27 Aralık 2020 Pazar

Afşin Elbistan santral bölgesinde heyelan: Yeni bir Çöllolar faciasına ramak kalmış!

 27 Aralık 2020 14:45

Termik santral bölgesinde dün gece heyelan meydana geldi. Kaymayı fark eden işçilerin kaçması can kaybını önledi. 9 yıl önce meydana gelen göçük altında kalan 9 işçinin cenazelerine ulaşılamamıştı.

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel



ÖZER AKDEMİR

Afşin Elbistan termik santrallerine kömür temin edilen sahada dün gece saat 23.50 sularında heyelan meydana geldi. Vardiya değişimi saatinde meydana gelen heyelandan hemen önce şevlerdeki kaymayı fark eden işçilerin kaçması nedeniyle herhangi bir can kaybı ve yaralanmanın olmadığı dile getirirken, birçok iş makinesinin toprak altında kaldığı belirtiliyor. Bölgede termik santrallerin çevresel yıkımına karşı mücadele eden Afşin ve Elbistan Hayatı ve Doğayı Koruma Platformu Sözcüsü İbrahim Yalçın, göçükle ilgili daha önce hem devlet kurumlarını hem kömür ocağını işleten Çelikler Holdingi uyardıklarını söyledi.

SAHA ÖZEL ŞİRKETE GEÇİNCE VAHŞİCE KAZILDI

Afşin - Elbistan Termik santrali A ve B ünitelerine kömür temin edilen Kışlaköy yakınlarındaki maden ocağında dün gece yarısı meydana gelen heyelanla ilgili görüşlerini aldığımız Afşin ve Elbistan Hayatı ve Doğayı Koruma Platformu Sözcüsü İbrahim Yalçın, kendilerine gelen bilgilere göre herhangi bir can kaybının olmadığını belirtti. Yalçın, "Ancak Çelikler bilgi konusunda çok ketum. İşçiler dışında başka birileri var mıydı bölgede bilemiyoruz. Umarız yoktur" dedi. Yalçın şu bilgileri verdi; "Heyelan A termik santrali için kömür alınan yer olan Kışlaköy kömür sahasında meydana gelmiş. B santraline kömür temin edilen Çöllolar kömür sahası dokuz yıl önce göçmüştü. Dün gece heyelanın olduğu Kışla kömür sahası daha önce devlet tarafından işletiliyordu. Devlet işletirken belli ölçüde önlemler alınıyordu. Ancak özelleştirme ile burayı alan Çelikler Holding çok vahşi bir şekilde kazdı ocağı".

GÖÇÜK OLABİLECEĞİ KONUSUNDA DAHA ÖNCE UYARMIŞTIK

Bölgeden sadece A ünitesi için değil B ünitesi için de kömür temin edildiğini belirten Yılmaz, "B ünitesinin kömür sahası kapatılınca buradan kömür almaya, bantlarla ve kamyonlarla santrale taşımaya başlamışlardı. Bizler Çeliklerin vahşi bir şekilde, gerekli önlemleri almadan çalışmasının yol açtığı sıkıntıları biliyoruz. Hatta beş altı ay kadar önce bu heyelanın olduğu yerde gözle görülür bir şekilde meydana gelen çatlağı işçiler bize anlattıklarında biz hem EÜAŞ'ı hem de Çelikler'i uyardık. 'Burada bir sorun var. Göçük olabilir, bir felakete yola açmasın, önlem alın' diye. EÜAŞ müfettiş gönderdi ancak üstünü örttüler" dedi.

HEMEN HER AY İŞÇİ ÖLÜMLERİ OLUYOR

Termik santraller bölgesinde hemen her ay işçi ölümlerinin yaşandığını aktaran Yılmaz, "Gerekli işçi sağlığı, iş güvenliği önlemleri alınmadığı için, iş kazalarında hemen her ay bir işçi canından oluyor. 9 yıl önce, Park Holdingin Çöllolar kömür sahasında daha çok kömür çıkarma, daha çok kâr etmek için tedbirsizce yaptığı kazıların ardından yaşanan göçükte kalan 9 işçinin cesetlerine hâlâ ulaşılabilmiş değil. Özel firmalar sadece daha çok kar etmeyi gözetiyorlar. Doğa, işçi sağlığı, yaşamı vs. onlar için bir anlam ifade etmiyor" dedi.

ELAZIĞ DEPREMİNİN ETKİSİ OLABİLİR

CHP Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ali Öztunç ise heyelanda dün Elazığ'da 4.1 büyüklüğünde meydana gelen depreminin de etkisinin olabileceğini söyledi. Uzmanların o yönde araştırma yaptıklarını kaydeden Öztunç, "Afşin Elbistan deprem bölgesi, Bunu uzun yıllardır söylüyoruz zaten. Bu olan olay riskin ne kadar büyük olduğunu gösterdi. Bölgede iki termik santral var zaten ve yenilerini yapıp bölgeyi adeta bir termik santral cehennemine çevirmeye çalışıyorlar. Kullanılan teknoloji çok eski zaten. Bütün dünyanın terk ettiği bir çöp teknolojinin peşinden koşuyor bizimkiler" diye konuştu.

ÇEPEÇEVRE YAŞAM GEÇEN YIL GÖÇÜK OLAN YERDE ÇEKİMLER YAPMIŞTI

Geçtiğimiz yıl Afşin Elbistan termik santralleri bölgesinde yaptığımız Çepeçevre Yaşam çekimlerinde göçük olan kömür sahasını da görüntülemiş, Kışla köyünden termik santralde çalışıp emekli olan Mükremin Göçer adlı emekli işçi ile söyleşi gerçekleştirmiştik. Özel şirketin işlettiği termik santralin filtre takmaması nedeniyle halkın çok şikayetçi olduğunu belirterek, "İsyan mı çıkar halk mı ayaklanır bilemiyorum. Gece 12'den sonra dumanı bırakıyorlar, kokudan durulmuyor" demişti. Göçer, bu durumları şikayet ettikleri hiçbir yetkilinin kendilerinin dertleriyle ilgilenmediğini iler sürmüştü.

GREENPEACE ÖLÇÜMLERİ: "AFŞİN-ELBİSTAN ZEHİR SOLUYOR!"

