31 Mart 2013 Pazar

Dudak uçuklatan şüphe


  
YAKININA GİTTİLER, HASTALANDILAR, BAKIR MADENİ Mİ ZEHİRLEDİ?
Özer Akdemir / Yakup Umur
Kaz Dağları’nda yapılan vahşi madenciliğin doğa tahribatının yanı sıra insan sağlığına da zararları görülmeye başladı. Havran’a bağlı Tepeoba Köyü yakınlarındaki ormana fidan dikmeye giden gezi grubundaki iki kişi çeşitli rahatsızlıklar yaşadı. Bu rahatsızlıkların orman alanının yanı başında bulunan bakır-molibden madeninin kullandığı kimyasallardan kaynaklanmış olabileceği iddia ediliyor.
RAHATSIZLIK GEZİDE BAŞLADI
Çanakkale’nin Ayvacık İlçesine bağlı Küçükkuyu beldesinde bulunan Kaz Dağı Gezi Grubu, (KAGEZ) geçtiğimiz Pazar günü Tepeoba köyü yakınlarında, Eylül ayında yanan alana fidan dikme etkinliği düzenledi. Geziye katılan Sonay Demir’in dudağının etrafında uçuğa benzer iltihaplanmalar oluştu. Gazetemize konuşan Demir, yanan bölgenin yanı başında bulunan maden alanında çok yoğun bir kamyon trafiğinin dikkatlerini çektiğini belirtti. Madenin güvenlik görevlilerinin ‘Sizin burada ne işiniz var’ diye geziye müdahale etmeye çalıştığını aktaran Demir, bölgedeki yoldan iki dakikada 10 kamyonun geçtiğini, kepçelerin ve iş makinelerinin yoğun olarak çalıştığı alanda sıkı bir güvenlik önlemi de olduğunu söyledi. Yanan alanda eldivenlerle fidan dikimi yaptıklarını söyleyen Demir, yaşadığı rahatsızlığı da şöyle anlattı: “Bu işlem sırasında dudağımda, yüzümde bir karıncalanma hissettim. Elimde eldiven vardı ama, artık yüzüme mi temas ettirdim, yoksa havayla mı oldu bilmiyorum, daha alandayken bir sıkıntı başlamıştı. Eve döndüğümde aynı gece dudağımda mantar gibi, uçuk gibi kabartılar oluştu.  Sabah doktora gittim, aile doktoruna. Gezi de o doktor da vardı. O, kendisinde de benzer etkilerin görüldüğünü ve bunun madendeki kimyasallardan kaynaklanmış olabileceğini söyledi.”  
DOKTOR: ZEHİRİ BEN DE HİSSETTİM
Sonay Demir’in doktoru yaşadığı sıkıntının madenin kullandığı kimyasallardan olabileceği şüphesini aktardı. Madenin atık barajının fidan diktikleri yere yakın olduğunu söyleyen doktor, kendisinin de maden bölgesinde ağız ve dudaklarda kuruluk hissi yaşadığını söyledi.

MADEN OLAĞAN ŞÜPHELİ
Özdoğu şirketine bağlı bakır-molibden madeni, gerek Thebe antik kentine yakınlığı, gerekse de Kaz Dağları’nda yol açtığı doğa tahribatı ile gündemde. Madenin adı geçtiğimiz yıl Eylül ayında hemen yanı başında yanan ormanlık alanla ilgili haberlerde de sıkça geçmişti. Çanakkale Milletvekili Serdar Soydan, yanan alanda yaptığı incelemelerden sonra yangının sabotajla çıkarıldığı iddiasını ortaya atarken, “Madenciler artık ağaç kesmek yerine yakma yoluna mı gidiyorlar?” sorusunu yöneltmişti.

GAZETEMİZ UYARMIŞTI
Yine bölgede çıkan yangının madenin zehirli atık havuzundan alınan su ile söndürüldüğü ortaya çıkmış ve atık barajındaki suyun içinde bulunan kimyasalların derelere karışması nedeniyle çok sayıda balık ve kurbağa ölümü yaşanmıştı. Orman ve Su İşleri Bakanlığı bu iddiaları doğrulamış, yangına acil müdahale edilebilmesi için atık havuzundan su alındığını belirtmişti. Gazetemiz bu olayı 30 Ocak 2013 tarihinde “Yangına zehirle gitmişler” başlığıyla manşetinden duyurmuş ve bölgede yaşanabilecek doğa ve halk sağlığı sorunlarına dikkat çekmişti. Tüm bu gelişmeler gezi grubu üyelerinin yaşadığı sağlık sorunlarının madendeki kimyasallardan kaynaklandığı şüphelerini güçlendiriyor.

OLACAKLAR ÖNCEDEN BELLİ
Jeoloji Yüksek Mühendisi Tahir Öngür, madende kullanılan kimyasalların insan sağlığı üzerinde bu tür etkileri olabileceğini söylüyor. Madenin ÇED raporunun, kimyasallarla ilgili bölümünün adeta yaşacanacakları önceden haber verdiğini ifade eden Öngür şunları söyledi; “Rapora göre bu kimyasalların işlemden sonra atıkta kalacak miktarları LC50 değerinin çok altında kalacaktır. LC50 miktarı ilginçtir: ‘96 saat içinde ortamdaki canlıların yüzde 50’sini öldüren miktar”. Bu dehşet verici sınırın altında kalan atıkla, nerede ise övünecek gibidir rapor. Ama, ne örneğin LC10 (ortamdaki canlıların yüzde 10’unu öldürecek miktar)’dan söz edilmektedir; ne katı fazda depolama alanına atılacak olan bu atığın içinde kalan kimyasalların yağışlarla yıkanarak sıvı faza nasıl geçeceğini; ne de buharlaşarak ya da tozlaşarak çevreye ne oranda dağılabileceğini tartışmamaktadır.”

BU SORULARA YANIT VERİN
*Gezi grubunun üyeleri, alanın yakınındaki bakır-molibden madeninin kimyasallarından mı zehirlendi?
*Bu rahatsızlıkların, yangının madenin atık havuzundan alınan zehirli suyla söndürülmesiyle ilişkisi var mı?
*Zehirli su kullanılan bölgeye yakın köylerdeki çevre ve insan sağlığı üzerindeki etkilere yönelik önlem alındı mı?
*Madenin ÇED raporu kimyasal kullanımının sonuçlarına dair eksik bilgiler taşıdığı halde neden izin verildi?(Çanakkale/EVRENSEL)

Akova, haberimizi Başbakan’a sordu


 CHP Balıkesir milletvekili Av. Ayşe Nedret Akova, gazetemizde 21 Mart 2013 tarihinde çıkan “Bin pınardan zehir mi akacak?” başlıklı haberimizdeki iddiaları meclis gündemine taşıdı. Akova, Başbakan Tayyip Erdoğan’dan Kaz Dağları’nda madencilik faaliyetinin sondaj çalışmalarının içme sularını zehirleyip zehirlemediğini yanıtlamasını istedi. ayrıca, Akova bölgede kirliliğin sorumluları hakkında herhangi bir işlem yapılıp yapılmayacağını sordu.
Bölgedeki altın madeninin sondaj göletindeki sızmadan kaynaklı olarak derelerin beyaz renkte aktığı iddia ediliyordu.  Akova’nın yanıtlanmasını istediği sorular ise şöyle:
n Karaköy köyü yakınlarında maden sondajından kaynaklı kirliliğin yer altı sularını ve dereleri kirletip Bayramiç Barajı’na karıştığı ve Muratlar köyünün içme sularına da ‘içilemez’ raporu verildiği doğru mudur? Eğer bu doğruysa bölgede yaşanan kirliliğin temizlenmesi mümkün müdür? Uzun dönemde insan ve hayvan sağlığında olumsuz etkiler yaşanacak mıdır?
* Bayramiç Karaköy ile Çan’ın Kızılelma köyü arasında bulunan altın madeni sondaj alanındaki sondaj göletinde meydana gelen sızmadan dolayı yöredeki derelerin beyaz renkte aktığı doğru mudur?
* Muratlar köyünde Eylül ayında alınan bu numunelerin ardından Aralık ayında alınan ikinci numunelerde alüminyum değerinin yine limitlerin üstünde olduğu belirlenirken bir önceki numunede yüksek olduğu tespit edilen kanserojen epiklorohidrin maddesine ise bakılmamasının sebebi nedir?
* Bölgedeki altın madeni sondajından kaynaklanan kirliliğin verdiği zararın boyutu nedir? Çevre, insan ve hayvan sağlığına yönelik alınan tedbirler nelerdir?
* Bölgede kirliliğe sebep olan kişiler ve kurumlar hakkında ne gibi işlemler yapıldı ya da yapılacaktır?
* Karaköy köyü derelerindeki kirliliğin tespiti için Çanakkale’den gelen Çevre İl Müdürlüğü ekiplerinin numune alım işleminin ardından altın madeninin yetkilileri ile Bayramiç’te yemek yemeleri etik bir yaklaşım mıdır? Alınan numuneler artık tartışmalı bir konuma gelmemiş midir? (İzmir/EVRENSEL)

28 Mart 2013 Perşembe

Kaz Dağı Direniyor (yeni bir su salyangoz türü)

Altın tekelleri tarafından talan edilen Kaz Dağları direnişini sürdürüyor. Bir çok canlı türünü barındıran Kaz Dağı şimdide yeni bir canlı türü ile doğaya katkı sunuyor
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi Öğretim üyesi Yrd. Doç Dr. Deniz Anıl Odabaşı’nın Uluslararası bir dergide basıma kabul edilen çalışmasına göre, Kaz Dağları’nın yüksek kesimlerinde yer alan Ayazma Deresinde tespit edilen, 2 mm boyunda yeni bir tatlı su salyangozu türü tanımlandı.
Odabaşı ve Georgiev tarafından, Kaz Dağı’nın endemik türü olduğu bildirilen Bythinella cinsine ait bu yeni gastropod türüne “kazdaghensis” adı verildi.

Yapılan çalışmada, önemli bir biyolojik çeşitlilik ve endemizm bölgesi olarak görülen Kaz Dağları’nda su kaynaklarının korunmasının, endemik ve hassas türler açısından çok önemli olduğu vurgulandı.

Literatürde ilk defa tanımlanan bu türün Holotip ve Paratip materyali Hamburg Zooloji Müzesinde saklanıyor.
 
"KAZDAĞI'NDA İLK TATLI SU SALYANGOZU BULUNDU..."

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi tarafından yürütülen çalışmada bulunan türe 'kazdaghensis' adı verildi

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Deniz Anıl Odabaşı, Kazdağı’nın Ayazma Deresi’nde yeni bir tatlı su salyangozu keşfedildiğini söyledi. Bu yeni türe 'kazdaghensis' adı verildi.

Flora ve fauna açısından zengin bir potansiyele sahip olan Kazdağları bölgesinde yeni bir canlı türü keşfedildi. Yrd. Doç Dr. Deniz Anıl Odabaşı, Kazdağı’nın yüksek kesimlerinde yer alan Ayazma Deresi’nde 2 milimetre boyunda yeni bir tatlı su salyangozu türü keşfedildiğini söyledi. Yrd. Doç. Dr. Odabaşı, Kazdağı’nın endemik türü olduğunu bildirdiği Bythinella cinsine ait bu yeni gastropod türüne 'kazdaghensis' adı verildiğini söyledi.

