29 Nisan 2015 Çarşamba

Bozdağlar altıncıya geçit vermiyor

Bozdağların eteklerinde yapılmak istenen altın işletmeciliği bir kez daha yöre köylülerinin kararlı duruşuna çarptı, altıncı şirkete yine geçit vermedi. Köylülerin direnişine HDP İzmir 2. Bölge Milletvekili Adayları Berrin Esin Kaya ve Özer Akdemir de katılarak destek verdi. 
KÖYLÜLER YOLU TIKADI
Altıncı şirket tarafından mart ayında Ödemiş’te gerçekleştirilmek istenen ÇED toplantısının halkın tepkisi sonrası yapılamamasının ardından şirket bu sefer Ödemiş’e 7 kilometre uzaklıktaki Dolaylar köyünde ÇED toplantısı yapmak istedi. Dolaylar, Mursallı, Günlüce ve Çamyayla köylerini içine alan geniş bir bölgede yapılmak istenen altın işletmeciliği bu köylüleri ve Ödemiş’te 2011 yılında kurulan Küçük Menderes Havzası Tarih ve Doğa Katliamına Hayır Platformunun (HAVZA-PLAT) üyelerini harekete geçirdi.
Sabah saatlerinden itibaren köyün girişine toplanan köylüler ve platform temsilcileri ellerinde pankart ve dövizlerle altın madeni istemediklerini dile getirdi. Köylüler ÇED toplantısının yapılacağı saat olan 14.00’te köy girişindeki yolda toplandı. Köylülerden Ayşe Seferli, “Biz altın madenini istemiyoruz. Ölüme kadar savaşacağız. Benim 2 tane oğlum var evlenecek daha. Ben onların geleceğini görmek istiyorum. 76 yaşındaki Şükran Sarı “Neyleyim altın madenini ben. Toprağın altında dursun. Biz maden gelirse nereye gideceğiz” dedi. Ödemiş Belediye Başkanının köyde ÇED toplantısının yapılması planlanan meydanda kazı çalışması yaptırması köylülere dolaylı destek vermek olarak yorumlandı. Köylülerin kararlı duruşu ve belediyenin meydan çalışması nedeniyle ÇED toplantısını yönetmesi gereken Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü yetkilileri köye gelmedi, ÇED toplantısının yapılamadığı tutanak altına alındı.
HDP ADAYLARI KÖYLÜLERLE
Köylülerin eylemine HDP İzmir 2. Bölge Milletvekili Adayları Berrin Esin Kaya ve Özer Akdemir’le birlikte HDP Ödemiş İlçe Örgütü üyeleri de destek verdi. Bu sırada CHP Milletvekili adayları ile birlikte seçim aracının anonslarla birlikte gelmesine bazı köylüler ve HDP’liler  tepki gösterdi. “Burada köylülerin eylemine destek için geliyoruz. Seçim çalışmasının zamanı değil” diyen HDP’liler ve Platform üyelerinin tepkileri sonrası seçim aracı eylem alanından uzaklaştırıldı. HDP milletvekili adayları köylülerle sohbet ederek,  altın işletmeciliği nedeniyle Bergama, Kışladağ ve ülkenin dört bir yanında yaşanan doğa kıyımlarını anlattı. Ekoloji mücadelesi içinde yıllardır çalışma yürüten HDP adayları köylünün, yöre halkının kararlı duruşu sürdüğü müddetçe altın madencilerinin bu dağlara gelemeyecekleri, ülkenin diğer yerlerindeki yaşam savunusu mücadelelerinden örnekler vererek aktardı. Köylülerin, HDP’lilere sıcak yaklaşımı, “Bizler kardeşiz, kimse bunu bozamayacak” sözleri yörede yıllardır yaratılmak istenen ön yargıların kırıldığının da ipuçlarını veriyordu. (İzmir/EVRENSEL)
 Eklenme Tarihi: 29 Nisan 2015 

Yer cüruf gök duman!

Özer AKDEMİR
İzmir Aliağa Foça arasındaki ağır sanayi kuruluşlarının tam ortasında kalan Horozgediği köyünün topraklarının büyük çoğunluğu bu sanayi kurulmuşları tarafından satın alınmış. Köyün kalan topraklarının bir kısmına ise özellikle demirçelik fabrikaları ve termik santralin üretimleri sonucu oluşan cüruf ve küller depolanıyor. Milyonlarca ton olduğu düşünülen bu cürfular, üç köyün ortasındaki su havzasına yığılıyor. Fabrikalar bölgesinde adeta yer cürufla örtülürken gökyüzü tüten bacaların dumanlarından geçilmiyor.
İZMİRİN KUZEY ORMANLARI YOK EDİLİYOR
Horozgediği köyünün güneyinde, Foça Ilıpınar arasındaki Gölyüzü mevkii bu cüruf depolama alanlarından birisi. Horozgediğinden Gölyüzüne gelene kadar yolun sağ tarafından 4-5 metre yüksekliğindeki mavi levhaların gerisinde milyonlarca ton cürufun yarattığı tepeleri görmek mümkün. Yöredeki yeraltı sularından beslenen Gölyüzü mevkii hem sulak alan hem de çevresindeki zeytinliklerin ve ormanlık alanların yaşam kaynağı. Foça Çevre ve Kültür Platformu (FOÇEP) ndan Bahadır Doğutürk, cüruf depolayın şirketin Gölyüzünde kalan son vadiyi de aldığını, yakında bu zeytinliklerin ve sulak alanların cüruf tepeleriyle dolacağını söylüyor. İzmir Büyükşehir Belediyesinin 2010 yılında yaptığı cüruf zirvesinde bu soruna çözüm üretileceğini söylediğini aktaran Doğutürk, "Buldukları çözüm İzmir'in kuzey ormanlarının yok edilerek bu cürufların depolanacağı alanlar yaratmakmış. İzmir sahipsiz" diyor.
CÜZDANLA VİCDAN ARASINDA BİR YAŞAM
Bölgede, sanayinin insan ilişkilerini ve köy yaşamına etkileri konusunda günlerdir araştırma yapan Yeditepe Üniversitesinden Yard. Doç. Dr. Gözde Dalan Polat geçmişte tarım, hayvancılık ve turizmle geçimini sağlayan yöre halkının sanayi kuruluşlarının yayılmasının ardından önemli çelişkiler yaşadığını belirterek, "Ne köylü, ne kentli olabilmişler. Ciddi sağlık sorunları yaşamalarına rağmen çaresizlikten cüzdanla vicdan arasına sıkışmışlar diye konuşuyor. Polat, bölgede yaptığı gözlemlerin kendisini çok etkilediğini buradaki araştırmalara devam etmek istediğini söylüyor.

TEHLİKELİ ATIKLAR CÜRUFLARA GÖMÜLDÜ İDDİASI
Gölyüzü mevkiinde yapılan Hayat Tv Çepeçevre Yaşam Programı çekimlerinden bir hayli rahatsız olduğunu gizlemeyen cüruf tesislerinin sorumlu mühendisi, program çekim alanına kendisi gelmesine rağmen görüntülerinin çekilmemesini istiyor. Horozgediği köyünden Özcan Bora'nın Aliağa'nın kuzeyinde yer alan Viking Kağıt Fabrikası'nın tehlikeli atıklarının bu cürufların içine gömülmesi nedeniyle tesis yönetiminin tedirgin oldukları görüşünde. Bora her gün binlerce kamyonun vadilerine cüruf taşımaya devam ettiğini belirterek, "Bu sanayi kuruluşları gelmeden önce Horozgediği domatesi, sebzesi pazarlarda özellikle aranırdı. Şimdi köyün bir kısmı göçtü gitti kalanlar da kanserle mücadele ediyor. Ölenlerin %80'i kanser" diye konuşuyor. Bora, Nemrut Limanındaki malzemeyi sanayi kuruluşlarına taşıyan kamyonların kullandığı yolu göstererek, "Bu yol 50 fabrikanın verdiği zararı veriyor" diyor.
Aliağa Çevre Platformu yürütmesinden Şennur Yüksel Bal da, geçmişte tarımla geçinen insanların şimdi fabrika işçisi ya da nakliyatçı olduklarını, yöredeki kirli sanayi kuruluşlarının önlem almak, ya da sayılarını azaltmak yerine her geçen gün daha da arttığına dikkat çekiyor.
TÜBİTAK: "AŞIRI TOKSİK VE TEHLİKELİ ATIK"
Menemen de avukatlık yapan Diler Bosut Güven, cüruflarla ilgili İzmir Valiliği'nin ÇED Gerekli Değildir kararına karşı çeşitli üretici birlikleri, belediye ve vatandaşın açtığı davanın avukatlarından. Davada mahkemenin istediği bilirkişi incelemesi sonucu alanda çeşitli yerlerden alınan örneklerin TÜBİTAK tarafından analizlerinin yapıldığını kaydeden Güven, bu analizler sonucu cüruf örneklerinin "aşırı toksit ve tehlikeli atık" olarak değerlendirildiğini belirterek, "Ne yazık ki mahkemenin atadığı 3 bilimci TÜBİTAK'ın bu raporunu öyle bir yorumladılar ki çok açık ifadelere rağmen burada cüruflarla yapılan parke taşı, bordür ve yol dolgu malzemesi üretimine bir engel olmadığını raporunda belirtti. Mahkeme de bu rapora dayanarak bizim davayı reddetti. Temyiz ettik" diye konuştu.
kutu: EGEÇEP'TEN BİLİRKİŞİ SAHTECİLİĞİNE SUÇ DUYURUSU HAZIRLIĞI

Olayın belki de en ilginç ve bir o kadar da gözden kaçırılan noktası ise Evrensel'in ortaya çıkardığı bilirkişi raporundaki sahtecilik konusu. Bilirkişi raporunun TÜBİTAK Raporundaki gerçekleri tersyüz etmeye dönük yorumlarına yöneltilen bilimsel ve hukuki eleştirileri bir yana daha önce haberleştirmiştik. Bundan ötesi ise bilirkişilerin İzmir 3. İdare Mahkemesine sundukları 05.02.2014 tarih 2012/853 esas sayılı 9 sayfalık raporda yapılan sahtecilik! Raporun 3. sayfasında TÜBİTAK MAM raporundaki "Tüm bu değerlendirmeler ışığında 138/691 no'lu "atık cüruf"  örneğinin "TEHLİKELİ atık" olduğu sonucuna varılmıştır" cümlesi bilirkişi raporunda ""Tüm bu değerlendirmeler ışığında 138/691 no'lu "atık cüruf"  örneğinin "TEHLİKESİZ atık" olduğu sonucuna varılmıştır" şeklinde tam tersi bir sonuç doğuracak biçimde değiştirilmişti. Haberimizin çıktığı günden bu yana ne raporda imzası bulunan bilim insanlarından ne de başkaca bir kişi ve kurumdan bu konuyla ilgili hiçbir değerlendirme gelmedi. Cüruflarla ilgili davanın takipçilerinden EGEÇEP önümüzdeki günlerde bu bilirkişi sahteciliği ile ilgili suç duyurusunda bulunma kararı aldı. 
Eklenme Tarihi: 28 Nisan 2015

27 Nisan 2015 Pazartesi

Suyun Metalaşması_Bolu İBÜ Söyleşisi

Bolu İzzet Baysal Üniversitesinde Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Gaye Yılmaz ile Suyun Metalaştırılmasını ve su mücadelelerini konuştuk.





