31 Ağustos 2013 Cumartesi

Rüzgarlı Mimas uyanmazsa...


Özer Akdemir 

Ege Denizine kuzey - güney doğrultusunda uzanan, ‘kısrak başının’ uç kısmıdır Karaburun. Yarımadanın üç yanı denizlerle çevriliyse, dört bir yanı da günümüzde talan sofrasının ana yemeği olmuş adeta. Geçtiğimiz yüz yılın sonuna kadar korsan yağmalarından nasibini bolca almış, devlet baskısını iliklerine kadar duyumsamış, boşaltılmış, kılıçtan geçirilmiş ‘lanetli topraklar’ın insanları, yüz yıllar sonra yine can derdine düştüler. Yine “Huruç eyleme” zamanı geldi Mimas’ın…

Karaburun, İzmirli ozan Homeros’un Oddysea’sında ‘Rüzgarlı Mimas’ olarak sıkça geçer. Bugün Bozdağ olarak bilinen dağın adı antik Yunan da Mimas Dağı’dır. Bu dağın tanrılarla savaşan ve onları çok zorlayan Mimas adlı devin üzerine Zeus tarafından erimiş, demir ve bakır dökülmesi sonrası oluştuğunu yazar Homeros. Yarımadanın tarih boyunca rüzgarların hakim olduğu bir coğrafyada bulunması Homeros’un ondan ‘Rüzgarlı Mimas’ diye bahsetmesinden de anlaşılmaktadır.

ADALARA GİDEN KOMŞU

Yarımadalılara bugünlerdeki duygularını sorduğunuzda endişenin, öfkenin ötesinde türlü türlü özlemlerin yoğunlaştığını görüyorsunuz. Ailecek yıllarca Sarpıncık köyündeki deniz fenerine bekçilik yaptığı için ‘Fenerci’ diye çağrılan Cavit Taylan babasının çocukken anlattığı öyküleri özlüyormuş en çok. Şimdi terk edilmiş, bir tepenin yamacında sadece yıkıntıları kalmış eski Rum Köyü Sazak’ta geçen çocukluğunu sık sık anlatırmış babası. Köyde Rumlarla birlikte yaşayan 6-7 Türk aileden birisiymiş babasının ailesi ama daha çok Rumlar büyütmüş çocukken babasını. Yeşil yapraklı asmaların, buğu buğu tüten şarapların ve ‘denizlerde zeybekler gibi fır dolayı dönen’ balıkların ustaları, bir sabah köylerini gözü yaşlı geride bırakıp gitmişler, karşı adalara. Gidiş o gidiş… Geride anıları kalmış ve özlemleri.

HER YAN DELİK DEŞİK ŞİMDİ

Yayla Köyü’nün 60 yaşındaki keçi çobanı Necla Arıcı da köyünün eski halini özleyenlerden. Kuş uçmaz, kervan geçmez günlerini; “Şimdi her yan delik deşik. Keçinin dahi geçecek yeri yok. 10 kilo kepeneğin içerisinde, tırnaklarımızla kazanıyoruz biz ekmeğimizi. Ben de çocuğum bir masa kenarında otursun istemez miydim? Ama yoksulluk işte, okutamadık” diye anlatıyor yaşam öyküsünü. Köyün içine kadar sokulan ve sayıları pıtrak gibi çoğalan dev kanatlı rüzgar güllerini göstererek, “Biz bunları burada istemiyoruz. Hayvanlarımızı otlatacak yer kalmadı, gece uyku dönek bırakmadı bunlar bizde” diyor.

HALKLARIN MOZAİĞİ OLDUK BURADA

Elindeki kekik, sarı kantaron çiçeği, adaçayı demetleri ve defne dalını gösteren Urfalı Mustafa Şenbahar’ın özlemi de bu topraklar üzerine. Urfa’dan gelip Karaburun Yayla Köyü’nü koruma mücadelesine nasıl girdiğini anlatıyor: “Eşim bu köylü bir Yörük. Damadım Çanakkaleli göçmen, ben Kürdüm. Bu topraklarda, halkların mozaiğini biz kurduk. Düne kadar olduğu gibi mutlu, sağlıklı yaşamak istiyoruz. Bu bitkiler belki birçok yerde var, ama buranınki gibi aromalısı, şifalısı olanı yok. Koruma altına alınması düşünülen keçilerimizi elleriyle yok ediyorlar. 10 bin keçiden bin tane ancak kaldı.”

GELECEK NESİLLERE ACIYORUM

Başındaki sarı poşunun ucunu kıvrımına yerleştirip arkasındaki tepede zebella gibi dikilen iki rüzgar santralini baş parmağı ile işaret ederek konuşan Ömer Çevirgen “Benden geçti artık, 85 yaşındayım. Kendime değil gelecek nesle acıyorum. Bu çocuklar bu şartlarda nasıl yaşarlar ki?” diyor. Yanında oturan adaşı ve akranı Ömer Balaban omzuna “Daha çok iş var sende” dercesine pat pat vurduktan sonra onun bıraktığı yerden devam ediyor söze; “Köyümüzün 20 yıl sonra hiç kalmayacağını söylemiş bu şirketin müdürü. Zaten böyle giderse olacağı da o. Keçilerin, kuşların olmadığı köyde kim yaşar ki!”

BAHÇEME DUVAR ÖREYİM YETER

Salman Köyünün kadınlarının özlemi ise evlerini onarmak ve bahçelerine taş duvar örebilmek! Bu kadar… Yıllardır doğal SİT alanı içine alınan köylerinde evlerine çivi çakamaz hale gelmişler ve “Artık neredeyse başımıza yıkılacak” dedikleri yuvalarının bahçesini taş duvar öremedikleri için çalı çırpı ile çevirmişler. Artık her yağmurda akıtan çatılarını onarmak, yemişlerle yüklü bahçelerini taşla çevirip, çocuklarının meyve ağaçları altında rahatça oynamalarını seyretmek istiyorlar. Bir de kendilerine SİT denilen bu dağların rüzgar santralleri ile nasıl delik deşik edildiğine şaşırmadan edemiyorlar.

NERGİSLER YAS TUTSUN

Küçükbahçeliler ise temiz bir denizi özlüyor. Girip çıktıklarında balık pullarının sırtlarına yapışmadığı, suyun yüzeyinin kirli bir yağ ve yem tabakasıyla kaplanmadığı bir denizi, Karaburun’un eski denizini… Gerence Körfezinden Badembükü’ne kadar kilometrelerce uzanan balık çiftlikleri denizi yüzülemez hale getirmiş.

Yaşlı bir Akdeniz Foku, dalyanların biraz ötesinden kafasını uzatarak Badembükü’nün portakal bahçelerine baktı. Küçük ova nergislerle kaplıydı. Sudaki yansımasını görüp kendi güzelliğine aşık olan Narsisus’un yaşadığı bu kıyılar, bu küçücük ova aşık olunmayacak gibi değildi. Fok, şimdi kumsala yan yatmış çürümeye terk edilen sandalın çevresinde yavrularıyla oynaştığı günleri özledi. Tertemiz, nergis kokan dalgaları ve ay ışığını…

ÖZLEMLER BİR BİR GÖMÜLECEK BOZDAĞ’A

Çağımızın tanrıları, kendilerine karşı koyan dev Mimas’ın üzerine demir dökerek dağa gömdükleri için mi bu kadar pervasızca saldırıyorlar onun yurduna? Attıkları her adımda Bozdağ’dan, Mimas’dan yükselen homurtu sadece rüzgarın sesi değil oysa…
Mimas’da, bin yıllardır çıplak kayalıkların altında uyuyan dev, bu toprakların üzerinde yaşayan, eken, biçen, yakamozlu denizlerine dalyan bırakan, olta atan yarımada halkından başkası değil. 600 yıl önce Börklüce’nin, Dede Sultan’ın peşi sıra uyandıklarında bu kez “Edirne Sarayında damızlanmış atların nalları” gömdü o devi Bozdağ’a. Çoluk-çocuk demeden kırıp geçirerek. Eğer şimdi, yeniden kendi gücünün farkına varıp uyanmazsa, ne yarımada kalacak geriye, ne kekikler, ne Ada Doğanı, ne Akdeniz Foku, ne de nergisler…

Özlemler bir bir gömülecek Bozdağ’ın derinliklerine. Bir daha uyanmamak üzere…
Eklenme Tarihi: 31 Ağustos 2013
http://www.evrensel.net/haber/66671/ruzgarli-mimas-uyanmazsa

Çevresel Olağanüstü Hal Rejimi ilan edildi!