Yrd. Doç. Dr. Odabaşı, "Bölgenin faunasını araştırırken bu türe rastladık. Kabuk ölçümleriyle anatomik yapılarını mikroskop altında inceledikten sonra Balkanlar’da, Yunanistan’ın Semadirek Adası’nda ve Türkiye’de aynı cinsin farklı türleriyle karşılaştırma yaptık. Bunun neticesinde yeni bir tür olduğunu tespit ettik. Yeni tür olarak tescillenmesi için bir uluslararası müzede bırakılması gerekiyordu. Biz de Hamburg Zooloji Müzesi’ni tercih ettik. Bu tür, temiz ve soğuk sularda yaşıyor. Yeraltı sularında, Kazdağı’nda dağılım gösterdiği düşünülüyor. Literatürde ilk defa tanımlanan bu türün holotip ve paratip materyali, Hamburg Zooloji Müzesi’nde saklanıyor" dedi.
 http://t24.com.tr/haber/kazdaginda-ilk-tatli-su-salyangozu-bulundu/226586
 

Kaz Dağları’nın geleceği kadınların ellerinde



Çanakkale ve bölgesindeki altın madeni çalışmalarına tepkiler çığ gibi büyüyor. Köylerdeki kadınları bilgilendirmek üzere Bayramiç’in Evciler Köyü’ne giden Çanakkale Çevre Platformu ve beraberindeki akademisyenler büyük bir ilgiyle karşılandı.
Köye gelen akademisyenler arasında Çanakkale Çevre Platformu’nun davetlisi olarak gelen Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Beyza Üstün, Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Osman Karababa, Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık ile Prof. Dr. Doğan Kantarcı vardı. Toplantıya, Muratlar, Kızılelma ve Karaköy’den gelen kadınlar da katıldı.
Düğün Salonu’nda yapılan toplantıya katılım yoğun oldu. Toplantının açılış konuşmasını yapan Çanakkale Çevre Platformu Dönem Sözcüsü Hicri Nalbant kadınlara, “Siz olunca her şey değişiyor. Siz de işin içinde olunca mücadelenin başarıya ulaşmaması mümkün değil. Bu kadar kalabalık bir kadın kitlesine hitap etmeyi bir şans olarak değerlendiriyorum. Madenciler güçlü değil. Onlar sizden korkuyor, halktan korkuyorlar. Yaptıkları işin kötü bir iş olduğunu bildikleri için korkuyorlar. Ben de onlara buradan sesleniyorum; sizi burada rahat ettirmeyeceğiz. Geldiğiniz gibi gideceksiniz” diye konuştu.
Bayramiç Belediye Başkanı İsmail Sakin Tuncer Kurtuluş Savaşı’nı hatırlatarak, “O dönem ülkemizi topla, tüfekle işgal etmek istemişlerdi. Şimdi de şekil değiştirdiler. Ülkemizi soymak istiyorlar. Ama biz pes etmeyeceğiz. Dünya üzerinde çok fazla altın stoku var. Elzem bir ürün de değil. Sadece süs eşyası olarak kullanılan ve çok küçük bir bölümü tıpta kullanılan altın için burada bizim hayatımızı mahvedecekler” diye konuştu.
DEPREMDE SİYANÜR YAĞAR
Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi’nden (ÇOMÜ) Prof. Dr. Murat Türkeş, bölgenin jeolojik yapısı ile ilgili bilgiler vererek, meydana gelebilecek deprem ya da heyelan nedeni ile siyanür havuzundaki zehrin, bölge halkının üzerine geleceğini ifade etti. Türkeş, “Madenlerin kurulmak istendiği bölge Kuzey Anadolu Fay hattı ve uzantısı fay hatlarının üzerinde bulunuyor. Ayrıca sizler daha iyi bilirsiniz buralarda kış aylarında ve baharda yağmurlar nedeni ile heyelanlar olur. Diyelim ki engel olamadık ve altın madeni çıkarma çalışmaları başladı. Diyelim ki bir süre sonra deprem veya heyelan meydana geldi. Ne olacak?  O atık havuzunda tutulan siyanür, tarlalarınızın üzerine, sizlerin üzerine gelecek dedi.
KANSER HASTALIKLARI YOLDA
Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı ve Ege Çevre Platformu (EGEÇEP) Dönem Sözcüsü Prof. Dr. Ali Osman Karababa, altın madeni ve termik santral çalışmalarının başlaması halinde cilt hastalıkları ve kanser hastalığının bölgede yoğun bir şekilde görüleceğini ifade etti. Karababa, “Ülkemizin değişik yerlerinde termik ve altın madeni çalışmaları neticesinde zarar gören hayvanlar var. Burada da aynı şeyler söz konusu olacak. Eğer engel olamazsak burada da doğum anomalileri göreceğiz. Hava, su ve besin yoluyla alacağınız ağrı metaller, cilt hastalıkları, kanser ve doğumsal anomalilere neden olacaktır” dedi.
İstanbul Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Ahmet Atalık da, “Buradan çıkardıkları altını 300 dolara kendi ülkelerine götürüp, bin 600 dolara bize geri satacaklar. Kazancı onlara 5 bacaklı koyunlar bize kalacak. Unutmayalım, çocuklarımızın, torunlarımızın, zehirli meyve ve sebze sattığımız tüm insanların vebali bize kalacak” dedi.
‘SİZ İSTEMEZSENİZ YAPAMAZLAR’
Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Beyza Üstün de yaptığı konuşmasında çevre mücadelesinin aynı zamanda bir gelecek mücadelesi olduğunu, eğer bölge halkı başta istemezse bu felaketlerin yaşanmayacağını dile getirdi. Üstün, 2000 yılında Romanya’da yaşanan, Tuna ve Tizsa nehirlerinde balık ölümlerine neden olan çevre felaketinden fotoğraflar göstererek bu felaketlerin Türkiye’de ve Çanakkale’de de yaşanabileceğini ifade etti. Altıncıların rüşvet verdiklerini ifade eden Üstün, “Çocuklarınıza, eşlerinize iş vermeye hazırlar. Onların işlerini, paralarını almayın. Size kandırmalarına, sizi bölmelerine izin vermeyin. Unutmayın Gerze’de Tortum’da  istediklerini yapamadılar. Halkın izin vermediği hiçbir yere giremediler. Kadınların direndiği hiçbir yere giremediler” dedi.

KÖYLÜ KADINLAR MÜCADELEDE
Hatice Karadeniz: Başbakanın bizi duymasını istiyoruz. Elmalarımızdan biri yere düştüğünde içimiz sızlıyor. Bizim suyumuz bize kadar. Onlara verecek tek damla suyumuz yok.
Zehra Aydın: Suyu güzel, havası güzel diye köyümüze geri döndük. 5-6 yıl önce emekli olur olmaz köyümüzde yaşamaya başladık. Ancak bu madenciler yüzünden tadımız, tuzumuz kaçtı. Biz şimdi nereye gideceğiz?
Hanife Özyurt: Dağlarımızı ellemesinler. Burası dünyanın ekinci oksijen üreten bölgesi.
Şerife Aysal: Köyümüze gelirlerse köyümüzden kovarız. Çocuklarımızın zarar görmesini istemiyoruz.
Ünzile Akbulut: Bir keresinde gelmişler kahveye. Bizim haberimiz yoktu. Bizim haberimiz olsa onları bu köyden kovalardık. Biz istemiyoruz altıncısını madencisini.
Sevim Ercan: Devlet bu dağları satmış diyorlar. Ama biz sonuna kadar direneceğiz.
Gülsüm İnce: Bu ormanları 70 sene boyunca biz koruduk. Onlar buraları yok etmek istiyor.
Hanife Dörtbaş: Biz yavrularımızı askere yolluyoruz bu vatan için. Acaba onlar nöbet tutarken burayı yabancılar işgal etsin diye mi tutuyor? (Çanakkale/EVRENSEL)

27 Mart 2013 Çarşamba

“ÇÖPLER” kokmaya başlamadan!.. (06.10.2006) Arşiv Yazı)



Arşiv yazı: Evrensel: 06.10.2006
ANADOLU’NUN “ALTIN”DAKİ TEHLİKE
  Turkish gold mine
HAZIRLAYAN: Özer Akdemir
Erzincan’ın İliç ilçesi Çöpler köyünde yaklaşık 6 yıl önce hummalı bir çalışma başladı. ABD-Kanada ortaklığındaki Anatolia Minerals adlı şirket 6 yılda 600 sondaj kuyusu açtığı köyde oldukça zengin bir altın madeni bulduğunu belirterek, gerekli izinler için başvurdu. Çöpler köyündeki işletmesini Çukurdere Madencilik adlı kendisine bağlı taşeron bir firma eliyle yürüten Anatolia Minerals, altın madenini 2008 yılında işletmeye açmayı planlıyor. Ülkemizin birçok yerinde daha altın ve başka madenlerin arama ve işletme izinlerini elinde bulunduran Anatolia Minerals’i ayrıntılı bir şekilde mercek altına almadan önce, şirketin “halkla ilişkiler” biriminin basın tarafından öne çıkarılan uygulamasına değinmekte yarar var. Yani, köylülerin ve ilçenin önde gelen siyasi parti, dernek ve kamu kurum yöneticileri ABD’de “inceleme gezisi”ne götürüldü.
 