23 Nisan 2015 Perşembe

ÇEPEÇEVRE YAŞAM_Aliağa'da cüruf dağları_24 Nisan 2015


ÇEPEÇEVRE YAŞAM
Aliağa Foça arasındaki demir çelik fabrikaları ve termik santrallerden çıkan milyonlarca ton tehlikeli atık bölgedeki vadilere depolanıyor. Fabrikalar gibi bu cüruf atıkları da yöreye ölüm saçarken, İzmir Büyükşehir Belediyesi bu cüruflardan binlerce tonu her gün yollara, sokaklara seriyor. hem de 'çevreci uygulama' diyerek! Cüruflarla ilgili açılan davadaki bilirkişi sahtekarlığı ise sistemin çarkının nasıl döndüğünün en güzel örneği durumunda.

Özer AKDEMİR'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam Hayat Televizyonunda.

Tanıtım videosu:
https://www.youtube.com/watch?v=a_OcIlCEc5U

İlgili haber:
http://www.evrensel.net/haber/104571/buyuksehir-yollara-zehir-seriyor

http://www.evrensel.net/haber/105455/belediyenin-isine-tubitak-da-sasiracak

http://www.evrensel.net/haber/106157/tehlikeli-carpitma

22 Nisan 2015 Çarşamba

Aliağa için Malatya’dan izin

Özer AKDEMİR
Aliağa Horozgediği Köyü yakınlarında işletilen bazalt ocağının kapasite artırımı için yapılan ÇED halkın katılımı toplantısına köylülerin "kanser oluyoruz, ölüyoruz" feryatları damga vurdu. Kirli sanayi tesisleri ile kuşatılmış köyün yanı başındaki bazalt ocağı için yapılan ÇED toplantısında yapılan sunumun ciddiyet düzeyi, dağıtılın broşürde İzmir Aliağa'da yapılan bir toplantı için Malatya İl Çevre Müdürlüğü'nden izin alındı ibaresinde belli oluyordu.
KİRLİ SANAYİ KÖYÜ KUŞATTI
Topraklarının büyük kısmı demir çelik fabrikaları, cüruf döküm alanları, haddehaneler ve bunların depoları tarafından satın alınan Horozgediği köyünün güney kısmında da bazalt ocağı işletmesi açılınca adeta köye nefes alacak alan kalmadı. Zaten köylülerin büyük kısmı bu kirli sanayi kuruluşları nedeniyle solunum yolu hastalıklarından şikayet ederken, durumun ciddiyeti köy kahvesinde yapılan ÇED toplantısında bir kez daha görüldü. Köye birkaç yüz metre yakınlıktaki makilik ve ormanlık arazide 5 yıldır bazalt ocağı işleten şirket, kapasite artırımı ile 114 milyon ton bazalt üretmeyi hedefliyor.

ÇED toplantısında projenin  tanıtımını yapan firmanın toplantı sırasında dağıttığı broşür, faaliyetin çevresel etkilerini tartışıldığı toplantıya şirketin ne kadar önemsiz hazırlandığını da ortaya koydu. Broşürde bazalt ocağı işleten şirket için şu ifadeler yer alıyordu; "Yatırımcı firma..... kırma ve eleme tesisi için Malatya İl Çevre ve Şehircilik Müdürlüğünden izin almış ve üretime başlamıştır". Broşürün ve çevresel etkilerle ilgili kısımların "kopyala-yapıştır" tarzında hazırlandığı bu örnekle sınırlı kalmazken, faaliyette kullanılacak su miktarı, kaç ağaç kesileceği, alanın genişliği gibi birçok konuda bilginin olmadığı ortaya serildi.
DEVLET BİZİ ÖLÜME TERKETTİ
ÇED toplantısında faaliyete yönelik eleştiriler de bu duruma vurgu yapılırken, yöredeki sanayi kirliliğinin kümülatif etkisi ve buna hiç değinilmemesinin altı çizildi. Foça Çevre Platformu ve Aliağa Çevre Platformundan gelen yaşam savunucuları da yöredeki sanayi tesislerinin yarattığı kirliliğin bölgeyi artık tek çivi çakılamaz hale getirmesine rağmen yeni termik santrallerin yapıldığına dikkat çekerek bunu "akıl tutulması" olarak nitelendirdiler. yaşam savunucularının tepkilerine işletmecinin kendi köylerinde olduğunu ve kendilerinin sıkıntıları bulunmadığını söyleyerek karşıya çıkan iki köylü yine kendi köylülerdi tarafından susturuldular. Köylüler, köydeki ölümlerin neredeyse tamamının kanserden kaynaklandığını belirterek, "Bizler her gün ölüyoruz. Her tarafımız kuşatıldı. Bizi burada ölüme terk etti devlet" diye şikayetlerini dile getirdiler.
BİZ ERKEN ÖLÜYORUZ, HEPSİ YATLARDA KATLARDA
Bazı köylülerin ÇED toplantısında anlattıkları köyde yaşanan sağlık sorunları ve köylülerin yaşadığı dramı anlatıyor;
Fuat Turhan: Ben kamyoncuyum, nakliyecilik yapıyorum. Tesis yapılacaksa buraya yapılsın. En zehirlisinden en zararsızına kadar. Neden? Başka bakir bölgeler zehirlenmesin, ondan buraya yapılsın. Biz kanseri tanıdık, biz kanserden kaybettik. Annem babam kanserden öldü. Ben de kanserden öleceğim biliyorum. Başka vatandaşlarım kardeşlerim kanserle tanışmasınlar. Şurada bir yol zehirlerdi bizi. Bizim geçimimiz nakliyat. Biz erken ölüyoruz ama zengin değiliz. Gırtlağa kadar borcun içindeyiz. Hepsi yatlarda katlarda.
 KÖYÜN %80'İ AKCİĞER KANSERİ
Ahmet Türkel: Burayı batırdılar. Bir an önce zenginler buraya gelsin burayı alsın ki biz buradan kurtulmak istiyoruz. Bu insanlar daha fazla ölmesin, yeter! Burayı kurtaramayız artık.
Köy muhtarı Halit Çetin: Bizim tek derdimiz insan sağlığı. Köyün %80'i kanserden ölüyor. Akciğer kanseri. Ben de kanser oldum. ÇED raporu alınıyor, alındıktan sonra iş bitiyor. İnsanların sağlığına herkes sırt çeviriyor. Ben Çevre İl Müdürlüğüne şikayet telefonu ettim, bana dilekçe verin diyorlar. Bu şikayet telefonları ne güne duruyor. Bizim bayanlarımız beyaz gömleği dışarı asamıyoruz.
ALTIN OLSA EĞİLİP ALMAZSIN
Remzi Okay: Bu bacalar bizi öldürüyor. bacalar asit salıyor. Nefes alamıyoruz. Gırtlak kanseriyim. Hanım kanser. Sağlık Bakanlığı bazı ilaçları da vermiyor. Bu tesislere biz karşı değiliz ama önlem alınsın. Bize en azla zarar veren Ege Gübre.
İsteseler yollarımızı yaparlar fabrika sahipleri. Yollarımızda altın olsa eğilip de almazsın. Fabrikaya gidiyoruz kovalıyorlar, devlete gidiyoruz kovalıyorlar. Direkleri çakmaya bırakmadım diye 12 saat hapiste tuttu beni Aliağa Kaymakamı. 

 Eklenme Tarihi: 22 Nisan 2015 

Ölmemek için 45 günümüz var!


Aydın'da gerçekleştirilen terk edilen uranyum madenleri ve tehlikeleri konulu panel-forum da Ege Bölgesinde çok da bilinmeyen bir çevre ve halk sağlığı sorunu tartışıldı. Manisa Köprübaşı ve Aydın Kisir Köyü yakınlarındaki terk edilmiş uranyum işletmeleri ve sondajlarının yarattığı ekolojik tahribat ve sağlık sorunlarının konuşulduğu panel de uranyum kirliliği nedeniyle adı Kanser Köy'e çıkan Söke Kisir köyü muhtarı seçimlere dikkat çekerek "Sesimizi sandıkta duyurmak zorundayız. Ölmemek için 60 günümüz var dedi.
 MENDERES'E AYAĞIMIZI DAHİ SOKAMAYACAĞIZ
İzmir NKP ve Aydın Çevre ve Kültür Platformu (AYÇEP) tarafından geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirilen etkinlik Aydın mali Müşavirler Odası Konferans Salonu'nda yapıldı. Toplantının açılışında konuşan AYÇEP Başkanı Mehmet Vergili, "Bu suyu, havayı hepimiz kullanıyoruz. Şu anki çevre düzenlemeleri ve yasaları bize kısadan ölüm vaat ediyor. Menderesi mahvettiler. Üç beş sene sonra ayağımızı sokamayacağız nehre. Tarım toprakları bir şeylere feda edilmiş durumda" dedi. Panelin yöneticisi Çevre Mühendisleri Odası İzmir şube Başkanı Helil İnay Kınay, Gaziemir, Manisa Köprübaşı ve Söke Kisir köyündeki radyoaktif tehlikeler daha çözülmeden ülkenin yöneticileri nükleer santrallerle ülkeyi bir kaos ortamına sürüklediğini söyledi. Panelin ilk konuşmacısı olan Evrensel Gazetesi İzmir muhabiri ve EGEÇEP Eş Dönem Sözcüsü Özer Akdemir, Ege bölgesindeki terk edilmiş uranyum madenleri ile ilgili yaptığı televizyon programı ve haberlerin ardından, konunun gündeme geldiğini belirterek, yetkililerin bu sorunu görmezden gelerek üstünü örmeye çalıştığını dile getirdi. Akdemir'in konuşmasının ardından Hayat Televizyonu Çepeçevre Yaşam seçkisi izlendi.
NİF DAĞINDA ATOM BOMBASI VAR!
Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. Enver Yaser Küçükgül, yasalar, hukuk, bilim çiğnenerek Akkuyu Nükleer santral çalışmalarına başlandığını belirterek, "Daha ortada nükleer santral yokken bölgemizde birçok yerde nükleer kirlilik olduğunu gördük" dedi. Türkiye'de pek çok yerde uranyum madeni olduğunu aktaran Küçükgül, bu sahaların bölgesel deprem haritasıyla birebir örtüştüğünü söyledi. Soğuk savaş döneminde Türkiye'ye çok sayıda nükleer silah konuşlandırıldığını ifade eden Küçükgül, bunların bir kısmının İzmir'den Kemalpaşaya giderken Nif Dağı'nda bulunan Amerikan üssünün 7-8 kat altında tutulduğunu ileri sürdü. Küçükgül, "bu atom bombaları halen orda duruyor. Oraya giren subaylarımız yok. Ben o tesisin su arıtmasını işleten mühendis bana bir şeyler sormaya geldiği için biliyorum. Küçükgül Gaziemir, Köprübaşı ve Söke Kisir'deki radyoaktif kirlilikle ilgili de bilgiler verdi. Aydın tabip Odası Başkanı Metin Aydın, Aydın'da sağlık verileri ile ilgili şu verileri aktardı, "Türkiye'de kanser ölüm sebepleri sıralamasında ikinci. Türkiye'de yıllık 170 bin yeni kanser vakası bekleniyor. 2010-2012 yılları arasında Türkiye'de kanser vakaları %18, Aydın'da %42 artmıştır. Bu artışa göre Aydın Türkiye'de kanserin en fazla arttığı 19. il."
MİLLETVEKİLİ LEVENT TÜZEL'E TEŞEKKÜRLER
Ege Üniversitesi Halk Sağlığı öğretim üyesi Doç. Dr. Raika Durusoy uranyum kirliliği ve radyoaktif maddelerin sağlığa etkilerini anlatırken, Ziraat Mühendisleri Odası Aydın Şube Başkanı M. Nedim Barış da uranyumun toprağa ve tarımsal ürünlere etkisini dile getirdi. Barış, bu radyoaktif elementlerin tarımsal ürünlere geçmesinin kaçınılmaz olduğunu söyledi. Konuşmaların ardından söz verilen Kisir Köyü Muhtarı Baki Suna, "Bizler neden öldüğümüzü öğrenmiş olduk. Levent Tüzel milletvekilimiz önerge verdi ama önergenin yanıtı bize verilmiyor. 60 gün sonra seçim var. 60 gün sonra ölmeden sesimizi gösteremezsek öleceğiz. Ölmemek için 60 günümüz var". Konuşmaların ardından salondaki dinleyenler de söz alarak konuyla ilgili görüşlerini dile getirdiler. (Aydın/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 21 Nisan 2015

