olduğu gibi polis ve jandarma tarafından çok sıkı bir güvenlik çemberi içine alınmıştı. Giriş çıkışlar da sıkı denetimlerle yapılıyordu. Nusaybin tarafında fuel oil yakıtlı Karkey, Zaho tarafında kömürlü Cenal Termik Santrallerinin tam ortasında kalan Silopi’de anlatılanlar termik santral gerçeğini tüm çıplaklığı ile gözler önüne serer nitelikte. Görüşebildiğimiz Silopililerin anlattıklarına göre termik santralin sağlık ve çevre etkileri ‘felaket’ diye nitelenecek derecede kötü. Yörede herkesin karşı olduğu söylenen termik santrale karşı, özellikle santrale yakın köylerde hiç kimse konuşamıyor!
SEREBİYE KÖYÜ İLK DURAK
Yeryüzü Derneğinden Akif Pamuk ile termik santralin etkileri ile ilgili görüşmelerde bulunmak için Mardin havaalanından Silopi’ye doğru yola çıktığımızda ilk görüşmeleri yaptığımız yer Silopi’ye girmeden ilçeye bir iki kilometre uzaklıktaki Serebiye köyü oldu. Görüşeceğimiz kişi olan Sait Değer bizi köyün hemen girişinde karşıladı. Birkaç evin üçgen biçimiyle yerleştiği küçük bir mahallede üçgenin sivri ucundaydı evi. Üçgenin ara boşluğunda kocaman iki tane TIR park etmiş, onların yanında da bir iki otomobil görünüyordu.  
30-35 yaşlarında, siyah sakallı, hafif etine dolgun, esmer, güleç yüzlü bir adamdı Sait Değer.
Fotoğraf: Evrensel
İKİ ÜNİVERSİTE BİTİRMİŞ BEŞ DİL BİLEN "DİPLOMALI ÇAYCI"
Yolda, çay içtiğimiz küçük bir çardakta tanıştığımız ve anında ahbap olduğumuz Şehmuz vermişti Sait’in telefonunu. Şehmuz biri Türki Cumhuriyetlerin birisinde olmak üzere iki üniversite bitirmiş, üstüne yüksek lisans yapmış, yurt dışına gidip çalışmış, beş yabancı dil bilen kendi tabiriyle “diplomalı çaycıydı”. Cizre’yi çıktıktan sonra Silopi’ye doğru yokuşa saran yolun sağ tarafında, Cizre nehrini uzaktan gören bir yerdeydi çardağı. Tam karşısındaki tepenin ucunda askeri bir nöbet kulübesi bulunuyordu. Gölgesine birkaç taburenin ancak sığdığı çardakta yayık ayranı, çay, limonata satıyordu. Çardağın elektriğini bir güneş paneli ile elde ediyordu. Termik santralin çevre ve sağlık etkisine dair haber yapmaya geldiğimizi söylediğimizde santrale komşu Serebiye köyünden Sait’i aradı yanımızda. Durumu anlatıp bize yardımcı olmasını istedi.
GÜVERCİN TAVANLI MİSAFİR ODASI
Sait’in klimalı misafir odası öğleden sonra gölgede 40 dereceyi bulan Silopi sıcağında cennet gibi geldi bize. Çok zevkli döşenmiş, tabandan tabana gri-beyaz yumuşacık tüyleri bulunan bir halı ile kaplıydı. Tavanında ise pamuk gibi beyaz birkaç bulutun da bulunduğu masmavi bir gökyüzünde uçan güvercinlerin resmi vardı. Odanın bütün duvar diplerine, televizyonun bulunduğu duvar hariç yumuşak kalın sırt dayayacak minderler diziliydi. Yaklaşık iki saate yakın konuştuk Sait’le. Bu konuşmanın bir bölümüne kendisini yaşlarında amcasının oğlu Sadullah da katıldı. O da Sait gibi sınırdan kamyonla taşımacılık yapıyordu. O da Sait gibi işlerin durma noktasına geldiğini anlattı. “Birkaç yıl önce yılda 85 bin dolar kazanıyordum. Şimdi 500 dolar ancak giriyor kasamıza. Ufak tefek tarlamız bağımız olmasa aç kalacağız” dedi.
"YARI İNSAN YARI BAŞKA BİR ŞEY BEBEKLER DOĞDU"
Tarlaların artık eskisi kadar ürün vermediğinden yakındı Sait. Sebebini köye bir iki kilometre uzaklıkta bulunan Karkey Termik Santraline bağladı. 2000-2001 yıllarında termik santralin ilk kurulduğu dönemde santralin etkisi ile ilgili hiçbir bilgilerinin olmadığını, kendilerine iş aş kapısı diye anlatıldığını söyledi ama birkaç yıl sonrasına dair sözleri nasıl korkunç bir gerçeklikle yüz yüze olduklarını dile getiriyordu; “Burada ilk kurulduğunda filtre takılacaktı. Başlarda takıldı da. Zararı azdı o zamanlar. Sonra büyüdü santral. Büyüdükçe filtreler çalıştırılmamaya başlandı. Sadece denetleme geldiğinde çalıştırılıyordu. Bir süre sonra köyde hastalıklar arttı. Kadınlar da düşükler korkunç bir şekilde çoğaldı. Sakat doğumlar, yarı insan yarı başka bir şeye benzeyen bebekler doğdu. Hayvanların ölümleri başladı. Oysa termik santralden önce binde bir olan bir olaydı bu”. Sık sık doktora gitmeye başladıklarını, termik santralden kaynaklı sağlık sorunlarına dair raporlar aldıklarını söyleyen Sait, bu raporlarla termik santrali kapatmak istediklerini ancak bunun mümkün olmadığını ifade etti. Bir süre sonra doktorlar da rapor vermemeye başlamış zaten; “Verdik başımıza iş açıldı. Gidin başka doktorlar versin” demişler.
Fotoğraf: Evrensel
EKİNLER ÖLDÜ!
Suriye’yle yaşanan kriz sonrası taşımacılık işinin durma noktasına geldiğini, bunun yanında atadan bu yana yaptıkları tarımda da termik santralin etkisini görmeye başladıklarını dile getiren Sait şunları anlatıyordu; “Köyün geneli nakliyatçı. Hem ziraat hem nakliyat. Ama ziraat bitti. Eskiden 500 dönüm ekerdik şimdi 100 dönüme kadar düştü. Traktörler boş durmasın diye ekiyoruz tarlayı. Santralden önce çok güzel verim vardı.”
Ekinlerimiz olmuyor artık. Boy var başak boş. Ekinler öldü!.. Şu an bir kavunun bile tadı yok. Termik santralin ilk yapıldığı dönemlerde biz damlarda yatardık. Sabahleyin uyandığımızda gökyüzü tamamen bir kara buluttu. Bacadan çıkan duman gökyüzünü tamamen kapatmıştı. Beyaz çamaşırları yıkayıp astığımızda sabah grileşiyordu”.
"TİNNE KÖY OLMUŞUZ!.."
Seslerinin duyulmadığını, adeta hiç yoklarmış gibi bir umarsızlıkla kaderlerine terk edildiklerini anlattı Sait; “Biz burada unutulmuşuz. Tinne köy olmuşuz! Kimsenin haberi yok ne çektiğimizden. Ne acılar gördüğümüzden. Bu köyde genç yaşta ölen bir sürü insan var ama kimsenin haberi yok. Amcam dağ gibi adamdı. Ankara’ya, Batman’a, Diyarbakır’a birçok yere doktora götürdüm. Doktorlar hastalığını bile bulamadı. Ankara Numune Hastanesinde vefat etti. Amca oğlum da gençti, o da aynı şekilde öldü!
* Tinne: Yok - Kürtçe
YARIN: İki korucu köyün arasında termik santral
https://www.evrensel.net/haber/385667/termik-santral-kiskacindaki-silopi-tinne-koy-olma-yolunda-2

26 Ağustos 2019 Pazartesi

Ekoloji Birliği: Salihli Hacıbektaşlı Halkının yanındayız



Resim

JES direnişine jandarma saldırısı: Bir sürü video çekti, kıralım telefonu



Manisa’nın Salihli ilçesi Hacıbektaşlı Mahallesinde JES'e karşı direnen yurttaşlara polis ve jandarma saldırdı, 26 kişinin gözaltına alındığı öğrenildi.
 26 Ağustos 2019 12:43
Özer AKDEMİR
İzmir
Manisa’nın Salihli ilçesi Hacıbektaşlı Mahallesinde yapılmak istenen JES'e karşı direnen vatandaşlara polis ve jandarma saldırdı. 26 kişi gözlatına alındı. Polis saldırısı sırasında çekilen bir videoda bir jandarma eri, eylem yapan kadının telefonunu aldı ve küfür ederek, "Bir sürü video, fotoğraf çekti, telefonu kıralım” ifadelerini kullandı. Video çeken kadının da gözaltına alındığı öğrenildi. 
NÖBET YENİDEN BAŞLAMIŞTI
 