MADENCİYE BERGAMA DERSLERİ
Özellikle Bergama köylülerinin 16 yılı aşan, eskiye oranla yoğunluğunu yitirse de hâlâ devam eden altın madeni karşıtı mücadelesi diğer altıncı şirketlere birçok açıdan ders oldu. Bergama’daki altın madeni, 16 yılda dört kez el değiştirdi. Maden sırasıyla; ilk başta Eurogold (Almaya-Amerika-Avustralya ortaklığı), ardından, Newmont - Normandy; (Amerika) ve son olarak KOZA Altın A.Ş (Türk) tarafından işletiliyor. Bergama’daki madeni çalıştıranların bu 16 yıllık süre içerisinde başta yöre köylüleri olmak üzere halkla ilişkilerde yaptıkları “hata”lar, bugün diğer madenci şirketler tarafından mümkün olduğu kadar tekrarlanmamaya çalışılıyor. 
 Haber: Erzincan'da Üst Sınıf Altın Çıkarılıyor
“HALKLA ÇELİŞKİLER”İ GİDERME YÖNTEMLERİ
Ülkemizde her geçen gün sayıları çoğalan altın madencilerinin halkla ilişkileri geliştirme, madene karşı çıkışları önleme adına yaptıkları birçok şey Bergama’dakilerle aynı özellikleri taşıyor. Örneğin, tüm altın madeni girişimlerinde yoksul köylülere iş vaadi var. Tarlaların, arazilerin, maden sahası içinde kalan yapıların ederinin 10-20 katı fiyatlarla satın alınması söz konusu. Bazı yerlerde, (Uşak - Kışladağ ve İzmir - Efemçukuru gibi) köylülerin arazilerini satmamaktaki kararlılıkları hükümet destekli kamulaştırma sopası ile karşılanıyor. Madenci şirket “kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” mantığı ile köylere, yol-su, sağlık ocağı, okul vs. altyapı ve sosyal yaşam tesisleri yaptırıyor. Hatta, Uşak’ta olduğu gibi damızlık boğa dağıtılıyor, iftar yemekleri veriliyor (Bergama), şenlikler düzenleniyor. Maden sahası içinde kalan köylerdeki taşınmazlar bedellerinin çok üzerinde fiyatlarla alınırken, Bergama Ovacık köyü ve şimdi Erzincan Çöpler köyünde olduğu gibi, köy madenin birkaç kilometre uzağında yapılan dubleks evlere taşınıyor. Bunun yanında madene karşı olanlar, çok çeşitli yöntem ve araçlarla susturulmaya, baskı altında tutulmaya, yıpratılmaya çalışılıyor. Bergama köylülerinin önce gizli örgüt kurmakla suçlanmaları, ardından mücadelede öne çıkan unsurların “Alman ajanı” olma iddiası ile DGM’de yargılanmaları ve nihayetinde madenle ilgili gelişmeleri haberleştiren gazete ve gazetecilere açılan tazminat ve ceza davaları “maden karşıtı” unsurların etkisizleştirilmesine yönelik uygulamalardan birkaçı. Madenci şirketler tarafından yapılan bir diğer halkla ilişkileri geliştirme yöntemi de “bilgilendirme gezisi” adı altında yörenin önde gelen isimlerinin yurtiçi ve dışında çeşitli yerlere götürülmesi oluyor. Hatta, bu öyle bir hale geliyor ki, tıpkı Bergama’da olduğu gibi, madenin açılıp açılmaması sonucunu doğuracak bir rapor hazırlamakla görevli “bilim adamları”ndan oluşan heyetler bile, eşleri ile birlikte ABD’de “inceleme gezisi”ne götürülebiliyor. 1997 yılındaki Danıştay kararının ardından kapatılan Bergama altın madenini Başbakanlık’ın talimatı ile yeniden inceleyip “açılabilir” diye görüş bildiren TÜBİTAK raporu böyle hazırlandı.
BERGAMA KAPIYI AÇTI
Bergama Ovacık Altın Madeni’nin yargı kararlarına, yöre köylülerinin karşı çıkışına ve bilim insanlarının riskler konusundaki uyarılarına rağmen üretimine devam etmesi, yıllardır Bergama’daki sürecin sonucunu gözleyen diğer altın madencilerini harekete geçirdi. İlk başta Alman Preussag şirketinin Türkiye ayağı olarak kurulan Turkische Preussag (TÜPRAG), Preussag’ın çekilmesi sonrasında Kanadalıların eline geçti. Preussag dünya çapında bir turizm şirketi haline gelirken, Kanadalı olan TÜPRAG Uşak /Eşme - Kışladağ altın madeninde yöre köylülerinden gelen tepkilere rağmen, “dünyanın en ilkel yöntemi” denilen “yığın liçi” yöntemi ile üretime başladı. Madenin üretime başlamasından iki ay, resmi olarak açılışının yapılacağı törenden bir hafta önce meydana gelen siyanür kazasında Eşme ve köylerinde yaşayan 2000 vatandaş zehirlendi. Zehirlenmelerin siyanürden kaynaklandığı, resmi yetkililerin engelleme girişimlerine rağmen alınan kan örneklerinde çıkan yüksek siyanür oranları ile kanıtlandı. Kışladağ Altın Madeni’nin sahibi TÜPRAG şirketi, İzmir’in 20 kilometre uzağında bulunan, Türkiye’nin üçüncü büyük kentinin içme suyunu sağlayan barajların havzasında kurulu olan Efemçukuru köyünde de altın madeni işletebilmek için her türlü yöntemi deniyor. TÜPRAG, Havran Küçükdere’deki altın madeni arama ve işletme ruhsatlarını KOZA Altın’a sattıktan sonra, KOZA burada da çok yakın zamanda altın madeni işletmesi kuracağını açıkladı. KOZA Altın, Bergama Kozak Yaylası’nda da altın rezervlerinin tespiti için sondaj çalışmaları yapıyor. Şirket ayrıca Eskişehir- Kaymaz, Gümüşhane-Mastra, Ağrı, Ankara, Balıkesir, Bayburt, Bilecik, Bursa, Erzincan, İzmir, Kastamonu, Konya, Sivas ve Tunceli illerinde altın arama-işletme ruhsatlarına sahip. Dünyanın en büyük madenci şirketi olan Rio Tinto ise Erzincan Çöpler ve Tunceli Ovacık’ta altın madenciliği yapmak üzere çalışmalarına devam ediyor. Çöpler projesi yaklaşık bir yıl sonra üretim yapacak aşamaya gelecek.
 http://i.tmgrup.com.tr/ld/2010/07/21/647332407686.jpg
YENİ BİR MÜCADELE ALANI: ÇÖPLER
Erzincan’ın İliç ilçesine 11 kilometre uzaklıkta bulunan Çöpler köyünde altın madeni işletmesi kurmak gündeme gelince, madenin işletme ruhsatını satın alan Anatolia Minerals adlı şirket aralarında AKP milletvekilleri, yerel siyasetçiler, köy muhtarları ve bürokratların olduğu birçok kişiyi onar günlük ABD gezisine çıkardı. Basının da geniş ilgi gösterdiği bu ABD gezisine çıkanlar, gezinin yararlı olduğundan, beş yıldızlı otellerde ağırlandıklarından, siyanürle yapılan madenciliğin zararsız olduğunu gözleri ile gördüklerinden bahsediyorlar. Bu geziler için toplam 205 bin dolar harcandığını açıklayan madenci şirket ise gezilere katılanların “En azından teknolojinin çevreye zarar vermediğini” gözleriyle gördüklerini ileri sürüyor. Bu 205 bin dolarlık “inceleme gezisi giderleri” noktasında, EGEÇEP Dönem Sözcüsü Av. Arif Ali Cangı’nın kafasına takılan bir soru var. Cangı, “Bu harcamayı acaba nerede gösterecekler?” diye soruyor ve ekliyor; “Maden işletebilirse zaten beyan ettikleri ocak başı satış fiyatının yalnızca yüzde 2’sini devlet hakkı olarak ödeyecekler. Hiç KDV ödemeyecekler. Bırakacakları pisliği, kirlenmeyi kim temizleyecek? Bozulan yaşam alanlarını eski haline getirmeye kimin gücü yetecek?” Cangı bir soru da Erzincan halkına yöneltiyor ve kendi sorusuna iyimser bir yanıtı yine kendisi veriyor “Erzincan’da “yaşamın sürmesini en büyük değer olarak gören” kimse yok mu? Mutlaka vardır, çıkacaktır. ”
 File:Riotintoagua.jpg
FIRAT SUYU ZEHİR AKACAK, BAKSANA!..
Bergama köylülerinin avukatı Senih Özay’ın, 23-24 Eylül tarihlerinde Samsun’da temsilciler toplantısı yapan Türkiye Çevre ve Kültür Platformu (TÜRÇEP) Genel Koordinatör Tanay Sıtkı Uyar’dan aldığı bir bilgi Çöpler köyünde başlatılması planlanan mücadele hakkında ipuçları veriyor; TÜRÇEP toplantısında, “altın madencilerinin bahşettiği bu cazibelere kapılmayan yurttaşlarla buluşmak ve hukuk mücadelesi başlatmak” kararı alındı. Bu doğrultuda vekaletname çıkarılan hukukçular, tespit davası açacak, ÇED raporuna ulaşılıp yer seçimi yönünden yargı organına götürülecek. Yine madenle ilgili bilirkişi incelemeleri talep edilecek ve gerektiğinde “cazibeye kapılanlarla kapılmayanların ortaya çıkması için” referandum yapma noktasında çalışmalar yürütülecek.
 Rio Tinto'nun Diavik elmas madeni
İNGİLİZ EMPERYALİZMİNİN ‘AMİRAL GEMİSİ’
Çöpler Altın Madeni’ni işletmek isteyen Anatolia Minerals şirketinin bağlı olduğu maden tekeli Rio Tinto, ünlü Yahudi dolar milyarderi Rothschild Ailesi’ne ait. Anatolia Minerals Rio Tinto’nun Türkiye’deki operasyonlarını yöneten şirketi durumunda. Bu şirketin Tunceli Ovacık, K. Maraş-Saimbeyli, Balıkesir-Balya başta olmak üzere çok geniş alanlarında maden arama ve işletme ruhsatları bulunmakta. Dünyanın en barbar şirketlerinden biri olarak bilinen Rio Tinto’nun tarihsel gelişimine ve yapısına kısa bir göz atarsak; Rio Tinto tek başına dünya maden üretiminin yüzde 12.5’ini sağlıyor. Dünyanın en büyük maden şirketi durumunda. Şirket, altın, bakır, demir, kömür, alüminyum, uranyum gibi alanlarda maden çıkarma ve işleme işini yapıyor. Dünyanın 40 değişik ülkesinde 60’ın üzerinde işletmesi bulunuyor ve borsada da en önde gelen maden şirketleri arasında. İngiltere’deki Rio Tinto plc ve Avustralya’daki Rio Tinto Ltd adlı iki şirketin birleşmesinden oluşan Rio Tinto’nun üst düzey yöneticileri İngiltere’deki şirketten atanıyor. Şirketin işletmelerinde sendikalaşma girişimleri en sert yöntemlerle engellenirken, toplusözleşme de yapılmıyor. Şirket, bu kötü ününün tepkisini dağıtmak üzere çoğu zaman taşeron şirketler eliyle işlerini yürütmeyi yeğliyor. Erzincan Çöpler Altın Madeni İşletmesi de Kanada ve ABD borsalarında Anatolian Minerals Development Ltd. (AMDL) adı ile işlem yapan şirket tarafından yönetiliyor.
 http://i.tmgrup.com.tr/ld/2010/07/21/647410221182.jpg
ANADOLU’DAKİ RİO TİNTO
Rio Tinto Limited şirketinin sermaye yapısına baktığımızda şu anda Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı bankaların neredeyse tamamının şirkette hissesinin bulunduğu görülür. Rio Tinto’nun Türkiye’deki mineral kaynaklarının araştırılması için temel incelemeler Anadolu Mineralleri Geliştirme Şirketi (AMDL) tarafından 1977-1980 yılları arasında gerçekleştirildi. Tunceli ve Kopdağı bölgesinde yapılan bu incelemelerde ilk hedefler Tunceli’de bakır, kurşun ve çinko iken, Kop Dağı’nda kromdu. Uydu fotoğrafları, haritalama ve jeokimyasal numuneler sonrasında, bölgede yapılan kazılarda elde edilen verilerle Anatolia Minerals Development Corp. (AMDC) tarafından bölgenin ayrıntılı bir jeokimyasal haritası çıkarıldı. Japon ortaklı YAMAS ile ortak iş yapan AMDC ve AMDL muhtemelen aynı şirkete ait ve bu şirket Rio Tinto’nun kendisi. Anatolia Minerals şirketinin internet sitesinde yer alan yönetim Kurulu üyeleri arasında üç Türkün de adı var. Anatolia Minerals ortak ve yöneticilerinden Erden Yüksel, 5 yıl Dardanel Madencilik, 10 yıl Cominco ile çalışmış, 40 yıllık deneyimi olan bir mühendis. Yine yönetim kurulu üyelerinden Firuz Alizade ise Cominco’nun milyar dolarlık Artvin Cerattepe bakır altın madeni projesinde görevli. Alizade Türkiye jeolojisi ve maden potansiyeli uzmanı. Anatolia Minerals’in yönetim Kurulu listesinde adı olan İlhan Poyraz ise Anatolia şirketinin taşeron şirketi durumundaki Çukurdere Madencilik Sanayi Ltd. Şti.nin Başkan Yardımcısı konumunda. Rio Tinto’nun 2001 yılında Anatolia Minerals adlı şirketle yaptığı anlaşma gereği Erzincan Çöpler Altın Madeni projesi bu şirket tarafından yürütülüyor. Bu proje için Rio Tinto’nun 10 milyon dolar (son verilen bu rakamın 25 milyon doları bulduğunu gösteriyor) harcaması ve gelirin yüzde 66.7’sini alması planlanırken, Anatolia Minerals’e ise 1.500 milyon dolar kalması hesaplanmış. Anlaşmada Rio Tinto’nun proje için yıllık en az 500 bin dolar harcaması, Anatolia mineral ofisinde yılda 216 bin dolar vermesi taahhüt ediliyor. 2001 yılında yapılan bu anlaşmanın önümüzdeki yıl yenilenmesi söz konusu.