20 Nisan 2015 Pazartesi

‘Nükleer santral geleceği karartmaktır’


İzmir Nükleer Karşıtı Platformu Çernobil faciasının yıl dönümü öncesi yaptığı basın toplantısıyla ülkedeki nükleer santral girişimlerine bir kez daha karşı çıktı.
Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) İzmir Şubesi'nde gerçekleştirilen basın toplantısında konuşan NKP İzmir Yürütme Kurul üyesi ve Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Helil İnay Kınay, 26 Nisan 1986 tarihinde meydana gelen Çernobil nükleer santral kazasının, insanlık tarihinin en büyük felaketlerinden biri olarak kabul edildiğine dikkat çekerek, aradan 29 yıl geçtikten sonra yaşanan Fukuşima santrali kazası ile nükleerin ölüm saçmaya devam ettiğinin görüldüğünü söyledi.
Nükleer santral için ileri sürülen enerji ihtiyacının bir kandırmaca olduğunu belirten Kınay, “Her fırsatta nükleer enerjinin ucuz olduğunu iddia eden nükleer savunucuları, inşaat ve işletme maliyetleri dışında, yakıt maliyetleri, henüz tam değeri belirlenemeyen söküm ve atık depolama maliyetlerinden bahsetme gereğinde bulunmuyor. Toplumsal maliyetleri bu kadar yüksek olan nükleer santrallerin işletme sırasında sera gazı çıkarmadığını iddia ederek bunu çevreci bir özellik olarak yoranlar ise çözülemeyen atık problemini ve yakıt üretim süreçlerinde meydana gelen çevresel etkileri görmezden gelmeye devam ediyor” dedi.
GAZİEMİR, KÖPRÜBAŞI, SÖKE
Kınay, “Nükleer santraller ile geleceğimizi karartmaya çalışanlar kentimizde Gaziemir’deki nükleer atıklara hâlâ çözüm bulmamıştır. Nükleer santrallerin tehlike yaratmayacağını savunanlar yanı başımızda Manisa Köprübaşı’da, Aydın Söke Kisir köyünde terk edilmiş uranyum madenlerinden yayılan yüksek radyasyona çözüm üretmemekte, o bölge halkı kanserle savaşırken, toprağımız suyumuz her gün daha çok kirlenmektedir” dedi.

Basın toplantısında konuşan Dokuz Eylül Çevre Mühendisliği Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Enver Yaser Küçükgül, nükleer santral atıkları için yapılan bütün çalışmaların ulusal ve uluslararası mevzuata aykırı olduğunu, atık sorununun nükleer enerji kullanan dünyanın hiçbir ülkesinde çözülemediğini söyledi. Jeofizik Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Erhan İçöz de, Akkuyu yakınından geçen faylara dikkat çekerek nükleer santralin deprem riski altındaki bir bölgeye kurulduğunu kaydetti. EMO Yönetim Kurulu Üyesi Mustafa Çınar, Türkiye’nin enerji fazlası olmasına rağmen hâlâ enerji üretimi için uğraştığının altını çizerek, nükleer santralde üretilen elektriği şirketin isterse Türkiye'ye bile satmak zorunda olmadığını söyledi. İzmir NKP 9 Mayıs’ta Gaziemir'de, Haziran ayında da Manisa Köprübaşı’da etkinlik yapacağı bilgisini verdi. (İzmir/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 20 Nisan 2015
http://www.evrensel.net/haber/110808/nukleer-santral-gelecegi-karartmaktir

14 Nisan 2015 Salı

Kuito'nun gizledikleri?

Özer AKDEMİR
Aliağa Gemi söküm limanında sökümü devam eden radyoaktif kirlilik bulunduğu ileri sürülen Kuito adlı gemi şimdi de sökülürken radyasyon ölçümü yapılmadığı ihbarı ile gündemde. Gazete, televizyonların yanı sıra ekoloji örgütlerinin de Kuito'yu bu nedenle çevre gündeminin başına oturtmasını sorgulayan bir yazı olacak bu. Çünkü sorun Aliağa'daki çevresel kirlilik ise Kuito'ya gelene kadar akşam olur!
YENİ BİR TARTIŞMA KONUSU
Ocak ayında Çevre Mühendisleri Odası eski Genel Başkanı Baran Bozoğlu'nun açıklamaları ile gündeme gelen Kuito gemisi tüm itirazlara rağmen Şubat ayında sökülmek üzere limana demirlendi. Gemide radyoaktif kirlilik olduğu iddialarına karşı gerek TAEK, gerekse gemi sökümcüleri derneği bunu yalanlayan belgeler ortaya koyuyorlardı. Gemide doğru düzgün bir radyoaktivite ölçümünün yapılmadığı, geminin asbest envanterinin belli olmadığı, bağımsız kişi ve kurumlarla denetlenmesi gerektiği itirazlarına rağmen geminin sökümüne devam edildi. Geçtiğimiz günlerde Kuito ile ilgili gazetelere yansıyan haber ise geminin sökümü sırasında radyoaktivite ölçümü yapması gereken özel bir şirketin noter kanalıyla gönderdiği ihbarname oldu. Şirket  “Geminin sökümüne başlanmasından sonra kendilerinden radyasyon ölçümü için talepte bulunulmadığı, radyasyon ölçümlerinin yetkisiz kişi ve kuruluşlar tarafından yapılmasından doğacak zararlardan sorumlu olmayacakları, sözleşmeye aykırı hareket edildiği için, gemi sökümü şirketi ile aralarındaki sözleşmeyi feshettiği”ni açıklıyordu. Kurumların gemi ile ilgili itirazlar öncesi yaptığı açıklamalardan hareketle "hani radyasyon ölçülmüştü", "hani risk yoktu" soruları ile ekoloji örgütleri ve yaşam savunucuları bu son durumla ilgili dava açmaya hazırlıyor. Gazete haberlerine ve bu sorulara gemi Sökümcüleri Derneği ise "Kendi sistemimizi kurduk. Her çıkan gemi parçasına ölçüm yapılıyor ve sonuçları anında Türkiye Atom Enerjisi Kurumu görüyor. Firma şartlarını kabul etmediğimiz için bu yola başvurdu” yanıtını veriyor. Geminin sökümü yapılan kısımlarında radyoaktif kirlilik tespit edilmediği bilgisi ise yerel 'sağlam' kaynaklara dayanıyor.

BUZDAĞININ TEPESİ
Gemi söküm tesislerinin yarattığı çevresel sorunlar, işçi sağlığı iş güvenliği eksiklikleri yıllardır bilinen bir olgu. Tesislerin yasadışı atık ticaretinin yapıldığı bir yer olduğu, Gaziemir'de eski akü fabrikasının bahçesinde gömülü nereden geldiği belli olmayan radyoaktif atıkların buradan ülkeye sokulduğu, bunların dışında radyoaktif ve asbestli gemilerin kontrolsüzce sökümünün gerçekleştirildiği yıllardır dile getirilen iddialar arasında. Geçmişte asbestli olduğu verilen mücadeleler sonrası ortaya çıkan Otapan gemisi o zaman nasıl bir simge ise ve nasıl ki gemi sökümlerdeki sorunlar için buzdağının tepesi gibiyse, Kuito gemisi de bu tesislerle ilgili iddiaların ve sorunların görünen, gösterilen yüzü olarak buzdağının tepesidir. Tepeye yoğunlaşmak asıl sorunların oluşturduğu gövdenin görünmesini de önleyebilir. Ağaca bakmaktan ormanı görememek gibi.
KUİTO, SEÇİMLER VE BASIN
Kuito gemisi ile ilgili haberlerin gündeme taşındığı ilk günlerde yaşanan gelişmelere baktığımızda, bu haberlerle yaklaşan seçimler ve adaylık özlemleri arasında da bir bağ kurmak pekala mümkündü. Haberleri basına servis edenlerin o süreçteki davranış biçimleri bu yorumları yapmamıza yeter de artar bile. Ki içinden çıktıkları kurumlar bile benzer birçok açıklama yapmışken.
Aliağa ve yöresinde dağ gibi biriken çevresel sorunlar dururken Kuito üzerinde yoğunlaşılması "kimse diğer sorunları görmezden gelinsin demiyor" açıklaması ile geçiştirilemez. Kimse de Kuito'daki sorunlar, kirlilik göz ardı edilsin demiyor zaten. Ancak, demirçelik fabrikalarının kirliliği, petro kimya tesislerinin yarattığı tehlike, 7 termik santral projesi, taş ocakları, yat-çekek limanı, antik kent talanı, tarım topraklarının sanayice yağması vs gibi sorunların olduğu bir yerde Kuito'ya takılıp kalmak ne kadar doğrudur? Basın bu sorunları yazmıyor olabilir, yazamaz da zaten. Sözcüsü oldukları sınıfın çıkarları gereği. İyi de basının yazmaya değer bulduklarının peşinden sürüklenmek zorunda mı yaşam savunucuları?
GÖRMEZDEN GELİNEN BİLİRKİŞİ SAHTECİLİĞİ
Gerek termik santrallerin, gerek demirçelik fabrikalarının yıllardır bölgeye attıkları tehlikeli atık sınıfındaki kaç milyon ton bile olduğu tam bilinmeyen cüruf atıkları 1/100.000'lik planlarda legalize edilirken yarısı sökülmüş Kuito'nun radyoaktif kirliliği üzerinden kamuoyuna seslenmek ne derece akılcıdır? Bu cüruflara karşı açılan davanın reddedilmesinin en önemli dayanağı olan bilirkişi görüşünde TÜBİTAK'ın cüruflarla ilgili raporunun tahrif edildiği, "tehlikeli atık" yazan paragrafın "tehlikesiz atık" olarak değiştirilerek açıkça sahtecilik yapıldığı neden kamuoyunun gündemine sokulamıyor? Kuito için yapılan yazışmaların didik didik edilip, resmi kurumların çelişkisi yakalanmaya çalışılırken, tamamen ortada olan cüruflarla ilgili bu apaçık durum niye önemsizmiş gibi geçiştiriliyor? Kuito ile ilgili her gelişme dava açma, suç duyurusu, basın açıklamaları vs süreçlerine tabii tutulurken bu konu neden unutuluyor? Bu tehlikeli atık sınıfındaki cüruflar İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin (İBB) açıklamaları ile sabit ki her gün binlerce ton olarak yollarımıza seriliyor, bordür ve parke taşı yapılarak çocuklarımızın oynadığı sokaklara döşeniyor. İBB "bu cüruflar tehlikeli atık değil mi? Neden bu şekilde kullanıyorsunuz" sorularına, yukarda açıkça sahtecilik yapılan bilirkişi raporuna atıfta bulunarak yanıt veriyor; "Atıklar tehlikesiz diyor birikişiler, zaten mahkeme de davayı reddetmiş".
KUİTOYA GELENE KADAR