Özer Akdemir

Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) ve Ekoloji kolektifi Danıştayın maden aramalarında şirketlere Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) muafiyeti doğuran yönetmeliği iptaliyle ilgili ortak açıklama yaptı. EGEÇEP ve Ekoloji kolektifi, AKP hükümetinin uyguladığı politikaları Çevresel Olağanüstü Hal Rejimi’ne benzetti.

MADEN ARAMA FAALİYETLERİ ÇED’DEN MUAF

Maden ve Çevre Kanunu’nda, petrol, jeotermal ve maden arama faaliyetlerinin ÇED kapsamı dışında olacağına ilişkin getirilen muafiyetlerin daha önce de Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edildiğinin anımsatıldığı açıklamada, buna karşın yeni bir yönetmelikle maden aramaların ÇED dışında tutulmasının sağlanmaya çalışıldığı dile getirildi. EGEÇEP ve Ekoloji Kolektifinin ortaklaşa açılan davada Danıştayın, ÇED raporu hazırlanmadan, ÇED Olumlu kararı alınmadan yapılan maden arama faaliyetlerinin hukuka aykırı olduğuna hükmettiğine dikkat çeken açıklamada şu görüşlere yer verildi; “ÇED sürecinin içi boşaltılmış bir prosedür haline getirildiği uygulamada, ÇED’e tabii faaliyetlerin çoğunluğunun ÇED olumlu kararı aldığı hâlâ bir gerçek olarak varlığını koruyor. Bu sebeple, onlarca mahkeme kararını dolanacak yeni mevzuat değişikliklerini deneyimleyip durduğumuz hukuk mücadelesi karşısında, maden arama faaliyetlerinin ÇED’den muaf tutulmasının yürütmesinin durdurulması doğanın ve emeğin sömürüsü açısından duyduğumuz kaygılarımızı dindirmeye yetmiyor.”

KİMLERE NASIL, NİÇİN MUAFİYET TANIDINIZ?

Mahkeme kararları sonrasında yapılan her değişikliği, çevre ve canlı yaşamının korunması için değil, faaliyetleri yürüten şirketlerin işlerini kolaylaştırmak adına yapıldığının kaydedildiği açıklama, Kazdağları’nda, Erzincan İliç’te, Ordu’da ve ülkenin dört bir yanında devam eden altın işletmeciliği faaliyetleri bu duruma örnek olarak verildi. İstanbul 3. köprü, havalimanı, Kazdağları’ndaki altın arama faaliyetlerinin, doğayı geri dönüşümsüz bir şekilde yıkıma sürüklediğinin altının çizildiği açıklamada “Demokratik karar alma süreçleri dışında tutulan ve verili hukuk sistemi içinde istisnalar, muafiyetler getiren bu sistem sürdürülebilir değildir. Böylesi hukuk tanımaz bir idari sistem içinde, bu yönetmeliğin yayınlandığı tarihten itibaren hangi projelerin ÇED’den muaf tutulduğu açıklanmalı, şirketlere tanınan tüm muafiyetler halkla paylaşılmalıdır. Bu muafiyetler kaldırılmalıdır. Soruyoruz, kimlere nasıl ve ne için muafiyet tanıdınız?” denildi. Açıklamada şu görüşlere yer verildi; “Çevresel Olağanüstü Hal Rejimi, geleceğimizi, özgürlüklerimizi ve haklarımızı gasbediyor. Durdurun, durduracağız. Olağanüstü bir çevre yönetim rejimi, doğa varlıklarını koruyamaz, tüketir. Tükenir. Bu yok oluşa müsaade etmeyeceğiz.”
(İzmir/EVRENSEL) 
Eklenme Tarihi: 31 Ağustos 2013
http://www.evrensel.net/haber/66617/cevresel-olaganustu-hal-rejimi-ilan-edildi

29 Ağustos 2013 Perşembe

‘Sarı Şeytan’ her yerde şeytan

PAZAR GÜNÜ BİRÇOK ÜLKEDE EYLEM VAR

Özer Akdemir

Romanya’da Rosia Montana Gold Corporation (RMGC) altın madenine karşı mücadele eden örgütler, aralarında Kültür Bakanı ve UNESCO temsilcisinin de bulunduğu komisyonun altın madenine yaptığı ziyaretin iç yüzünü deşifre eden kısa bir video sunum hazırladı. Architecture Restauration Archeology Derneği’nden (ARA) mimar Claudia Apostol Romanya’daki ana akım gazete ve televizyonların bu video klibine ve komisyonun ziyaretle ilgili eleştirilere karşı üç maymunu oynaması üzerine sosyal medyada tanıdıklarından seslerinin duyurulması için yardım istedi. Benzer onlarca haber yapmış Türkiyeli bir gazeteci olarak Romanya’daki yaşam savunucularının seslerini kendi olanaklarımız ölçüde duyurmak da bize kaldı. Tıpkı ülkemizdeki sermaye medyası gibi Romanya’daki medyanın da altın madenleri ile son derece sıkı fıkı olduğu bu örnekten anlaşılabiliyor.

ACI GERÇEKLER

Claudia Apostol’un verdiği bilgilere göre, Romanya Kültür Bakanı Daniel Barbu, 20 Ağustosta yanına UNESCO ile ilgili senato ve temsilciler odası daimi temsilcisini de alarak Rosia Montana altın madenine sözde “bilgilenme ziyaretinde” bulundu. Ziyaret baştan sona altın madeninin kontrolünde geçerken, madenin bölgenin kültürel değerlerine etkisini inceleme amacı taşıyan ziyarete bu iş için UNESCO’ya resmi başvuru yapan organizasyonlara haber dahi verilmedi. Claudia Apostol, altın madenine karşı mücadele eden yerel Alburnus Maoir Derneği’nin komisyonu eşit şartlarda diyalog gerçekleşmesi amacıyla kendi ofislerinde görüşmelere davet etmesine rağmen görüşmelerin maden şirketinin binası olan eski belediye binasında gerçekleştiğini aktardı. Apostol, “Hem parlamento komisyon üyeleri hem de yerel yöneticiler maden şirketinin araçlarıyla görüşme yerine götürüldü. Maden şirketi şehir merkezinde bir açık gösteri organize etti ve bu gösteriye katılımcılar çevre bölgelerden okul taşımacılığı yapması gereken otobüslerle getirildi” dedi.

PAPAZIN EVİNE GİDİLMESİN DİYE…

Komisyonun Rosia Montana da gezilecek anıtlarla ilgili seyahat programının sadece altın madeninin sahibi olduğu anıtlarla sınırlı kaldığını belirten Apostol, kitle örgütleri ve gönüllüler tarafından restore edilen evlerin bilinçli bir şekilde gösterilmediğini dile getirdi. Hatta bu binalardan biri olan Unitarian papazının evinin giriş yolunun bile maden şirketi tarafından komisyon üyelerinin girememesi amacıyla bloke edildiğini söyledi.

İSTENMEYEN SORU SORAN GAZETECİYE ŞİDDET

Apostol’un verdiği bilgilere göre komisyonun ziyareti sırasında madenin istemediği soruları soran gazeteci ve vatandaşlar, şirketin üniformalı özel güvenlik elemanlarınca küfür ve şiddete maruz kalmışlar. Ayrıca komisyon üyelerinin, bakan ve toplantının yapıldığı binanın güvenliğini maden şirketi sağlamış. Jandarma madencilerin gösterisine sadece 4 asker göndermesine rağmen, Alburnus Maoir’in merkez binasına komisyonu bekleyen yerel halkı gözetmek için 8 asker göndermiş.

ARTIK BIKTIK!

Ziyaret boyunca gezilen tüm yollarda sadece maden şirketinin araçlarının geçmesine izin verilirken, diğer araçların geçişi engellenmiş. Rosia Montana Derneği Başkanı Eugen David bu duruma şöyle tepki gösteriyor; “Biz Rosia Montana da yasayanlar olarak yetkililerin sanki maden şirketinin temsilcileri gibi davranmasından artık bıktık. Rosia Montana dan Bükreş’e kadar bütün Romanya su anda RMGC’nin işgali altındadır. Ancak hem yetkililer hem maden şirketi hem de basın sunu unutuyor ki biz devrim Rosia Montana da başlıyor dediğimizde saka yapmıyorduk”.