 Mina a cielo abierto en Rio Tinto. FUENTE: IAPH
RİO TİNTO’NUN TARİHİ
Şirket adını 1873 yılında kurulduğu İberya’nın Rio Tinto (Renkli Nehir) bölgesinden aldı. En büyük hissenin Rothschild ailesine ait olduğu şirkette, İngiliz kraliyet ailesinin de hissesi bulunmakta. 1800’lü yıllardan itibaren yaptığı afyon ticareti ile büyüyen şirket, Hong Kong’un İngilizlere kalmasının ardından, Rothschildler’in kontrolündeki Hong Kong Shangai Bank Corporation ( HSBC) bankası ile afyon ticaretini finanse etti. Rio Tinto, Jardine Matheson şirketinin bu afyon ticaretinden kazanılan parası ile kuruldu. Bugün dünya maden üretiminde yüzde 12.5’luk bir paya sahip olan Rio Tinto’yu, ikinci sırada yüzde 11’lik pay ile yine İngiltere merkezli Anglo American Corp (AAC) izlemekte. Oppenheimer Ailesi’nin kontrolünde olan AAC de Rotshchild Ailesi’nin ve İngiltere kraliyet ailesinin de payları var. Dünya maden üretimindeki üçüncü isim de İngiltere’den Billiton/BHP firması. Shell’e ait olan firmanın kontrolü de Rothschill Ailesi’nde. Her üç firmada da İngiliz kraliyet ailesinin payları bulunmakta. Dünya madenlerinin yaklaşık yüzde 50’si bu üç firmanın kontrolünde iken, bu oran altın ve gümüş madenciliğinde neredeyse yüzde 100’e yaklaşmakta. Rio Tinto’nun arkasındaki güçleri oluşturan, Rothschild, Oppenheimer ve Goldschmild ailelerinin üçü de Almaya Frankfurt kökenli. Sonradan İngiltere’ye göçen bu ailelerin soy ağaçları 1600’lerde Oppenheimer Ailesi’nde birleşirken, 1700’lü yılların sonunda Rothschild’ler en güçlü aile konumuna gelmişler. İngiliz kraliyet ailesi ile çok güçlü ekonomik bağları olan ailelerin şirketlerinden Rio Tinto “İngiliz egemenliğinin Amiral Gemisi” olarak tanımlanmaktadır. Rio Tinto’nun ilgilendiği ve büyük oranda kontrol ettiği bir diğer madencilik alanı ise bor madenleri. Dünya bor üretiminin yüzde 37’sini gerçekleştiren US Borax Inc. Rio Tinto’nun bir alt kolu olan Kennecott Holdinge ait. Türkiye, dünya bor rezervinin yarısından fazlasına sahip iken pazardan aldığı pay ise yüzde 20 dolayında. Bor madenlerinin özelleştirilmesi girişimlerinde US Borax ve Rio Tinto’nun adı sıkça geçmişti. 
 
BOUGANVİLLE KATLİAMI
Rio Tinto’nun adı birçok insan hakkı ihlali, hukuksuz uygulamalara, işçi düşmanlığı vs. ile anılsa da tekelin Bouganville de yaptıkları onun “barbar” diye tanımlanmasını nedenlerini açıkça ortaya koyuyor. 1969 yılında Bouganville bölgesine giren Rio Tinto, köylülerin topraklarını gasp etmenin yanı sıra, 220 hektar yağmur ormanını da yok etti. Bu bölgenin temel geçim kaynağı olan balıkçılık ve bahçeciliğin yok edilmesi anlamına geliyordu. İşgalci Papua Yeni Gine yönetimi ile ilişkileri sonucu 5 yıl vergiden muaf olan şirketin nehirlere boşalttığı 1 milyar ton atık Bouganville nehirlerindeki canlı yaşamını yok etti. Şirket, halkın yıllarca süren protesto ve direnişini yok saydığı gibi direnişi bastırabilmek için Avustralya’dan özel bir tim getirdi. Bouganville yerli halkından bir grup 1988 yılında, madeni basarak şirketin patlayıcılarını kullanıp madenin binalarını, araç-gereçlerini havaya uçurdu. Taş ve sopalarında kullanıldığı bu saldırı sonrasında maden kapatılırken, işgalci Papua Yeni Gine, ihracat gelirlerinin yüzde 45’ini sağlayan madenin kapanması nedeniyle Bougainville’den çekilmek zorunda kaldı. Geride Bougainville’nin nüfusunun yüzde 7’sine denk gelen 10.000 ceset bırakarak!…

Sazlıklardan kuş değil toz havalanıyor



Fotoğraf: Sazlıklardan artık toz havalanıyor

Özer AKDEMİR

İlhan İrem’in “Sazlıklardan havalanan bir ördek gibi sesin” şarkısındaki sazlıklardan artık toz havalanıyor. Son 40 yılda sulak alanlarının yarısını kaybeden ülkemiz sazlıkları kuru birer yaraya dönüşürken, artık buralardan ne ördek, ne flamingo, ne de leylek sesi geliyor…

DEĞERİ ANLAŞILDI AMA…

Kayseri’de gerçekleştirilen İç Anadolu Çevre Platformu (İÇAÇEP) toplantısında su ve sulak alanlarla ilgili bilgi veren Erciyes Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Fatih Duman, bir zamanlar çeşitli nedenlerle kurutulan, yanlış sulama ve tarım politikaları nedeniyle gittikçe yok olan sulak alanların çok önemli ekosistemler olduklarının artık anlaşıldığını dile getirdi. 

Derinliği 6 metreyi geçmeyen durgun ya da akıntılı suların oluşturduğu sulak alanların, dünyada tropikallerden sonra en fazla canlı çeşitliliğinin görüldüğü alanlar olduğunu kaydeden Duman, sulak alanların birçok önemli fonksiyonları olduğunu söyledi.: 
Duman, sulak alanların işlevleri hakkında şu bilgileri verdi; “Sulak alanlar u rejimini dengeleyerek seller, taşkınlar gibi afetleri önler. Azot, fosfor ve ağır metalleri, kimyasal maddeleri filtreleyerek sulara karışmasını engeller. Tarım Bakanlığı sulak alanların bu özelliğinden faydalanarak köylerde sulak alanlar oluşturup suyun organik ve inorganik olarak arıtılmasını planlıyor. Ayrıca, biyoçeşitlilik üretiminde de çok önemli işlevleri vardır”.

RAMSAR NEYİ KORUYOR?

Uzun yıllardır ülkemizde ne getirip ne götüreceği hesaplanmadan barajlar yapıldığını aktaran Duman bunun sulak alanların yok olmasının en önemli etkenlerinden birisi olduğunu söyledi. Çiftçinin para getiren ürünlere yöneliminin ve bu nedenle aşırı yer altı suyu tüketiminin de sulak alanları olumsuz etkilediğini belirten Duman, tarımsal, evsel, endüstriyel kirliliğin, yasadışı avlanmanın, yumurta toplama ve sazlıkların yakılmasının  birçok sulak alanın sonunu getirdiğini söyledi. Kayseri Sultan Sazlığı ile ilgili bilgiler veren Duman, Ramsar korumasında olmasına rağmen sazlığın can çekiştiğini söyledi. 

İÇİN İÇİN YANIYOR

Duman “Sazlıkta kontrolsüz saz kesimi önlenemiyor. Sazlık bu işi yapan belli ailelerce parsellenmiş. Saz belli bir kalınlığı geçince para etmiyor. Bunları yakıyorlar.Bu yangın bir yıl boyunca için için devam eder. O bölge tamamen doldurulmazsa sönmez bu süre içerisinde. Sultan sazlığındaki su kaybı 82 milyon metreküp. Yurtdışından gelen bir heyeti sulak alan diye sultan sazlığına götürdük, su kalmamıştı” dedi. Sulak alanlardaki balık ölümlerinin en büyük sorumlusunun fabrika atıklarından çok evsel atıklar olduğunu bilgisini veren Duman, bu atıklar nedeniyle oksijensiz kalan balıkların kalplerinin patlayarak öldüğünü dile getirdi. 

LEYLEK KÖYÜ EYLEKSİZ KALDI

Erciyes Dağı eteklerindeki Hürmetçi sazlığının dağdaki yılkı atların sığınağı olduğunu kaydeden Duman, “Hürmetçi köyü Türkiye’nin en büyük leylek popülasyonuna sahip olduğu için Leylek Köyü olarak da bilinirdi. Yanı başına organize sanayi kuruldu. Gerek buranın atıkları, gerekse kontrolsüz su çekimi ve çimlerinin kesilip alınması sazlığı yok olma noktasına getirdi. Leylek köyünde şimdi 100 tane bile leylek kalmadı. Duman, köylülerin tuzla olarak kullandığı Palas Gölünde de artık flamingoların yiyecek bulamadıkları için gelmediğini söyledi. 

KUŞ GRİBİ SAZLIKLARI YAKTIRDI

Toplantıda söz alan Kırşehir Çevre Derneği (KIRÇED)’den Mustafa Bağ özellikle kuş gribi paniği sırasında sazlıkların devlet tarafından kontrollü olarak yakıldığını, bununla ilgili elinde belgeler bulunduğunu söylerken, Ramsar sözleşmesinin de tabeladan başka bir işlevi olmadığını belirtti. Kuruma tehlikesi altındaki Seyfe Gölü civarında bulunan 1675 kuyudan sadece 350’sinin kapatıldığını dile getirdi. 

(Kayseri/EVRENSEL)