Sözün özü şu; Aliağa ve Foça yöresindeki çevresel sorunlar söz konusu ise Kuito'ya gelene kadar akşam olur. Kuito ile ilgili açılmış birçok dava varken yeni yeni suç duyuruları hazırlanırken, neden milyonlarca ton tehlikeli atığı  bir kalemde 'tehlikesiz' yapan, önlerinde koca Prof. Dr. sıfatları bulunan bilirkişilerin bu eylemleri atlanıyor? Hergün yaşamımıza sokulan milyonlarca ton tehlikeli atık  sorunu ve burada yapılan sahtekarlığın Kuito kadar önemli bulunmamasının nedenini ekoloji örgütleri kendilerine sormalı. Ki sorun basının açtığı yoldan popülizmin peşi sıra sürüklenmek mi, ağaca takılıp ormanı görememek mi, ya da başkaca bir algısal ve örgütsel sıkıntının yansıması mı ortaya çıksın? 
Eklenme Tarihi: 14 Nisan 2015 

13 Nisan 2015 Pazartesi

SOMA YIRCA’DA DOĞA VE HALK KAZANDI…

BASINA VE KAMUOYUNA
12.04.2015


Manisa 1. İdare Mahkemesi, Soma Kolin Termik Santrali ÇED Olumlu Kararını açıkça hukuka aykırı bularak yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir.
Mahkeme yürütmeyi durdurma kararında;
• 28.487.589,13 m2’lik sahada yapımı düşünülen termik santral alanının büyük bölümünün zeytinlik-tarla vasfında olduğu,
• Bu alanların ÇED sürecinde “duyarlı yöreler” kapsamında değerlendirilmesi gerektiği,
• Termik santralin bu hâliyle projenin çevresinde toz, duman ve kül oluşturacak bir işleyişi öngördüğü ve bu sahalara en az 3 km mesafedeki zeytinliklerin gelişmesine mani olacak kimyevî atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılmasına ve işletilmesine yasal olanak bulunmadığı,
• Bu yasak kapsamında çevresel etkileri olan tesisin zeytinlik alanda kurulmasına olanak tanıyacak olan ÇED Olumlu Kararının hukuka aykırı olduğu
ifade edilmiştir.
Mahkemenin bir diğer önemli vurgusu ise davalı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve davalı yanında müdahil şirketin biz davacı oda ve derneklerin dava ehliyeti olmadığına ve davanın süresinde açılmadığına ilişkin itirazlarının dayanaksızlığına ilişkin olmuştur.
Yöre halkını, ekosistemi ve köyün geçimlik ekonomisini “kalkınma” adı altında şirketler lehine tasfiye eden; göstermelik ilân ve toplantılarla halkın katılımının esas olduğu ÇED sürecini içi boş kanunî bir prosedürden ibaret kılan bu tutum ve geleneğe karşı Mahkeme bir kez daha altını çizmiştir ki;

• Halka yapılacak duyurunun işlemin içeriği, konusu, işleme yönelik idarî ve yargısal başvuru yolları ve süresini açıkça göstermesi gerekmektedir. Başvuru yolları ve süresinin gösterilmediği bildirim ya da ilânlarla yapılan duyurunun dava açma süresinin başlangıcına esas alınma olasılığı yoktur.
• Yırca köylülerinin günlerce süren zeytin nöbetinden demokratik kitle örgütlerinin başvuru ve dava hakkına kadar, ekoloji mücadelesi içerisindeki her bir öznenin karar alma mekanizmalarına katılımı ÇED sürecinin vazgeçilmez unsurlarından biridir. Çevre hakkının öznesi köylülerdir, kentlilerdir, demokratik kitle örgütleridir, halklardır, gelecek kuşaklardır; ait olduğu doğası devasa projelerle ortadan kaldırılmak istenen herkestir.
6 000 zeytin ağacının ve onları büyüten Yırcalıların emekleri üzerinde kepçeleriyle ve özel güvenlik görevlileriyle ahkâm kesen Kolin Şirketi'ne verilen ÇED Olumlu Kararı hakkındaki bu yürütmeyi durdurma kararı, projenin hukuka aykırılığını tescillemiş durumdadır. Bu kıyımın sorumlusu sadece başroldeki Kolin şirketi değil, yasalara rağmen üç maymunu oynayan ve bu hukuksuzluğu sadece verdiği izinlerle değil kolluk gücüyle de koruyan tüm devlet yetkilileridir.
Bizler bu ekolojik kırımın gerçekleşmesine sebebiyet veren tüm idari kararlar ve bu kararların altında imzası olan tüm sorumlular hakkında; Yırcalıların zeytinlerinin ve emekçi ellerinin yanında doğamız ve gelecek kuşaklarımız adına duyduğumuz sorumluluğumuz gereği adli ve idari sürecin takipçisi olmaya devam edeceğiz.
Umut ve dayanışmayla...
Hülya YILMAZ - EGEÇEP Eşsözcü
Özer AKDEMİR-  EGEÇEP Eşsözcü


12 Nisan 2015 Pazar

Seçim süreci adaylar ve ekoloji: Ekolojinin ‘i’ si!


Özer AKDEMİR* 
7 Haziran genel seçimlerinin milletvekili aday listeleri geçtiğimiz günlerde YSK’ya verildi. Bu günlerde bütün gazete ve televizyonların ana gündem maddesini neredeyse bu aday listeleri ve adaylar oluşturuyor. Peki, sermaye saldırılarına karşı yaşam alanlarını korumaya dönük kan ter içinde direnen ülkemiz ekoloji mücadelesi bu milletvekili aday listelerinde ne kadar kendini ifade edebildi? İrili ufaklı direnişlerle toplumsal mücadele dinamiklerinden birisi olarak her geçen gün daha da kendisini görünür kılan ekoloji hareketi önümüzdeki dönemin TBMM’sinde ne kadar kendini ifade edebilecek, ses verebilecek, meclis kürsüsünü kullanabilecek? Ülkemizin dağlarında, kırlarında, denizlerinde, kıyılarında, kent ve ovalarında, köylerinde yaşam alanlarını, çocuklarının geleceğini, atalarının mezarlarını, anılarının yeşerdiği toprakları termik santrallerden, vahşi madencilik uygulamalarından, HES’lerden, RES’lerden, balık çiftliklerinden, nükleerden, kentsel dönüşüm yağmasından, sofralarını GDO’lu gıdalardan koruyabilmek için direnenler mecliste kendi seslerini bulabilecekler mi? Türkiye siyasi hareketi ekoloji  mücadelesinin neresinde, ya da ekoloji mücadelesi Türkiye siyasi hareketinin ne kadar gündemine girebilmiş?
HDP LİSTESİ VE EKOLOJİ MÜCADELESİ
İşte bu son aday listelerine baktığımızda bu konuda olumlu bir yorumda bulunmak ne yazık ki olası değil. Listelerin açıklandığı gün, ekoloji mücadelesine emek veren, bilgi üreten ve örgütlü mücadele için çaba gösterenlerden bir dostla yaptığımız görüşmenin ilk cümlesi aslında siyaset, seçimler ve ekoloji mücadelesi ilişkisini özetliyor; “Henüz Ekolojinin i’sinde siyaset, ne yazık ki!” Dikkat edin, “E”si değil, “i”si diyor arkadaş. 
Siyasetin, özellikle halklardan, özgürlüklerden, emekten, doğadan yana siyaset yapma iddiasıyla ülkemiz emekçilerine umut olan HDP’nin listesini böyle okuyor. Ekoloji mücadelesini doğru yorumlayamamanın ve bu nedenle de doğru tercihlerde bulunmamanın dostça eleştirisi bu. Listeler nasıl hazırlandı, ne gibi değişkenler, aktörler, etkenler etki etti bilinmez ama HDP’nin listesinde ekoloji hareketinin hak ettiği yeri bulduğunu söylemenin olanağı yok. Gerçi partinin muhtemelen seçim strateji belgesinde ekoloji konusu kendisine önemli bir yer bulacaktır. Ya da hükümetin programının bu yönde eleştirisi de geniş yer kaplayacaktır. Ancak HDP’nin ekoloji mücadelesini siyaseten sahiplenmesi aday listelerinde belirginleşmiyor. Bu, gerek toplumsal dinamikleri temsiliyet iddiası, gerek mücadelelere yakınlığı, gerek program ve siyaset algısı ile seçime giren diğer tüm partilerden bariz bir biçimde ayrılan HDP için ekoloji mücadelesi bakımından geri bir tavırdır diyebiliriz. Kuruluşundan, günümüze kadar, ekoloji hareketini de önemsediğini her fırsatta yineleyen bir odağın seçimlerde listeler oluştururken tavrı ve tarzı bu olmamalıydı. Ki “Türkiyelileşme” iddiası taşıyan, bunun için de çok önemli bir atmosferi ve rüzgarı arkasına alan HDP’nin, bu iddiasını en belirgin kılabileceği alan da ekoloji alanıydı. 
ÇUVALDIZ KİME BATACAK?
Bu düşünceler konusunda ortaklaştığımız bir başka arkadaş, ekoloji mücadelesine emek veren HDP adayı Beyza Üstün, CHP adayı Melda Onur gibi birkaç ismi sıralayarak, bu isimlerin ülkenin her yerinden seçmenleri olduğunu söylüyordu. Bu düşüncesini şöyle şekillendiriyordu arkadaş; “HDP’ye adaylık için başvuran ekoloji hareketindeki isimlerin hepsi birer Türkiye adayıydı. Ama ekoloji hareketinin örgütsel ve kurumsal temsil ilişkilerini oturtamamış olması, bunun gereği gibi değerlendirilmemesini ortaya çıkardı.”
İşin burasında ekoloji hareketlerinin dağınıklığını, birleşme, bir güç olarak kendini ortaya koymadaki eksikliğini görmek gerekiyor. Hareketin birliği, kurumsal temsiliyeti için uğraş verenlerin bu noktada partilerden önce çuvaldızı kendilerine batırmaları lazım. Evet, gerek ön seçim, gerekse partilerin aday belirleme süreçleri ekoloji hareketinin temsiliyet mekanizmalarıyla örtüşmüyordu, ama ekoloji hareketi de bağımsız bir dinamik olarak kendini toplumsal mücadele aktörlerine kabul ettirebilmiş de değildi. 
YAYGIN AMA DAĞINIK TOPLUMSAL DİNAMİK
Görünen o ki; HDP açısından siyasal yapıların temsiliyetinin yanı sıra toplumsal ittifaklar aday belirlemede temel kriterler olarak alındı. Mesela Alevi hareketine, azınlık örgütlerine rahatlıkla temsiliyet konusunda öneriler gitti ve oradan da dönüşler, adaylar önerildi. Ama ekoloji hareketi işte bu örgütsel eksikliği, dağınıklığı, etkisizliği nedeniyle bu temsiliyet masasına oturamadı. Türkiye’de bir toplumsal dinamik olarak ülkenin dört bir tarafına serpilmiş ekoloji mücadeleleri var her yerde ama bugün için büyük oranda biçimsiz, kendi kürsüsünü, sözcüsünü oluşturamamış dağınık bir yapı halinde. HDP bu dinamiği okuyup, burayı besleyecek bir hamle yapabilirdi. Siyaseten bir tercih  yapabilirdi. Bunu yapmayan HDP açısından, bu önemli bir eksiklik. 
GEÇ KALINDI
Evet geç kalındı. Ekoloji mücadelelerinin örgütsel bağımsızlığı, birliği, dayanışması konusundaki çabalar daha erken başlamalıydı. Zaten son derece zor, çetrefilli olan yolda daha çok ilerlenmeli, kervanın düzülmesi işi daha önceden hallolmalıydı. Bu seçimler sürecinde ekoloji mücadelesi tüm bu eksiklik ve zaafları nedeniyle gereken temsiliyet şansına sahip olmadı. Çünkü, kapitalizm koşullarında siyaset, ona karşı mücadele edenler için de asıl olarak gücün oranında yapılıyor. Sermayeye karşı direniş için ekoloji hareketinin mutlaka birlik olması, bir güç olarak hem mücadele alanlarında, hem TBMM gibi yaşam alanlarımızı sermayenin talanına açan yasaların çıktığı yerlerde kendini var etmesi gerekiyor. Öte yandan “Ekoloji mücadelesinin TBMM’nin platformuna ihtiyacı yok” da diyenler olacaktır. Gerçekten öyle mi? Ben böyle düşünmüyorum en azından. 
Sözün özü; Ekoloji hareketi örgütsel bütünlüğe ve güce ulaşmadığı sürece siyasi arena da değilse bile (başka yol, yöntem ve araçlar var çünkü) TBMM’de temsiliyetini yeteri kadar var edemez.
*(EGEÇEP Eş Dönem Sözcüsü)
Eklenme Tarihi: 12 Nisan 2015