PAZAR GÜNÜ BİRÇOK ÜLKEDE EYLEM VAR

Rosia Montana’daki maden ülkemizde de Bergama Ovacık Altın madeni ile tanıdığımız (Daha sonra madeni Koza Altın şirketine sattı) Amerika ve Yeni Zelanda ortak sermayeli Newmont’a ait. Newmont günümüzde özellikle Kazdağlarında altın madenciliği için faaliyet yürüten şirketlerden birisi. Romanya Rosia Montana’daki altın madeninin kentsel planlarını iptal etmesine rağmen maden çalışmalarına hala devam ediyor.

1 Eylül Pazar günü sadece Romanya değil, Paris, Brüksel, Berlin, Viyana gibi birçok Avrupa ülkesinden yaşam savunucuları Transilvanya’da işletilmek istenen Rosia Montana altın madenine verilen izinleri protesto etmek için sokaklarda olacaklar.
(İzmir/EVRENSEL)

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Akciğerlere beton doldurulacak



Özer Akdemir
Bornova’daki Karayolları arazisi satılıyor. Kentin orta yerinde kalan, 100 yılda oluşmuş yeşil alanın imarını değiştiren hükümet, biri 90 diğeri 45 dönümlük alanların satışı için düğmeye bastı. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) bu yeşil alanların pazarlık usulü ile 19 Eylül 2013 günü satılacağının duyurusunu yaptı. Kent içinde kalan son yeşil alanlardan olan bölgenin imar planları da değiştirilerek, 10 kata kadar ticari ve konut izni verildi.

‘AĞAÇLI YOL’ SATILIYOR

Karayolları 2. Bölge Müdürlüğü kampüsün yer aldığı 90 dönümlük arazi, “Ağaçlı Yol” olarak bilinen Üniversite Caddesi üzerinde Zeytincilik Araştırma İstasyonu ve Devlet Su İşleri 2. Bölge Müdürlüğü tesisleriyle birlikte yan yana. İzmir Büyükşehir ve Bornova Belediyeleri bu imar değişikliği kararını reddetti, ama Çevre ve Şehircilik Bakanlığı plan değişikliklerini uygulamaya soktu. Bu arazilerin satışının ardından aynı bölgede bulunan her biri yaklaşık 100’er dönüm olan Zeytincilik Araştırma İstasyonu (fidanlık) ve Devlet Su İşleri 2. Bölge Müdürlüğü arazilerinin de satışa çıkarılmasının gündeme gelebileceği belirtiliyor. Bu ise, kent içinde kalmış ve kentin akciğerleri olarak bilinen yeşil alanların AVM, konut gibi yapılar dikilerek betonla doldurulması demek. İlçe merkezine, çevre yoluna ve yapımı hâlâ şaibeli olan Forum Bornova gibi büyük AVM kampüsüne komşu olan arazinin milyon dolarları bulan bir rant aracı yapılacağı dile getiriliyor.

YEREL YÖNETİM KARŞI AMA…

Arazinin satışı ile ilgili Bornova Belediye Başkanı Kamil Okyay Sındır, kamusal alanların kamusal amaçlı kullanılmasından yana olduğunu belirterek, “Halkın nefes alacak alanlara ihtiyacı var. Yüksek yoğunluklu yapıların değil, yeşil alanın devamını istiyoruz” dedi. Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu da, alanın imara açılmasına ve satışına karşı çıktıklarını belirterek, Karayolları ve DSİ Bölge Müdürlüğünün arazilerinin planlarda yeşil alan olarak belirlendiğini hatırlattı.

Yeşil alanların satışa çıkarılmasına karşı Gezi direnişinin ardından oluşan Bornova Forumu ve İzmir’deki ekoloji örgütleri çalışma başlattı. (İzmir/EVRENSEL)

23 Ağustos 2013 Cuma

Karşımızdakiler artık hukukçu değil!



Özer Akdemir 

Yargı, kamuya ait taşınmazların ‘Turizm yatırımlarına tahsis’ adı altında sermayeye devrinin önünü açtı. Buna dayanak yapılan 7 Ocak 2010 tarihli yönetmeliğe karşı dava açan hukukçular, davadan yönetmeliği savunan karar çıktığını belirterek “Ama maalesef karşımızdakiler artık hukukçu değiller. Hukuk üzerinden mücadele yönteminin artık asgari koşulları dahi yok. Açılan her dava bu hukuksuzluğu meşrulaştırma aracından başka işe yaramıyor” diye konuştular.

HUKUK ADINA KÖTÜ GÜNLER YAŞIYORUZ

TMMOB’ye bağlı odalar ve Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Derneğinin Avukatı Emre Baturay Altunok, “Hukuk adına kötü günler yaşıyoruz. Mahkemelerin yorumları ve olaylara bakış açıları 2010 referandumundan sonra çok değişti” diye konuştu. Davalarda hukuk adına söylenebilecek her şeyin söylendiğine işaret eden Altunok, “Ama maalesef karşımızdakiler artık hukukçu değiller” dedi. CHP’nin yasayı Anayasa Mahkemesine taşıdığını hatırlatan Altunok, mahkemenin 2006’da benzer bir olayla ilgili verdiği kararın tersine bir karar verdiğini, Danıştayın da Anayasa Mahkemesi kararını referans aldığını dile getirdi.

REFERANDUMDAN ÖNCE REFERANDUMDAN SONRA


EGEÇEP adına davayı yürüten Avukat Ömer Erlat, 1980 darbesinin ürünü olan Turizm Teşvik Kanunu (TTK) ile ormanların turizm yatırımlarına açıldığını, ancak gerekli alt düzenlemeler yapılmaması nedeniyle yasanın pek uygulanamadığını aktardı. Ormanların turizme AKP hükümetleri ile açıldığını belirten Erlat, en ciddi uygulamaların da Antalya Lara ve İzmir Çeşme’de gerçekleştiğini ifade etti.

Referandumdan önce açılan davada Danıştay 6. Dairesinin ‘Ormanların orman olarak korunmasında kamu yararı vardır’ gibi bir karar verdiğini hatırlatan Erlat, iktidarın ise işi kitabına uydurup, “Kesilen ağacın yerine ağaç dikilecek” gibi kandırmaca işlerle buna devam ettiğini belirtti. İktidarın bir yandan da yönetmelikler çıkardığını ifade eden Erlat, “Bunlardan birisi de Kamu Taşınmazlarının Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkındaki Yönetmelik’ti. Bu yönetmelikte hazine mülkiyetinde yeterli alan bulunmaması kavramının tanımı yapılıyordu. Oysa, önceki Anayasa Mahkemesi kararında bu düzenlemelerin kanunla yapılması gerektiği ifade edilmişti” dedi.

YETMEZ AMA EVET!


Bu gelişme üzerine çevre hukukunun önemli isimlerinden geçtiğimiz aylarda yaşamını yitiren Noyan Özkan ve Arif Ali Cangı ile birlikte bu yönetmeliğin iptalini istemeye ve aynı zamanda TTK’nin sonradan değiştirilen düzenlemesinin de Anayasa aykırılığını Danıştaya götürmeye karar verdiklerini aktaran Erlat, “Danıştay 6. Dairesindeki iki hakimin karşı oyuna rağmen oy çokluğu ile Anayasaya aykırılık iddiamız reddedildi. Zaten, ana muhalefet partisinin açtığı davada Anayasa Mahkemesi karar vermeden önce Danıştayın referandum sonrası gelen üyeleri TTK Anayasaya aykırı değildir demişti” diye konuştu.
Anayasa referandumunda değişikliklere “Yetmez ama evet” diyenlerin bugünlerin hazırlanmasında katkısı olduğuna işaret eden Erlat, “Bu arkadaşlar neler hissediyor? Bir parça üzüntü duymuyor mu çok merak ediyorum. Onların hepimize kocaman bir özür borcu olduğuna inanıyorum”.

TEMYİZ ETSEN NEYE YARAR!