Özer Akdemir
İlhan İrem’in “Sazlıklardan havalanan bir ördek gibi sesin” şarkısındaki sazlıklardan artık toz havalanıyor. Son 40 yılda sulak alanlarının yarısını kaybeden ülkemiz sazlıkları kuru birer yaraya dönüşürken, artık buralardan ne ördek, ne flamingo, ne de leylek sesi geliyor…
Kayseri’de gerçekleştirilen İç Anadolu Çevre Platformu (İÇAÇEP) toplantısında su ve sulak alanlarla ilgili bilgi veren Erciyes Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Fatih Duman, bir zamanlar çeşitli nedenlerle kurutulan, yanlış sulama ve tarım politikaları nedeniyle gittikçe yok olan sulak alanların çok önemli ekosistemler olduklarının artık anlaşıldığını dile getirdi.
Derinliği 6 metreyi geçmeyen durgun ya da akıntılı suların oluşturduğu sulak alanların, dünyada tropikallerden sonra en fazla canlı çeşitliliğinin görüldüğü alanlar olduğunu kaydeden Duman, sulak alanların birçok önemli fonksiyonları olduğunu söyledi:
Duman, sulak alanların işlevleri hakkında şu bilgileri verdi; “Sulak alanlar su rejimini dengeleyerek seller, taşkınlar gibi afetleri önler. Azot, fosfor ve ağır metalleri, kimyasal maddeleri filtreleyerek sulara karışmasını engeller. Tarım Bakanlığı sulak alanların bu özelliğinden faydalanarak köylerde sulak alanlar oluşturup suyun organik ve inorganik olarak arıtılmasını planlıyor. Ayrıca, biyoçeşitlilik üretiminde de çok önemli işlevleri vardır”.
RAMSAR NEYİ KORUYOR?
Uzun yıllardır ülkemizde ne getirip ne götüreceği hesaplanmadan barajlar yapıldığını aktaran Duman bunun sulak alanların yok olmasının en önemli etkenlerinden birisi olduğunu söyledi. Çiftçinin para getiren ürünlere yöneliminin ve bu nedenle aşırı yer altı suyu tüketiminin de sulak alanları olumsuz etkilediğini belirten Duman, tarımsal, evsel, endüstriyel kirliliğin, yasadışı avlanmanın, yumurta toplama ve sazlıkların yakılmasının  birçok sulak alanın sonunu getirdiğini söyledi. Kayseri Sultan Sazlığı ile ilgili bilgiler veren Duman, Ramsar korumasında olmasına rağmen sazlığın can çekiştiğini söyledi.
İÇİN İÇİN YANIYOR
Duman “Sazlıkta kontrolsüz saz kesimi önlenemiyor. Sazlık bu işi yapan belli ailelerce parsellenmiş. Saz belli bir kalınlığı geçince para etmiyor. Bunları yakıyorlar. Bu yangın bir yıl boyunca için için devam eder. O bölge tamamen doldurulmazsa sönmez bu süre içerisinde. Sultan sazlığındaki su kaybı 82 milyon metreküp. Yurtdışından gelen bir heyeti sulak alan diye sultan sazlığına götürdük, su kalmamıştı” dedi. Sulak alanlardaki balık ölümlerinin en büyük sorumlusunun fabrika atıklarından çok evsel atıklar olduğunu bilgisini veren Duman, bu atıklar nedeniyle oksijensiz kalan balıkların kalplerinin patlayarak öldüğünü dile getirdi.
LEYLEK KÖYÜ LEYLEKSİZ KALDI
Erciyes Dağı eteklerindeki Hürmetçi sazlığının dağdaki yılkı atların sığınağı olduğunu kaydeden Duman, “Hürmetçi köyü Türkiye’nin en büyük leylek popülasyonuna sahip olduğu için Leylek Köyü olarak da bilinirdi. Yanı başına organize sanayi kuruldu. Gerek buranın atıkları, gerekse kontrolsüz su çekimi ve çimlerinin kesilip alınması sazlığı yok olma noktasına getirdi. Leylek köyünde şimdi 100 tane bile leylek kalmadı. Duman, köylülerin tuzla olarak kullandığı Palas Gölünde de artık flamingoların yiyecek bulamadıkları için gelmediğini söyledi.
KUŞ GRİBİ SAZLIKLARI YAKTIRDI
Toplantıda söz alan Kırşehir Çevre Derneği (KIRÇED)’den Mustafa Bağ özellikle kuş gribi paniği sırasında sazlıkların devlet tarafından kontrollü olarak yakıldığını, bununla ilgili elinde belgeler bulunduğunu söylerken, Ramsar sözleşmesinin de tabeladan başka bir işlevi olmadığını belirtti. Kuruma tehlikesi altındaki Seyfe Gölü civarında bulunan 1675 kuyudan sadece 350’sinin kapatıldığını dile getirdi. (Kayseri/EVRENSEL)


26 Mart 2013 Salı

Dağları olduğu gibi yiyecekler”




Çanakkale Çevre Platformu'nun yaşam alanlarına sahip çıkmak amacıyla düzenlediği Su Paneli'nde altıncıların ve termik santralcilerin hedefi haline gelen kentte oluşacak olan çevresel tahribatların su ve yaşam alanı üzerindeki etkilerine dikkat çekildi. Panelde yer alan tüm konuşmacıların ortak mesajı ise Çanakkale'de çok geç kalınmadan mücadeleye başlanması ve sermaye karşı-sında yaşam alanlarını savunmak için daha fazla bilinç ve güçlü duruş sergilenmesi gerektiği oldu. Çanakkale Çevre Paltformu Başkanı Hicri Nalbant, Çanakkale'nin altıncıların ve termikçilerin tehditi altında bulunduğunu ve bölgede yavaşlatılmış soykırım uygulanmak istendiğini belirterek; “Bu gidişe razı değiliz” dedi.

“Yasa tam bir felaket”
CHP Çanakkale Milletvekili Serdar Soydan ise, “Ülkemiz talanla karşı karşıya. Daha büyük bir felaket bizi bekliyor” diyerek önemli bir konuya değindi. Tabiat ve Biyolojik Çeşitlilik Koruma Yasası'nın bir felaket olduğunu kaydeden Soydan; “Biz bu yasanın geçmemesi için mücadele ediyoruz. Bu yasa tam bir felaket. Korunan alanları ortadan kaldırıyor” dedi.

“Mücadele etmeye başlamalıyız”
Yıldız Teknik Ünv. öğretim üyesi Prof. Dr. Beyza Üstün de saldırının çok yönlü oldu-ğunu söyledi. Çevre konusundaki mücadeleye her türlü desteğin verilmesi gerektiğini vurgulayan Üstün, su havzasında oluşan kirliliğe dikkat çekerek; “Kaynaklarımızı korumak için üzülmeyi bırakıp, mücadele etmeye başlamalıyız. HES için düğmeye bastılar. Su havzaları tehlike altında. Kirazlı'da, Ağı Dağı'nda altın, bakır arayanlar tehlike kıskacına aldılar. Dağları olduğu gibi yiyecekler” dedi.

 

CHP Çanakkale Milletvekili Serdar Soydan ve Belediye Başkan Vekili Dr. Celal Karakaş'ın da katıldığı panelde panelistler bir yandan altıncıların, bir yandan termik santralcilerin hedefi haline gelen Çanakkale'de oluşacak olan çevresel tahribatların su ve yaşam alanı üzerindeki etkilerini paylaştı. Su Paneli'nde Yıldız Teknik Ünv. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Beyza Üstün su havzaları, Ege Üniv. Halk Sağlığı Anabilim Dalı Bşk.Prof. Dr. Ali Osman Karababa halk sağlığı , Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şb Bşk Ahmet Atalık tarımsal alan, Prof.Dr.Doğan Kantarcı orman alanları perspektifinden konuyu irdelerken tüm konuşmacıların ortak mesajı çok geç kalmadan mücadeleye başlanması gerektiği ve sermaye karşısında yaşam alanlarını savunmak için daha fazla bilinç ve güçlü duruş sergilenmesi gerektiği oldu.
  
“Bu gidişe razı değiliz”
Çanakkale Çevre Paltformu Başkanı Hicri Nalbant yaptığı konuşmada Çanakkale'nin altıncıların ve termikçilerin tehditi altında bulunduğunu ve bölgede yavaşlatılmış soykırım uygulanmak istendiğini belirterek: “Bizler bu gidişe razı değiliz. Bu ülke ve özellikle Çanakkale ağır bedeller ödenerek yurt edinilmiş yerlerdir. Altıncıların ve termikçilerin ellerini, kollarını sallaya sallaya çevreyi yok etmesine izin vermeyeceğiz. Onları rahat bırakmayacağız. 6 adet altın şirketine, 3 adet de termikçilere dava açtık. Sırada açılacak davalar var. Yasal yolları sonuna kadar deneyeceğiz, o da olmazsa yaramazlık yapma hakkımız saklı” diye konuşurken çevre mücadelesi boyunca her zaman Çevre Platformunakonuşmacıların ortak mesajı çok geç kalmadan mücadeleye başlanması gerektiği ve sermaye karşısında yaşam alanlarını savunmak için daha fazla bilinç ve güçlü duruş sergilenmesi gerektiği oldu.
 
“Bu gidişe razı değiliz”
Çanakkale Çevre Paltformu Başkanı Hicri Nalbant yaptığı konuşmada Çanakkale'nin altıncıların ve termikçilerin tehditi altında bulunduğunu ve bölgede yavaşlatılmış soykırım uygulanmak istendiğini belirterek: “Bizler bu gidişe razı değiliz. Bu ülke ve özellikle Çanakkale ağır bedeller ödenerek yurt edinilmiş yerlerdir. Altıncıların ve termikçilerin ellerini, kollarını sallaya sallaya çevreyi yok etmesine izin vermeyeceğiz. Onları rahat bırakmayacağız. 6 adet altın şirketine, 3 adet de termikçilere dava açtık. Sırada açılacak davalar var. Yasal yolları sonuna kadar deneyeceğiz, o da olmazsa yaramazlık yapma hakkımız saklı” diye konuşurken çevre mücadelesi boyunca her zaman Çevre Platformuna destek veren Çanakkale Belediyesi'ne teşekkür etti.
 
“Sahip olunan değerlerin bir bir elden çıktığı fark ediliyor”
CHP Çanakkale Milletvekili Serdar Soydan ise çevre mücadelesinde toprağın önemine değinerek kaybedilen her toprak parçasının yaşam alanını kısıtladığını belirtti. Soydan AKP döneminde yaşam alanlarını savunma mücadelesinin öne çıktığın ifade ederek, bunun nedeninin sahip olunan değerlerin birer, birer elden çıkmaya başlamasının farkedilmesi olduğunu söyledi. Soydan bir taraftdan altıncıların, bir taraftan termik santralcilerin tehditi altında kalındığını belirterek, ülke talanla karşı karşıya. Çevre karşıtlarının sahip olduklarının da gözlerini doyurmaya yetmediğini belirten Soydan: “Daha büyük bir felaket bizi bekliyor” dedi. Tabiat ve Biyolojik Çeşitlilik Koruma Yasası'nın komisyona geçtiğini ve mecliste çoğunluk faktörü nedeniyle kabul edilmesinin yaratacağı sonuçlara dikkat çeken Soydan: “Biz bu yasanın geçmemesi için mücadele ediyoruz. Ama AKP milletvekilleri otomatiğe bağlı oy kullanıyor. Kabulü durumunda önerge vereceğiz. Ama bu ahlaksız yasalar mecliste hep kayıt dışı zamanlarda, meclis tv yayında olmadığı zamanlarda geçiyor. Bunu hiçbir tv kanalı ya da gazetede göremiyorsunuz. Yazarsanız ya kapı dışı edilirsiniz, ya da Silivri'ye gönderilirsiniz. Bu yasa tam bir felaket. Korunan alanları ortadan kaldırıyor. Sit alanlarını etkiliyor. Türkiye'de korunan yerle yüzde 4, bu ortalama Avrupa'nın çok gerisinde. Biz hem koruyamıyoruz, hem de şimdiye kadar koruduklarımızı da riske atıyoruz. Çevreye duyarlı olmak ve çevreyi sahiplenmek sadece AKP'ye oy vermeyenler için önemli olmamalı, çevre konusunda herkes duyarlı olmalı, bu konu hepimizi etkiliyor” dedi.

Yıldız Teknik Ünv. öğretim üyesi Prof. Dr. Beyza Üstün de saldırının çok yönlü olduğunu belirterek çevre konusundaki mücadeleye her türlü desteğin verilmesi gerektiğini söyledi.

 

“Krizlerden sonra sermaye doğaya gözünü dikti”
Üstün, konuyu su havzaları perspektifinden ele aldığını belirterek, hızlıca HES'lerin yapılmaya başlandığını, Kardeniz'den yükselen acı çığlıkların artık Kazdağları ve Bölgesi'nden de yükselmeye başladığını belirtti. Dünyadaki son krizlerden sonra sermayenin gözünü doğaya diktiğine dikkati çeken Üstün, suyun üzerinde oynanan oyunlarıdeğinerek kaybedilen her toprak parçasının yaşam alanını kısıtladığını belirtti. Soydan AKP döneminde yaşam alanlarını savunma mücadelesinin öne çıktığın ifade ederek, bunun nedeninin sahip olunan değerlerin birer, birer elden çıkmaya başlamasının farkedilmesi olduğunu söyledi. Soydan bir taraftdan altıncıların, bir taraftan termik santralcilerin tehditi altında kalındığını belirterek, ülke talanla karşı karşıya. Çevre karşıtlarının sahip olduklarının da gözlerini doyurmaya yetmediğini belirten Soydan: “Daha büyük bir felaket bizi bekliyor” dedi. Tabiat ve Biyolojik Çeşitlilik Koruma Yasası'nın komisyona geçtiğini ve mecliste çoğunluk faktörü nedeniyle kabul edilmesinin yaratacağı sonuçlara dikkat çeken Soydan: “Biz bu yasanın geçmemesi için mücadele ediyoruz. Ama AKP milletvekilleri otomatiğe bağlı oy kullanıyor. Kabulü durumunda önerge vereceğiz. Ama bu ahlaksız yasalar mecliste hep kayıt dışı zamanlarda, meclis tv yayında olmadığı zamanlarda geçiyor. Bunu hiçbir tv kanalı ya da gazetede göremiyorsunuz. Yazarsanız ya kapı dışı edilirsiniz, ya da Silivri'ye gönderilirsiniz. Bu yasa tam bir felaket. Korunan alanları ortadan kaldırıyor. Sit alanlarını etkiliyor. Türkiye'de korunan yerle yüzde 4, bu ortalama Avrupa'nın çok gerisinde. Biz hem koruyamıyoruz, hem de şimdiye kadar koruduklarımızı da riske atıyoruz. Çevreye duyarlı olmak ve çevreyi sahiplenmek sadece AKP'ye oy vermeyenler için önemli olmamalı, çevre konusunda herkes duyarlı olmalı, bu konu hepimizi etkiliyor” dedi.