Birkaç gün önce Afşin Elbistan termik Santralleri bölgesinde yaptığı ölçümlerin sonuçlarını paylaşan Greenpeace örgütü açıklamasında, Afşin Elbistan A ve Afşin B Santralinin bölgeyi hava kirliliğinde dünya 5.si yaptığı ortaya konmuştu. Greenpeace Akdeniz İklim ve Enerji Proje Sorumlusu Onur Akgül "Ölçüm sonuçlarına baktığımızda; PM10 değerinin, Türkiye’de yasaca aşılamayacağı belirtilen limit değerin 8 katına çıktığını; bölgedeki yüksek kanser vakalarının en önemli nedeni olan PM2,5’un DSÖ’nün önerdiği değerlerin 10 katından daha yüksek değerlere ulaştığını; en tehlikeli gazlardan kükürt dioksitin, Türkiye’de yasanın müsaade ettiği değerlerin yer yer 3 katına kadar çıktığını görüyoruz" demişti.  

https://www.evrensel.net/haber/422185/afsin-elbistan-santral-bolgesinde-heyelan-yeni-bir-collolar-faciasina-ramak-kalmis

Konu ile ilgili Çepeçevre Yaşam bölümleri şunlar:

Dut ağacı (Pazar yazısı)

 27 Aralık 2020 03:10

Dut ağacı

Fotoğraf: Bahattin Sürücü

PAZAR

Kaportacı Ramazan, TOKİ konutları son durağa son seferini yapan belediye otobüsü durur durmaz kendini dışarı attı. Hızlı hızlı durakların yakınındaki tarlalara doğru yürüdü. Tam tarlanın kıyısında dizlerinin üstüne çöktü. Yüzündeki maskeyi adeta yolar gibi çıkarıp içindeki bulantının geçmesini bekledi bir süre. Midesinden boğazına doğru yürüyen sıvı nedense fikir değiştirip tekrar gerisin geri gittiğinde başı sanki kendi etrafında döndü, döndü. Çömeldiği yerden kafasını kaldırabildiği kadar göğe kaldırıp koyu gecenin içinde parlayan yıldızlara doğru ağzını kocaman açtı. Ciğerlerini alabildiği kadar hava ile doldurdu. Bu hep iyi gelirdi böyle durumlarda ki yine iyi geldi. Bulantısı biraz dindi, baş dönmesi yatıştı azıcık. Bir süre sonra tutulan boynunun isyanına daha fazla dayanamayıp başı göğsüne düşerken tarlanın ucundaki ağacı gördü. Elini toprağa dayayıp zorla da olsa kalktı. Bacakları birbirine dolana dolana ağaca doğru yürüdü.

Evi, iki adım ötesinde, pencerelerinde ışıklar yanan yüksek binalardan birinin yedinci katındaydı. Balkonuna çıktığında, önündeki blokların ucundan görürdü bu dut ağacını. Bazı geceler dibinde ateş yandığı da olurdu. Mahallenin yeni yetme gençlerinin, berduşların mekanı olmuştu ağacın dibi. Yanında yöresinde başkaca bir ağaç da yoktu. Aydın Ovası’nın ortasında yapayalnız, etrafı çirkin beton binalarla çevrilenmiş bir garipti o da, Ramazan gibi!

Ramazan, tarlaların içinden düşe kalka uzaktan karaltısını gördüğü ağacın yanına vardı. Belli ki uzun zamandır sürülmemişti tarla, içi kurumuş çakırdikenlikti. Artık taşlaşmış kesekler mi yoksa tarlanın temizlenmeyen taşları mı ayaklarına dolanmış, birkaç kez boylu boyunca yere serilmişti. Çakırdikenlerin elini, kolunu, bacaklarını daladığını, yüzünde, alnında incecik çizikler bıraktığını anladı bu düşüşlerde ama canı yanmıyordu doğru dürüst. Kafası bir milyondu!

Ağacın yanına vardığında dibine çöküp oturdu. Sırtını gövdesine yasladı, dizlerini karnına çekip dirseklerini dayadı. Sallanıp duran başını iki avucu arasına alıp bulanık gözlerle karşısındaki apartmanların ışıklarına baktı. Işıklar mı titreşiyor kendisi mi titriyordu, bilemedi.

*

Cumartesi günü oto sanayide el ayak çekilip, dükkanlar birer ikişer kapandığında komşusu Motorcu Adnan Usta’yla üst kattaki yazıhanenin masasına çilingir sofrasını kurmuşlardı yine. Bir iki derken domates söğüş, Adnan Usta’nın memleketinden, Trakya’dan gelen soka turşusu ve bol soğanlı köz patlıcan salatası eşliğinde yine dibini buldular içine sakız taneleri atılmış ev yapımı 70’liğin. İkisinin de evde bekleyeni yoktu nasılsa. Geçten geç, son otobüse yetiştiler. Adnan Usta yarı yolda inip başka bir otobüse binerken, kendisi kenti boydan boya geçerek son durağa kadar gelmişti. Evi durağa iki dakika yürüme mesafesindeydi.

Babası öldükten sonra varlarını yoklarını denkleştirip aldıkları evde beş yıl oturdular anasıyla. İki yıl önce anası da öldü Ramazan’ın. Hem yetim hem öksüz, hem “çirkin” bir başına kaldı bu evde. Yüzünün cildi ergenlikten sonra çukur çukur kalmıştı. Çirkin bulurdu kendisini o yüzden. “Dünyanın bütün kaportacıları gelse düzelmez ustam bu yüz!” diye arada dalga geçerdi kendisiyle. Bu yaşa kadar kadınların karşısındaki tutukluğunun da sebebiydi yüzündeki çukurlar. Aslında askerden sonra bir ara nişanlandı mahalleden bir kızla ama iki aydan uzun sürmedi bu sevdalık halleri. “Hayırsız” çıktı Nalân! Bir daha da evlenmeyi aklına bile getirmedi. Şimdi, yaşı otuz beşi yeni geçmişti ama o yolun yarısından çok daha fazla yaş aldığını düşünüyordu. Ne hayat acımıştı ona ne geçen zaman, ne de Nalân! Gözaltları torbalanmış, kenarlarındaki kaz ayakları gittikçe dallanmış, esmer yüzündeki çizgiler çukurlara karışıp, teni susuz kalmış topraklar gibi çatlamıştı. Elleri hep nasırlıydı kendini bildi bileli.