Bu kararın temyiz edilip edilmeyeceği sorusuna Erlat’ın yanıtı şöyle oldu; “Dilersen temyiz et ama neye yarar. Aslında itiraf etmeliyiz hukuk üzerinden mücadele yönteminin artık asgari koşulları dahi yok. Açılan her dava bu hukuksuzluğu meşrulaştırma aracından başka işe yaramıyor. Yarın ne diyecekler gerine gerine; ‘E dava açtınız yüce yargı baktı demek ki her şey Anayasaya vs. uygunmuş...”

KİMLER NİYE DAVA AÇTI?

Çıkarılan yönetmeliğe karşı Ege Çevre ve Kültür Platformunun (EGEÇEP) yanı sıra, Ekoloji Kolektifi, TMMOB’ye bağlı Çevre ve Peyzaj Odaları ile Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Derneği 01.03.2010 tarihli ortak bir dilekçe ile dava açtılar. Dava dilekçesinde 7 Ocak 2010 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan “Kamu Taşınmazlarının Turizm Yatırımlarına Tahsisi” Hakkındaki Yönetmelik’in ilgili madde ve fıkrasının iptali ve yürütmesinin durdurulması isteniyordu. Ayrıca Turizm Teşvik Kanunu’ndaki bazı maddelerinde Anayasaya aykırılık taşıdığı ileri sürülerek bu kanunun da iptali ve yürütmesinin durdurulması talep ediliyordu.
(İzmir/EVRENSEL)

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Irmağımızın bekçisiyiz



Burak Şefkat
Boğazpınar köyü yakınlarındaki Karasu Irmağı üzerinde yapılmak istenen HES’e karşı köylüler protesto yürüyüşü yaptı. Köyün girişinde toplanan köylüler, yaklaşık 4 kilometre uzaklıktaki Karasu Şelaleleri’ne yürüdü. Son derece sarp ve eğimli bir arazide yapılan yürüyüş yaklaşık 2 saat sürdü.
Yürüyüşün ardından, köylülerin mesire yeri olarak kullandığı şelalelerde suyun soğukluğuna aldırmadan nehre girenler oldu. Kayaların birçok yerinden fışkıran ve Karasuya karışan lezzetli sular da doyasıya içildi.
BÜTÜN DERELER ŞİRKETLERE SATILIYOR
Dik kayaların içinde kaynayan ve küçük küçük şelaleler oluşturan Karasu Nehri kaynağının önünde açıklama yapıldı. Boğazpınar HES Karşıtı Platform Sözcüsü Ahmet Öztürk, yaşamın temel kaynağı olan suyun ticari bir meta olarak görülemeyeceğini ifade ederek, “Enerji kılıfı altında bütün dereler, ırmaklar şirketlere satılmaktadır. Suyun kullanım hakkı şirketlere geçmektedir suyu şirketlerin kullanmasına izin veriliyor ancak o sudan insanların doğadaki kuşların böceklerin kullanılmasına izin verilmi-yor” dedi.
HES YAPILIRSA BİR TAS SU VERMEZLER BİZE
Boğazpınar köylülerinden Hakan Mert, “Irmağımızı bize sormadan şirketlere veriyorlar. Oysa ki ırmak da toprak da bizimdir. Biz biliyoruz ki yarın bu ırmaklara el konduğunda, o sudan bir tas bile alamayacağız. Bu nedenle Karasu üzerinde HES kurulmasına karşıyız. Şirket yetkilileri hukuki süreç tamamlanmadan gelecek olursa direneceğiz, onların çalışmalarına izin vermeyeceğiz” diye konuştu.
TOROSLAR BİZİM YURDUMUZ
Yürüyüş ve basın açıklamasına Tarsus, Mersin ve Adana’dan otobüslerle vatandaşların yanı sıra Sarıkeçililer Derneği Başkanı Pervin Çoban Savran’da yöresel giysileri ile katılarak destek verdi. Savran “Bütün Toroslar biz göçerlerin yurdudur. Bu dağlara, sulara, topraklara zarar verecek hür türlü faaliyete karşı biz de direneceğiz ve bu faaliyetlere izin vermeyeceğiz” dedi. Etkinlikte Hayat Televizyonu Çepeçevre Yaşam Program çekimleri de yapıldı.
Karasu’dan köye dönüldükten sonra ise festival yapıldı. Köy meydanında yapılan etkinlik boyunca kadınlar, yöreye özgü sıkma, yüksük aşı ve ayranlarını ikram ederken, şenlik gece saatlerine kadar müzik ve halaylarla sürdü.
(Tarsus/EVRENSEL)


18 Ağustos 2013 Pazar

Yine bir ‘yol’unu buldular!




Özer Akdemir
İZMİR-Gebze otoyoluna karşı Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) tarafından açılan dava, yargı kararını etkisiz kılan yönetmelik değişikliğinin ardından reddedildi. Mahkeme üstüne üstlük EGEÇEP’i Başbakanlığa avukatlık ücreti ödemesine de hükmetti. Hukukçular bu durumu idarenin yargı kararını etkisiz hale getirmesinin bir örneği ve ekoloji alanında dava açanlara gözdağı olarak yorumladı.
YARGI ‘ÇILGIN’LIĞA DUR DEDİ
AKP’nin ‘çılgın proje’lerinde birisi olan otoyol projesinin ÇED sürecinden muaf tutulmasına karşı TMMOB Peyzaj Mimarları Odası ile birlikte dava açmıştı. Projenin çevresel etki değerlendirilmesinin mutlaka yapılması gerektiğine vurgu yapılan davada, yolun bir an önce bitirilmesi için ÇED muafiyeti getiren 8 Aralık 2010 tarihli Başbakanlık Genelgesinin 9’uncu maddesinin yürütmesinin durdurulması istenmişti. Açılan davada Danıştay 14. Daire’si otoyol projesinin yürütmesini durdururken, Başbakanlığın karara itirazı da reddedilmişti.
YARGI KARARI NASIL YOK EDİLDİ?
Bu arada ÇED Yönetmeliği’nin 3.maddesi değişikliğine ilişkin davayı gören Danıştay 14. Dairesi 10.01.2013 tarihli kararı ile Geçici 3. maddeyi iptal etti. Danıştay’ın verdiği son karara göre 7/2/1993 tarihinden, yani ilk ÇED yönetmeliğinden önce üretime ve faaliyete başlayan projeler dışındaki tüm projeler için ÇED süreci işletilmesi gerekmekteydi. Bu yargı kararları otoyol projesinin önünü tıkayınca hükümet bu kararları etkisiz hale getirmek için harekete geçmekte gecikmedi. ÇED Yönetmeliği’nin geçici 3.maddesinde 05.04.2013 tarihinde değişiklik yaptı. Yönetmelik değişikliği ile “23/6/1997 tarihinden önce yatırım programına alınmış olup 5/4/2013 tarihi itibarıyla planlama aşaması geçmiş olan veya ihalesi yapılmış olan veya üretim veya işletmeye başlamış olan projeler ile bunların gerçekleştirilmesi için zorunlu olan yapı ve tesislere ÇED Yönetmeliği uygulanmayacaktır” kuralı getirildi. Bu yönetmelik değişikliği ile de otoyol davası reddedildi.
Fotoğraf: Yine bir ‘yol’unu buldular!
Özer Akdemir
İZMİR-Gebze otoyoluna karşı Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) tarafından açılan dava, yargı kararını etkisiz kılan yönetmelik değişikliğinin ardından reddedildi. Mahkeme üstüne üstlük EGEÇEP’i Başbakanlığa avukatlık ücreti ödemesine de hükmetti. 
http://www.evrensel.net/news.php?id=65279

EKOLOJİ DAVASI AÇANLARA GÖZDAĞI
DAVANIN hukukçularından Arif Ali Cangı, yargı kararının siyasi iktidar tarafından ne pahasına olursa olsun uygulanmaz hale sokulması girişimiyle karşı karşıya olunduğunu belirterek, “Önce yönetmelik ardından yasa değişikliği yapıldı. Daha vahim olanı da idare tarafından yargı kararını etkisiz hale getirmesine ve hak arama özgürlüğünün kullanılmasını engellenmesine razı olan bir yargı kararıyla karşı karşıya olmamız” dedi. Mahkemenin Başbakanlığa dava açanların 2640 TL avukatlık ücreti vermesi kararını da eleştiren Cangı, “Ekoloji alanında dava açanlara göz dağı vermektir. Sağlıklı çevrede yaşama hakkının hukuksal denetim yolunun, idari yargı yoluyla kapatılmasıdır” diye konuştu. Cangı, bu durumun yaşam alanlarının korumasız hale gelmesine neden olacağı uyarısında bulundu. (İzmir/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 18 Ağustos 2013