Yıldız Teknik Ünv. öğretim üyesi Prof. Dr. Beyza Üstün de saldırının çok yönlü olduğunu belirterek çevre konusundaki mücadeleye her türlü desteğin verilmesi gerektiğini söyledi.
 
“Krizlerden sonra sermaye doğaya gözünü dikti”
Üstün, konuyu su havzaları perspektifinden ele aldığını belirterek, hızlıca HES'lerin yapılmaya başlandığını, Kardeniz'den yükselen acı çığlıkların artık Kazdağları ve Bölgesi'nden de yükselmeye başladığını belirtti. Dünyadaki son krizlerden sonra sermayenin gözünü doğaya diktiğine dikkati çeken Üstün, suyun üzerinde oynanan oyunları anlattı. Su Konseylerinde suyun piyasa üzerinden adlandırıldığını ve o güç kesiminin şimdi Kazdağları'nı hedef aldığını söyleyen Üstün, Kazdağları'nın bütünleşik paylaşım riski ile karşı karşıya olduğunu kaydetti. Üstün: “Önceden suyu satıyorsunuz dediğimizde inanmıyorlardı. Dereleri şirketlere teslim ettiler. Suyun geçtiği alanlara dikkat etmediler. 49 yıllığına bu kaynakları şirketlere devrettiler. Enerji ihtiyacımız var dediler. Ama şimdi o yörelerde yaşayanlar bile bunun farkında ve vadilerine bu insanları sokmama mücadelesi veriyorlar” dedi.

“Yasaları değiştiriyorlar”
Üstün: “Bir bölgede termik santral varsa, yakınlarında mutlaka çimento fabrikası vardır. Çimento fabrikasının en önemli katkı maddesi küldür. Bunların olduğu yerde ormanlar daima tehlike altındadır. Termik santral ısısı için gerekli olan madde ithal kömür, ya da gazdır. Bunun haricinde limana ihtiyaç duyarlar. Termik santrallerin çok fazla suya ihtiyacı vardır. Onun için de deniz kıyısını tercih ederler. Denizden tonlarca suyu çekip, tuzundan arındırıp geriye salarlar. Bu da ekosistemde tuz dengesinin bozulmasına sebep olur. Deniz kıyısı olmazsa, güçlü bir yeraltı rezervine ya da baraja yakınlaşırlar. Onlar için tahribatın derecesi önemli değildir. Bu paydaşım örneğinde son zamanlarda gündeme gelen yer de Kazdağları'dır” dedi. Üstün: “Hazırlıkları tamamlıyorlar. Devlet, kamu ve özel sektör işbirliği ile şirketlerin korunan ve o bölgelere girmesine mani teşkil edecek yasaları ve koruma yasalarını değiştiriyorlar. Ormanla ilgili, mera ile ilgili kanunlarda engel teşkil eden kısımlarda düzenlemeler getiriyorlar. Su Kanun Tasarısını da meclise getirecekler. 49 yıllık veriyorlar” dedi.

“Yasaları değiştiriyorlar”
Üstün: “Bir bölgede termik santral varsa, yakınlarında mutlaka çimento fabrikası vardır. Çimento fabrikasının en önemli katkı maddesi küldür. Bunların olduğu yerde ormanlar daima tehlike altındadır. Termik santral ısısı için gerekli olan madde ithal kömür, ya da gazdır. Bunun haricinde limana ihtiyaç duyarlar. Termik santrallerin çok fazla suya ihtiyacı vardır. Onun için de deniz kıyısını tercih ederler. Denizden tonlarca suyu çekip, tuzundan arındırıp geriye salarlar. Bu da ekosistemde tuz dengesinin bozulmasına sebep olur. Deniz kıyısı olmazsa, güçlü bir yeraltı rezervine ya da baraja yakınlaşırlar. Onlar için tahribatın derecesi önemli değildir. Bu paydaşım örneğinde son zamanlarda gündeme gelen yer de Kazdağları'dır” dedi. Üstün: “Hazırlıkları tamamlıyorlar. Devlet, kamu ve özel sektör işbirliği ile şirketlerin korunan ve o bölgelere girmesine mani teşkil edecek yasaları ve koruma yasalarını değiştiriyorlar. Ormanla ilgili, mera ile ilgili kanunlarda engel teşkil eden kısımlarda düzenlemeler getiriyorlar. Su Kanun Tasarısını da meclise getirecekler. 49 yıllık protokol yerine lisans verecekler. Su kaynakları artık tapulu ve sahipli olacak. Kullanmak için kontör alacaksınız. Artık hiç tartışmasız hem enerjiyi, hem de suyu satacaklar. Karalar yetmedi, su havzaları yetmedi, dar geldi, o yüzden denizlere 1 mil yaklaşmaya çalışıyorlar. Kentsel Dönüşüm rantı adı altında inşaat artıklarını şaka gibi parklara, bahçelere gömüyorlar. Bir hafriyat, bir toprak derken şehirler yükseliyor. Torba yasaları geçirdiler. Üstün kamu yararı iddiasıyla ortaya çıkacaklar” şeklinde konuştu.

“Dağları yiyecekler”
Üstün siyanürle maden işletmeciliğinin tehlikelerine de değinerek, su havzasında oluşan kirliliğe dikkat çekti. Kaynaklarımızı korumak için üzülmeyi bırakıp, mücadele etmeye başlamalıyız. HES için düğmeye bastılar. Su havzaları tehlike altında. Kirazlı'da, Ağı Dağı'nda altın, bakır arayanlar tehlike kıskacına aldılar. Dağları olduğu gibi yiyecekler”dedi. CHP Milletvekili Serdar Soydan'a yasanın meclisten geçmemesi için partinizle ve bütün gücünüzle savaşın. Eğer bu dönemde bir şey yapamazsak, bir daha yapmamıza gerek kalmayacak. Ya şimdi yapacağız, ya da rahatımıza bakacağız” dedi.

21 Mart 2013 Perşembe

Bin pınardan zehir mi akacak?


Özer Akdemir
Kazdağları’nda yapılmak istenen altın işletmeciliği daha üretim aşamasına gelmeden yöredeki zehirli etkisini gösteriyor. Karaköy köyü yakınlarında maden sondajından kaynaklı kirliliğin yer altı sularını ve dereleri kirletip Bayramiç Barajı’na karıştığının tespit edilmesinin ardından,  Muratlar köyünün içme sularına da ‘içilemez’ raporu verildi.
Geçtiğimiz hafta içerisinde Bayramiç Karaköy ile Çan’ın Kızılelma köyü arasında bulunan altın madeni sondaj alanındaki sondaj göletinde meydana gelen sızmanın ardından yöredeki dereler beyaz renkte akmaya başladı. Sızan madde yer altı suları ve bölgedeki Kırma Deresi’ne, oradan da Bayramiç Barajına karıştı. Karaköy’ün içme ve kullanma sularını da etkileyen kirliliğe karşı köylülerin maden alanına yürümeleri jandarma ve köy muhtarı tarafından engellendi. Bayramiç Belediye Başkanı İsmail Sakin Tuncer, altın madeni  sondajından kaynaklı kirliliğin Bayramiç Barajı’na aktığını belirterek, sulardan aldıkları numunelerin sonuçlarını beklediklerini söyledi.
‘BİZE DAĞI YASAKLAYANLAR’
Karaköy köylülerinden üç gencin, maden sondajlarına tepki göstermesinin ardından sondaj alanına çıkmaları Çan Cumhuriyet Savcılığının talebi üzerine yasaklanmış, madenci şirket gençler hakkında 7 bin 500 liralık tazminat davası açmıştı. Sulardaki kirliliğin ardından Karaköylüler Çan Savcılığını göreve çağırarak, “Bize dağımıza çıkmayı yasaklamışlardı. Savcılık bu kirliliğin sorumluları için de soruşturma başlatacak mı” diye sordu.
Öte yandan yine Bayramiç’e bağlı Muratlar köyü içme sularından alınan su numunelerinde epiklorohidrin ve alüminyum oranlarının izin verilen limitlerin çok üzerinde çıkması üzerine sulara ‘İçilemez’ raporu verildi. Bursa İl Halk Sağlığı Müdürlüğü tarafından verilen raporda, Muratlar köylüsü Raşit Akıncı’nın evinden 25.09.2012 tarihinde alınan su numunesinde epiklorohidrin maddesiyle birlikte birçok parametrenin limitlerin çok üzerinde olduğu tespit edildi. Yine aynı numunede alüminyum oranının da limitlerin 11 katından fazla olduğu belirtiliyor. Epiklorohidrin maddesi, Sağlık Bakanlığı ve Çevre Koruma Ajansı’nın (EPA) listesinde orta dereceli, gırtlak ve mide kanserine neden olan bir madde olarak tanımlanıyor.  Çanakkale Halk Sağlığı Müdürlüğünün Bayramiç Toplum Sağlığı Merkezine gönderdiği “Köylerin içme ve kullanma suyu” konulu yazısında Türkmeneli köyünün içme sularının mikrobiyolojik, Muratlar köyünün ise kimyasal sonuçlara göre uygun olmadığı belirtiliyor. Halk Sağlığı Müdürü Dr. Burhan Kütük imzalı raporda “Muratlar köyünün ise 200 mg/L olması gereken alüminyum miktarının 2511 mg/L olduğu tespiti ile uygunsuz olduğu görülmektedir” deniyor.
KÖYLERDE DAMACANA SU KAMYONLARI
Muratlar köyünde eylül ayında alınan bu numunelerin ardından aralık ayında alınan ikinci numunelerde alüminyum değerinin yine limitlerin üstünde olduğu belirlenirken ne hikmetse bir önceki numunede yüksek olduğu tespit edilen kanserojen epiklorohidrin maddesine ise bakılmamış! Bayramiç Toplum Sağlığı Merkezine gönderilen raporla ilgili üst yazıda köyün içme sularındaki alüminyum miktarındaki uygunsuzluğun devam ettiği dile getiriliyor.
Konuyla ilişkin görüştüğümüz köylüler ise kendilerine herhangi bir bilgi verilmediğini, köy şebekesinin suyunu kullanmadıklarını belirterek, “Artık köyümüze kamyonlarla damacana su satılıyor” dediler.