Evinin öbür cephesinde, salonun penceresinden boylu boyunca Aydın Ovası görünürdü. İşe gitmek için gün doğmadan kalktığında, penceresini açıp temiz hava içeriye dolarken ovanın yaslandığı dağlara bakardı. Dağlar o vakit hâlâ koyu bir karanlık gibi dikilirdi karşısında. Ocağa çay suyu koyup, elini yüzünü yur, açık pencereyi kapatmak için döndüğünde dağı doruklardan itibaren aydınlanmaya başlamış bulurdu. Gökyüzünde buz mavisi bir ışık peydahlanırdı bu arada. Puslu tepelerin yavaş yavaş mor bir renge büründüğünü görürdü.

Durağa doğru yürürken hâlâ bir kısmı ekilip biçilen tarlaların üstüne çökmüş sise dağdan gelen bulutlar karışır, topraktan tüten buğuyla birleşip ova burcu burcu kokardı. Yazın başka, kışın başka, baharın, güzün başka kokardı ova. Evinin bulunduğu bu çirkin bloklar bile güzelleşirdi böyle zamanlarda. Yakınlardan geçen otobandaki araçların gürültüsü bile ninni gibi gelirdi.

*

Çok da serin olmayan o güz gecesi ağacın dibinde sabahladı Ramazan. Sızdı kaldı daha doğrusu, evlerin titrek ışıklarına bakarken. Önce başı önüne düştü, sonra gövdesi ağacın dibine usulca süzüldü. Uzun kabanını başına çekti sabaha karşı, ağacın gövdesine daha bir sokuldu. Kalınca bir karton üzerinde uyuduğunu sabah gün ışırken uyandığında anladı. Belki de o yüzden çok fazla üşümemişti ama elleri, ayakları hâlâ buz gibiydi.

Kendine gelip ortalık ağarmaya başladığında gördü ağacın içler acısı halini. Etrafı içki şişeleriyle, yenilip içilip atılmış köpük ambalajlar, kağıt bardaklar, sigara paketleriyle doluydu. Bütün dalları kesilmişti neredeyse, kesilip belli ki odun yapılmıştı. Ağacın tüm gövdesi yanıklar içindeydi. Dibine yaktıkları ateş ağacın gövdesini de yarısına kadar yakmıştı. Yanık yerin hemen üzerinde ise balta izleri vardı. Ağacı yaktıkları yetmemiş, kesmeye de çalışmışlardı!..

Ramazan insanlığından utandı, ağacı bu halde görünce. Erkenci komşuların kınayan bakışlarına yakalanmamak için evinin yolunu tutmadan önce elleriyle dokundu ağacın gövdesine. Af diledi, sanki onu bu hale kendisi getirmiş gibi. Baltalansa, yakılsa da tepesinden taze dallar fışkırmış, domur domur filiz vermişti dallarının uçları. Ölüme direniyor, yaşamı kucaklıyordu o haliyle bile.

Tarlanın içinden evine doğru giderken son kez dönüp baktı ağaca. Geceyi dut ağacının dibinde geçirmesinin tesadüf olmadığını düşünüyordu yürürken. Ağaç ona yaralarına, yaralayanlara aldırmadan direnmeyi, yeniden yeşillenmeyi öğretmişti o gece...

https://www.evrensel.net/yazi/87829/dut-agaci

24 Aralık 2020 Perşembe

Çanakkale Çan'da yaşayanlar 2019 yılında 172 gün zehir solumuş!

 24 Aralık 2020 16:39

Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün “2019 yılı Çevre Durum Raporu”, Çan’da yaşayanların yılın belli günlerinde zehir soluduğunu orta koydu.

Çanakkale'nin Çan ilçesinden görünüm | Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel



ÖZER AKDEMİR

Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından hazırlanan “2019 yılı Çevre Durum Raporu” Çan’da yaşayanların yılın belli günlerinde zehir soluduğunu orta koydu. Rapora göre yurttaşlar 2019 yılında sadece bir ay temiz hava solumuş!

Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlı Çevre ve Şehircilik il müdürlükleri tarafından her yıl kamuoyuna açıklanan İl Çevre Durum Raporları, illerimizdeki çevre sorunları konusunda yine önemli verileri barındırıyor. İl Çevre Müdürlüklerinin ölçüm yöntemleri ve çeşitli şirketlerin bu ölçüm sonuçlarını düşük göstermek için yaptıkları karartma iddiaları olduğuna da dikkat çekerek bu raporları incelediğimizde raporların var olan kirliliğin resmi kanallarca itirafı niteliği taşıdığını söylemek mümkün.

HAVA KİRLİLİĞİNİN NEDENİ TERMİK SANTRALLER

Çanakkale ve ilçelerinin hava kalitesi ile ilgili ölçüm sonuçları özellikle termik santral ve demir çelik fabrikalarının yoğun olduğu ilçelerde yaşayan yurttaşların “resmen” zehir soluduklarını ortaya koyuyor. “Atmosferde toz, gaz, duman, koku ve su buharı şeklinde bulunabilecek olan kirleticilerin havanın doğal kalitesini bozarak insan sağlığı ve ekosisteme büyük ölçüde zarar verecek potansiyele dönüşmesi” olarak tanımlanan hava kirliliğinin nedenleri arasında sanayileşme, ısınma amaçlı kullanılan kalitesiz yakıtlar ve motorlu taşıtlar gösteriliyor.

Motorlu taşıt oranının diğer ilçelere oranla çok farklılık göstermediği, konutlarda da doğalgaz kullanımının yoğun olduğu göz önüne alındığında Çanakkale Çan'da tespit edilen hava kirliliğinin nedeni olarak geriye ilçedeki termik santraller kalıyor.

ÇAN'DA YAŞAYANLAR 2019 YILINDA 172 GÜNÜ KİRLİ HAVA SOLUDU!