Fotoğraf: Evrensel
Salihli’nin Hacıbektaşlı Mahallesinde konutların yanı başına yapılmak istenen JES'e karşı aylardır direnen mahallelinin kararlı direnişleri sonrası şirket geri adım atarak çalışmaları durdurmuştu. Önceki gün şirketin alana kamyonlarla iş makinelerini taşımak istemesin üzerine yurttaşlar buna engel olarak yeniden nöbete başladı. Bugün sabah saatlerinde yurttaşlar JES inşaatı alanına giden yolun üzerinde ellerinde döviz ve pankartlarla toplanarak JES istemediklerini bir kez daha dile getirdiler. İş makinelerinin geçeceği yola üzüm seren yurttaşlar, jeotermalin geçim kaynağı olan tarıma, toprağa, suya ve havaya vereceği zararla iç içe yaşamak istemediklerini dile getirdiler. Hacıbektaşlıların direnişine EGEÇEP, TURÇEP, Yeni Foça Forum gibi ekoloji örgütlerinden yaşam savunucuları da destek verdi.
GAZLI SALDIRI SONRASI 26 GÖZALTI VAR
 
Fotoğraf: Evrensel
Sabah saatlerinden itibaren çok sayıda jandarma ve polis aracı, TOMA'lar ve robokop giysili jandarmalar eşliğinde bölgeye geldi. Yapılan görüşmelerde halk şirketin çalışmasına izin vermemekte kararlı olduğunu ortaya koyunca jandarma müdahalesi geldi. Coplar ve göz yaşartıcı gazlarla, direnen halka saldıran jandarmaya halk kol kola kenetlenerek karşı koydu. Dakikalarca süren saldırıda aralarında kadın ve çocukların olduğu vatandaşlardan yaralananların olduğu ve yurttaşlardan 26 kişinin gözaltına alındığı dile getirildi. 
Gerginliğin hala devam ettiği bölgede halk mahalle aralarına dağılmış durumda. 
Resim
"BİR SÜRÜ VİDEO VAR, TELEFONU KIRALIM"
Bu sırada çekilen bir videoya göre bir jandarma eri, annesi gözaltına alınan kadının telefonunu elinden çekip alıyor ve "Bir sürü video, fotoğraf çekti, telefonu kıralım” ifadelerini kullanıyor. Video çeken kadının da gözaltına alındığı öğrenildi.
Videodaki diyalog şöyle: 
- Bu O...’nun telefonu. O şapkalının. Bir sürü fotoğraf video çekti bununla.
- Napalım?
- O şeyin ekibine verelim... Ya da kıralım telefonu. Telefonu istiyor çünkü. Bak, “Telefonumu lütfen verin” diyor.
Resim
"BİZİM DEĞİL SANKO'NUN DİLEKÇESİNİ DİKKATE ALDILAR"
EGEÇEP Hukuk Komisyonu üyesi Av. Berna Babaoğulları SANKO Şirketinin kaymakamlığa dilekçe vererek işletme alanında güvenliği sağlamalarını ve yurttaşları bölgeden uzaklaştırmalarını istediğini belirterek, "Bizler de kaymakamlığa ve valiliğe dilekçe verdik. SANKO'nun burada yapacağını söylediği ısıtma amaçlı jeotermal sondajına dair hiçbir başvurusunun olmadığını belgeleriyle ortaya koyarak çalışmaların durdurulmasını ve tesislerin mühürlenmesini istedik. Valilik bizim değil SANKO'nun dilekçesini dikkate aldı. 
Resim
Ayrıca bölgede toplumsal bir gerginliğin olduğunu belirterek mahkemeye ivedilikle yürütmenin durdurulması için de başvurduk. Oradan da şu ana kadar bir ses yok" dedi. 
Müdahale sırasında Manisa milletvekilleri Bekir Başevirgen ile Vehbi Bakırcıoğlu ve çok sayıda yurttaşın gazdan etkilendiğini ve şu ana kadar 26 kişinin gözaltına alındığını aktaran Babaoğulları, "Beni ve mahallelinin avukatı olan Seçil Ege Değerli'yi de gözaltına aldılar. Milletvekillerinin 'onlar bizim avukatlarımız' demesi üzerine serbest bıraktılar. Durum çok gergin. Müdahale sonrası yurttaşlar mahalle aralarına dağılmış durumda" dedi.
https://www.evrensel.net/haber/385558/video-jes-direnisine-jandarma-saldirisi-bir-suru-video-cekti-kiralim-telefonu

25 Ağustos 2019 Pazar

Cudi'den İzmir'e yangın kardeşliği… (Pazar yazısı)


25 Ağustos 2019 03:56

Cudi'den İzmir'e yangın kardeşliği…
Bu yazıyı Silopi’de yazmaya başladım. Gündüz gölgede 45 dereceyi bulan bir sıcaklıkta, zırhlı askeri araçların ilçede vızır vızır gezdiği, bütün giriş çıkışlarında tepeden tırnağa silahlı asker ve polislerin nöbet tuttuğu kontrol noktaları arasında Silopi’deki termik santralin çevre ve sağlık üzerindeki etkilerine dair çekimler, gözlemler yapmaya çalıştık. Termik santrale komşu bir köyde, etrafına korku dolu gözlerle bakan bir köylü ile dikkat çekmemek için aracımızdan bile inmeden yaptığımız kısa görüşmede söylenen söz aslında her şeyi özetliyordu; “Herkes karşı ama kimse konuşamaz!” Silopi gözlemlerini başka bir yazıyla aktaracağım sizlere.
Sıcaklığın 30-35 derecenin altına inmediği bir akşam, Silopi’den ekoloji mücadelesi içindeki arkadaşlarla bir yerde çay içerken dışarıdan gelen top atışlarına anlam vermeye çalıştık bir süre. “Cudi’ye top atıyorlar” dedi birisi. Sebebini sormadım, o da söylemedi. İkimiz de biliyorduk çünkü!..
Ertesi sabah otelin dördüncü katındaki penceremden uçları sivri yassı bir testereyi andıran Cudi’nin koyaklarından yükselen dumanları izledim bir süre. Geçtiğimiz yıllarda da hemen her yaz benzeri tekrarlanan görüntüler ve haberler geldi gözümün önüne; “Cudi yanıyor, kimse müdahale etmiyor. Halkın müdahale etmesi de güvenlik gerekçesiyle engelleniyor…”
KİMSE ‘NEDEN MÜDAHALE EDİLMİYOR’ DİYE SORAMADI
Orada olduğumuz iki gün boyunca o yangın sürdü. Dağın belinden öbek öbek dumanlar tüttü ancak kimse “neden müdahale edilmiyor” diye sormadı bile! “Eskiden giderdik elimize kürek kazma alıp yangını söndürmeye. Şimdi gitsek geri döneceğimizin garantisi yok!” diye özetledi durumu yıllardır ilçede ekoloji mücadelesi vermeye çalışan Matematik Öğretmeni Fazıl Tay. Bu meseleler yüzünden açılan davası da üç yıldır sürüyormuş...
Cudi’de yangının başladığı ve sürdüğü günlerde, ülkenin diğer ucunda da ormanlar yanıyordu. Hadi Cudi gözden gönülden ırakta tutuluyordu yıllardır. Ormanının, insanının içindeki yangını kimse duymuyor, o ormanda yanan canlıların, o ateşin ortasında yaşam çığlığa atanların sesleri duyulmuyordu. Oysa yangın artık İzmir’e ulaşmıştı. Cudi’nin yandığı/yakıldığı günlerde İzmir’in çevresindeki ormanlar da yandı, yakıldı. Günlerce!.. Cudi’deki gibi!..
Görüntünün olası içeriği: özer Akdemir, açık hava
Cudi’nin yandığı yakıldığı günlerde Kaz Dağı’nda 200 bin ağaç kesildi. Bir orman yok edildi. Yüz binlerce can kazınıp alındı topraktan. Binlerce insan dağı koruma derdine düştü o vahşet tablosunu gördüğünde. “Su ve Vicdan Nöbetleri” başladı.
Ülkenin dört bir yanından vicdanlı insanlar, çocuklarının geleceğinin bir avuç sermayedara peşkeş çekilmesine gönlü razı olmayanlar Kaz Dağı’na koştu. Protesto ettiler, ülkenin her yerinden otobüslerle, adeta bir ziyaretgah gibi günlerce Kaz Dağı’na aktılar.
Cudi’deki yangınların, Cudi’nin eteğinde yaşayan insanların çığlıklarını duymak ve oraya gidip onlarla dayanışmak o kadar da kolay değildi ama. Her adımda tel örgülerin etrafına gizlenmiş askeri koruganların ötesinden üzerinize namlular çevrilirken Cudi’deki yangına ses etmeniz pek olanaklı olmuyordu çünkü!...
“Cudi yanmasın, binlerce canlı yaşasın” diyenler ertesi gün kendilerini “teröre, teröriste yardım” suçlamasıyla mahkeme karşısında buluyorlardı.
Yazın en sıcak günlerinde, ülkenin iki ucundaki yangınlarda bir kader birliği vardı aslında. Cudi’nin yangınına yanaşmak bile olanaksızdı, ateş yaklaşanı yakacak kadar kuvvetli, kökü derinde ve acımasızdı.
VIZIR VIZIR DÖNEN UÇAKLAR ORTALIKTA GÖRÜNMEDİ
İzmir’in yangını ise daha başkaydı.
 “Terör perdesi” gerisinde her sene yanardı Cudi. Yangına alışmak kolay değilse de bir noktada çaresizliği öğrenme aşamasına geliyordu halk.
Oysa bu seneki kadar bir çaresizliği yaşamadı İzmir. Her sene çıkan yangınlarda o gökyüzünde vızır vızır dönen uçaklar, helikopterler bu sene ortalıkta görünmediler. Günlerce yandı İzmir’in tepeleri, ormanları…
Nedenini soranlara, tepki gösterenlere üst perdeden kibirli yanıtlar yetiştirdi Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli; “Uçaklar eski, motorları yağ kaçırıyor. Uçurabilen buyursun uçursun”!..
Pakdemirli’nin, “Bugün itibarıyla Türkiye’de bize hizmet verecek bir uçak filosu maalesef bulunmuyor” sözlerini bir itiraf gibi okumak mümkündü aslında. Öyle ya 18 yıldır tek başına iktidar olan bir hükümetin bakanı olarak yangına müdahale edecek uçakların motorunun olmaması, yangına müdahale filosunun bulunmaması olsa olsa bir öz eleştiri cümlesi içinde söylenebilirdi. Oysa Pakdemirli bu sözleri söyledikten sonra sorumluluğu üzerine almaz bir şekilde “Binmek isteyen varsa gelsin binsin” diyerek kibir dağlarında en ufak bir aşınma olmadığını gösterdi. Zaten AKP’nin memlekette olan bitende hiçbir suçu-sorumluluğu yoktur ki!..
"İYİ NİYETLİ OLMAYAN YANGIN"
İzmir Karabağlar, Seferihisar, Menderes’te günlerce süren yangınları “iyi niyetli bulmadığını” da söyledi Bakan Pakdemirli. ‘İyi niyetli orman yangını’ ne demekse?!
Yangınları “iyi niyetli” bulmayanlardan birisi de CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’dı. “Yangınları ve maden alanlarını gösteren haritaları yan yana koyduğunuzda yangınların hep altın madenlerinin bulunduğu bölgelerde olduğunu görürsünüz” diyordu.
CHP İzmir Milletvekili Tuncay Özkan’ın yayımladığı belgeler ise Bakan Pakdemirli’yi yalanlıyordu. Bakanın ‘uçamaz’ dediği THK uçaklardan üçünün Sivil Havacılık Kurumu tarafından verilmiş 2020 yılına kadar geçerli sertifikaları vardı!.. Tuncay Özkan “Bugün bu uçakların havalanmama nedeni yasalara aykırı olarak uçuş izni verilmemesidir” diye herkesin kafasındaki o şüpheyi güçlendiren sözler sarf etti; “Acaba yangına bilinçli olarak mı müdahale edilmedi?”
"TERÖR PERDESİ" İNDİRİLDİ ZULMÜN ÖNÜNE
Cudi’nin yandığı/yakıldığı yıllarda, yangını söndürmek için müdahale edilmemesine, bu duruma sessiz kalınmasına ekoloji örgütleri “Bu yangın sizi de yakar!” diye tepki göstermişlerdi. Cudi’de, Gabar’da, Ağrı Dağı’nın eteklerinde ve Mezopotamya ovasında yıllardır yanan yangın sadece orman yangını da değildi üstelik. Bir halkın doğası, bir halkın özgürlüğü, kültürü, dili, sevdası cayır cayır yanarken korkunç bir sessizliğe büründü ülkenin büyük çoğunluğu. “Terör perdesi” indirildi olan biten onca zulmün önüne…
Şimdi, yangın ülkeye dağılırken, özgürlükler birer ikişer halkın elinden alınırken Cudi’deki yangının nasıl herkesi de yakacağı daha açık seçik görülmeye başlandı.
Cudi’de, Kaz Dağı’nda, İzmir’de, Toroslar’da ya da Kaçkarlar’da yangına karşı el ele vermekten başka kurtuluş yok. Halaylara kan doğranıyorsa, acılar, zulümler, kayyumlar, yangınlar ülkeye musallat olmuşsa yananlar kardeşleşecek yangını söndürmek için …