Karaburun kuşatmaya direniyor


Karaburun Yarımadası’ndaki çevresel sorunlar kaynaklı kuşatılmışlığa karşı yarımadalıların yaşam alanlarını koruma mücadelesi devam ediyor.
Karaburun Kent Konseyi tarafından gerçekleştirilen “Karaburuna iyi bak” etkinliğin ilk gününde ilçe merkezinden araç konvoyu oluşturularak köylere gidildi. Etkinlikle ilgili açıklama yapan Konsey Başkanı İpar Buğra Dilli, yarımadanın doğal, kültürel değerleri ve sahip olduğu bitki ve hayvan varlığı ile korunması gereken bir dünya mirası olduğunu belirtti. Bu varlıkların son yıllarda hızla artan RES, balık çiftlikleri ve geniş arazi yağması eliyle yok edilmek üzere olduğuna dikkat çeken Dilli, Karaburun halkının yaşam alanlarını korumak için mücadeleden vazgeçmeyeceğini söyledi.
UÇAK SESİ İLE 24 SAAT
Uğranılan ilk köy, RES’lerin adeta köy evlerinin dibine kadar geldiği Yayla Köyü oldu. Gelenleri alkışlarla karşılayan köylüler, RES’ler yüzünden hem kendilerinin hem de hayvanları için yaşamın adeta çekilemez hale geldiğini anlattılar. RES’lerin çıkardığı uçak sesini andırır gürültünün 24 saat boyunca hiç durmadan devam ettiğini anlatan köylüler, “Uyku uyuyamaz hale geldik. Keçi sayımız 10 binlerden bine düştü. Daha onlarca yeni rüzgar gülü yapılacağından bahsediliyor” diye konuştular. Karaburun Belediye Başkanı Serdar Yasa da yarımadanın bir bıçak sırtında olduğunu belirterek, “Biz Karaburun’un yok olmasına izin vermeyeceğiz” dedi.
BİZİ KUŞATTILAR
Yayla Köyünün ardından gidilen Salman Köyünde de köylüler en büyük sorunlarının denizlerdeki balık çiftlikleri olduğunu söyledi. Balık çiftliklerinin denizleri yüzülemeyecek derecede kirlettiğini anlatan köylüler, “Bizi RES’lerle kuşattılar. Denizlerimiz de balık çiftlikleri ile çevrelendi. Bizler nerede yaşayalım” diye sordular. Köy muhtarları da yaptıkları konuşmalarda RES’lerin, taş-mıcır ocaklarının ve balık çiftliklerinin yaptığı tahribatı anlattı. İlk günkü etkinlikler Karaburun hükümet meydanından iskeleye kadar yapılan yürüyüşün ve burada verilen müzik dinletisiyle sona erdi.
Etkinliklerin ikinci günü Karaburun Belediye Salonunda yarımadanın çevre sorunları ile ilgili bir panel gerçekleştirildi. Prof. Dr. Ümit Erdem’in kolaylaştırıcılığını yaptığı panelde yarımadada yaşanan çevresel sorunlara karşı mücadele deneyimleri, hukuki ve bilimsel yaklaşımlar ele alındı. (İzmir/EVRENSEL)


16 Ağustos 2013 Cuma

Yapılamayan bir ÇED toplantısının gösterdikleri


16 Ağustos 2013 19:54

VTG Holdingin Çaldağı eteklerindeki Çampınar köyünde yapacağı ÇED toplantısı öncesi, şirketin basın danışmanları tarafından dağıtılan metinde “ÇED toplantısı yapıldı” ifadesine “Daha toplantı başlamadan siz yapıldı demişsiniz” itirazıma, şirket yetkilileri şaşırmakla birlikte ‘Yapılacak işte
Görüntünün olası içeriği: 4 kişi
Özer Akdemir
“O kadar da emin olmayın, bu toplantılar hep sorunlu geçer” sözlerime “Bir şey olmaz” deseler de benden sonra gelen gazetecilere “Toplantı bitiminde vereceğiz” diye metni vermediler. Sonuçta ben haklı çıktım ve ÇED toplantısı yapılamadı, daha doğrusu yarım kaldı.
Oysa köy konağı denilen yapının bahçesi civar köylerden, Turgutlu’dan ve İzmir’den gelenlerce doldurulmuş, gergin ama yine de sakin bir ortam vardı. Bu sakin ortamın bozulma olasılığı toplantıya başlanmadan beş dakika önce futbol maçına gider gibi slogan atarak toplu olarak araçlarından inen Turgutlu’dan gelen 20-30 kişilik bir grubun gelişi ile arttı. 20’li yaşlardaki bu grubu orada bulunanlar “Belediye başkanının paralı adamları” diye tarif ettiler. Turgutlu halkının, nikel madeni yanlısı olması nedeniyle “İngiliz Serhat” (Madenin ilk sahibi İngiliz şirketiydi) adını taktıkları AKP’li Belediye Başkanı Serhat Orhan anlaşılan ÇED toplantısına damgasını vurmak istiyordu.
Görüntünün olası içeriği: 17 kişi
‘BU ZEHİRLE BAŞ BAŞA KALACAK OLAN BİZİZ’
Maden yetkililerinin açıklamalarının ardından toplantının soru yanıt kısmına geçildiğinde, elinde iki poşet sebze ve meyve ile mikrofonu alan Çampınar Köylüsü Kemal Bozkurt sözüne başlamıştı ki, Turgutludan gelen gruptan bir genç ayağa kalkarak “Açım ben, iş istiyorum” diye bağırdı. Toplantı alanının dışında hazır bekleyen robokop giysili jandarma timi toplantı alanına girerek, grubun önüne set çekti. Köylülerin sert tepkileri ve “Maden istemiyoruz” sloganları sonrası grup toplu olarak alanı terk etti. Köy gençleri “Yevmiyeciler, 20 lira harçlık ile gelip bizi konuşturmayacaklar. Burada biz yaşayacağız, bu zehirle biz baş başayız” dediler. Köy kadınları da çocuklarını geleceğinden büyük endişe duyduklarını, ürünlerinde ve hayvanlarında madenci şirket nedeniyle şimdiden zarar görmeye başladıklarını söylediler. Yapılamayan toplantıda maden yetkililerinin sunumlarından akıllarda kalan şunlar oldu; Maden daha verimli olduğu gerekçesiyle yığın liçi yönteminden tank liçi yöntemine geçiyor. Ayrıca ara ürün yerine bölgede nikel metali üretimi yapmak için tesislere bir tesis daha ekliyor. ÇED toplantısı da işte bu değişiklikler nedeniyle yapılmak istenmiş.
Görüntünün olası içeriği: 5 kişi
ASİT FABRİKASIYLA 21 YIL!
2015’te üretime başlayacaklarını aktaran şirket yetkilileri, madenin ömrünün 15 yıldan 21 yıla çıkacağını söylediler. Bu şu demek; dünyanın en verimli 7 ovasından biri olan Gediz Ovası’nın ortasında, yüz binlerce ağacın kesildiği bir alanda (Şirket yetkilileri tüm alanın ormanlık olduğunu da söylediler) Türkiye’nin en büyük sülfürik asit fabrikası ile birlikte 21 yıl bir nikel madeni çalışacak. “Biz yerliyiz” tanımını sıkça kullanan şirketin iddiasına göre bu 21 yılda ne Gediz’deki tarım, ne ormanlar, ne proje alanındaki 4 arkeolojik sit, ne de bölgedeki canlı yaşamı zarar görmeyecek! İnanıp inanmamak size kalmış, ama şirket bırakın çevreye vereceği kirliliği, daha ÇED toplantısında yarattığı gerginlikle bölgede nasıl bir ‘toplumsal kirlilik’ yaratacağının da ipucunu vermiş durumda. (Manisa/EVRENSEL)
https://www.evrensel.net/haber/65146/yapilamayan-bir-ced-toplantisinin-gosterdikleri