Halihazırda yıllardır faaliyet gösteren iki termik santralin olduğu ilçede bir termik santral de yolda. Aslında yıllardır hava kirliliği konusunda ciddi sıkıntılar çeken, bu sorunların hava ölçüm raporları ile tespit edildiği ilçede bu gelenek 2019 yılı için de değişmedi. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü hava izleme verilerine göre Çan'da yaşayan yurttaşların soluduğu hava, yılın sadece bir ayındaki tüm günlerde limitlerin altında yer aldı. Yani yurttaşlar yılda sadece bir ay (ağustos) tüm günlerde temiz hava soludu. Ölçüm sonuçlarına göre Çanlılar yılın 172 gününde partikül madde miktarı bakımından kirli havayı teneffüs etti. Termik santrallerin bulunduğu diğer ilçe olan Biga’da ise kirli hava solunan gün sayısı raporda 17 gün olarak yer aldı. Çan'da kükürtdioksit değerleri ise sadece nisan ayında bir gün aşılmış olarak görülüyor.

DSÖ HAVA KİRLİLİĞİ YILDA 35 GÜNÜ GEÇERSE ACİL ÖNLEM ÖNGÖRÜYOR

Raporun sonuç kısmında Çan ve Biga’daki sanayileşmenin hava kalitesini düşürdüğü dile getirilirken hava kirliliğinin mevsimsel olarak özellikle kış aylarında arttığı ileri sürülüyor. Oysa Çan'da, hava kalitesi çizelgesine göre konutlarda soba ve kaloriferlerin yakılmadığı mayıs (20 gün), haziran (10 gün), temmuz (1 gün) ve eylül ayında (10 gün) partikül madde kirliliği (PM10) artmış görünüyor. Dünya Sağlık Örgütü ve AB mevzuatlarına göre hava kirliliği oranının yılda 35 günü aşması durumunda acil önlemlerin alınması gerekiyor.

KANSERLERDEN ERKEN ÖLÜME KADAR SAĞLIK ETKİLERİ

Ulusal mevzuat ve sınır değerlerine göre oluşturulan Ulusal Hava Kalitesi İndeksinde 5 temel kirletici için hava kalitesi hesaplanıyor. Bunlar; partikül maddeler (PM10), karbonmonoksit (CO), kükürtdioksit (SO2), azotdioksit (NO2) ve ozon (O3).

Çan'da yaşayan yurttaşların 172 gün limitlerin üzerinde soluduğu toz partikül maddenin (PM10) sağlık etkileri ile ilgili İl Çevre Durum Raporunda şunlar yazıyor: "PM10 solunum sisteminde birikebilir ve çeşitli sağlık etkilerine sebep olabilir. Astım gibi solunum rahatsızlıklarını kötüleştirebilir, erken ölümü de içeren çeşitli ciddi sağlık etkilerine sebep olur. Astım, kronik tıkayıcı akciğer ve kalp hastalığı gibi kalp veya akciğer hastalığı olan kişiler PM10’a maruz kaldığında sağlık durumları kötüleşebilir. Yaşlılar ve çocuklar, PM10 maruziyetine karşı hassastır. PM10 yardımıyla toz içerisindeki mevcut diğer kirleticiler akciğerlerin derinlerine kadar inebilir. İnce partiküllerin büyük bir kısmı akciğerlerdeki alveollere kadar ulaşabilir. Buradan da kurşun gibi zehirli maddeler %100 olarak kana geçebilir."

"SANAYİ KURULUŞLARI TAŞINMALI" DENİYOR

Raporun hava kalitesi bölümünün "Sonuç ve Değerlendirme" başlıklı kısmında hava kirliliğine sebep olan en büyük etmenler sanayileşme, ısınma amaçlı kullanılan kalitesiz yakıtlar ve motorlu taşıtların fazla olması sayılırken özellikle Çan ve Biga'daki sanayileşmenin hava kalitesini düşürdüğü dile getirildi.

Raporda bu konuya dair şu cümleler dikkat çekici: "Sanayiden Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği kapsamında yapılan tüm iyileştirme çalışmalarına rağmen sektörel bazda bazı sanayi tesislerinin kuruluş yerlerinin teknolojilerinin güncelliğini yitirmiş olması nedeniyle bu sektörler için alt yapısı geliştirilmiş yerleşim yerlerinin dışında özel organize sanayi bölgelerinin oluşturulması ve halihazırda faaliyette bulunan bu işletmelerin taşınmalarının özendirilmesi için teşvik edilmesi gerekmektedir."

https://www.evrensel.net/haber/422004/canakkale-canda-yasayanlar-2019-yilinda-172-gun-zehir-solumus

Paris İklim Anlaşması ve Türkiye: Bir dünya sorun, bir arpa boyu yol!

 24 Aralık 2020 05:30

5 yıl önce Paris’te toplanan iklim konferansında, 175 ülke küresel sıcaklıklardaki artışı 1.5 °C’nin altında tutmak için anlaşma imzaladı. Fosil yakıt kullanımı nedeniyle bir arpa boyu yol alınmadı.

Fotoğraf: Flicker


ÖZER AKDEMİR
İzmir

Birleşmiş Milletler tarafından 1988 yılında kurulan “Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli” (IPCC) 2007 yılındaki değerlendirme raporunda insan faaliyetlerinin neden olduğu iklim değişikliği nedeniyle küresel ısınmanın tartışmasız bir gerçek olduğunu ortaya koydu. Rapora göre sera gazı emisyonlarının önemli ölçüde azaltılmaması durumunda tüm dünya iklim değişikliğinin ağır etkileri ile yüzleşecekti. Rapor küresel emisyonların çok acil bir şekilde azaltılması gereğini vurguluyordu.

PARİS ANLAŞMASI NE ÖNGÖRÜYORDU?

Bu raporun ardından yapılan bir dizi toplantı ve konferansın ardından 2015 yılında Paris’te bir iklim konferansı toplandı. Bu toplantıda üzerinde uzlaşmaya varılan metinler 22 Nisan 2016 yılında New York’ta aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 175 ülke tarafından imzalandı. Anlaşma, küresel sıcaklıklardaki artışı 1.5 °C’nin altında tutmanın öneminin altını çizmesinin yanı sıra, ülkelerin bu hedefe ulaşabilmek için emisyon azaltma planları sunmasını da öngörüyordu. Böylece küresel sıcaklıkları sanayi öncesi zamanların 2°C altında tutmak ve hatta 1.5°C ile sınırlandırmak için çaba gösterilmesi hedefleniyordu. Paris Anlaşması’nın bağlayıcı olması için imza atan ülkelerin parlamentolarının da anlaşmayı onaylanması gerekiyordu. İlerleyen yıllarda anlaşmaya imza atan ülke sayısı 197’ye çıkarken ABD, Trump’ın iktidara gelmesinin hemen ardından anlaşmadan çekildiğini açıklayan ve prosedür gereği üç yıl aradan sonra, kasım 2020 tarihinde anlaşmadan çekilen ilk ve tek ülke oldu.