Foça kitap Günleri_Söyleşi-İmza




Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve ayakta duran insanlar

Görüntünün olası içeriği: özer Akdemir, yazı
Görüntünün olası içeriği: 16 kişi, Hüseyin Yurttaş ve özer Akdemir dahil, gülümseyen insanlar

Resim

24 Ağustos 2019 Cumartesi

Ekofest’te çevre mücadeleleri konuşuldu: Mücadeleleri birleştirmek gerek


24 Ağustos 2019 19:04

Altınoluk’ta düzenlenen Ekofest’te, Kaz Dağları direnişi, kapitalizmin çevreye tahribatı ve çevre mücadeleleri konuşuldu.
 Ekofest’te çevre mücadeleleri konuşuldu: Mücadeleleri birleştirmek gerek
Bu yıl beşincisi gerçekleştirilen Kaz Dağı Ekofest'te yapılan söyleşide Türkiye'deki ekoloji mücadelesi ve Kaz Dağları direnişi konuşuldu. Festival 21-24 Ağustos tarihleri arasında Altınoluk'a bağlı Narlı Köyü yakınlarındaki Darıdere Tabiat Parkı'nda gerçekleştirildi.
Festivalin üçüncü günü gerçekleştirilen Ekoloji mücadelesi söyleşisinde moderatörlüğü yapan Mehmet Akbulut, ekolojik yıkım ile kapitalist sistem arasındaki ilişkiye dikkat çekti.
“EDEBİYAT VE SANAT EKOLOJİ MÜCADELELERİNE YÖNELMELİ”
Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, özer Akdemir dahil, masa ve açık hava
Söyleşinin ilk sunumunu yapan Evrensel İzmir Temsilcisi ve Ekoloji Birliği Yürütme Kurulu Üyesi Özer Akdemir, Kaz Dağları mücadelesinin yeni bir mücadele olmadığını belirterek, “Ne yazık ki Kaz Dağları’nda altın işletmeciliğine ülkenin dört bir yanındaki yurttaşların dikkati 200 bin ağaç kesildikten sonra çekilebildi. Oysa daha 2010'un başlarında yöre köylüleri bu mücadelenin içerisine kazanılabilseydi Kirazlı'daki doğa kıyımı yaşanmayabilirdi” dedi. Akdemir, ülkenin çeşitli yerlerindeki ekoloji mücadelelerini eko kurgu türünden öykülerle anlattığı Mart ayında Yeni İnsan yayınevinden çıkan dördüncü kitabı “Doğa ve Direniş Öyküleri”nden öyküler aktarırken, edebiyatın, şiirin ve sanatın her türünün mutlaka ekoloji mücadelelerini anlatması, yönünü bu direnişlere dönmesi gerektiğini ifade etti.
“MÜCADELELERİ BİRLEŞTİRMEK GEREK”
Aynı zamanda festivali düzenleyen Kaz Dağı Koruma Derneği'nin başkanlığını da yapan Ekoloji Birliği Eş Dönem Sözcüsü Süheyla Doğan sunumunda Kaz Dağlar’ındaki ekolojik sorunlar ve mücadeleleri anlattı. Kaz Dağı Koruma Derneği ve Ekoloji Birliği hakkında bilgiler veren Doğan, Ekoloji Birliğinin ülkedeki tüm ekoloji mücadelelerini birleştirmek ve dayanışma ağını oluşturmak için çaba gösterdiğini ifade etti.
Kaz Dağları ve çevresindeki ekolojik yıkım projeleri ve tehditler hakkında bilgiler veren Doğan, bu tehditleri şu başlıklar halinde sıraladı:
“Altın Madenciliği-Metalik Madencilik, Termik Santrallar, Kömür Ocakları, Baraj Projeleri, RES Projeleri, JES Projeleri, Derin Deniz Deşarjı Projeleri, Eski Çöplükler, Yoğun Yapılaşma, Yanlış imar politikaları.”
Resim
Kaz Dağları çevresindeki termik santrallerin ve proje aşamasındakilerin toplam kurulu gücünün 13 bin 600 MW'ı bulacağını ifade eden Doğan, bunun yörede havanın, toprağın, suyun ölümü anlamına geleceğini belirtti. Kaz Dağları’nın dört bir yanında işletme ruhsatı olan 40’ın üzerinde altın madeni projesinin bulunduğunu vurgulayan Doğan, arama ruhsatlarının ise yüzlerle ifade edilen sayılara ulaştığının altını çizdi. Doğan konuşmasının sonunda bütün ekolojik saldırılara karşı yerel mücadele örgütlerinin güçlerini birleştirmesi gerektiği, hukuki fiili direniş süreçleri ile yaşam alanlarının korunmasının geleceği kurtarmak adına son derece önemli olduğuna dikkat çekti.
BU YILKİ ANA TEMA: GIDA
Ekofest, her yıl Kaz Dağları yöresindeki bir çevre sorununa veya çözümüne odaklanıyor. 2014’te Mıhlı Çayı üzerinde yapılmak istenen Mıhlı Barajı’na, 2015’te “ormanların” önemine, 2017’de “toprak” konusuna, 2018 yılında “enerji” konusuna dikkat çeken Ekofest'in bu yılki teması ise "Gıda". Festivalde konunun uzmanlarının sunumlarının yanı sıra, çeşitli atölye ve konserler her yıl ekolojistleri ve doğa severler bir araya getiriyor. (Çanakkale/EVRENSEL)

https://www.evrensel.net/haber/385482/ekofestte-cevre-mucadeleleri-konusuldu-mucadeleleri-birlestirmek-gerek