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Haber doğru, başlık da sanat eseri…

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Bülent Gülçubuk tarafından gazetemize ve İzmir Muhabirimiz Özer Akdemir’e karşı açılan ceza davası İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından reddedildi. İstanbul Cumhuriyet Savcısı Nurten Altınok basın ve ifade özgürlüğüne vurgu yaptığı kararında, haberlerin içeriğinin tanıklarla doğrulandığını, “Yevmiyeci Hoca” başlığının da basın sanatının bir gereği olduğunu kaydetti.
‘BU UĞURDA CAN VERENLERİN OLDUĞU…’
Gazetemizde 08.04.2013 tarihli ‘Yevmiyeci Hoca’ tartışması ve 13.04.2013 tarihli “Yevmiyeci Hocaya Bir İtiraz Bir İtiraf” başlıklı haberlerle ilgili, İstanbul Cumhuriyet Savcısı Nurten Altınok imzasıyla verilen kararda, toplumu ilgilendiren konularda haber verme ve bilinçlendirmenin basının görevi olduğuna vurgu yapıldı. Prof. Gülçubuk’un maden yetkilileri ile toplantıya katıldığının gerçek olduğunun altının çizildiği kararda Altınok, köylülerin gelenlere ‘yevmiyeci hoca’ demelerinin manşete çekilip, tırnak içine alınarak, kararın okuyucuya bırakılacak şekilde tartışma konusu yapıldığına dikkat çekti. Altınok kararında, Gezi olaylarını da çağrıştıran cümlelerle haberde kamu yararı olduğunu şu sözlerle dile getirdi; “Çevre gibi tüm toplum açısından önemli bir konuda, altın madeni işletmesi, HES’ler ve bir çok doğaya yönelik tahribatın kamuoyunun tepkisini çektiği, bu uğurda can verenlerin olduğu, kamu yararının bulunduğunun mahkemelerce de kabul edildiği…”
BAŞLIK BASIN SANATININ GEREĞİ
Savcı Altınok, Prof. Gülçubuk tarafından tepki gösterilen “Yevmiyeci Hoca Tartışması” başlığını da “gazetecilik mesleğinin, daha doğrusu basın sanatının vazgeçilmez gereği” olduğunun altını çizdi. Savcı Altınok haberlerin şikayetçinin kişilik haklarını hedefe almadığı, küçültücü değer yargısında bulunmadığı, eleştiri ve haber verme sınırlarını aşmadığını belirterek kovuşturmaya gerek olmadığına karar verdi.
(İzmir/EVRENSEL)

YEVMİYECİ HOCA HABERLERİ...
Gazetemiz İzmir Muhabiri Özer Akdemir, Kaz Dağlarında altın işletmesi kurmak için çalışmalarını sürdüren ve buna karşı çıkan köylüleri ikna için çeşitli girişimlerde bulunan altın madencilerinin bir halkla ilişkiler çalışmasını haberleştirmişti. Sularına içilemez raporu verilen Bayramiç Muratlar köyünde, aralarında ZMO Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Gülçubuk'un da bulunduğu SÜRKAL adlı bir dernek tarafından yapılmak istenen toplantıya köylüler tepki göstermiş, Prof. Gülçubuk'tan 'Madenciler tarafından getirilen yevmiyeci hoca" diye bahsedilmişti. Muratlar köyü ile birlikte üç köyde daha yapılan bu toplantıların maden şirketinin olanakları ve isteği ile yapıldığı köy muhtarı, azası ve bizzat toplantıları gerçekleştiren SÜRKAL Dernek Başkanı Rahmi Demir tarafından ifade edilmişti.
TEKZİBİN TEKZİBİ
Tüm bu tanıklıklara rağmen Prof. Gülçubuk, haberin gerçek dışı olduğu, kişilik haklarının çiğnendiği iddiası ile muhabirimiz Akdemir ve gazetemizin sorumluları hakkında ceza ve tazminat davası açmıştı. Gülçubuk'un tekzip talebi, Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesince haberin başlığının dahi yanlış yazıldığı skandal bir kararla kabul edilmiş, muhabirimiz Akdemir "Ben bu başlıkta bir haber yazmadım" diye tepki gösterdiği kararı, basına uygulanan baskı ve sansürün bir ürünü olarak yorumlayarak eleştirmişti.
Eklenme Tarihi: 14 Ağustos 2013 
http://www.evrensel.net/haber/64992/haber-dogru-baslik-da-sanat-eseri

13 Ağustos 2013 Salı

Gemi sökümlerinde ölüm var!

Özer Akdemir
ALİAĞA yakınlarındaki Gemi Söküm Tesisleri yine bir iş cinayeti ile kamuoyunun gündemine geldi. Tesisler bir zamanların ünlü TV dizisinin çekildiği “Aşk Gemisi” (Quail Cruises)’nin söküm için Aliağa’ya getirilmesiyle haber olmuştu. Aradan birkaç gün geçtikten sonra ise bu geminin sökümünde çalışan iki işçinin ölümü düştü ajanslara. Yıllardır iş kazaları, işçiler için güvenli olmayan çalışma koşulları ve özellikle asbest kaynaklı meslek hastalıkları ile haber olan tesislerin denetimi işi ‘Tilkiye tavuk kümesi emaneti’ fıkrasını anımsatır cinsten. Tesislere bir türlü ‘ilişilememesinin’ nedeni sektörün iş yaptığı firmaların ekonomik büyüklüğü ve iktidara yakınlığı ile açıklanıyor.
Fotoğraf
BUNA İHMAL DENEBİLİR Mİ?
Quail Cruises gemisinin sökümü işinde makine dairesinde biriken suyu boşaltmaya çalışan işçiler su tahliye pompasının egzoz gazı nedeniyle zehirlenmişti. Zehirlenen 8 işçiden Doğan Balcı ve Davut Özdemir kaldırıldığı Aliağa Devlet Hastanesinde yaşamını yitirirken, durumu ağır olan iki işçi İzmir’deki hastanelere sevk edildi. Deniz suyu boşaltımı gibi basit bir iş için mazotla çalıştırılan pompanın egzoz gazından işçilerin zehirlenebileceğinin göz önüne alınmaması patronların işçilerin yaşamının değeri konusundaki umarsızlığını ortaya koyarken, ‘Buna ihmal denebilir mi’ değerlendirmelerine neden oldu. Son derece tehlikeli kimyasal maddelerin yanı sıra, düşme, patlama, yanma gibi nedenlerle onlarca işçinin canından olduğu bu tesislerin hangi kurum tarafından denetlendiği sorusunun yanıtı bu vurdumduymazlığın ardında yatan nedeni de açığa çıkarıyor. Tesisler burada iş yapan firmaların oluşturduğu Gemi Söküm Sanayicileri Derneği tarafından denetleniyor!... Devletin buralarda denetleme yap(a)mamasına gerekçe olarak ise bu konuda yetişmiş bir denetim uzmanının olmaması gösteriliyor.
‘AŞK GEMİSİ’ ÖLÜM GEMİSİ OLDU!
Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) iki işçinin yaşamını yitirmesi ile ilgili yaptığı açıklamada ölümlerin ‘düpedüz iş cinayeti’ olduğunu dile getirdi. EGEÇEP tarafından yapılan açıklamada bu cinayetin ilk olmadığı hazırlatılırken, önlem alınmama politikasının devam etmesi halinde son olmayacağı uyarısı da yapıldı. Gemi söküm tesislerinin Hindistan, Pakistan, Çin, Bengladeş ve Türkiye’de yoğunlaşmasının bile bu sektörün niteliği hakkında bilgi verdiğini belirten EGEÇEP,  tesislerin yeterince denetlenmemesi ile ilgili şu çarpıcı tespiti gündeme taşıdı; “Bu sektöre ilişilemiyor, denetlenemiyor. Çünkü ilişkili oldukları demir-çelik, gemi yapımı ve enerji sektörleriyle birlikte ekonomik açıdan Türkiye’nin en büyükleri olarak açıklananlar listesinde en yukarılarda yer almaktadırlar. Bunlar hep iktidar yanlısı ve destekçileridirler. Hep birlikte çevreyi ve emeği sömürürler.”
EGEÇEP sorunun çözümü için, kamu denetimi ile birlikte, üniversitelerin, TMMOB’nin ilgili odalarının, Baro ve Tabip Odasının da katıldığı bir Denetim Kurulunun oluşturulmasını önerirken, bu kurula yörenin en örgütlü sivil çevre örgütünün de katılmasının gereğine işaret etti. (İzmir/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 13 Ağustos 2013