TÜRKİYE İMZA KOYDUĞU ANLAŞMAYI NEDEN ONAYLAMIYOR?

21-23 Eylül 2019 tarihlerinde New York’ta gerçekleşen Birleşmiş Milletler (BM) ‘iklim eylemi zirvesi’nde Rusya’nın da anlaşmaya imza koymasının ardından Türkiye anlaşmaya imza atmasına rağmen bunu parlamentosundan geçirmeyen tek G20 ülkesi durumuna geldi. Türkiye 2016 yılında imzaladığı anlaşmayı onaylamayan dünyadaki 7 ülkeden birisi. Bunun nedeni olarak Türkiye’nin masadaki yerini beğenmemesi gösteriliyor. Ülkeleri gelişmişlik düzeylerine göre dörde ayıran anlaşmaya göre “gelişmiş ülke” grubuna sokulan Türkiye’nin hem gelişmiş ülkelerin sorumluluklarını yüklenmesi hem de finansal yardım almaması söz konusu. Nitekim geçtiğimiz eylül ayında gerçekleştirilen Birleşmiş Miletler ‘iklim eylemi zirvesi’nde Türkiye’yi temsil eden Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı ve İklim Değişikliği Başmüzakerecisi Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar, Türkiye’nin Yeşil İklim Fonu’ndan (GCF) ya da yoksul ve küçük ada devletlerine yapılacak olan yardımlardan bir pay beklemediğini, ancak emisyon azaltımı ve yenilenebilir enerji için gerekli kredileri de alabilmesi gerektiğine vurgu yapıyordu.

BM’NİN İKLİM ACİL DURUMU ÇAĞRISI VE YANKILARI

11 Aralık 2020’de yapılan sanal iklim zirvesinde BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, dünya liderlerine ülkelerinde  ’iklim acil durumu’ ilan etmeleri çağrısında bulundu. Bu süreçte 2030 yılı için yüzde 55’lik bir iklim hedefi belirleyen AB’nin yanı sıra, Çin 2060’ta karbon nötr olacağını açıkladı. Japonya, Kanada, G. Afrika, G. Kore gibi ülkelerin ‘sıfır emisyon’ planlarını açıkladığı günlerde, ABD Başkanlığına seçilen Biden da ülkesinin yeniden Paris Anlaşması’na döneceğini açıkladı.

İklim kirizi eylemi

FOSİL YAKIT ÜRETİMİ AZALMAK YERİNE ARTIYOR

Öte yandan Birleşmiş Milletler imzalı raporlar yine de bu taahhütlere ve kağıt üzerindeki hedeflere bakarak iyimser olmak için bir neden olmadığını gösteriyor. Geçtiğimiz günlerde açıklanan BM Çevre Programı ile IISD, Denizaşırı Kalkınma Enstitüsü, İklim Analitiği  tarafından hazırlanan “üretim açığı raporu” iklim krizinin baş sorumlusu olarak gösterilen kapitalist sistem ve fosil yakıt ağırlıklı endüstrinin bildiğini okumaya devam ettiğini gösteriyor. Rapora göre dünyadaki toplam fosil yakıt üretimi küresel ısınmayı 1.5°C sınırının altında tutmak için gereken seviyeye hiç de yakın değil. Üstelik dünyanın dört bir yanındaki ülkelerin planlarına bakıldığında Paris Anlaşması’na uymak için gerekenden yüzde 120 daha fazla fosil yakıt üretmenin planlandığı görülüyor. Oysa Paris Anlaşması hedeflerini karşılamak ve küresel ısınmayı 1.5°C ile sınırlandırabilmek için, ülkelerin kolektif bir şekilde on yıl içinde fosil yakıt üretimini küresel ölçekte yıllık yüzde 6 azaltması gerekiyor. Suudi Arabistan, Rusya ve ABD gibi önde gelen petrol ihracatçılarının üretimi daha da hızlı bir şekilde azaltması gerekirken bu ülkelerin bırakın üretim azaltmayı fosil yakıt üretiminde yıllık yüzde 2’lik bir artış gerçekleştirmeye doğru gidiyor.

TÜRKİYE HALKI İKLİM KRİZİNİ NASIL DEĞERLENDİRİYOR?

Kovid-19 pandemisinin damgasını vurduğu 2020’nin son günlerine girilirken dünya genelinde iklim krizi, küresel ısınma, kuraklık ve susuzluk tehdidi de pandeminin ardından en çok tartışılan gündemler arasında geldi. Geçtiğimiz günlerde açıklanan bir anket ülkemizde halkın büyük bir çoğunluğunun iklim krizinden endişe duyduğunu gösteriyordu. Konda’nın yaptığı “Türkiye’de iklim değişikliği ve çevre sorunları algısı 2020” anketine göre: “Türkiye’de her iki kişiden biri iklim krizinin virüsten daha büyük bir kriz olduğunu düşünüyor. Her 10 kişiden yedisi iklim değişikliği için endişeli olduğunu belirtiyor. Toplumun yüzde 75’i iklim değişikliğine karşı yeşil alanların korunması gerektiğini öne sürüyor. Yüzde 85’i ise ekonomik kalkınma için ormanların kesilmesine karşı.”

TÜRKİYE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDEN
EN ÇOK ETKİLENECEK ÜLKELERDEN BİRİ

Veriler aslında Türkiye’de halkın bu endişesinde ne kadar da haklı olduğunu gösteriyor. Bilimsel çalışmalar Türkiye’nin, iklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgelerden birinde yer aldığını gözler önüne sererken, ortalama sıcaklığın 2100 yılına kadar 5 °C kadar yükseleceği tahmin ediliyor. “2019 küresel iklim riski endeksi”nde Türkiye’de iklim değişikliğinden kaynaklanan felaketlerin 1997-2017 yılları arasında yaklaşık 2 milyar dolar değerinde bir ekonomik kaybın oluşmasına neden olduğu ifade ediliyor.