23 Ağustos 2019 Cuma

Ekoloji Birliği: Demokrasinin Temel Kurum Ve Ilkeleri Ortadan Kaldırılıyor



Ağustos 23, 20190
 
Ekoloji Birliği (EB) bir basın açıklaması yaparak Diyarbakır, Van ve Mardin Büyükşehir Belediyelerine yönelik gerçekleştirilen kayyım atamalarını kınadı. Açıklamasında yapılan operasyonun demokrasinin en asgari kurallarını bile rafa kaldırıp etkisizleştirme anlamına geleceğini belirten Ekoloj Birliği, kayyım atama anlayışını “halk iradesine saygısızlık” olarak değerlendirdi.
Ekoloji Birliği’nin bugün (22 Ağustos) konuyla ilgili basın ve kamuoyuna yönelik yaptığı açıklama şöyle:
Demokrasinin temel kurum ve ilkeleri ortadan kaldırılıyor
“19 Ağustos 2019 Pazartesi sabahı yeni bir kayyım atamasıyla karşılaştık. Diyarbakır, Van ve Mardin Büyükşehir Belediye Eş başkanları görevden alındı. Seçilmişler yerine atanmış olan valiler görevlendirildi. Seçilmeler üzerinden henüz dört ay geçmiş iken yaşanan bu olay demokrasiyle uyuşmuyor. Daha önceki kayyım atamaları sonucu belediyelerin nasıl yönetildiğini ve borç içinde bırakıldığını da unutmadık.
Halkın seçtiği temsilcilerin mahkeme kararı olmaksızın, görevden uzaklaştırılıp yerlerine atanmış kişilerin görevlendirilmesi halk iradesinin açıkça hiçe sayılmasıdır. Hukuksuz görevden alıp kayyım atama, demokrasinin asgari kurallarını bile rafa kaldırarak etkisizleştirme, bastırma girişimidir.
Halk iradesine yapılan saygısızlık kabul edilemez
Seçimleri anlamsızlaştırma, ortadan kaldırma ve böylece umutsuzluğu etkin kılarak tek adam rejimine teslim olmamızı hedefliyor. Kayyım politikası ülkede demokrasiden, barıştan, emekten yana olan herkese verilmiş bir gözdağıdır. Kimsenin kendini halkın iradesi ve yargının yerine koyma hakkı yoktur.
Bu durum rejimin temel bir özelliği haline gelse de, demokrasiye yapılan hiç bir darbeyi kabul etmedik, etmeyeceğiz. Bu hukuksuz, antidemokratik anlayışa karşı, tüm kutuplaştırma ve düşmanlaştırma çabalarını boşa çıkaracağız.
Halk iradesi tanınmalıdır
Bizler dağlarda, tepelerde; derelerde, göllerde; ormanlarda, denizlerde ve yaşam alanlarımızdaki yıkımlara, talan ve rant girişimlerine karşı siyasi, inanç ve mezhep farklılıklarımızla nasıl birlikte yan yana olup mücadele edebiliyorsak, demokrasi mücadelesinde, hak ve özgürlükler ve hukuksak haklar konusunda da yan yana olup duyarlılığımızı göstereceğiz.
Ekoloji Birliği olarak; seçilmişlerin yerine hukuksal dayanağı olmayan görevden almayı kabul etmiyoruz. Seçilmişlerin görevlerine dönmeleri ve kayyımın iptal edilmesini istiyoruz. “
EKOLOJİ BİRLİĞİ

21 Ağustos 2019 Çarşamba

İzmir’deki Orman yangını için Meclis araştırması istendi



Ege Çevre ve Kültür Platformu Dönem Sözcüleri, İzmir’deki orman yangınlarının söndürülmesinde ağır ihmal olduğunu belirttiler.
21 Ağustos 2019 Çarşamba, 23:13
 
Ege Çevre ve Kültür Platformu Dönem Sözcüleri Alime Yalçın Mitap ve Hüsnü Dilli, “İzmir’deki son orman yangınlarında 500 hektarlık bir alanın değil, 5000 hektarlık bir alanın yandığı tahmin ediliyor” dedi. Yangın söndürmede ağır sorumsuzlukların ve ihmallerin bulunduğunu belirten EGEÇEP sözcüleri, “Yangında zarar görmüş alanlar üzerinde olası madencilik, imara açılma vb gibi girişimlerin kesinlikle karşısında olacağımızın ve böylesi girişimleri engellemek için tüm gücümüzle mücadele edeceğimizin bilinmesini isteriz” dediler.

Açıklamanın tam metni şöyle:
İzmir Karabağlar’da 18 Ağustos Pazar günü öğlen saatlerinde başlayan ve ciddi hatalar ve ihmaller nedeniyle 3 gün boyunca devam ederek Seferihisar ve Menderes’e kadar ulaşan, Urla’da da görülen orman yangını, çok büyük bir doğa yıkımına neden olmuştur.
Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli 500 hektarlık bir alanın yandığını ifade ederek bu yıkımın boyutlarını gizlemeye çalışmaktadır. Bölgede yapılan incelemelerde çok daha büyük (5000 hektar civarında) bir alanın yandığı tahmin edilmektedir.
Yanan sadece ağaçlar değildir. Ormandaki tüm canlılar hayatını yitirmiştir. Ormanlar, havadaki karbondioksiti emip oksijen üretirler. Yaşam için hayati önemleri vardır.
Yangının söndürülmesi konusunda ciddi hatalar olduğu anlaşılmaktadır.
Yangın söndürmede daha etkili olacağı bilinen THK ve TSK uçaklarının kullanılmamış olması, en azından ağır bir sorumsuzluktur, eksiklik ve ihmaldir. Birçok ülkede kullanılan gece görüşlü helikopterlerin satın alınmamış olması, koruyucu önlem ve hazırlıkların yetersizliği de orman yangınına duyarlı bir ülke için bağışlanmaz bir eksikliktir.
Orman Genel Müdürlüğü bünyesinde 2013’te çıkartılan bir yönetmelikle devreye sokulan “Orman görevli personelinin rotasyonu” nedeniyle bölgeyi, orman içi yol, patika vb geçişlerini bilmeyen -bölgeye yabancı- görevlilerce, müdahalelerde bir çok eksiklikler, yanlışlık ve gecikmeler yaşanmıştır.
Yangınların, çoğunlukla rantı yüksek ya da olası maden sahalarında çıkması da üzerinde durulması gereken bir konudur. Bu yangınların, gerçekten kasıtlı olup olmadığının çok iyi araştırılması gerektiğini, bundan önceki yangınlar gibi geçiştirilmemesi gerektiğini özellikle belirtiyoruz. Bunun takipçisi olacağız.
Bakan Pakdemirli, daha yangın tam söndürülmeden, yanan alanların ağaçlandırılacağından; ağaç dikmede Guinness rekorlar kitabına girmekten söz ederek, sorumluluğunu örtmeye çalışıyor.
Oysa bir orman yüzlerce yılda yetişiyor. Ağaç dikmekle orman olmuyor. İçindeki tüm yaşamla birlikte orman bir ekosistemdir; tüm canlıların yaşam alanlarıdır. İklim yıkımına karşı en önemli varlıklarımızdır. Yanan, yok edilen ormanların tekrar eski halini alması yüzyıllar sürmektedir.
Ormanlarımızın korunması,önceden koruyucu tedbirlerin alınmış olması ve yangın çıkması halinde en etkili söndürme yollarına hızla başvurulması daha önemlidir.
Yanan/yakılan bölgede zarar gören üreticilerimizin, zeytin, üzüm bağları, meyve bahçesi; küçükbaş ve büyükbaş hayvanlarla ilgili zararları karşılanmalı; sulama altyapılarına ilişkin hasarlar giderilmelidir.
Gerek bu yangının çıkış nedeni gerekse söndürülmesindeki hata ve ihmaller bir an önce açıklığa kavuşturulmalıdır. Yetkililer hesap vermelidir.
Başta bakan olmak üzere, yangında sorumluluğu ve ihmali bulunan kamu görevlileri hakkında soruşturma ve Meclis araştırması açılmalıdır.
EGEÇEP olarak bu yangında zarar görmüş alanlar üzerinde olası madencilik, imara açılma vb gibi girişimlerin kesinlikle karşısında olacağımızın ve böylesi girişimleri engellemek için tüm gücümüzle mücadele edeceğimizin bilinmesini isteriz.
21.08.2019


19 Ağustos 2019 Pazartesi

Çine'nin kanayan yarasına ilk neşter atıldı


19 Ağustos 2019 15:29

Çine'de madenlerin çevre ve sağlık etkilerini tartışmak üzere forum düzenlendi.
Aydın Çine'de yapılan madenlerin çevre ve sağlığa etkileri konferans-forumunda yıllardır kanayan bir yara halindeki silikozis hastalığına vurgu yapıldı. Silikosiz hastası olduktan sonra çalıştıkları madenlerde işten çıkarılan işçiler ve ailelerini de katıldığı etkinlikte maden patronlarına ve yerel yöneticilere öfke vardı.
ÇİNE'DE BİR İLK
Resim
Çine, yıllardır kanayan bir yarası halindeki yöredeki kuars, felspat, albine madenleri ve bu madenlerde çalışan işçilerin sağlık sorunlarına dair önemli bir etkinliğe ev sahipliği yaptı. Çine Yaşam Platformu, AYÇEP, Çine Eğitim Sen, Genel Maden İş Sendikası ve Aydın Tabip Odası tarafından ortaklaşa gerçekleştirilen konferans-forum etkinliği Belediye Kültür Merkezinde yapıldı. Programın açılışında konuşan AYÇEP yönetim kurulu üyesi Av. Hicran Danışman Çine'nin en önemli çevre ve sağlık sorunlarının kaynaklarından olan madenlerin olumsuz etkilerine dair yapılan konferansın Çine'de bir ilk olduğunu belirterek, bu ilk adımın devamının geleceğini söyledi. Açılış konuşmasında geçtiğimiz yıllarda yaşamını yitiren Çine emek, demokrasi ve ekoloji mücadelesinin öncü isimlerinden Celal Şenol'da alkışlarla anıldı.