9 Nisan 2015 Perşembe

PROGRAMIN TAMAMI_Gaziemir halkı yeşiline sahip çıktı_10 Nisan 2015

ÇEPEÇEVRE YAŞAM
Taş ocağı ile doğası katledilen Gaziemir halkı, ilçelerinde 210 hektarlık ormanlık alanında imara açılması üzerine yürüyüş yaptı. Çepeçevre Yaşam Gaziemirlilerin doğasına sahip çıkmak için yaptıkları eylemi ekranlarınıza taşıyor. Metehan UD'un çekimleri Özer AKDEMİR'in sunumuyla Çepeçevre Yaşam 10 Nisan 2015 Cuma Saat: 20.00'de Hayat Tv.de.

Programın tamamı: 
https://www.youtube.com/watch?v=Y1XlDO7nXr8

Tanıtım videosu:
https://www.youtube.com/watch?v=pTL_RD8pEpQ

İlgili haber: 
http://www.evrensel.net/haber/109679/gaziemir-halki-yesiline-sahip-cikti

8 Nisan 2015 Çarşamba

Altın madeni işçiyi de zehirliyor


Özer AKDEMİR
Koza Altın Şirketine ait Kayseri Himmetdede Altın Madeninde çalışan Kadir Deniz adlı işçi, kimyasal maddeler nedeniyle yüzünde yaralar oluştuğu gerekçesiyle işten çıkarıldığını iddia etti. Cevherin siyanürle ayrıştırıldığı liç alanında ölü kuşların fotoğrafları ile haberlerini yaptığımız maden, şimdi de çalışma koşulları nedeniyle rahatsızlanan bir işçiyi işten çıkardığı iddiaları ile gündemde.
ASİTLERLE UĞRAŞIYORDUK
Koza Altın Şirketi Himmetdede İşletmelerinde 17 Ocak 2014 tarihinde laborant olarak işe başlayan Mahmat kasabasından Kadir Deniz, uğraştıkları kimyasallar nedeniyle bir süre sonra cildinde sorunlar yaşamaya başlamış. Kızarıklıklar, kaşıntılar gibi sorunların hassas olan cildinin çalıştıkları asitlere tepki vermesinden kaynaklandığını düşünen Deniz, yaşadıklarını şöyle anlattı; "Gözümün altında, sağ tarafta yanık gibi, simsiyah bir leke oluştu. Laboratovurda toprak asitliyorduk. Hidroklorik asit, kostik, nitrik asit gibi kimyasal maddelerle  uğraşıyorduk. Çeker ocak dediğimiz bir ocak var ısıtma işlemi yapıyoruz. Asitleri toprağa karıştırıp 200-175 derece de çeker ocak dediğimiz yerde ısıtıyoruz.. Ve orda bir buharlaşma oluyor. Ne kadar fan çekse de ister istemez ona maruz kalıyorsunuz. Doktora gittim, çalıştığım yeri, koşulları anlattım. Bana o kimyasallardan uzak durmam gerektiğini söyledi o maddeden uzak durman gerek diye bir rapor yazdı. Ben de onu iş yerine vererek bölüm değişikliği istedim. Onlar da bana sahtekarlıkla rapor alıyorsun diyerek işten çıkardılar". Deniz'e Kayseri Özel Magnet Hastanesi'nden 28.02.2015 tarihinde verilen raporda ".... dermatit ön tanısıyla tedavisi planlanmıştır. ilgili maddelerle temasının önlenmesi önerilir" yazıyor.
ORTALIĞA SİYANÜR DÖKÜLÜYORDU
Çalışırken koruyucu malzeme olarak gözlük ve eldiven dışında bir şey kullanmadıklarını ileri süren Deniz, "Maske kullanmadık hiç. Zaten burayı kapatacak bir maskede yoktur. Siyanürle de uğraşıyorduk. Keton dediğimiz küçük tüpler var serçe parmağım kalınlığında bunun içindeki cevhere siyanür basıyorduk içindeki altın miktarını öğrenmek için. Onları yıkarken eline yüzüne sıçrıyordu. Ortalığa siyanür asit dökülüyordu" dedi. Deniz 15-20 gündür işte olmadığı için yüzündeki lekenin yavaş yavaş iyileştiğini söyledi. En çok asidik kostiğin olduğu kısımların, tesis ve laboratuvar denilen bölüm olduğunu aktaran Deniz, asiti bertaraf etmesi gereken kostik tankının bunu tam olarak yapamadan asiti dışarı verdiğini ileri sürerek, "Fanın bacasından etrafa püskürtüldü. Oradaki binalar zaten beyaz. Her tarafı simsiyah olduğunu gördük. Zeminin asitle simsiyah olduğunu bunu da yıkayıp tekrar toprağa verdiklerini de ispatlayabilirim. Oradan örnek alınsa analizde her şey ortaya çıkacaktır" diye konuştu.
TAZMİNATSIZ İŞTEN ÇIKARDILAR
Madenci şirketin kendi yandaşları dışında, ses çıkarana, itiraz edene hiç tahammül edemediğini söyleyen Deniz, "Beni de bölüm değişikliği istediğim için, 'çok konuşuyorsun, ön ayak oluyorsun' diye disiplin kurulan çağırdılar. Özür dilememi ve yaptığımdan pişman olmamı istediler. Benim söylediklerimi hiç dinlemiyorlardı. Martın 23 ünde çıkarıldığım söylediler. Hatta 15 gün ücretli iznim olduğu halde, sigortamı kesip çıkışımı verdiler. Beni arama zahmetine bile girmediler. Kendim arayıp öğrendim işten çıkarıldığımı. 14-15 ay çalıştığım tazminatımı bile yatırmadılar" dedi. Çalıştığı süre içerisinde 1.200-1.300 lira maaş aldığını söyleyen Deniz, "herkesin maaşı farklı ve kimse kimsenin maaşını sormayacak, söylemek suçtur dediler" diye konuştu. (Kayseri/EVRENSEL)

 Eklenme Tarihi: 08 Nisan 2015

6 Nisan 2015 Pazartesi

Önce kuşlar öldü, sıra?..