BU SİSTEM İÇİNDE İYİMSER OLMAK İÇİN BİR NEDEN VAR MI?

Paris Anlaşması’nın hedefleriyle uyumlu bir emisyon azaltımının küresel ısınmayı yavaşlatabileceğine dair iyimser çalışmaların bir anlamda ülkeleri anlaşmanın gereğini yapmaları için teşvik etmek için yayımlandığı bir süreçte, bu raporların fosil yakıt karşıtı “Yenilenebilir Enerji Lobisi” tarafından desteklendiği daha da öte şişirildiğine yönelik iddialar da yok değil.

Tüm çalışmalar fosil yakıt kullanımının bu şekilde devamı durumunda küresel sıcaklığın önümüzdeki 20 yılda 1.5 derecenin üzerinde artacağını gösteriyor. Bu ise Paris Anlaşması’nda öngörülen sıcaklık artışı sınırlandırmasının 2050 yılından çok önce aşılması anlamına geliyor. Yani dünya genelini ilgilendiren bir sorunun yıkıcı etkileri her geçen gün hissedilirken, bir arpa boyu bile yol alınabilmiş değil!

Özetle; kapitalizm yaşam ağacını kökünden kesmeye devam ediyor!

https://www.evrensel.net/haber/421908/paris-iklim-anlasmasi-ve-turkiye-bir-dunya-sorun-bir-arpa-boyu-yol

23 Aralık 2020 Çarşamba

"Cengiz Holding reklamı, doğa katliamının yeşil cilasıdır"

  23 Aralık 2020 04:40

Cengiz Holdingin reklam filmine tepki gösteren Yeşil Artvin Derneği Başkanı Nur Neşe “İmajlarını düzeltmek için kendilerini çevre dostu göstermek amacıyla yapılan propaganda" dedi.

Ekran görüntüsü Cengiz Holding Youtube hesabından alınmıştır.



Özer AKDEMİR

Ülkenin birçok yerinde doğa tahribatlarına yol açan enerji ve maden projeleriyle ekoloji hareketinin gündeminden hiç düşmeyen Cengiz Holdingin ağaçlarla ilgili reklam filmi sosyal medyada “beğenilmeme” rekoru kırmaya doğru ilerliyor. Cengiz Holding, AKP iktidarının bütün ihalelerinde adı en başta yer alan ve Dünya Bankasının verilerine göre altyapı yatırımlarında en fazla kamu ihalesi alan dünyadaki ilk 5 Türk şirketinden birisi durumunda. Dünyadaki ilk 10 şirket arasında 5 Türk şirketi olduğunu da belirtelim.

ADI EKOLOJİK TAHRİBATLA ANILIYOR

Holdingin adı, patronunun millete küfür ettiği ses kayıtlarının internete düştüğü günden bu yana hep antipati ile anıldı. Muhalefet tarafından ülke kamu kaynaklarının akıtıldığı “yandaş beşli çete”nin içinde sayılan Holding son dönemlerde yol açtığı ekolojik tahribatla da eleştiri oklarının hedefinde idi. Holdingin doğa ve ağaç sevgisi içerikli reklam filmi yayımlayıp, kendisine yöneltilen eleştirileri de “Meyveli ağacı taşlarlar” diye yanıtlaması tepkileri azaltmak bir yana daha da arttırmış görünüyor. Bir anlamda “Siz istediğiniz kadar eleştirin biz bildiğimizi yapmaya devam edeceğiz” mesajı verilen reklam filmi bir taraftan da şirketin kamuoyunda “ Greenwashing / yeşil yıkama” çabası olarak değerlendiriliyor.

YEŞİL ARTVİN DERNEĞİ: PİŞKİNLİK, YÜZSÜZLÜK!..

Cengiz Holdingin çevresel felakete yol açtığı ileri sürülen Murgul’daki bakır madeninin yanı sıra Artvin’in en önemli su ve yaşam kaynaklarından birisi olarak gösterilen Cerattepe’deki madencilik faaliyetlerine karşı yıllardır mücadele eden Yeşil Artvin Derneği de benzer bir noktadan yaklaşıyor olaya. Holdingin reklam filmi ile ilgili görüşlerini aldığımız Dernek Başkanı Nur Neşe Karahan, holdingin hem memleketi Rize’nin hem de komşusu Artvin’in doğal alanlarını madencilik, taş ocakları, havalimanı, sahil yolu vb. çok sayıda rant projesiyle geri dönülmez şekilde talan ettiğinin altını çizerek, filmi “pişkinlik” olarak değerlendirdi. Karahan, “Bizce bu 'bayağı' reklamın ana fikri şu herhalde: Çocukluğunda bir ağacı korumak için çabalayan fakir çocuk, büyüdüğünde ve mevcut kapitalist sistem ona 'Yürü ya kulum' dediğinde; yüz binlerce hektar ormanı, kilometrelerce dere yatağını, buralarda yaşayan binlerce yaban hayatını ve doğayla dost olarak yaşam savaşı veren yoksul köylüleri felç edebilen bir canavara dönüşebiliyor. Bir insan düşünün ki, utanmadan, sıkılmadan millete en galiz küfürleri ediyor ve sonra da kendini aklayıp-paklamak için yine o küfür ettiği milletin vergileri sayesinde aldığı ballı ihalelerle karun kadar zengin olup, halkla dalga geçer gibi bu reklamı yapabilme yüzsüzlüğünü kendinde görebiliyor! Bir de utanmadan reklamın adını da 'Hayat Ağacı' koymuşlar. Bizce bu reklamın adı şöyle olmalı: “Mehmet Cengiz: Çocuk Masumluğundan Kapitalizm Canavarlığına” dedi.