Resim
UTANÇ HABERLERİ
Açılış konuşmasının ardından Evrensel İzmir Temsilcisi Özer Akdemir tarafından hazırlanan Çine dağlarındaki maden yaraları ve silikosiz hastası işçilerle yapılan bölümlerin yer aldığı Çepeçevre Yaşam seçkisi gösterildi. Seçki öncesi kısa bir konuşma yapan Akdemir, bir gazeteci olarak 15 yıl önce Çine'ye ilk kez silikozis hastası işçiler ve aileleri ile ilgili haber yapmaya geldiğini, aradan onca zaman geçtikten sonra bugün de yine aynı haberleri yaptığını belirterek, "Maden patronlarının gerekli önlemleri alması durumunda önlenebilecek olan slikosiz hastalığına dair yıllar içindeki bu tablo utanç verici. yapmak zorunda kaldığım bu haberler de utanç haberleri. Bugün buradaki etkinlik bu yaraya neşter atıyor" dedi.
PATRONLARIN KURDUĞU BU ÇARK BOZULMALI!
Daha sonra söz alan Çine Yaşam Platformu sözcüsü Ahmet Uslu, madencilerin yöredeki madenleri çıkarıp zenginliklerine zenginlik katarken hastalıkları, hislikleri halka bıraktığını ifade etti. Madenlerinde kullanılan dinamitler nedeniyle su kaynaklarının tahrip edildiğini belirten Uslu, "Yaramız büyük. Silikozisden ölen işçileri saymayı ben artık bıraktım. madencilerin yıllardır kaç ocağı ruhsatsız, denetimsiz çalıştırdığını bilmiyoruz. Madencilerin Çine'de yaptıklarının çoğu yasadışı. Bunlar bir çark kurmuşlar, yandaşlarını bulmuşlar. Milletvekilini de, belediye başkanını da, muhtarını da sofralarına çekip bu çarkın içine alıyorlar. Bu çark bozulmalı, bu düzen bozulmalı. Bu çarkı buradaki dürüst aydın insanlar bozacak bu çarkı. Bu toplantının organizasyonunu belediye yapmalıydı. Hiçbir katkı  sunmadılar. Bir çay semaveri istedik, "üzerinde Çine Belediyesi yazıyor, biz tarafsızız" diye vermediler. Sevsinler sizin tarafsızlığınızı! Maalesef Çine Belediyesi maden patronlarından yana taraf, onların sofrasında yemek yiyor. Kınıyorum!" dedi.
MESLEK HASTALIKLARI VE SİLİKOZİS
Etkinliğin öğleden önceki bölümünde gerçekleştirilen panelde ilk olarak konuşan Aydın Tabip Odası  Yönetim Kurulu üyesi Dr. Recep Bıyıklı meslek hastalıkları, pnömokonyozlar ve özellikle slikozis üzerinde durdu. İş yerlerinde gerekli önlemler alınmadığı için işçileri meslek hastalıklarına yakalandığını ifade eden Bıyıklı, SGK istatistiklerine göre Türkiye'de meslek hastalıklarına yakalanan işçilerin sayısının her geçen yıl arttığını ifade etti. Genel Maden İş sendikası Teşkilatlandırma Sekreteri Tayfun Demir, Zonguldak ve örgütlü oldukları diğer yerlerdeki çalışma koşullarından bahsederek, "eğer örgütlü olursak inanın meslek hastalıkları da azalacaktır" dedi. Demir, "Her şeyden önce insan sağlığı ve emeğin hakkının korunduğu bir anlayışın çalışma yaşamına hakim olmasını istiyoruz" diye konuştu.
Resim
KAZDAĞINDA KAÇ AĞAÇ KESİLDİĞİ SAÇMA BİR TARTIŞMA!
Orman yüksek mühendisi Doç. Dr. Yücel Çağlar, konuşmasında güncel bir tartışmaya dikkat çekti. Kaz Dağındaki altın madeni için kaç ağaç kesildiğine yönelik verilen rakamları "çok saçma bir tartışma" olarak niteleyen Çağlar, Kirazlıda çok önemli bir eko sistemin yok edildiğini, yüz binlerce canlının yuvasının katledildiğini söyledi. Çine'deki madenlerle ilgili sorunun birkaç kötü maden patronundan kaynaklanmadığını belirten Çağlar, "Mesele tamamen sistem sorunu ve biz bu meseleye bu gözle bakmazsak, 'siyaset yapmıyoruz' sığlığına devam edersek daha çok kaybederiz" dedi. Çağlar AKP'nin ormancılık politikalarını da eleştirirken, "peki ne yapmalı?" sorusuna verdiği yanıtlardan bazıları şunlar: "Tek ağacın yanı sıra ormanı da görebilmeli ! Ormanların yanı sıra ormancılığımızda nelerin yapıldığını ve yapılmadığını da dert edinmeli. Sonuçlara değil, NEDENLERE daha çok  odaklanmalı ! Doğru siyaset yapmaktan kaçınmamalı!".
MESLEK HASTALIKLARINA HUKUKSAL YAKLAŞIM
Panelin son konuşmacısı olan Av. Hicran Danışman ise "meslek hastalıklarına hukuksal yaklaşım" meslek hastalıkları tanımı, bu hastalıklara yakalanan işçilerin hak arama yolları, açılacak davaların nitelikleri ve hukuki süreçlere dair bilgiler verdi. Panelin ardından söz verilen AYÇEP Başkanı Mehmet Vergili, Aydın bölgesindeki ekoloji mücadelesinin son sürecine dair bilgiler verirken, DİSK Gıda İŞ Bölge Temsilcisi Gürsel Köse ise çevre ve emek sorunlarının çözümünün örgütlenmekten geçtiğini belirterek tüm işçilere örgütlenin çağrısında bulundu.

KUMUN GECESİ BELGESELİ İLGİYLE İZLENDİ
Etkinliğin öğleden sonraki bölümü Yönetmen Ali Ergül'ün slikosiz hastası kot kumlama işçilerini anlatan "Kumun Gecesi" belgeselinin gösterimi ile başladı. Belgeseli ardından konuyan Ali Ergül, ülkede birçok iş kolunda işçilerin sağlıksız, güvencesiz koşullarda çalıştırıldığını anlattı. Ergül sular altında bırakılmak istenen Hasankeyfe'e dair son süreci de paylaştı.
PATRONLAR BİZİ HASTA EDİP İŞTEN ATTILAR
Etkinlikte daha sonra silikozis hastası işçiler söz aldılar. Konuşmalarında son derece sağlıksız koşullarda, tozlu ortamda çalıştırıldıklarını ve bu nedenle slikoz hastalığına yakalandıklarını anlatan işçiler, göğüs filmlerinde ciğerlerinde leke çıkması üzerine patronlar tarafından çeşitli gerekçelerle işten atıldıklarını ve daha sonra da hiçbir şekilde kimsenin kendileriyle ilgilenmediğini ifade ettiler. İş bulamadıklarını, ciğerlerindeki hastalık nedeniyle kimsenin kendilerini işe almadığını belirten işçiler, çok zor ekonomik koşullar altında yaşam mücadelesi verdiklerini söylediler. Yaşadıkları sağlık sorunlarını anlatan işçiler, sağlıklarını ellerinden alan patronların mutlaka bunun hesabını vermesi ve hala o işletmelerde çalışan işçi kardeşlerinin de kendileri gibi hasta olmaması için çaba göstereceklerini söylediler.
Yaklaşık 200 kişinin katıldığı Konferans-Foruma Ekoloji Birliği, EGEÇEP, Turgut Kültür Derneği, AYÇEP, ÇİYAP gibi ekoloji örgütlerinin yanı sıra, jeslere karşı direnen Kızılcaköy ve Yılmazköylü kadınlar, EMEP, ÖDP, CHP yöneticileri, mahalle muhtarları, ve çeşitli kurum temsilcileri katıldılar. (Aydın/EVRENSEL)


18 Ağustos 2019 Pazar

Murat Dağı’ndaki ardıç ağacı (Pazar yazısı)