KAZADA ÖLEN İŞÇİ TOPRAĞA VERİLDİ
Quail Cruises gemisinin sökümü sırasında gazdan zehirlenerek hayatını kaybeden Davut Özdemir, memleketi Sivas’ta toprağa verildi. Özdemir’in cenazesi İzmir Adli Tıp Kurumunda yapılan otopsinin ardından Sivas’a gönderildi. Şarkışla’nın Kayapınar köyünde doğan Davut Özdemir’in cenazesi baba ocağına getirildi. Kayapınar Camii’nde kılınan cenaze namazı sonrası Özdemir’in cenazesi defnedildi. Davut Özdemir, 4 çocuk babasıydı. Gemide zehirlenenler arasında bulunan ancak kurtulan Dursun Özdemir’in, Davut Özdemir’in hem amcasının oğlu, hem de kayınbiraderi olduğu öğrenildi. (Sivas/CİHAN)

BİLİRKİŞİ İNCELEMESİ YAPILACAK
Quail Cruises’ta meydana gelen kazayla ilgili bilirkişi incelemesi istendi. Olayın meydana geldiği gemide de savcılık talimatıyla soruşturma başlatıldı. Geminin içindeki suyun uzman ekipler tarafından boşaltılmasının ardından, savcılık, bilirkişi incelemesi yapılması için talepte bulundu. İş kazasıyla ilgili gözaltına alınan kimsenin bulunmadığı ifade edilirken, soruşturma kapsamında firmanın iki yetkilisinin ifadesine başvurulduğu öğrenildi. Bu arada kazada ölen iki işçinin ailesi suç duyurusunda bulundu. (İZMİR)


10 Ağustos 2013 Cumartesi

Dertleri çevre değil


NÜKLEER SANTRALİN ÇED RAPORU NEDEN İPTAL EDİLDİ?

Özer Akdemir 


Mersin Akkuyu’da yapımı planlanan nükleer santralle ilgili ilginç gelişmeler yaşanmaya devam ediyor. Nükleer santralin ÇED raporunun “format uyumsuzluğu” gerekçesiyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından iptalinin ardında, Rusya’nın Suriye politikası olduğu ileri sürülüyor.

Bu iddiayı dile getirenlerden biri olan Nükleer Karşıtı Platform Üyesi Semra Kabasakal, “Siz Suriyeyi desteklerseniz biz de nükleer santral konusunda zorluk çıkarırız’ denmek isteniyor. Santral AKP’nin Suriye politikasının bir pazarlık unsuru gibi kullanılıyor” dedi. Mersin Barosu Başkanı Alpay Antmen de yıllardır nükleer enerji politikasının ve santral çalışmasının karşısında mücadele ettiklerini belirterek, Danıştayın baronun bu konudaki müdahillik başvurusunu reddeden kararının son derece yanlış olduğunu söyledi. Antmen gerekirse bireysel davalar açacaklarını ifade etti.

MECLİSE TAŞINDI
Bu arada CHP milletvekili Vahap Seçer Akkuyu nükleer santrali için hazırlanan ÇED raporunun “eksiklikler” olduğu için şirkete iadesini TBMM’ye taşıdı. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın yanıtlaması istemiyle sunduğu soru önergesinde Seçer, iktidarın Rusya’ya Akkuyu üzerinden mesaj vermek istediği yönündeki iddialarla ilgili açıklama istedi. “ÇED Raporunda iadeye konu olarak belirlenen eksiklikler nelerdir?” diye soran Seçer, “…şirketin 9 Temmuz’da Çevre ve Şehircilik Bakanlığına sunduğu ÇED Raporu’na onay çıkmadığını biliyoruz. Bakanlık, yaklaşık 3 bin sayfadan oluştuğu belirtilen raporu beğenmeyerek, 15 Temmuz’da şirkete iade etti. Yani şirketin raporu 6 günde bakanlıktan veto yedi” dedi.

ÇED raporunun iadesinde hükümetin Suriye’deki mevcut rejim ve yönetimine yönelik tutumu ve bu nedenle Rusya’yla bozulan ilişkilerin belirleyici olup olmadığını soran Seçer, “ÇED Raporu’nda iadeye konu olarak belirlenen eksiklikler nelerdir? Bakanlığınız tarafından Akkuyu NGS’ye bildirilen ‘Yorum ve öneriler’ nelerdir?” sorularına da yanıt istedi.

NÜKLEER ATIKLAR AKKUYU’YA GÖMÜLECEK

Nükleer Karşıtı Platform Sözcüsü Sabahat Aslan santralin çalışması durumunda nükleer atıkların Akkuyu’ya gömüleceğini belirterek, Akkuyu’nun bir nükleer çöplük olacağını dile getirdi. Nükleer atıkların Mersin SEKA arazisine gömüleceği bilgisinin ise tam olarak gerçeği yansıtmadığına işaret eden Aslan, “SEKA arazisi liman olacaktı ve buraya tersane yapılacaktı. Tersane yapımından alanın Göksu Deltası koruma alanına çok yakın olması gerekçe gösterilerek vazgeçildi. Burası tampon koruma alanı ilan edilmiş daha önce. Şimdi buraya liman yaparak nükleer santralin tüm montaj ve lojistik işlerini burada yapmayı planlıyorlar. Ayrıca nükleer atıklar da buradan taşınacak” dedi. Nükleer atıkların Akkuyu’ya gömüleceğine dair NGS Firması’nın Genel Müdür Yardımcısı Rauf Kasımov’un açıklamaları olduğunu aktaran Aslan, “Burada asıl amaç nükleer silah hammaddesi elde etmektir. Bu işlem sırasında açığa çıkan enerjiyi elektrik enerjisine dönüştürecekler. Bunun yanı sıra plütonyum çekme işini Rusya’da yapacaklar. Tabii bu işlemden sonra madde geri getirilirken oradaki atkılar da buraya gelecek. Getir götür işinin yapıldığı bu alan radyasyonlu bir bölge olacak” diye konuştu.

HİÇBİR ŞEY HUKUKİ DEĞİL

Nükleer santralin kurulacağı 11 bin hektarlık geniş alanın bir bölümünün de atık alanı haline getirileceğini söyleyen Aslan, “Yaptıkları hiçbir şey hukuki değil. 1/100 binlik çevre planının iptal edilmesinden sonra buraya nükleer santral projesinden vazgeçilmesi gerekiyordu. ÇED dosyasının formata uygun olmadığı gerekçesiyle iade edildiğini açıkladı bakanlık ama bize ulaşan bilgiler birinci derece deprem kuşağında olan bu bölgenin depremsellik verilerinin incelenmemiş olması nedeniyle bu ÇED raporu iadesinin gerçekleştiği yönünde” dedi.
Eklenme Tarihi: 10 Ağustos 2013
http://www.evrensel.net/haber/64636/dertleri-cevre-degil

(Mersin/EVRENSEL)

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Sunağın son kurbanı kendi toprakları oldu


Özer Akdemir

Binlerce yıldır doğaya inanan insanların tapım merkezi olan Burhaniye’ye bağlı Dutluca köyü yakınlarındaki Deliktaş Kaya Sunağı’nın son kurbanı, üzerinde bulunduğu toprakları oldu! Altın madencileri Deliktaş sunağına birkaç yüz metre uzaklıktaki eskiden zeytin bahçeleri olan arazinin altını üstüne getiriyorlar. Bu katliamın görülmemesi için de turistlerin ayağını kesecek yollar bulmakta gecikmemişler.

KATLİAM GÖRÜLMESİN DİYE

Burhaniye’ye 9 kilometre uzaklıkta Madra Dağı eteklerindeki Dutluca köyü, MÖ 10-11. yüzyıldan kalma Deliktaş Kaya Sunağı ile tanınıyor. Daha bir yıl öncesine kadar yüzlerce turistin uğradığı kaya sunağında bugün in cin top oynuyor.