"YAPTIKLARININ ÜSTÜNE CİLA ÇEKMEYE ÇALIŞMIŞLAR"

Reklamın bir Greenwashing (yeşil yıkama) ya da Green sheen (yeşil parlama) ürünü olduğunu bunun ise bir şirketin ürünlerinin topluma duyarlı ve temiz/çevreci olduğu konusunda yanıltıcı bilgi verme süreci anlamına geldiğini belirten Karahan şunları söyledi: “Buna bizim dilimizde yeşil cila demeyi daha uygun buluyorum. Cilanın parladığı halde gerçekleri gizlediğini herkes bilir. Bazı şirketlerin, toplumda çok bozulmuş olan imajlarını düzeltmek için kendilerini çevre dostu, toplum dostu göstermek adına asılsız doğasever propaganda yapması olarak değerlendirmek gerekir. Bugün yaşadıklarımız, halkla ilişkiler eğitimlerinde gösterilebilecek başarısız imaj yenileme uygulamalarının en iyi örneği olarak hatırlanacaktır. Dede torun ilişkisi üzerinden 'Meyve veren ağaç taşlanır' mottosu ise hiçbir normal üretimi olmayan şirketler için çok daha büyük bir gaftır. Yani biz 'Meyve veren ağaç taşlanır' güzel sözünü duyduğumuzda bu 'başarılı!' şirketi, ya da şirketi duyduğumuzda bu başarı simgesi sözleri anımsayacağız, öyle mi!” dedi.

Su ve Vicdan Nöbeti tutanların sahildeki eylemleri

"KAZ DAĞI’NA MİLYONLARCA AĞAÇ KESMEYE GELDİLER"

Kaz Dağı’nda organik tarım yapmaya çalışırken hemen yakınlarında, Cengiz Holding tarafından alınan Halilağa altın madeni projesine karşı mücadele eden yurttaşlardan Mustafa Alper Ülgen reklam filmine tepki göstererek, “Bunlar ağacı yanlış anlamış bence, yükselmek, zengin olmak için araç olarak görmüşler. Hep versin, hep kâr ettirsin. Ama ironiye bak ki, yükselmek ve daha çok para kazanmak için milyonlarca ağacı kesmeye geldiler Kaz Dağı’na” dedi.

"40 YILDIR DOĞAYI KATLEDİYORLAR!"

Karadeniz İsyandadır Platformundan Hatice Hacısalihoğlu ise “Bir ağaç olmak kolay değil, ağaç dediğin yükselmek göğe ulaşmak ister” sözleri ile başlıyor. Katlettikleri doğayı şirketlerinin 40. yılı için metafor olarak kullanmaktan utanmamışlar. Toprak sevgisi, doğa aşkı gibi kavramları reklam filmlerine alet ederek katlettikleri doğaya muhtaç kalmışlar. Cengiz Holding yüzünden yüz binlerce ağaç meyve bile veremedi. Milyonlarca para harcayarak yaptıkları PR çalışmaları sahte sosyal sorumluluk projeleri ile doğa talancılarının kendilerini aklama ve cilalama çabası gerçekleri görmemizi engellemiyor. Bizler, Cengiz Holdingin Artvin’de sularımızı zehirlediğini, Kuzey ormanlarında yüz binlerce ağacı katlettiğini, kıyılarda yaptığı duble yollar ve havalimanları için dağlardan kopardığı kayalarla denizi nasıl kara yaptıklarını biliyoruz. Cengiz Holding 40 yıldır doğa katilidir bu gerçeği hiçbir reklam çalışması değiştirmez" değerlendirmesinde bulundu. 

BU REKLAM İLE BİZİ KANDIRAMAZLAR

Ekoloji Birliği Eş Sözcüsü Süheyla Doğan ise şöyle konuştu: "Cengiz Holding’in kuruluşunun üzerinden 40 yıl geçmiş. Kırk yıldır halkın sırtından para kazanan, iktidarın tüm olanaklarını kullanarak servetine servet katan, dünyada en çok kamu ihalesi alan şirketler sıralamasında 5’inci olan Cengiz Holding’in bu reklamı halka şirin görünme çabasıdır. Bir yandan halka küfret, diğer yandan şirin görünmeye çalış! Kim inanır? İnşaat sektörü dışında madencilik sektörüne de el atan, Murgul Bakır Madeni, Artvin Cerattepe Altın Madeni,  Halilağa Altın-Bakır Madeni Projelerinin sahibi Cengiz Holding bu projeleri kapsamında yüz binlerle ağacı katleden ve daha da katledecek olan  ve orman eko-sistemlerini  yok edecek olan bir şirket. Bu reklamı ile bizi kandıramaz."

https://www.evrensel.net/haber/421773/cengiz-holding-reklami-doga-katliaminin-yesil-cilasidir

22 Aralık 2020 Salı

"Derin yara"ya mahkemeden merhem

 22 Aralık 2020 15:28

Kuşadası’nın biyolojik çeşitlilik açısından en zengin alanlarından biri olan Tüllüoğlu Dağı bölgesindeki taş ocağının genişletme talebine verilen “ÇED gerekli değildir” kararını mahkeme reddetti.

Fotoğraf: EKODOSD

ÖZER AKDEMİR


İzmir

Aydın Kuşadası’nın Yaylaköy Mahallesi mevkiinde Hürtay San. Tic. Ltd. Sti. Tarafından yapılan “Kalker Ocağı Kırma Eleme ve Hafriyat Geri Kazanım Tesisi Projesi”ne Aydın Valiliği tarafından ÇED gerekli değildir kararı verildi. Karara karşı Kirazlı Sulama Birliği Kooperatifi, Kirazlı Ekolojik Yaşam Derneği ve EKODOSD tarafından dava açıldı. Aydın 2. İdare Mahkemesinde görülen davada firmanın aynı bölgede birbirine bitişik iki ayrı maden sahasına sahip olduğu ve burada madencilik yaptığı dile getirilerek, birbirine bitişik iki ayrı saha için tek bir ÇED dosyası hazırlanması gerektiği ileri sürüldü. Madenin başvurusunun kapasite artısı niteliğinde olduğunun belirtildiği dava dilekçesinde, maden sahalarındaki faaliyetlerin bağımsız faaliyetler olarak düşünülemeyeceği, parça parça ÇED başvuruları ile faaliyet alanının eşik değerlerin altında gösterildiği, maden ruhsat sahasının 95.75 hektar büyüklüğünde olduğu belirtildi. ÇED sürecinin aşılması amacıyla eşik değerlerin altında gösterildiği, kanuna karşı hile olduğu, maden sahasının çevresinde yer alan zeytinlik ve tarım arazileri ile Kirazlı köyünün içme suyunu karşılayan Kirazlı göletinin zarar göreceği ve zeytinliklere zarar vereceği gibi iddialar dile getirilmişti. Dava gerekçelerini haklı bulan ve yargılama sürecinde yapılan bilirkişi keşfindeki verileri kararına esas alan mahkeme heyeti “ÇED gerekli değildir” kararını iptal etti.