18 Ağustos 2019 09:51
 Murat Dağı’ndaki ardıç ağacı
Ege’nin tam ortasında, Murat Dağı’nın zirvesinde kurumuş kalmış bir ardıç ağacı var. Belki de bin yaşında. Asarkaya Tepesi denilen büyükçe bir kayalığın üzerinde.
Kayalığa, Murat Dağı’nın kuzey yamaçlarından, gürgen ve meşe ormanlarının içerisinde tatlı bir yokuşu tırmanarak gidersiniz. Sık gürgenlikler arasındaki yol kurumuş kozalaklar ve çamların uzun yorgan iğnelerini andıran yaprakları ile örtülüdür. Yol, üzerinde buz varmış gibi de kaygandır. Çam yapraklarına, kozalaklara basa basa ilerlerken dikkat etmezseniz bir anda kendinizi boylu boyunca yerde yatarken bulmanız içten bile değildir. Düştüğünüz yer, koloni kurmuş bir kızıl karınca yuvasına denk gelirse vücudunuzun farklı yerleri sadece düşmekten acımayacaktır. 
Eğer şanslı iseniz yolun sağına soluna yayılmış bir civanperçemi demetine de düşebilirsiniz. Ya da bir dağ kekiği ailesinin tam ortasına. O zaman canınızın acıdığına aldırmadan yerden kalkmak için hiç acele etmezsiniz. Her iki bitki de öylesine güzel kokar, öylesine kendinizden geçirir ki, “İyi ki düşmüşüm” bile diyebilirsiniz. 
ASARKAYA’NIN TEPESİ
Bu maceralı yolun sonu, dağın tepesindeki düzlük bir alana çıkarır sizi. Düzlüğün güney yamacında ucu bucağı görünmeyen sarp bir uçurum vardır. Aşağısı ise göz alabildiğine ovadır. Ova, karşıda puslar arasında bir kaybolup bir çıkan dağlara kadar uzanır. Ovada, derelerin etrafına kurulmuş kırmızı kiremitli evleriyle öbek öbek şirin köyler yer alır. 
İşte, tam bu düzlüğün ortasına, gökten zembille getirilip konulmuş gibidir Asarkaya. Kayanın tepesine çıkmak aşağıdan baktığınızda çok zahmetli gibi gelir size. Her an yerinden kopacakmış hissi veren taşlarından, kırmızı meyveleri elinizi bir anda kızıla boyayan böğürtlen çalılarının uçlarından, kayaların diplerini bilek kalınlığında kucaklayan ardıç köklerinden tutunarak tırmanmaya başladığınızda ise bir iki dakika içerisinde kayanın üzerinde bulursunuz kendinizi. 
Reklam
Kayanın tepesinde de bir evlek kadar bir düzlük vardır. Bu düzlüğün ortasındadır işte bin yaşındaki ardıç ağacı. Gövdesi kupkuru, beyaz ve çatlak çatlaktır. Çatlaklarında yüzlerce böceğin, karıncanın, kurdun yuvası bulunur. Bu güngörmüş, ayakta ölmüş ardıç ağacının kurumuş dalları, Asarkaya’nın üzerine ocak çatmış çobanların yaktığı ateşlerde küle dönmüştür. 
Görüntünün olası içeriği: özer Akdemir
ARDIÇ AĞACININ BEBEKLERİ
Ölü ardıç ağacının tam yanı başında iç içe geçmiş iki küçük ardıç fidanı bulunmaktadır. Boyları iki insan boyu kadar olan, incecik gövdelerinin üzerinde uçlarına doğru sivrilerek bir üçgen şeklini alan genç fidanlar yirmili yaşlarındadır. Bir ardıç ağacının bin, bazen iki bin yaşına kadar ömrünün olduğunu göz önünde bulundurursak daha bebek bile denebilir bu fidanlara. 
Kütahya Barosundan avukatlar ve iki gazeteci arkadaşımla birlikte çıktığımız Asarkaya’da bize rehberlik yapan Emekli Öğretmen Mustafa Aksu kuru ardıcın kız ve erkek bebeklerine benzetti bu genç fidanları. Ardıç kuşunun güzel bir marifeti olduğunu söyledi. Kuşun, ardıç meyvesini yedikten sonra bıraktığı dışkısından bitiyormuş ardıç ağacı.
EGE’NİN SU KAYNAĞI
Ne zamandan kaldığı belli olmayan, defineciler tarafından kısmen tahrip edilmiş sarnıç kalıntılarını gösterdikten sonra kayanın ucuna kadar yürüdü Mustafa Öğretmen. Bir adım ötesi uçurumdu. Emekli olduğu günden bu yana arıcılık yapmış, bu dağın her tepesini, kayasını, ağacını, otunu bilen, karış karış gezen altmış altmışbeş yaşlarındaki adam elini açıp aşağıdaki ovaya doğru genişçe bir yay çizdi. Altın madeni sondajlarının Asarkaya’nın dibine kadar geldiğini söyledi. Murat Dağı’nı ve madenin bu dağa yapacaklarını uçurumun kıyısında anlattı bize; “Bu dağ Gediz, B. Menderes ve Sakarya Havzası olmak üzere üç büyük havzanın birleştiği noktadadır. Bu üç havzayı da besleyen sular Murat Dağı’ndan doğar. Ege’nin su kaynağıdır, su deposudur. Birçok irili ufaklı çay ve göller Murat Dağı’ndan sularını alır. Bu suların bazıları sıcaktır. Bölge büyük depremlerin yaşandığı diri fayların üzerindedir çünkü. 
YILKI ATLARININ DA EVİ
Dağın bazı yerleri tropik yağmur ormanları kadar yağış alır. Öyle ki bu bölgede bulunan topraklar burada binlerce farklı yaşamın var olmasına neden olur. Kızılçam, karaçam, titrek kavak, saf sarıçam, kayın, barut, ıhlamur, gürgen, akçaağaç, boylu ardıç, fındık türleri Murat Dağı’nda aynı ekosistem içinde bulunur. Dağda 114 endemik tür yaşamaktadır ve bu endemik türlerden üç tanesi yalnızca Murat Dağı’nda görülmektedir. Kış sporları, termal turizm, kamp, yamaç paraşütü ve sağlık turizmi faaliyetleri çok sık yapılır. Aynı zamanda yılkı atlarının da evidir Murat Dağı.” 
YAŞAMIN VE ÖLÜMÜN DERSİ
Uçurumun kıyısından kurumuş ardıç ağacının yanına geldi Mustafa Öğretmen. Ağacın yanı başındaki iki yavrusunun yapraklarını okşayıp şunları söyledi son olarak; “Şimdi bu dağda altın gümüş madenciliği yapmak istiyorlar. Dağı un ufak edip, köylerin, su kaynaklarının dibindeki bir alanda açık havada siyanüre bulayarak içindeki altını alacaklar. Dağı zehir dağı yapacaklar! Yaşamı bu ardıç ağacı gibi görmemiz lazım. Biz bu dağı zehir dağı yaparsak, dağdaki insanın, hayvanın, börtü böceğin yaşam hakkını elinden almış oluruz. Doğa bize muhtaç değil, biz ona muhtacız. Biz kendimizi yok ederiz en fazla, yaşam ise işte bu ardıç ağacı yavrularının gösterdiği gibi ölümün kıyısında bile mutlaka bir yolunu bulur...”
Asarkaya’nın tepesinde, yaşamın ve ölümün dersini aldık Mustafa Öğretmen’den. Murat Dağı için olduğu kadar kendi geleceğimiz için de kaygılandık....
https://www.evrensel.net/yazi/84572/murat-dagindaki-ardic-agaci

17 Ağustos 2019 Cumartesi

Efemçukuru altın madenine direnen Yalnız Efe AİHM'de hakkını arayacak


17 Ağustos 2019 20:52


Efemçukuru altın madenine tek başına direnen Ahmet Karaçam'ın "mülkiyet hakkının sınırlandırıldığı" gerekçesiyle AİHM'e başvuruldu.