Koza Altın Şirketi, kaya sunağının birkaç yüz metre yakınında altın madeni çıkarmaya başladı. Altıncı şirketin bölgede yaptığı ilk işlerden birisi de buraya turistlerin gelmesini önleyecek tedbirler almak oldu. Kaya sunağının hemen yanı başında bulunan asmalı bir çardak, bu kutsal alanı görmeye gelen turistlere yiyecek-içeçek sağlayarak köye önemli bir katkı sağlıyormuş. Köylülerin anlatımına göre, altın madeni doğaya verdiği zararın görülmemesi için, ilk iş olarak masrafını karşılayarak bu çardağı kapattırmış.

ÖNCE MUHTARI ‘İKNA’ ETTİLER

Köyün kahvesinde görüştüğümüz köylüler, madenin önce muhtarı ‘ikna’ ettiğini, daha sonra da bu çardağı kapattırdığını anlattılar. Madenci şirketin yaklaşık 400 dönümlük bir araziyi köylülerden satın aldığını belirten Dutlucalılar, arazideki zeytin ağaçlarının şirket tarafından kesildiğini dile getirdiler. Köyden yaklaşık 25 gencin madende 1000-1200 lira ortalama ücretle çalıştığını belirten köylüler, geleceklerinden umutsuz konuştular.
“Artık buralar biter. Çocuklarımız ne yapar bilmem” diyen ve madenin hemen yanı başında 36 dönümlük zeytinliği olduğunu söyleyen bir köylü, madenden çıkan tozların zeytinleri öldüreceği endişesini dile getirdi. Her gün saat 14.00 sularında patlatılan dinamitlerin herkesi korkuttuğunu belirten köylüler, şirketin köyü çevreleyen tepelerde de altın aramaya devam ettiği bilgisini verdiler.

BİR DE ÖBÜRYANINI GÖRSENİZ!

Kaya mezarını görmek için artık kimsenin gelmediğini, o bölgeye yapılan yatırımların çürümeye başladığını kaydeden köylüler, “Madenciler yapıp ettikleri görülmesin diye parasını verip kapattırdılar orasını. Oysa turistler gelip gidiyor, köye bir şeyler kalıyordu” diye konuştular. “Altın madeninin Deliktaş Sunağı’ndan görünen yüzü gene de ‘iyi’ tarafı” diyen köylüler, öbür taraftaki doğa tahribatının çok daha korkunç olduğunu dile getirdiler.
Koza Altın Şirketi Bergama ve Kozak yaylasının yanı sıra, Dutluca köyüne kuş uçuşu 5-6 kilometre uzaklıkta, Küçükdere’de de altın madeni işletiyor. Şirket buralardan çıkardığı cevheri kamyonlarla Bergama’daki siyanür tesislerine taşıyor ve burada siyanürle cevherin içindeki altını ayrıştırıyor.

DELİKTAŞ KAYA MEZARI

Antik çağda doğaya inanışın önemli tapınma merkezlerinden olan kaya sunakları, doğanın insan güçleriyle bağlantıya geçtiği ve doğayla bütünleştiği kutsal yerlerdi. Kaya kütlelerine insan eliyle yapılmış taht, arınma havuzları, alev çukurları, kanallar, oyuklar vb. düzenlemeler ile ritualistik özellik kazandırılmıştır. Erken demir çağından, erken Hıristiyanlık sürecine kadar kullanılmışlardır. Kaya sunaklarının en güzel örneklerinden birisi olan Deliktaş, Demir Çağına, MÖ 10-11. yüzyıllara kadar uzanan tarihçesi ile tipik bir Trak-Misya kutsal anıtıdır

Dişiliği, analığı ve üremeyi, dolayısıyla yaşamın sürekliliğini sembolize etmesi açısından “Ana tanrıça kültü” ile güneşi simgelemesi bakımından “Güneş kültü” ile bağlantılıdır.

(İzmir/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 07 Ağustos 2013
http://www.evrensel.net/haber/64328/sunagin-son-kurbani-kendi-topraklari-oldu

2 Ağustos 2013 Cuma

Törenle dağıtılan tapular geçersiz çıktı!



Özer Akdemir 

Aydın’ın Çine ilçesinde binlerce köylüyü kendi topraklarında işgalci hale getiren tapu sorunu yeni bir skandalla gündemde. AKP’li vekillerin sorununuzu çözdük söylemlerinin ardından Tapu Kadastro görevlileri eliyle dağıtılan yeni tapuların da eskisi gibi geçersiz olduğu ortaya çıktı. Köylüler, şimdi geçersiz tapuları büyük bir törenlerle şenlik havasında dağıtan yetkililere ve hükümete ateş püskürüyor.

7 KÖY BİR GECEDE MERA OLDU
7 köyde yaşayan yaklaşık 4 bin kişiyi etkileyen sorun 1952 yılında arazilerin tapuya mera olarak yazılmasıyla başladı. Daha sonra 1988-1991 yıllarında, 2981 sayılı İmar Affı Yasası ile mera olan bu araziler köylülere satıldı. Aradan yıllar geçtikten sonra 2009 yılında hazine meraların köylülere satışının yanlışlıkla yapılmadığını ileri sürerek tapu iptal davası açtı. Mahkeme, “Arazilerin artık mera vasfını yitirdiği, köy mücavir alanları içerisinde kaldığı” yönlü bilirkişi raporuna rağmen yaklaşık 800 tapunun iptali ile sonuçlandı. Çine’de, tıp fakültesi, kredi yurtlar kurumu gibi birçok devlet kurumunun tapuda mera olarak geçen yerler üzerine kurulmuş olduğu gerçeğini dile getiren köylülerin avukatı Hicran Danışman, geçtiğimiz yıllarda Çine’de bu sorunla ilgili yapılan halk toplantısında “Burada asıl sorulması gereken ‘Hukuk kimin için?’ sorusudur. Hukuk toplum için değil mi? Zenginler, sermaye için bir gecede yasa çıkarılabiliyor, binlerce köylü için neden çıkarılmasın? Çözüm, kısacık bir düzenlemede ki bu sorun ortaya çıktığı günün hemen ertesinde bu düzenleme yapılarak çözülebilirdi” demişti.

TORBA YASADAN SON ANDA ÇIKARILDI

Aylarca eylem yapan binlerce köylünün tepkisi üzerine torba yasa görüşmelerine eklenen bir madde Çine’li köylülerin sorununu çözüyordu. Köylülerin mağduriyetini giderecek olan maddenin komisyondaki görüşmeleri sırasında maddenin başka konularda da emsal teşkil edebileceğine yönelik eleştiriler gündeme getirildi. Köylülerin avukatı Danışman, yasa maddesinin muhtemelen bu eleştiriler sonrası son anda torbadan çıkarıldığını, TBMM’deki görüşmelerde gündeme getirilmediğini belirterek, “Dolayısıyla binlerce Çine köylüsünü ilgilendiren yasa çıkmadı. Buna karşın geçtiğimiz günlerde törenlerle yeni tapu dağıtıldığı haberlerine açıkçası şaşırmıştım. Çünkü yasal olarak değişen bir şey olmamıştı. Şimdi köylerden dağıtılan tapuların sahte, eskisi gibi geçersiz olduğu haberleri geliyor. Durumun aydınlığa kavuşması içen köylere gideceğim” dedi.

SEÇİM ÖNCESİ AKP KANDIRMACASI


Tapu mağdurlarından Kahraman Köylüleri, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü personeli tarafından dağıtılan yeni tapuların eski tapulardan hiçbir farkının olmadığını belirterek “AKP seçim öncesi milleti kandırmaya çalışıyor” diye tepki gösterdiler.

Köylülerden Mehmet Emin Çırak, yeni tapuları veren yetkililerin kendilerine bunların geçersiz olduğuna dair bir şey söylemediğini aktararak, yetkililerin seçim yatırımı için bakkal dükkanından şeker, un dağıtır gibi tapu dağıttıklarını söyledi. Köy Muhtarı Abdülkadir Akalın, yeni tapuları ellerine alan köylünün artık sorun çözüldü diye sevindiğini belirterek, oysa tersine mahkemenin devam ettiğini ve tapuların geçersiz olduğunu öğrendiklerini dile getirdi. 

Eklenme Tarihi: 02 Ağustos 2013
http://www.evrensel.net/haber/63855/torenle-dagitilan-tapular-gecersiz-cikti

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...