"BÖLGEDE ZEYTİNLİKLER VE ARKEOLOJİK SİT ALANLARI VAR"

Mahkeme kararı ile ilgili bir açıklama yapan Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği Başkanı Bahattin Sürücü, bölgedeki mevcut taş ocağının Kirazlı ve Yaylaköy arazilerinde bulunan zeytin ağaçlarına ve üzüm bağlarına büyük zarar verdiğini belirterek, “Açtığımız davada madenin içme suyu kaynaklarına ve Kirazlı Göleti’ne zarar verdiği, bölgenin toz toprak içinde kaldığı, ağır tonajlı kamyonların yolları kullanılamaz hale getirdiği ve sürekli yoldan geçen kamyonlar nedeniyle çevre sakinlerinin sağlığının olumsuz etkilendiğini dile getirmiştik. Yöre halkının ekonomisine önemli katkısı olan zeytinciliğin yoğun yapıldığı bölge, kiraz ve farklı ürünlerin üretildiği çok önemli tarımsal arazilere sahiptir. Çevresinde Çataltaş ve Kırkbasamaklar gibi önemli arkeolojik sit alanları bulunan ve Kuşadası doğa rotalarının geçiş güzergahında olan bölge alternatif turizm olanaklarını sunmaktadır” dedi.

Kuşadası'ndaki taş ocağı

"KORUMA ALTINDAKİ TÜRLERİN YAŞAM ALANI"

Bölgede, Dünya Doğayı Koruma Birliğinin (IUCN) Kırmızı Liste’sinde “Hassas (VU) kategorisinde olan ve Tarım ve Orman Bakanlığının stratejik hedefleri kapsamına alınan tüylü çan çiçeği ve nadir bitkilerden biri olan akzambaklar gibi birçok endemik ve nadir bitki türünün bulunduğunu aktaran Sürücü, bölgenin aynı zamanda yaban hayatı açısından ve yırtıcı kuş yönüyle de zengin kaynaklara sahip olduğunu ifade etti. Sürücü, açılan davanın kazanılmasının Türkiye’nin en önemli turizm kentlerinden Kuşadası’nın kalan yeşillikleri arasında geri dönülmez tahribatlar açarak, bölgenin doğal peyzajının bozulmasına yol açan taş ocağına karşı bölge insanının sağlığını, tarımsal arazileri ve doğanın korunmasını sağladığını dile getirdi. Sürücü şunları söyledi; “Kuşadası bir tarım ve turizm kenti olmalıdır. Bölgenin doğal yapısını bozacak ve geri dönülmez tahribatlar yaratacak bu tür faaliyetlere izin verilmemeli ve tüm Kuşadası bu tür projelere karşı çıkmalıdır. Kuşadası’nın kalabilen yeşil makilikleri gelecekte bölgenin ekolojik yaşam koşulları açısından çok önemlidir. Bu yıl geçirdiğimiz kuraklık önemli mesaj vermiş olup, yağmur sularını toplayan makiliklerimizin korunmasının ne kadar önemli olduğunu göstermiştir”.

Kuşadası'ndaki taş ocağı

"EKOLOJİK YAPININ DAHA FAZLA BOZULMASI ENGELLENDİ"

Kuşadası’nın yanı başındaki Tüllüoğlu Dağı’nda işletilen taş ocağının derin bir yara gibi durduğunu ve geri dönülmez tahribat oluşturduğunu aktaran Sürücü, “Taş ocaklarının genişletme talebinin durdurulması ile ekolojik yapının daha fazla zarar görmesi engellenmiştir. Kuşadası ve çevresinde doğal peyzajı bozan, ekolojik yapıyı tahrip eden bu tür faaliyetler yerine, bölge halkının refahını yükseltecek ve aynı zamanda kent insanlarının sağlıklı gıda yiyebilecekleri tarımın desteklenmesi, sürdürülebilir bir turizm için doğanın korunarak eko-turizmin güçlendirilmesi daha doğru olacaktır” dedi. 

"ÇEVRE VE TARIM BAKANLIĞINA SUÇÜSTÜ"

Yaylaköy taş ocağı davasında, ÇED mevzuatının arkasında dolanıp yatırımcıya alan açmak için mevzuata aykırı her türlü kolaylığın sağlandığını söyleyen Davanın Avukatı Cem Altıparmak, birbiriyle iç içe geçmiş üç proje sahası için tek bir ÇED süreci başlatılması gerekirken, her bir projenin diğerinden bağımsız işlem gördüğüne dikkat çekti. Altıparmak şunları söyledi: “Her bir projenin limit değerleri ÇED yönetmeliğindeki sınırların altında gösterilmiş ve böylece her bir proje için ayrı ayrı ÇED gerekli değildir kararı alınması sağlanmış. Böylece taş ocağı projesinin muazzam büyüklükteki bütünlüklü yapısı ve kümülatif çevresel etkileri gizlenmiş. Bu yetmemiş, ÇED gerekli değildir kararının etki sahasında Kirazlı köyü yer almasına karşın, ÇED kararı bu köyde ilan edilmeyerek, Kirazlı köylüsünün projeden haberdar olması ve böylece dava açma hakkı engellenmiş. Proje sahalarının çevresindeki kapama zeytinlikler yok sayılmış. Yer altı su kaynaklarına, yabani hayvan yaşamına ve orman örtüsüne vermiş olduğu tahribat gizlenmiş. Bunları yapan da ülkemizin doğasını, toprağını suyunu havasını, korumakla görevli Çevre Bakanlığı, Tarım Bakanlığı gibi idareler. Aslında kazandığımız bu davaya idarenin suçüstü hali diyebiliriz.

https://www.evrensel.net/haber/421777/derin-yaraya-mahkemeden-merhem

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...