Özer AKDEMİR
Koza Altın Şirketi'nin Kayseri Himmetdede yakınlarındaki Altın madeninde çekilen fotoğraflar siyanürlü altın işletmeciliğinin nasıl bir bela olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Madenin siyanürle altının ayrıştırıldığı yığın liçi alanından çekildiği anlaşılan fotoğraflarda siyanürün toprağa ve canlılara olan öldürücü etkisi açıkça görülüyor. Fotoğraflarda yığın liçleri üzerinde ölü kuş cesetleri görülürken, madenden bir ay önce işten atılan bir işçi benzer hayvan ölümlerinin sıkça yaşandığını ileri sürdü.  
MADEN VAATLERİNİ YERİNE GETİRMEDİ
Altın madeninde 14 ay çalıştıktan sonra geçtiğimiz ay işine son verildiği söyleyen Okan Aydın adlı eski maden işçisi, madende benzer görüntülerin her zaman yaşandığını ileri sürdü. Koza Şirketi'nin Gümüşhane'deki madeninin kapatılmasının ardından burada çalışanların bir kısmının Himmetdede'deki madene gönderilmesinin sorun yarattığını aktaran Aydın, madenin izin almadan önce söz verdiği hiçbir şeyi yerine getirmediğini dile getirdi. Aydın, "Bölge halkına bir sürü vaatte bulundular. İstihdam, sosyal faaliyet, ekonomik durumla ilgili. Hiçbiri yerine getirmediler. Bunu sorduğumda da bir kumpasla beni işten çıkardılar" iddiasında bulundu. Aydın, maden çalışanlarının 1.050-1.100 lira arasında maaş aldıklarını, şoför ve teknik personelin maaşlarının 1300-1450 arasında değiştiğini söyledi. Aydın, "Gümüşhaneden gelenler 3.000 liraya yakın alıyorlardı. Otelde kalıyorlar ve bizim yaptığımız işlerin bazılarına tenezzül edip yapmıyorlardı. Bu sıkıntı yarattı. 300 kişinin olduğu bir toplantıda ben müdüre maaşlarla ilgili artışı sordum. Bunu bahane ederek 7 kişinin olduğu bir toplantıda beni aşağılamaya kalktı. Bu sözleri gururuma yediremeyip toplantıyı terk edince, 'hakaret etti' diye yazarak işime son verdiler" dedi.
SİYANÜRDEN ÖLEN HAYVANLARI GÖMÜYORLAR
Altın Madeninde son derece sağlıksız ve çevreye zararlı faaliyetler yapıldığını belirten Aydın, "O kuş ölümleri toprağa siyanürün verildiği yerden çekildi. Güvenlikçilerin devriye gezdiği yerler var, oralarda birçok kuşun ve hayvanın ölüsünün alınarak gömüldüğünü biliyorum. Tilki, kuş, tavşan ölümleri, birçok hayvan ölüyor siyanürden. Siyanür havuzuna koydukları 'kuş topları' dedikleri şey sadece havuza kuşların su içerek ölmesine engel olabiliyor. Oysa siyanürün toprağa verildiği yerde hiçbir önlem alınmıyor.
MADENDE YOĞUN BASKI VAR
Arkadaşlar da gerek bu tür taşkınları, gerekse hayvan ölümlerini ve madende yapılan usulsüzlükleri fotoğraflarla, videolarla çekti. Bunların yayınlanmaması için maden çok büyük baskı yapıyor. Arkadaşlarda işlerini kaybetme korkusuyla bunları açıklayamıyor" dedi.
Bu fotoğrafları Kayseri İl Çevre Müdürlüğüne, Başbakanlığa, Cumhurbaşkanlığına kadar ilettiğini söyleyen Aydın, "Kayseri İl Çevre Müdürü bana 'bunlar eski olabilir. Biz kontrol ettik bir şey yok. Belge getirin diyor. Bu fotoğraflardan daha iyi belge mi olur' dedim kendilerine.

Madende şu an çok sıkı bir baskı olduğunu belirten Aydın, "Zum yapabilen kameralarla bütün madeni denetliyorlar. Arkadaşlarımızın cep telefonuyla konuşması, fotoğraf çekmeleri her şey yasaklanmış durumda" diye konuştu. (İzmir/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 06 Nisan 2015

5 Nisan 2015 Pazar

Kaç-ak Saray hem yağma hem hesaplaşma


Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) arazisine yapılan Cumhurbaşkanlığı Sarayı (Kaç-Ak Saray) hukuki, toplumsal ve siyasal yönleriyle masaya yatırıldı. AKP hükümetinin siyasal islam düşüncesini topluma yayabilmek için önce mekan algısıyla oynandığının dile getirildiği panelde, AOÇ'a yasadışı bir şekilde yapılan Kaçak Sarayın Cumhuriyet değerleriyle hesaplaşmanın en önemli simgelerinden birisi olduğu ifade edildi.
EGEÇEP ve Mimarlar Odası Ankara Şubesinin ortaklaşa gerçekleştirdiği “AOÇ, Kaç-Ak Saray, Kent Hakkı ve kent Mücadelesi” başlıklı söyleşi Mimarlık Merkezinde yapıldı. Söyleşiyi yöneten EGEÇEP Eş Dönem Sözcüsü Hülya Yılmaz, kent hakkının Gezi eylemleri sürecinde öne çıktığını belirterek, İzmir’deki çevre sorunları ve kent mücadelesi hakkında bilgi verdi.
“İNŞAAT YA RESULLALLAH”
Söyleşinin ilk konuşmasını yapan Anadolu Üniversitesi Öğretim üyesi Dr. Ethem Torunoğlu; Ankara da yıllardır süren kent mücadelesini Türkiye kamuoyu ile paylaşmak için değişik kentlerde toplantılar yapıldığını belirterek, “Türkiye kentlerindeki yağma ve talan süreci, sermayenin ve siyasi iktidarlarını yasaları yönetmelikleriyle çok uzun yıllardır planlanan bir olaydı. Sadece Türkiye’ye de özgü değil az gelişmiş dünya ülkelerinde de benzer süreçlerden geçiliyor” diye konuştu. Torunoğlu, “AOÇ’un ve kentlerin yağması sermaye için, krizden çıkışın yolunu inşaat sektöründe gören, “İnşaat Ya Resulallah” anlayışıyla hareket eden hükümetin politikası olarak gündeme geldi. Bunlar sürpriz değildir. Sürpriz olan siyasi iktidar için buna karşı yapılan direniştir. Gezi Parkı direnişi o nedenle bunların ezberini bozdu” dedi.
AOÇ BİR LABORATUVARDI
TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi Kent İzleme Merkezi üyelerinden Redife Kolçak, sermayenin hızla doğal ve kültürel değerlere saldırdığı bir süreçte bir başka saldırının da Cumhuriyetin özgürlükçü değerlerine olduğunu söyledi. AOÇ’un bağımsızlık sembolü olduğunu, köy enstitülerini ruhunu taşıdığını belirten Kolçak, “AOÇ bir özgürleşme hareketinin, özellikle tarım ve tarımsal emeği dönüştürme deneyinin laboratuarıdır” dedi.
50 DAVA AÇILDI 150'YE ULAŞABİLİR
Mimarlar Odası Ankara Şubesi avukatı Gökçe Bolat AOÇ’de ulusal bellek katliamının yanı sıra bir de hukuk katliamı da yaşandığını aktardı. AOÇ arazileri için oda olarak açtıkları 50 davanın bulunduğunu belirten Bolat, “Mimarlar odasının hobisi dava açmak değil ama bu dava sayısı çiftliğin ne denli talan edildiğini ortaya koyuyor. Genel seçimlerde tablo düzelmezse bu dava 150'ye çıkar. Talan edilse de AOÇ’un halen çok değerli araziler var ve sermayenin, iktidarın gözü burada. 1925 de kurulan AOÇ yüzölçümünün %42 sini kaybetti” diye konuştu.
CUMHURİYETLE HESAPLAŞMANIN MEKANI
Son olarak konuşan Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, AOÇ’un AKP iktidarı için Cumhuriyetle hesaplaşmanın mekanı olduğunu ile getirdi. Candan, “Çok doğru bir mekanı seçtiler kendi açılarından. Ancak, Cumhuriyet e kendi değerlerini kendi çocukları üzerinden savunmasını Ankara’dan gerçekleştirdi” dedi. AKP’nin iktidara gelir gelmez 2003 de TOKİ yönetmeliğini değiştirerek en alttan, halkın ev barınma ihtiyaçları üzerinden politika yapmaya ve toplumu değiştirmeye çalıştığını aktaran Candan, “TOKİ medrese görünümlü okular yaptı, sonra 4+4+4 geldi. Osmanlı-Selçuklu mimarisi dedikleri ne idüğü belirsiz adliye sarayları, hükümet konakları yaptılar ve ardından hukuku, idari yapıyı değiştirdiler. Önce mekanları ardından içeriğini değiştiriyorlar. Kaçak saray bunların tepesindeki en üst organ oldu. Aileden başlayıp ülkenin temsiliyetine kadar giden bir yönetim isteminin mekansal değişimini ifade ediyor” dedi. Konuşmaların ardından söz alan İzmir Orman Mühendisleri Odası Şube Başkanı Kenan Öztan, AOÇ'un yağmalanmasına en önce direnmesi gereken Orman Mühendisleri Odası Genel Merkezi'nin bunu yapmadığı eleştirisinde bulundu. Söyleşiye CHP İzmir Milletvekili Musa Çam da izleyici olarak katıldı.  (İzmir/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 05 Nisan 2015