Efemçukuru altın madenine direnen Yalnız Efe AİHM'de hakkını arayacak
 Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir'in Menderes ilçesine bağlı Efemçukuru'nda altın madenine karşı tek başına direnen "Yalnız Efe" lakaplı Ahmet Karaçam'ın adalet arayışı AİHM'ne taşındı. Karaçam'ın avukatı Arif Ali Cangı müvekkilinin mülkiyet hakkının sınırlandırıldığı gerekçesiyle AİHM'e başvurdu.
YILLARCA SÜREN DAVALAR
Başvuru dilekçesinde Efemçukuru altın madeni ile ilgili sürece değinen Cangı, Resmi Gazete’nin 03.01.2008 tarihli sayısında yayımlanan Bakanlar Kurulu’nun kararı ile Efemçukuru altın madeni sahası içinde yer alan toplam 35 parselin Tüprag Metal Madencilik A.Ş. (ELDORADO GOLD) yararına acele kamulaştırılması kararı verildiğini aktardı. Kamulaştırılan parsellerden iki tanesinin Ahmet Karaçam'a ait olduğunu belirten Cangı, yasal koşulları bulunmayan, kamu yararı olmadan yapılan bu acele kamulaştırma işleminin yürütülmesinin durdurulması ve iptali için Danıştay'a dava açtıklarını ifade etti. Danıştay 6. Dairesi’nin yürütmeyi durdurma talebini reddettiğini buna karşı yaptıkların itiraz sonucu ise Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun acele kamulaştırma işleminin yürütülmesinin durdurulmasına karar verdiğinin altını çizen Cangı, buna karşın Danıştay 6. Dairesinin yine davayı reddettiğini vurguladı. Davaların reddi üzerine, davalı idarenin kamulaştırılan taşınmazların değerinin tespit edilmesi ve acele el konulması için Menderes Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurduğunu, kendilerinin ise buna itiraz ettiklerini dile getiren Cangı, "ısrarlı taleplerimiz ve Danıştay ile yazışmalardan sonra, Menderes Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından Danıştay’daki iptal davalarının bekletici mesele yapılmasına karar verilmiştir. Danıştay’daki iptal davası sonucu beklendiğinden duruşmalar sürekli ertelenmiştir" dedi.
ANAYASA MAHKEMESİ REDDETMİŞTİ
Bir yandan el koyma davası devam ederken, diğer yandan acele kamulaştırmanın iptali davasında çok uzun zamana yayılan bir süreç yaşandığına dikkat çeken Cangı, başvuru dilekçesinde konuya dair dava süreçlerini aktararak; "10 yıl 3 aylık makul süreyi aşan yargılama ile adil yargılanma hakkı ihlal edilen ve uzun süren  yargılama süresinde ve halen kamulaştırma şerhi ile mülkiyet hakkı sınırlandırılmış olan başvurucu haklarının ihlalinin tespiti ve uğradığı zararların giderilmesi için 04.07.2018 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilmezlik kararı verdiğini belirten Cangı, AİHM'e "Anayasa Mahkemesi kararının mülkiyet hakkı ihlali için de Tazminat komisyonuna başvurulması gerektiği bölümü kanuna aykırıdır, bu nedenlerle mülkiyet hakkı ihlalinin tespiti ve uğranılan zararların giderimi için bu kez sayın Mahkemenize başvuru zorunluluğu doğmuştur" cümleleriyle başvuru gerekçesini ifade etti.
ŞİRKETİN ÇIKARI KAMU YARARININ ÜZERİNDE TUTULDU
Tüprag Altın ve Gümüş Madeninin ticari amacı gereği kamulaştırma yapılmadığını, bunun kamu yararının hiçbir alakasının olmadığını vurgulayan Cangı, "Acele kamulaştırma ile madeni işletecek olan Tüprag Metal Madencilik A.Ş.’nin çıkarı, başvurucunun mülkiyet hakkından da üstün tutulmuştur. Olağan kamulaştırma yolu bile tercih edilmemiş, tüm bireylerin katlanmak zorunda olduğu, olağanüstü hallerde başvurulan kamulaştırma yoluna gidilmiştir" dedi.
KARAÇAM CİDDİ GELİR KAYBI YAŞADI
Dilekçesinde Efemçukuru Altın Madeninin İzmir'in içme suyu havzasında olduğu, 300 bin kişiye su sağlaması planlanan Çamlı Barajı'nın da dere mutlak alanı ve uzun mesafeli koruma alanında yer aldığını belirten Cangı, "kamu yararı ile alakası olmayan acele kamulaştırma kararı yüzünden başvurucu 3 Ocak 2008 yılından bu yana Danıştay’da iki dava, Menderes Asliye Hukuk Mahkemesi’nde iki dava ile uğraşmıştır. Bu süre zarfında başvurucu bağla kaplı taşınmazlarına el konulacağı kaygısını yaşamıştır. Bu süre zarfında; devam eden davalar, yanı başında faaliyete başlayan madenin tacizkâr davranışları ve tapu kaydına konulan acele kamulaştırma şerhi nedeniyle mülkiyet hakkı askıya alınmıştır. Yaşadığı kaygı ve belirsizlikler nedeniyle başvurucu kamulaştırılan arazisi üzerindeki bağlarının gereken bakımını yapamamış, bu nedenle ciddi gelir kaybına uğramıştır. Gelir kaybı yıllık en az 10.000 TL.dir. Taşınmazların üzerinde kamulaştırma şerhinin halen kaldırılmamış olması, mülkiyet hakkının askıya alınması halini devam ettirmektedir" dedi.
YALNIZ EFE BELGESELİ'DE DİLEKÇE DE
Dava dosyası ve belgelere Ahmet Karaçam'ın yaşamı ve direnişini anlatan "Bir direnişin öyküsü "Yalnız Efe" belgeseli"nin fragmanını da ekleyen Cangı, "Sonuç olarak başvurucu; 10 yılı aşan yargılama sonunda davasını kazanmış olsa da bu süre zarfında mülkiyet hakkının sınırlandırılmış olması ve halen şerh nedeniyle sınırlamanın devam ediyor olmasının sayın Mahkemenizce tespitini talep ediyoruz" dedi.

Bir direnişin öyküsü "Yalnız Efe" belgeseli

Direnirsen bağ olur: 'Yalnız Efe' topraklarını satmadı, kazandı

15 Ağustos 2019 Perşembe

Altın "Sarı Vatan"dır ( Kerem Çalışkan / Oda tv)




Kazdağları, ‘Altın meselesi’ni yeniden gündeme getirdi…
Türkiye’nin yeşil doğal hazinesi Biga yarımadası zaten termik kömür santralleri ve kül yağmuru tehdidi altındayken buna bir de altın kazıları ile oluşan devasa meteor çukurları ve siyanür gölleri eklenince, Vicdan nöbetçileri isyan bayrağını yükselttiler…
Altın üretimine karşı Kazdağı direnişi, Kozak yaylası direnişi, Cerattepe direnişi haklı, meşru ve yerindedir…
İktidarın havuz medyasındaki biat kalemleri hemen o eski teoriyi devreye soktular…
Neymiş? Altın protestoları arkasında Almanya, Alman vakıfları ve Avrupa vakıfları desteği varmış…
Yani Kazdağları’nda altın üretimine karşı yeşili, doğayı, vatanın ağacını, böceğini korumaya çalışanlar Avrupa ve Almanya’nın casusu veya işbirlikçisiymiş.
Yalana bak sen!
Türkiye’de altın üretenler zaten Avrupa, Almanya, Kanada ve ABD şirketleri.
Anadolu’daki altını hırsla yağmalayanların hepsi Çok Uluslu Emperyalist şirketler.
Hemen örnek verelim…
Türkiye’de sessiz sedasız yıllardır altın üreten 20 kadar yabancı şirket işletmesi var.
Bunların ikisi dünya standartlarında büyük üretim yapıyor:
1-Uşak/Kışladağ Altın madeni (TÜPRAP)-Preussag /Hollanda-Yıllık 13 ton altın üretimi.
2-Erzincan Çöpler Altın madeni (Kanada Alacer Gold)-Yıllık 10 ton altın üretimi.
Bu iki büyük işletme, Hollanda ve Kanada altın şirketleri dünya çapında emperyalist altın tekelleridir…
Merak edenler şirket isimlerini internete girip büyüklüklerini inceleyebilir.
Türkiye’de 20 kadar yabancı şirketin 2018 üretimi AA resmi kaynaklarına göre yıllık 27 ton olmuştur.
Yine resmi kaynaklara göre toplam istihdam 9 bin kişi, ödenen vergi 5.3 ton altın değeridir.
Yani emperyalist Çok Uluslu Şirketler (ÇUŞ) Türkiye’de ürettikleri altının ancak beşte birini (1/5) Türkiye’ye ödemekte, geri kalanının talan edip, yağmalayıp götürmektedirler.
Ürettiklerinin önemli bir kısmını da, uluslararası piyasa değerinden Türkiye’ye satmaktadırlar…
Yani Türkiye kendi topraklarındaki altını bu tekellerden ithal etmektedir.
Yani emperyalist tekeller Türkiye’de çayın taşıyla çayın kuşunu vurmaktadır.
20 kadar emperyalist şirketin Türkiye’de sadece 2018’de altından elde ettikleri kar 1.5 milyar dolar civarındadır.
Kaldı ki, şimdiye kadar Türkiye’deki bu en büyük emperyalist yağmaya (Uşak/Kışladağ ve Erzincan/Çöpler) şimdiye kadar ciddi bir itiraz olmamıştır…
Kıyamet yeşil harikası, doğa cenneti Kazdağları, Kozak Yaylası ve Artvin Cerattepe’de kopmuştur…
Çünkü Türkiye’nin bu son yeşil cennetlerinin altın uğruna mahvedilmesi gerçek bir doğa katliamıdır…
Hem bugünkü hem yarınki nesillere ihanettir.
Altın protestolarına geçmişte de, bugün de Avrupa casusu, Alman vakıfları casusu gibi damgalar vurmak, her zaman itibar kaybı operasyonları olmuştur.
ALTIN DERHAL MİLLİLEŞTİRİLMELİDİR
Geçmişte Bergama’da kanıtlandığı gibi, bu protestoların arkasında ‘Alman vakıfları olduğu iddiaları’nı yayan yayınlar ve kitaplar bizzat Alman ortaklı altın üreten firma tarafından finansal olarak desteklenmiştir… (Bakınız: Kuyudaki Taş/Alman Vakıfları ve Altın Gerçeği/Özer Akdemir-Evrensel Basım Yayın-2011) 
Sözü çok uzatmadan sadede gelelim.
Türkiye’nin toprak altında görünür 700 ton, görünmez 6500 ton kadar altın rezervi olduğu hesaplanıyor. Yani daha yağmalanacak altın çok!
Bu nedenle ‘Sarı Vatan’ sayılması gereken altın derhal millileştirilmelidir.
Altın tıpkı Mavi Vatan, Yeşil Vatan gibi milli bir değerdir, gerçek hazinedir.
‘Mavi Vatan’ kavramını Türkiye’ye armağan eden ve her santimini kahramanca savunan, artık emekli edilemez Fahri Deniz Kuvvetleri Komutanı Tümamiral Cem Gürdeniz’e buradan selam ve şükranlarımızı yolluyoruz.
Evet, Milli Silah Sanayi ne kadar stratejik ise…
Milli Altın Sanayi de o kadar stratejik ve gereklidir…
Millileşme çok kolaydır…
Hepsi halen Koza Altın’da üretimi yapan TMSF’ye devredilebilir.
Sonra da doğa dengesi ve milli çıkarlar gözetilerek altın üretilir.
Bu millileşme, Tek Adam yetkisindeki Erdoğan’ın bir kararnamesine ve imzasına bakar.
Erdoğan giderayak, memlekete bu kıyağı yaparsa, ilerde ülkeye verdiği onca zarar sayılırken belki ‘ama altını millileştirdi’ sözü lehine tek olumlu puan olarak tarihe kalır…
Hadi Tek Adam, göster ‘yerli ve milli’ olma kuvvetini…
Altını millileştir, gerisini merak etme sen!
Kerem Çalışkan
Odatv.com
https://odatv.com/altin-sari-vatandir-15081929.html