Nükleer harakiri ya da akıl tutulması

Özer AKDEMİR
Elektriğini İran’dan alan Van hariç, bütün ülkenin saatlerce karanlıkta kaldığı günün gecesi sabaha karşı meclisten geçirilen anlaşmaya ‘tesadüf’ demek ne kadar doğru olur? Uluslararası anlaşmaya göre Türkiye’nin ikinci nükleer santrali Japonya  tarafından Sinop’ta yapılacak.
İNCEBURUN’DA GÖRDÜKLERİMİZ
2013 yılında, Nükleer Karşıtı Platformun daveti üzerine gittiğimiz Sinop’ta, nükleer santral kurulması düşünülen İnceburun Yarımadasına da gitmiştik. Türkiye’nin en kuzey ucundaki deniz fenerine doğru giderken, yol üzerinde uğradığımız köylerde sokaklar neredeyse ıssızdı. Kalın bir sis, arada inceden yağan yağmurun ıslattığı sokaklarda, geziye katılacak gazeteciler adeta görüş alabilecek köylü avına çıkmışlardı. Evlerin bahçesine kadar giren bu ‘davetsiz’ gazetecilerin bulabildikleri birkaç köylüye sordukları sorulardan birisi de neden köyün bu kadar ıssız oluşuydu. Köylülerin yanıtının anlamı çok açıktı. Köylülerin çoğu ağaç kesimi işinde çalışmak için ormanlık alana gitmişlerdi. Ağaçların gençleştirme için kesildiği söyleniyordu ama köylüler dahil orada bulunan hiç kimsenin buna inanmadığı görülüyordu. Köylüler, başlarına geleceği anlamış olmanın bilinciyle ve acısıyla konuşuyorlardı. “Nükleer santrali kurarlarsa buralarda tutmazlar artık bizi. Zaten biz de kalmak istemeyiz santralin yanında.” Tam da nükleer santralin kurulacağı alan olarak gösterilen bölgede, binlerce ağaç kesilmiş, alan sanki tarla açılacak gibi üzerindeki bitkiler dahil temizlenmişti. İnceburun fenerinin sert rüzgarlı yalnızlığını geride bırakıp, şiddetini arttıran yağmurla birlikte geçtiğimiz dönüş yolunda gördüğümüz kamyonlar yüzlerce ağaç gövdesi taşıyordu.
HARAKİRİ
İzmir-İstanbul Otobanının Körfez geçişi için yapılan köprü halatının kopmasından kendisini sorumlu tutup harakiri yaparak intihar eden Japon mühendisin bu eyleminden bir hafta geçmeden Japonya ile imzalanan nükleer santral anlaşması Türkiye’nin harakiri yaptığı şeklinde yorumlandı. Yorumun sahibi, yıllardır Türkiye’de nükleer santrallere karşı mücadele eden Nükleer Karşıtı Platform (NKP) du.  Akkuyu nükleer santrali ÇED tartışmaları, hukuki süreç sona ermeden insanların ‘milli’ duygularına oynayan reklamlara konu edildiği günlerde ikinci santralin anlaşmasının meclisten geçmesini NKP “Nükleer harakiriye hayır” başlıklı bir bildiri ile protesto etti. Platform, genel seçimlere 7 ay kala, ülke geleceğine ipotek koyma anlamını taşıyan bu yasanın meclisten geçirilmesinde “gizli pazarlık” izi arıyordu. Meclisteki 535 milletvekiline gönderdikleri mektupta yer alan gerekçeleri bir kez daha sıralayan NKP, santralin hem riskleri, hem maliyeti, hem ülke elektrik üretimine etkisi, hem de kapanış sonrası yaratacağı sıkıntılar gibi birçok maddeye dikkat çekti.
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
FUKUŞİMA FOTOĞRAFLARI
Türkiye’nin ikinci nükleer santralini kurması için anlaşmaya vardığı Japonya, 11 Mart 2011 tarihinde meydana gelen Fukuşima nükleer santral kazasının izlerini hala yok edebilmiş değil. Görünen o ki yıllarca da silemeyecek bu izleri. Yarılama ömürleri binlerce yıl olan radyoaktif maddelerin canlı yaşamına zarar vermemesini sağlayabilmek için dünyanın en gelişmiş ekonomileri arasında olan Japonya’nın bile ne kadar zorlandığı biliniyor. Fukişima çevresinden gelen son fotoğraflar nasıl bir bela ile karşı karşıya olunduğunu anlatmaya yetip artıyor. Ormanlarda, sokaklarda, nehir kenarlarında, kıyılarda uzay giysilerine benzer giysiler giymiş insanlar, ellerinde ölçüm cihazlarıyla radyoaktif kirliliğe uğramış alanlarda temizlik yapıyorlar. Binlerce siyah plastik poşet içerisine radyoaktif kirliliğin bulaştığı yapraklar, dallar, eşyalar doldurulmuş, üst üste istiflenmiş. Bertaraf edilecek yere taşınmayı bekliyor. Acılı bir baba henüz 2-3 yaşında görünen çocuğunun fotoğrafını gösteriyor. Öbür karede çevresi çiçeklerle bezenmiş küçük bir mezarın başında dua ederken görüyoruz babayı. Küçük kızını, nükleer santral kazasında kaybetmiş.
RAKAMLAR ‘NÜKLEER GEREKSİZ’ DİYOR
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2023’te ülke elektriğinin %20’sinin nükleer santrallerle karşılanacağını belirtip, daha çok nükleer santral için zemin hazırlıyor. Ülkenin enerji açığından, elektrik gereksiniminden dem vuran yetkililerin açıklamalarını bizzat kendi kurumları yalanlıyor. %7’lik büyüme rakamlarına göre öngörülen elektrik talebi projeksiyonunu, büyüme hızının düşmesinin ardından güncelleyen TEİAŞ, öngörüsünü 398 milyar kw/h’den 333 milyar kw/h’a düşürdü. Bu bile Akkuyu ve Sinop nükleer santrallerini şimdiden gereksiz kılan bir rakam aslında.
Nükleer santrali olmadığı halde ülkeye yasadışı yollardan sokulan, hala nereden geldiği açıklanamayan Gaziemir eski kurşun fabrikasındaki nükleer atıklarla bile baş edemiyor Türkiye. Manisa Köprübaşı’nda, Söke Kisir Köyü  yakınlarında 35-40 yıl önce terk edilen uranyum madenlerinin ve sondaj kuyularının yaydığı radyasyon nedeniyle yöredeki yüzlerce kişinin kanserden ölümünü bile doğru düzgün araştırmıyor, hiçbir önlem almıyor Türkiye. Tüm ülkeyi karanlıkta bırakan elektrik kesintisinin nedenini bile tam olarak açıklayamıyor Türkiye.
Japon geleneklerinde onurlu bir ölüm şekli olarak uygulanır harakiri. Bilinçli seçilen bir intihar yöntemidir. Nükleer santral diye tutturanların, bilimin “intihardan farksız” dediği bir yöntemle ülkeyi harakiriye zorlamasını “akıl tutulması yaşıyor” diye yorumlamak sanırım biraz hafif kalıyor!...

Eklenme Tarihi: 05 Nisan

Kaz Dağlarında köylüye ‘herif’ cezası


Özer AKDEMİR
İzmir
Kaz Dağlarında yaşam alanlarını altıncı şirketlere karşı korumaya çalışan yöre köylülerine mahkemelerin verdiği cezalara bir yenisi eklendi. Çan’a bağlı Karadağ köyünden Mustafa Önder, altıncı şirket yetkililerine sosyal medya hesabında “herif” dediği gerekçesiyle 112 gün adli para cezasına çarptırıldı. 
KARADAĞ KÖYLÜSÜ MADENİ KOVDU
Çanakkale Çan’a bağlı Karadağ Köylüleri, Esan Eczacıbaşı şirketinin topraklarında altın madeni işletmek istemesine karşı kararlı bir mücadele yürüttü. Şirket, birçok eylem gerçekleştiren, kendilerine ÇED toplantısı yapma şansı tanımayan halkın direncini kıramayınca, Çanakkale İdare mahkemesinin verdiği yürütmeyi durdurma kararı sonrası geçtiğimiz aylarda köyü terk edip gitmek zorunda kalmıştı. Karadağ köylüsünün altın madenine karşı mücadelesinin önde gelen isimlerinden Mustafa Önder, altıncı şirket yetkililerinin köy kahvesinden kovulması ile ilgili sosyal medya hesabında yazdıkları gerekçesiyle, şirket yetkilileri tarafından mahkemeye verildi. Görüntüleri facebook hesabından yayınlayan Önder, görüntülerin altına, “ESAN Eczacıbaşı AŞ (Altıncı Şirket) Karadağ Kahvesinden Kovuldu. ...toplam 5 (beş) yetkili (“herif”) gelmişler...”  yazmıştı. Altın madencilerinin şikayeti sonrasında hakkında hakaret davası açıldı. İddianamede Önder’in kullandığı “herif” kelimesinin “Güven vermeyen, aşağı görülen, bayağı kimse” anlamına geldiği ileri sürülmüştü. 
GÜVEN VERMEYEN, AŞAĞI GÖRÜLEN
Geçtiğimiz günlerde sonuçlanan davada mahkeme Önder’in Facebook’taki yorumunun içerisinde geçen “Herif” kelimesinin sözlük anlamının Türk Dil Kurumunun verilerine göre “Güven vermeyen, aşağı görülen, bayağı kimse, “adam”, “evin erkeği” anlamına geldiğini belirterek, içlerinde kadın bir maden yetkilisinin de olduğu grupla ilgili kullanılan, “herif” kelimesinin “Güven vermeyen, aşağı görülen, bayağı kimse” kavramını karşılar şeklinde kullanıldığına hükmetti. Mahkeme, Önder’i 112 gün adli para cezasına çarptırırken, sabıkası olmaması ve iyi hali nedeniyle hükmün geri bırakılmasına karar verdi. 
KÖYLÜLERE MADEN CEZASI
Topraklarını altın madencilerine karşı korurken birçok Kaz Dağı köylüsü şirket tarafından mahkemeye verildi. Bunlardan Karaköy’den Hanife ve Ömer Eren çiftine, maden servis aracını durdurup içindeki işçilere tepki gösterdiği için 1 yıl 15’er ay hapis cezası verilmişti. Yine köylerinin yakınında sondaj çalışmaları yürüten madencilere tepki göstererek, “Topraklarımızı terk edin” diyen ve çalışmaları bir süre engelleyen Karaköy’den üç genç mahkeme tarafından 7 bin 200 dolar para cezası ve üç ay boyunca sondaj yapılan dağa gitmeme ile cezalandırılmışlardı. 
Eklenme Tarihi: 04 Nisan 2015

3 Nisan 2015 Cuma

İzmir’de ‘Kaçak Saray ve Kent Mücadelesi’ paneli

Özer AKDEMİR
İzmir’de yarın Atatürk Orman Çiftliği’ne yapılan Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve Kent Mücadelesi tartışılacak. AKP Hükümetinin, Ak Saray adını taktığı kamuoyunda ise “Kaç-Ak Saray” olarak bilinen yapı, imar durumundaki tartışmaları, oda sayısı, abartılı güvenlik önlemlerinin yanı sıra, olağanüstü rakamlara denk gelen harcamaları ile de sürekli gündemdeki yerini koruyor. Mimarlar Odası Ankara Şubesi ile Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) tarafından ortaklaşa gerçekleştirilecek söyleşide konuşmacılar şu isimlerden oluşuyor: Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, Mimarlar Odası Ankara Şube Avukatı Gökçe Bolat, Anadolu Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Ethem Torunoğlu ve Peyzaj Mimarları Odası Ankara Şubesi kent İzleme merkezinden Redife Kolçak. Söyleşinin Moderatörlüğünü ise EGEÇEP Eş Dönem Sözcüsü Hülya Yılmaz yapacak. Etkinlik saat: 14.00’te Mimarlar Odası İzmir Şubesi Mimarlık Merkezinde. (İzmir/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 03 Nisan 2015

2 Nisan 2015 Perşembe

Nükleer atık manzaralı kentsel dönüşüm!

Özer AKDEMİR
İzmir Gaziemir'deki eski kurşun fabrikası bahçesine gömülü radyoaktif maddeler temizlenmeden bölge kentsel dönüşüm alanı ilan edildi. İzmir Büyükşehir Belediyesi radyoaktif kirliliğin yanı sıra çok sayıda ağır metal kirliliğinin de bulunduğu alanın bitişiğinde iki mahalle için "Kentsel tasarım ve mimari fikir projesi yarışması" yapıyor.
"İNSAN HAKLARINA SAYGI"!
İzmir Büyükşehir Belediyesi (İBB) internet sitesinden duyurulan "Gaziemir Aktepe ve Emrez mahalleleri kentsel dönüşüm alanı kentsel tasarım ve mimari fikir projesi yarışması" şaşkınlıkla karşılandı. Yarışmanın olduğu mahalleler nükleer atıkların gümülü olduğunun ortaya çıkarıldığı eski kurşun fabrikasına komşu alanlar! "Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Alanı" ilan edilen yaklaşık 122 hektar büyüklüğündeki alanda yapılması düşünülen proje şöyle tanımlanıyor; "işlevsel, sürdürülebilir, yenilikçi ve ekonomik çözümler içeren; özgün, kimlikli mekânlar oluşturarak alanın kentle bütünleşmesine imkân verecek kentsel tasarım ve mimari fikir projesi..." Proje ile Gaziemir, Aktepe ve Emrez Mahallelerinde, yaklaşık 122 hektar büyüklüğündeki kentsel dönüşüm alanında, insan haklarına saygılı ve yaşam kalitesi yüksek bir kentsel çevre üretilmesinin hedeflendiğini dile getiriliyor.
ATIK ALANI DA YAPILAŞMAYA AÇILABİLİR
Proje kapsamında İBB'nin Kentsel Dönüşüm Daire Başkanlığına gönderdiği yazıda 2007 yılında alana gayri sıhhi müessese ruhsatı verdiğini kabul ederken, bundan sonrası için alanın TAEK ve Çevre Şehircilik Bakanlığı'nın kontrolüne geçtiği ileri sürülerek sorumluluğun bu kurumlara atıldığı görülüyor. Öte yandan aynı yazıda İBB alandaki nükleer atıkların temizlenmeye başlandığını, bunda da önemli mesafe kaydedildiğini belirterek, adeta kentsel dönüşüm projesi için zemin hazırlıyor. İBB'nin projesini değerlendiren, EGEÇEP Hukuk Komisyonu üyesi ve atıklarla ilgili açılan davaların hukukçusu Arif Ali Cangı, İBB'nin bölgedeki tehlikeyi küçümseyen, adeta göz ardı eden bir tutum içerisinde olduğunu belirterek, "Bu olayda TAEK, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kadar İBB'nin sorumluluğu aynı. Bu yazı ile kentsel dönüşüm projesi ile ilgili 'meraklanmayın siz, alanın kıyısına kadar yapabilirsiniz' diyor.  Yazıda geçen sağlık koruma bandının ne kadar olacağı belirsiz çünkü. Zaten bu kağıt üzerinde bir şey ki bu da uygulanmıyor" dedi. Alanın şu an için yerleşime açılmadığını ama bunun ilerde açılmayacağı anlamı taşımadığını kaydeden Cangı, "plan değişikliği yapılabilir. Şu anda şerh var tapuda açılamıyor. Ama 'temizlendi' dendikten sonra tekrar imar durumu değerlendirilecektir. Orası yapılaşmaya açıldıktan sonra orada sanayi tesisi olmaz zaten. Orayı da o yapılaşmaya dahil edecekler".
ATIKLARI HİÇ DİKKATE ALMAMIŞLAR
Kentsel dönüşüm projesinin atıklara komşu olduğunun haritalarda çok net olarak görüldüğünü belirten Cangı, "Bu atıkları hiç dikkate almamışlar. Bir taraftan yaşanamaz binaları yıkıp, yerine yaşanabilir kentler yapacağız derken, bir taraftan da kirliliğin içine, onu umursamadan bina yapıyorlar. Üstelik İzmir Valiliğin talebi üzerine hazırlanan bilimsel raporda alandaki toprak kirliliği, yeraltı sularındaki ağır metal kirliliği, tehlikeli atıklar, nükleer atıklar de tek tek yazılmışken. Bu rapora dayanılarak Çevre Şehircilik Bakanlığı'nın 5.7 milyon liralık para cezası kesmişken bunu yapıyorlar" diye konuştu. Yeraltı sularındaki kirliliğin tespit edildiği raporlara rağmen İBB'nin yeraltı suları ile ilgili bir çalışma yapmaması ayrı bir görevi ihmal olduğunu belirten Cangı, Kirliliğin yeraltı suyuna karıştığı zaman nereye gittiği belli değil. Bunun birinci sorumlusu İZSU'dur. İZSU bundan kaçamaz. Hele hele kentsel dönüşüm projeleri ile ilgili bu şekilde olumlu bir görüşte bildiremez" dedi.
DAVALAR HALEN SÜRÜYOR
2007 yılından bu yana varlığının bilindiği ortaya çıkan fabrika bahçesindeki nükleer atıklar 2012 yılında gazetelere yansıyınca kamuoyunun gündemine gelmişti. TAEK'in alanda radyoaktif Europium-152 bulunduğunu açıklarken, 2013'de İzmir Valiliği Koordinasyonunda sondaj ve analizler yaptırılmıştı. Prof.Dr.Alper Baba'nın danışmanı olduğu raporda "...alanda, yaklaşık olarak 10.125 m3 atık içerikli bir kirlenme tespit edildi,  bu atıklarda Europium 152 (Eu-152) radyoaktif element ile birlikte toprakta kurşun, arsenik, çinko ve mangan gibi toksik elementler bulundu..."ğu belirtilmişti. Bu atıklarla ilgili EGEÇEP, mahallede yaşayan yurttaşlar ve Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi tarafından açılan davalardaki son durumlar şöyle; * Şirket yöneticileri hakkındaki ceza davası devam ediyor. 
* Kamu görevlileri hakkındaki soruşturmalar halen sürüyor. 
* Alanın temizlenmesi işi için verilen ÇED gerekli değildir kararına karşı açılan mahkemede de kararın yürütmesi durduruldu. Bu son mahkeme kararında fabrika bahçesindeki atıkların insan sağlığına ve canlı yaşamına olumsuz etkilerine özellikle vurgu yapılıyor. 
Henüz daha nasıl temizleneceği konusunda bilimsel bir rapor düzenlenmemiş bir alanın yanı başına kentsel dönüşüm projesi yarışması açılması tepki ve şaşkınlıkla karşılanıyor.
Eklenme Tarihi: 02 Nisan 2015 


1 Nisan 2015 Çarşamba

İzmir-Manisa yağma düzeni planı!


Özer AKDEMİR
İzmir
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının açıkladığı Çevre Düzeni Planı İzmir Manisa Bölgesindeki sermaye talanına yön veriyor. 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı sermayenin iştahını kabartan birçok yeri talana açtığı gibi, plansız bir şekilde gelişen sanayinin yarattığı çevresel sorunlara da yasal kılıf getiriyor. 
ALİAĞA’YA YENİ SÜPRİZLER
İzmir-Manisa 1/100.000’lik çevre Düzeni Planı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mekansal Planlama Genel Müdürlüğü internet sitesinde yer alıyor. Planda, ağır sanayi tesisleri kuşatmasında yıllardır birçok çevresel sorunlarla boğuşan Aliağa yöresindeki sanayi yoğunluğunun kuzeye doğru yeni tersane, liman ve sanayi tesislerinin ile yayılacağı  belirtiliyor. “Çandarlı’da Kuzey Ege Limanı ve Tersane yatırımı gerçekleşecek, çevredeki yerleşmeler bu gelişme ile şekillenecektir” denilen planda, bunun Aliağa ve Bergama Organize Sanayi Bölgelerinin önemini arttıracağı ileri sürülüyor. Kuzey Ege Limanı ile İzmir merkezin bağlantısını sağlamak amacıyla Soma üzerinden Ege’nin iç ve kuzey kesimleri ile erişimi kolaylaştıracak yeni kara yolu ve demir yolu bağlantılarına gereksinim duyulacağı öngörüsünde bulunan planın Aliağa’ya başka sürprizleri de var. 
CÜRUF ALANLARI PLANDA
Planda ayrıca “Aliağa’nın kuzeyinde gerçekleşecek yatırımlar (liman, tersane, organize sanayi vb.) sonrasında, yakın alanlarda yeni konut gelişmeleri beklenmelidir” deniliyor. Aliağa’da var olan ağır sanayi tesisleri ve petrokimya tesisleri gibi sanayi alanları çevre düzeni planında da korunurken, bu sanayi tesislerinin ihtiyaç duyduğu yeni alanlar da planda kendine yer bulmuş; “Ayrıca mevcut sanayi bölgesinin yakınlarında cürufların depolanması ve geri kazanılmasına ilişkin alanlar planlanmıştır.” Aliağa ilçesinde önerilen 3 termik santralin hangi çerçevede belirlendiği, bu alanlara ilişkin ilgili kurum ve kuruluş görüşlerinin alınıp alınmadığı ise planda belli olmayan noktalardan.
SULAK ALANLARA GOLF SAHASI
Çevre Düzeni Planı Selçuk Pamucak sahilleri ve İzmir İnciraltı turizm bölgesi adı altında kıyı ve sulak alan yağmasını yeniden gündeme taşıyor; “Selçuk-Pamucak Turizm Merkezi’nde turizm gelişmeleri hızlanacak, turizm ve golf yatırımları gerçekleşecek, bu gelişmelere bağlı olarak kent merkezinde ve turizm merkezi içinde ticari yaşam hareketlenecek, yerleşme yeni nüfus çekecektir” denirken bu projelere karşı açılan davada yargının iptal kararı hiçe sayılıyor. Yine yargıda iptal edilen İnciraltı Turizm Merkezinin planda yeniden yürürlüğe sokulduğu görülüyor. Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın da villalarının bulunduğu ileri sürülen Urla Zeytineli Hacılar koyunun ormanlık alandan çıkarılıp tarımsal niteliği korunacak alana dönüştürülmesi, kaçak villalara dayanak yapıldığı yorumlarına neden oluyor. 
YENİ OTOYOL YENİ DOĞA KATLİAMI
Çevre Düzeni Planı’nda İzmir’de özellikle kuzey aksında yeni gelişme alanları düzenlenirken, sanayi gelişimindeki kuzeye kaymaya koşut olarak konut gelişmesinin de kuzeye kayması hedeflenmiş. Bu alanların ulaşım bağlantılarını güçlendirecek kara yolu ve demir yolu bağlantılarının programlanırken, İzmir-İstanbul otoyolundan sonra şimdi de İzmir-Ankara otoyolu projesi gündeme getirilmiş.
Ankara’da masa başında yapılan planlara İzmir’deki meslek örgütlerinin yaptığı itiraz sonrası 2011 tarihinde 1/100 binlik planlar iptal edilmişti. Şehir Plancıları Odası kendilerine hiç bir şey sorulmadan açıklanan bu plana da dava açmaya hazırlanıyor. ŞPO İzmir Şube Başkanı Özlem Şenyol Kocaer planın daha önce iptal ettirdikleri plandan çok farklı olmadığını, eski plana yaptıkları itirazlarının aynen devam ettiğini belirterek, “Önümüzdeki günlerde dava sürecini de başlatacağız” diye konuştu. 
TARIM ALANLARINA MERMER İHTİSAS SANAYİ
Çevre Düzeni Planı’nda Menderes Karakuyu köylülerinin direnişleri ve açılan davalarla gündeme gelen taş ve mermer ocakları da yer alıyor. Planda, Torbalı ve Karakuyu köyleri arasında kalan alanın “İhtisaslaşmış mermer organize sanayi bölgesi”ne dönüştürülmesi öneriliyor. Torbalı ve Kemalpaşa Ovalarındaki sanayi tesislerinin verimli tarım toprakları üzerinde yapıldığının altının çizildiği planda bu tespitin tam tersi biçimde iki alanda da tarım alanları daha da daraltılarak “Sanayi ve Gelişme Alanları” genişletiliyor. 
RES’LER İÇİN YASAL KILIF
Planda son yıllarda İzmir’de birçok yaşam alanının baş belası haline gelen rüzgar enerji santralleri (RES) ile ilgili de kararlar alındı. “Rüzgar enerjisi potansiyeli açısından yüksek olan bölgelerden olan Urla-Karaburun- Çeşme üçgeninde kalan alanlar, genel olarak orman ve doğal sit niteliği nedeniyle koruma altında olan alanlardır” tespitinin yapıldığı planda buna karşın “Bu alanların sahip olduğu niteliklerde bozulmaya neden olmayacak biçimde gelecekte de rüzgar enerjisi santralleri için kullanılması”na yeşil ışık yakıldı. 

 Eklenme Tarihi: 01 Nisan 2015

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...