AKP’nin yeni rant kapısı: İthal plastik çöp

15 Ağustos 2019 21:33


Plastik çöp ithalatı konusunu Meclis gündemine taşıyan CHP Milletvekili Murat Bakan’a, Ticaret ve Çevre Bakanlığından yanıt geldi.AKP’nin yeni rant kapısı: Ä°thal plastik çöpPlastik çöp ithalatı konusunu TBMM gündemine taşıyan Çevre Komisyonu Üyesi ve Partisinin Komisyon Sözcüsü CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan’a, iki bakanlıktan yanıt geldi. Ticaret Bakanlığı "Çevre ve Şehircilik Bakanlığının görev ve yetki alanına giriyor" dedi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ise çevre boyutuyla ilgilenmedi ve "Ekonomik değere haiz bazı tehlikesiz atıkların ithaline kontrollü olarak izin verilmektedir" dedi.
Türkiye’ye plastik çöp ihraç eden ülkeler arasında ilk sıralarda İngiltere, Belçika, Almanya, ABD, Hollanda, İspanya, İtalya, Slovenya, Fransa ve Japonya yer alıyor. Yapılan araştırmalara göre, Türkiye dünyada en fazla plastik çöpü ithal eden üç ülkeden biri konumunda bulunuyor.
Türkiye’nin 2018 yılı içinde, sadece PVC esaslı plastik malzemelerin yol açtığı sağlık sorunları nedeniyle PVC üretimini azaltmaya ve PVC kullanımını sınırlamaya yönelik yaptırımları hayata geçirmeye çalışan İngiltere’den ithal ettiği plastik çöp miktarının 100 bin ton civarında olduğu ifade ediliyor.
CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan, Türkiye’ye plastik çöp ithalatının detaylarını Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’a; çöplerin depolanması, bertaraf edilmesi, çevre kirliliği ve canlı yaşamına yönelik olası tehlikeler konularını ise Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’a sordu. CHP’li Bakan’ın yazılı soru önergelerine hem Ticaret Bakanlığından hem Çevre ve Şehircilik Bakanlığından yanıt geldi.
CHP’Lİ BAKAN'A ÇÖP İTHALATI YANITLARI
Ticaret Bakanlığı, “Önerge konusu itibarıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın görev ve yetki alanına girmektedir” deyip önergeyi iade etti. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ise, verdiği yanıtta soruların çoğunu cevapsız bırakmak ve çevre boyutuyla ilgilenmemek suretiyle “Ticaret Bakanlığınca her yıl Bakanlığımız görüşleri doğrultusunda güncellenerek yayımlanan Tebliğler kapsamında ekonomik değere haiz bazı tehlikesiz atıkların ithaline kontrollü olarak izin verilmektedir” dedi.
YENİ RANT KAPISI: PLASTİK ATIK İTHALATI
CHP’li Bakan, “Ticaret Bakanlığı gümrüklerimizi de ilgilendiren bir konuda sessiz kalmayı tercih edip topu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na atıyor, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ise tamamen ‘duygusal’ bir yanıt veriyor. İthal edilen çöp miktarını, bu çöplere neler olduğunu soruyoruz… Bakanlık, ithal edilen atık miktarında değişiklik görülebildiğini ve ekonomik değere haiz bazı tehlikesiz atıkların ithaline kontrollü izin verdiklerini ifade ediyor. Çöplerin depolandığı ve bertaraf edildiği bölgelerde çevre kirliliği ve canlı yaşamına yönelik olası tehlikelere karşı önlem alınması ve hazırlıklı olunması amacıyla yürütülen çalışmaları soruyoruz… Bakanlık, ithal edilen plastik atıkların tamamının geri kazandırılarak hammadde elde edildiğini, bertaraf amaçlı depolama ve/veya yakma amaçlı atık ithalatının yasak olduğunu belirtiyor. Bu çöpler ülkemize giriyor, bir yerlerde depolanıyor ve birtakım işlemlerden geçiriliyor. Geri kazandırılarak hammadde elde edildiği söyleniyor ancak hangi yöntemlerle yapılıyor bilemiyoruz, geri kazandırılamayan ithal çöplere neler oluyor onu da bilmiyoruz. Çok fazla detay var ve hepsi itinayla saklanıyor. Çünkü çok büyük bir rant kapısı keşfettiler. AKP’nin tehlikeli yeni rant kapısı; plastik atık ithalatı. Öyle ki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ithal çöplerin ülkeye girişini zorlaştırmak için tebliğ yayınlıyor, ardından geri çekiyor. Geri çekmesinin sebebi için ise, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’ın baskısı olduğu iddia ediliyor. Ekolojik sistem, çevre, toprak, su, canlı cansız yaşam, halk sağlığı kimsenin umurunda değil! Ana hedefleri; her zaman ilk önce daha fazla rant!” diye konuştu.
CHP’Lİ BAKAN’DAN YENİ SORULAR
CHP’li Bakan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum tarafından yanıtlanması istemiyle bir soru önergesi daha verdi. Bakan, aynı soruları CİMER üzerinden de yöneltti.
Ülkemizde Ağustos 2019 itibarıyla kaç tane lisanslı geri kazanım tesisi faaliyettedir?
Faaliyette olan lisanslı geri kazanım tesislerinin isimleri nelerdir? Tesisler hangi illerdedir?
02/05/2019 tarihli 7/11636 esas numaralı yazılı soru önergemde sorduğum, “Son 10 yılda ülkemize ithal edilen plastik çöp miktarı nedir?” soruma 07/08/2019 tarihinde verdiğiniz yanıtta, “Ülkemizdeki lisanslı geri kazanım tesislerinin talepleri doğrultusunda geri kazanım amacıyla ithal edilecek tehlikesiz atık miktarında değişiklik görülebilmektedir” dediniz. Bu bağlamda; 2015 – 2019 yılları arasında, yıllar bazında olmak üzere, hangi lisanslı geri kazanım tesisleri kaç kere çöp ithal etme talebine bulunmuştur? Bu taleplerin ne kadarı karşılanmıştır?
Karşılanan talep doğrultusunda; 2015 – 2019 yılları arasında, yıllar bazında olmak üzere, hangi lisanslı geri kazanım tesisleri ne kadar çöp ithal etmiştir?
İlgili önergeme verdiğiniz aynı yanıtta “İthal edilen plastik atıkların tamamı geri kazanılarak hammadde elde edilmekte olup, bertaraf amaçlı (depolama ve/veya yakma amaçlı) atık ithalatı yasaktır” denilmiştir. Bu bağlamda; lisanslı geri kazanım tesisleri ithal ettikleri atıkları/çöpleri ne şekilde/hangi yöntemlerle geri kazandırmaktadır? Bunun takip ve denetimi kim tarafından, ne şekilde yapılmaktadır?
Lisanslı geri kazanım tesislerinin ithal atık/çöp konusunda hangi denetimlere tabidir? Lisanslı geri kazanım tesisleri, ithal ettikleri atıkları/çöpleri geri kazandırma süreçlerinde hangi sıklıkta ve ne şekilde denetlenmektedir?
Bakanlığınız, lisanslı geri kazanım tesislerinin talepleri doğrultusunda ülkemize ithal edilen atıkların/çöplerin ilgili şirketlere verildikten sonraki sürecin takibini yapmakta mıdır? Ülkemize ithal edilen plastik atıkların/çöplerin akıbeti nedir?
İthal çöplerin ülkemize girişini zorlaştırmak için yayınladığınız tebliğin, hemen geri çekilmesinin sebebi nedir? Tebliğin, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’ın baskısı sebebiyle geri çekildiği iddiasına dair açıklamanız nedir?
ÇEVRE BAKANLIĞI, SANAYİ BAKANI VARANK’IN BASKISI ALTINDA MI?
Öte yandan SATDER Başkanı Recep Karaman, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ithal çöplerin ülkeye girişini zorlaştırmak için yayınladığı tebliğin, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’ın baskısı sebebiyle 6 Ağustos günü geri çekildiğini iddia ediyor. Karaman ayrıca şu bilgileri paylaşıyor: “2016- 2019 yılları arasında ki verilere baktığımız zaman ithal çöpteki artış her yıl 5- 6 kat artış göstermiş durumda. Özellikle de son 5 aylık süreçte inanılmaz bir artış gözlemliyoruz. Türkiye 2016 yılı başında aylık 4 bin ton plastik ithal ederken,2018 yılında bu sayı aylık 33 bin tona yükseldi.  2018 yılında toplam 436 milyon 907 bin 841 ton plastik ve 753 milyon 226 bin 674 ton kağıt ithal edildi. 2019 yılı ilk 5 aylık sürecinde 212 bin 869 ton plastik ve 39 milyon 135 bin 215 kağıt ithal edildi.” (HABER MERKEZİ)
https://www.evrensel.net/haber/384936/akpnin-yeni-rant-kapisi-ithal-plastik-cop

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...