DENETLEMEYE GELENLERİN YAPTIĞINA BAKIN!
Karaköy köyü derelerindeki kirliliğin tespiti için Çanakkale’den gelen Çevre İl Müdürlüğü ekiplerinin numune alım işleminin ardından altın madeninin yetkilileri ile Bayramiç’te yemek yemeleri tepkiyle karşılandı. Çanakkale Çevre Platformu Sözcüsü Hicri Nalbant kamu görevlilerinin bu tür işleri yaparken dikkatli olmaları gerektiğini kaydederek, “Bu kişilerin aldığı numune sonuçları artık tartışmalıdır” dedi. Nalbant, Karaköy’deki kirliliğin tespitinin ardından maden hakkında tazminat davası açacaklarını da sözlerine ekledi. (Çanakkale/EVRENSEL)

“Yaşam alanlarımızı birlikte savunacağız”



Fotoğraf: “Yaşam alanlarımızı birlikte savunacağız”

Özer Akdemir

22 Mart Dünya Su Günü etkinlikleri kapsamında Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) ve İzmir Dersim Kültür ve Dayanışma Derneği tarafından ortaklaşa gerçekleştirilen basın açıklamasında suya erişimin en temel yaşam hakkı olduğunun altı çizilerek, ticarileştirilmesine dönük sermaye politikalarına karşı ortak mücadele çağrısı yapıldı. 

Konak eski Sümerbank önünde gerçekleştirilen eylemde hazırlanan ortak basın metnini okuyan EGEÇEP Eş Dönem sözcüsü Burçak Karaman Uysal, suyun piyasa değeri olan bir meta değil, insanlığın ve doğanın ortak varlığı olduğunu söyledi. Artan nüfus ve plansız büyüme ile birlikte suların tükenmeye başladığına dikkat çeken Uysal, “sağlıklı suya erişim sorunu, toplumsal adalet, eşit paylaşım sorunu olarak da karşımızda durmaktadır” dedi. İzmir’in birçok çevresel kirliliğin odağında yer aldığının altını çizen Uysal, “Körfez Aliağa’da yapılması planlanan termik santrallerin, İzmir’in içme suyu başta Efemçukuru altın madeni olmak üzere, Çaldağı ve Gördes nikel madenlerinin tehdidi altındadır. Tüm bu kirliliğe karşın kentimizi ve ülkemizi yönetenlerin kol kola vererek “sağlıklı kentler” teması altında EXPO 2020’ye İzmir’i aday göstermeleri traji-komik bir durumdur” dedi. 

Munzur yaşamın kaynağıdır

Sermaye suyun başını tutmaya, onu yanlış enerji politikalarının kılıfı yapmaya çalıştığına vurgu yapan Uysal, “Anadolu’nun hemen hemen bütün derelerinde HES yapılmak istenmektedir. Buralarda suyun kullanım hakkı iki bini aşkın şirkete 49 yıllığına devredilmektedir” diye konuştu. 

Basın açıklamasında Dersim’de Munzur üzerinde yapılmak istenen barajlara da dikkat çeken Uysal, Munzur barajlar projesinin uygulanacağı toprakların Dersimlilerin yaşam alanı olmasının yanı sıra kültürel insani değerlerinin yeşerdiği zemin de olduğunu söyledi. Siyanürcü altın şirketlerinin Munzur’un kaynağını aldığı dağlarda altın madeni işletme hazırlıkları içerisinde olduğunu da aktaran Uysal, “Sermaye yaşam alanlarımıza saldırıyor. Yaşam savunucuları olarak bir kez daha sesleniyoruz; Havamızı, toprağımızı, suyumuzu, kültürümüzü korumak için direneceğiz. EGEÇEP ve İzmir Dersim Kültür ve Dayanışma Derneği olarak tüm yaşam savunucularına ortak mücadele, birlikte direniş çağrısı yapıyoruz” diye konuştu. 

(İzmir/EVRENEL)
Özer Akdemir


22 Mart Dünya Su Günü etkinlikleri kapsamında Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) ve İzmir Dersim Kültür ve Dayanışma Derneği tarafından ortaklaşa gerçekleştirilen basın açıklamasında suya erişimin en temel yaşam hakkı olduğunun altı çizilerek, ticarileştirilmesine dönük sermaye politikalarına karşı ortak mücadele çağrısı yapıldı.

Konak eski Sümerbank önünde gerçekleştirilen eylemde hazırlanan ortak basın metnini okuyan EGEÇEP Eş Dönem sözcüsü Burçak Karaman Uysal, suyun piyasa değeri olan bir meta değil, insanlığın ve doğanın ortak varlığı olduğunu söyledi. Artan nüfus ve plansız büyüme ile birlikte suların tükenmeye başladığına dikkat çeken Uysal, “sağlıklı suya erişim sorunu, toplumsal adalet, eşit paylaşım sorunu olarak da karşımızda durmaktadır” dedi. İzmir’in birçok çevresel kirliliğin odağında yer aldığının altını çizen Uysal, “Körfez Aliağa’da yapılması planlanan termik santrallerin, İzmir’in içme suyu başta Efemçukuru altın madeni olmak üzere, Çaldağı ve Gördes nikel madenlerinin tehdidi altındadır. Tüm bu kirliliğe karşın kentimizi ve ülkemizi yönetenlerin kol kola vererek “sağlıklı kentler” teması altında EXPO 2020’ye İzmir’i aday göstermeleri traji-komik bir durumdur” dedi.

Munzur yaşamın kaynağıdır

Sermaye suyun başını tutmaya, onu yanlış enerji politikalarının kılıfı yapmaya çalıştığına vurgu yapan Uysal, “Anadolu’nun hemen hemen bütün derelerinde HES yapılmak istenmektedir. Buralarda suyun kullanım hakkı iki bini aşkın şirkete 49 yıllığına devredilmektedir” diye konuştu.

Basın açıklamasında Dersim’de Munzur üzerinde yapılmak istenen barajlara da dikkat çeken Uysal, Munzur barajlar projesinin uygulanacağı toprakların Dersimlilerin yaşam alanı olmasının yanı sıra kültürel insani değerlerinin yeşerdiği zemin de olduğunu söyledi. Siyanürcü altın şirketlerinin Munzur’un kaynağını aldığı dağlarda altın madeni işletme hazırlıkları içerisinde olduğunu da aktaran Uysal, “Sermaye yaşam alanlarımıza saldırıyor. Yaşam savunucuları olarak bir kez daha sesleniyoruz; Havamızı, toprağımızı, suyumuzu, kültürümüzü korumak için direneceğiz. EGEÇEP ve İzmir Dersim Kültür ve Dayanışma Derneği olarak tüm yaşam savunucularına ortak mücadele, birlikte direniş çağrısı yapıyoruz” diye konuştu.

(İzmir/EVRENEL)
-- 
 Özer Akdemir

20 Mart 2013 Çarşamba

"Önce kurbağalar gitti"



KAZ DAĞLARI'NDA ALTIN ARAMA

Kaz Dağları'ndaki iki köy arasında altın arama sırasında kimyasal atıklarının suya karıştığı iddiası ile suç duyurusunda bulunan köy muhtarı, daha sondaj çalışmasında derede kurbağa kalmadığını söyledi.

Çanakkale - BİA Haber Merkezi
19 Mart 2013, Salı

Çanakkale Kaz Dağları'nda Karaköy Köyü ile Kızılelma Köyü arasında altın madeni araması sırasında sondaj borularının patlayıp atıkların içme suyuna karıştığı iddia edildi. Karaköy muhtarı suç duyurusunda bulundu.
Geçen hafta çarşamba günü Bayramiç’in Karaköy Köyü ile Çan’ın Kızılelma Köyü arasında altın madeni araması yapılan bölgedeki dere bulanık akmaya başladı. Karaköy halkı kimyasal atıkların suya karışma tehlikesine karşı altın arama şirketi Alamos'un alt şirketi Spectra isimli şirkete yürümek istedi.
"Savcılık hala numune almadı"
bianet'e konuşan muhtar Ramazan Çakır, olayı şöyle anlattı.
"Elma tarlalarına su çekmek için dereye giden arkadaşlar, suyun bulanık aktığını görmüşler. Beni aradılar. Jandarma ile birlikte derenin kaynağına gittik. Sondaj borularında patlama olmuş. Oradan çıkan içinde farklı kimyasal olan atığın suya aktığını gördük. Çanakkale Çevre İl Müdürlüğü su numunesi aldı. Ancak bu kişilere güvenmiyoruz.
"O yüzden biz de fotoğraf çekip su numunesi aldık ve savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Savcılık su numunesini kabul etmedi, fotoğrafları aldı. Kendilerinin numune alacağını söyledi ancak hala kimse gelmedi. Zaten olayın üzerinden yağmur yağdı; o su aktı gitti, her yere karıştı."
"Zehirlerini bırakıp gidecekler"
Çakır, sondaj yapılan yerin 25 köye su sağlayan bir havza olduğunu belirterek başından beri dile getirdikleri gibi Kaz Dağları'nda altın arama çalışması istemediklerini söyledi.
Daha altın arama faaliyetlerinde işletmeye geçilmeden sondaj aşamasında dahi derelerde kurbağa ve balık kalmadığına dikkat çeken Çakır, "Amaçları 10 yıl içinde altını alıp, zehrini bize bırakıp gitmek. Doğamızı mahvedecekler" dedi.
34 noktada altın arama
Doğal güzellikleri ve yer altı zenginlikleriyle tanınan Kaz dağlarında, 16 yerli ve yabancı firma 400 bin ton siyanür kullanarak 34 noktada altın aramak üzere ruhsat aldı. Ruhsat alınan noktalar, Bayramiç, Çan, Lapseki, Biga, Ezine, Ayvacık ve Yenice ilçeleri sınırları içinde bulunuyor.
Bölgedeki 2 milyon insanın temiz su kaynağı da olan Kaz dağlarında yapılacak olan bu tahribat, tüm bitkisel üretim ve tarımla geçimini sağlayan 750 bin insanın yanında yüzlerce tür canlıyı ve 10 milyon zeytin, kiraz, şeftali ve elma ağacını da ciddi biçimde tehdit altına alacak.
Bölge halkı, 2007'den beri siyanürle altın arama faaliyetlerine karşı tarıma büyük ölçüde zarar vereceğini bu kazıların başta yeraltı suları olmak üzere tüm çevrede kirlilik yaratacağını ve kanser vakalarına da sebep olacağını belirterek mücadele ediyor. (NV)

Köylüler altın madenine karşı örgütleniyor





·         Çanakkale Çevre Platformu Bayramiç'e bağlı, Çavuşlu, Evciler, Yeşilköy ve Karaköy’de bilgilendirme çalışması yaptı. Kaz Dağları’nda devam eden katliama dur demek için çalışmalarını sürdüren platform üyeleri, altın madeninin zararları hakkında köylülere bilgiler verdi. Platformun Karaköy'de düzenlenen toplantısına Bayramiç Belediye Başkanı  İsmail Sakin Tuncer, CHP İl Genel Meclis Üyesi Halil Behçet Erdal da katıldı. Toplantıda altın madeninin köylülerin yaşam alanlarına vereceği zararlar konuşuldu. İşte uzmanlarn ve köylülerin söyledikleri:

BİZ DE DAVA AÇACAĞIZ
Çanakkale Çevre Platformu dönem sözcüsü Hicri Nalbant: Üç köylüyü altın madenine karşı olduğu için mahkemeye verdiler. 3 ay ormana girmeme cezası aldılar. Ama Kanadalılar ormana girecek. Bu ülkenin yurttaşları ormana giremiyor. Nasıl oluyor? Arkadaşlarımıza 7200 dolarlık dava açtılar. Muratlar köyü içme suları bozuldu. Devletin kurumu içilmez raporu verdi. Köylüler damacana su içmeye başladı. Hayvanlar da kaynak suyu içemiyor. ‘O köyde ne kadar hayvan var, ne kadar su kullanılıyor, bunun bitkisel, hayvansal üretime zararı nedir’ hesaplıyoruz. O maden şirketi hakkında öyle dava acaçağız ki, pişman olacaklar.
SU SORUNU DOĞAR
Prof. Dr. Murat Türkeş: Madencilik etkinliklerinde, çok fazla su kullanılır. Bu su sizin kullandığınız içme suyu ve kaynaklara dayanır. Sizin suyunuz yeterli değil. 3-4 yıl önce kuraklık yaşandı. Tekrar nemli döneme girdik. Yaz kuraklığı dışında iklimin kendi değişikliğinden kaynaklı kuraklık var. Sizin altın madenciliğine verebileceğiniz bir milimetre fazla suyunuz yok. En önemli sorunlardan biri suyun kaynaklarının eksilmesi. Yörede siyanür ve ağır metallerin suya katılmasıyla ciddi sorunlar yaşanacaktır.
ÇANAKKALE ELMASI YİYEMEYİZ
Prof. Dr. Kenan Kaynaş: Buranıın elması kaliteli. Bu bölgeye hayat veren Kazdağı’dır. Elmayı da kaliteli yapan hava, su ve topraktır. Siz de çok iyi elma yetiştiricisiniz. Madenciler gelirse siyanür kullanılırsa buuradaki ürünleri kimse almaz. Sizin ve torunlarınızın hayatı gidecek. Toprağınız suyunuz bitecek. Toprak su olmadan yaşayamayacaksınız. Kullanılan siyanür hem atmosfere karışacak hem de topraktan süzülecek, taban sularını kirletecek. Bitki kökleri zarar görecek. Bu elmaya ondan sonra patent alsanız da satamaycaksınız“ dedi.
ALTINLAR YENMEZ
Prof. Dr. Türker Savaş: Ben karnımı doyuramayacağım diye korkuyorum. Altınları yiyemeyeceğim. Toplum olarak aç kalacağız. Hayvancılık da kalmayacak. Ne süt içeçeğiz, ne yoğurt, ne elma yiyebileceğiz. Bu memleketi sizler doyuruyorsunuz. Sizler olmazsanız hepimiz aç kalırız. O nedenle madencilere karşı koymalıyız. Onları buradan kovmalıyız.

KÖYLÜLER ‘MÜCADELE’ DEDİ
Ömer Eren: Halkımızın bilgilendirilmesi büyük önem taşıyor. Madene karşı gelinmeli. Fert olarak ailem ve 2 çocuğumla servisin önüne geçtim. Bu nedenle mahkemelik oldum. Davam görülmeye devam ediyor. Ceza alsam da bu davamdan vazgeçmeyeceğim. Madenciler bazı ailelere mali destek veriyor. Bu bizi biraz bölüyor. Bazıları madende araç çalıştırıyor. Kadınlar altın taksa nolur. Siyanür buradaki yaşamı tarım alanını bitirecek.
Karaköy Muhtarı Ramazan Çakır: Söğütalan’dan, Çan’a kadar içme suyu havzası var. Bu kaynağı kökten yok edecekler. Kaz Dağları’nda çıkan su ile Kumkalaye kadar sulama yapılıyor, doğal su. Daha bunlar işletmeye başlamadan dereler çamur akıyor. Savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Numuneler alındı. Numune alanlar madencilerle birlikte yemek yediler.
Mustafa Güvenç: Siyanürle altın çıkınca doğa kirlenecek. Bunun durdurulmasını istiyoruz. Bütün halk birlik olacağız.
Muhammet Özer: Altın arama çalışmalarının sularımıza, toprağımıza, ürettiğimiz  elmalara, hayvancılığa zararı olacak.
İsmail Örnekol: Biraz daha muhalefetçi olursak altın arama çalışmalarını sona erdirebiliriz. Birlik olmalıyız. O zaman bu madencileri buradan kovarız.
Hanife Dörtbaş: Altın siyanürle hiç bir yerde aranmasın.Yabancılar gelip topraklarımızı kazıyor. Buna razı değiliz.
İsmail Eren: Zehirin kime faydası olmuş. Kurdu, kuşu, ürünlerimiz hepsi bitecek. Bizde bu üretilen ürünleri tüketirsek, bu havayı solursak hastalıklarla mücadele edeceğiz.
Gülşen Özer: Elmacılık yapıyoruz. Altın madenciliği başlarsa burada bu ürünleri üretemeyeceğiz.
Emine Karaca: Dağlarımıza hep birlikte sahip çıkmalıyız. Onların köyümüzün yolunu da kullanmasını istemiyoruz. Kanada belgeselini izledim. Kanada çok güzel. Ama onlar gelip bizim dağların adını bile değiştirdi.
Fehmi Aydın: Başta suyumuz, havamız insan sağlığı tehdit altında. Geleceğimizden endişeliyiz. Yeni doğanlar hayata nasıl tutunacak. Maden sondajları başlamadan önce  bizim köyümüzde içtiğimiz kullandığımız suyu insnalar gelip alıyordu. Bugün tersine döndü. (Çanakkale/EVRENSEL)

18 Mart 2013 Pazartesi

Sondaj boruları patladı, Bayramiç barajı tehlikede!


Fotoğraf: Bayramiç Karaköy 12 Mart 2013
Sondaj boruları patladı, Bayramiç barajı tehlikede!
Bayramiç’in Karaköy Köyü ile Çan’ın Kızılelma Köyü arasında altın madeni araması yapan bir altın maden ait gölette meydana geldiği ileri sürülen sızıntı nedeni ile dereler beyaz akmaya başladı. İçme ve kullanma sularının da etkilendiği bölgede vatandaşlar tedirgin ve tepkili. Bayramiç Barajı’na ulaşan atık sular, bölge halkının sağlığını tehdit ediyor. Bayramiç Belediye Başkanı İsmail Sakin Tuncer, “Su numunelerini analize göndereceğiz. İçinde ne olduğunu bilmiyoruz. Hukuki haklarımız saklı” dedi.  
  Karaköy halkı huzursuz
Bayramiç’in Karaköy Köyü halkı, köy meydanında toplanarak maden şirketine yürümek istedi. Vatandaşları yatıştırdıklarını ifade eden Karaköy köyü muhtarı Ramazan Çakır, "Vatandaş-larımız altın madenine yürümek istediler. Ancak ben ve jandarma, durumun kanunlara aykırı alacağını kendilerine anlatarak halkı yatıştırdık. Jandarma tutanaklarını tuttu, savcılığa suç duyurusunda bulunduk” dedi. 
 Bölge halkı tehlikede 
Bölgede altın arama faaliyetlerini sürdüren altıncı firma tarafından yapılan sondaj çalışmalarının kimyasal kirli suları dereye karıştığı iddiaları çok sayıda vatandaşı tedirgin etti. Bayramiç başta olmak üzere çevre ilçe ve köylerdeki vatandaşları tehdit eden sızıntı nedeni ile on binlerce insanın içme, kullanma ve tarımsal sularının etkilendiği öğrenildi. Bölge köylüleri kimyasallar karıştırılmış bu suların vereceği zararlardan kaygı duyduklarını belirttiler.
 Bayramiç’te iki gün önce meydana geldiği öğrenilen, altın madencilerinin atıklarını boşalttığı gölette meydana geldiği ileri sürülen boruların patlaması ilçede ve Karaköy’de infiale neden oldu. Karaköy ve Çan'ın Kızılelma köyü arasında altın arayan şirketin sondaj yaptığı bölgedeki atık su göletinden sızdığı tahmin edilen atık sularının önce Kırma Deresi’ne aktığı, Kırma Deresi aracılığı ile de Bayramiç Barajı'na karıştığı öne sürüldü. Önceki gün hem Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü görevlileri hem de Bayramiç Belediyesi yetkilileri bölgeden su numunesi aldılar.
 Karaköy halkı ayaklandı
Bayramiç- Karaköy ile Çan-Kızılelma köyü arasında altın madeni arayan şirketin sondaj çalışmalarından sızan atıkların göletteki borularda meydana geldiği öğrenilen sızma nedeni ile dereler vasıtasıyla Bayramiç Barajı'na karıştığının öğrenilmesi ve suların beyaz akması halkı galeyana getirdi. Karaköy Halkı, köy meydanında toplanarak maden şirketine yürümek istedi. Vatandaşları yatıştırdıklarını ifade eden Karaköy köyü muhtarı Ramazan Çakır, "Ben de durumu güvenlik güçlerine ilettim. Bölgeye gelen jandarma, kirli suyun Gedikdede bölgesinde yürütülen sondaj kuyularından geldiğini tespit ederek durumu Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne bildirdi. Karaköy’deki vatandaşlarımız duruma sert tepki gösterdiler. Altın madenine yürümek istediler. Ancak ben ve jandarma durumun kanunlara aykırı alacağını kendilerine anlatarak halkı yatıştırdık" dedi.
 “Savcılığa suç duyurusunda bulunuldu”
Karaköy Köy muhtarı Ramazan Çakır, yaptığı açıklamasında suç duyurusunda bulunduklarını ifade ederken altın madeni çalışmalarının sağlığı tehdit ettiğini ifade etti. Çakır, “Jandarma buraya gelerek inceleme yaptı ve tutanak tuttu. Biz de hem Karaköy köy muhtarlığı ve Karaköy Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi olarak savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Şu anda sularımızı kullanamaz durumdayız” dedi. 
 Başkan Tuncer, numune aldırdı 
Bayramiç Belediye Başkanı İsmail Sakin Tuncer ise duruma sert tepki göstererek, Bayramiç başta olmak üzere çevre ilçe ve köylerin içme ve kullanma suyunun buradan temin edildiğini ifade etti. Tuncer, “Burada altıncıların kendi yaptıkları göletten akan atık suların derelere ve dolayısıyla da Bayramiç Barajı’na karıştığını öğrendik. Ben hemen bir ekip oluşturarak bölgeye gönderdim. Sorunun madenciler tarafından giderilmeye çalışıldığını öğrendik. Bize gelen bilgiler suların beyaz aktığı yönündeydi. Ancak bizim ekiplerimizin olay yerine verdiklerinde mor renkte bir tabakanın olduğunu öğrendik. Ben gerekli numuneleri aldırdım. Pazartesi günü bunları analize göndereceğim. Sızıntının içinde ne var bilmiyorum. Ancak duruma göre gerekli hukuki işlemi başlatacağım” dedi. 
 Bölge halkı tehlikede 
Bölgede altın arama faaliyetlerini sürdüren altıncı firma tarafından yapılan sondaj çalışmalarının kimyasal kirli suları dereye karıştığı iddiaları çok sayıda vatandaşı tedirgin etti. Bayramiç başta olmak üzere çevre ilçe ve köylerdeki vatandaşları tehdit eden sızıntı nedeni ile on binlerce insanın içme, kullanma ve tarımsal sularının etkilendiği öğrenildi. Bölge köylüleri altın arama çalışmaları sırasında kullanılan çeşitli kimyasallar karıştırılmış bu suların vereceği zararlardan kaygı duyduklarını belirterek yetkilileri göreve çağırdılar. Konu ile ilgili olarak bölge köylüleri şunları kaydetti: “Daha önce sondaj bölgesine köylülerin çıkmasını yasaklayan Çan Savcılığı şimdi ne yapacak? Yaşanan kirlilik için sorumlular hakkında soruşturma başlatacak mı? Bayramiç Kaymakamlığı’nı, Bayramiç Cumhuriyet Savcılığı’nı, Bayramiç Belediyesi’ni, Bayramiç İlçe sağlık Müdürlüğü’nü, Bayramiç Ziraat Odası’nı, Bayramiç Orman İşletmesini, Bayramiç İlçe Tarım ve tüm Bayramiçlileri sorumluluğa davet ediyoruz. Kazdağları'nda yapılan Altın arama sondajları derhal durdurulmalıdır. Yaşananlar bir insanlık suçudur. Yaşananlara sessiz kalmak, göz yummak ise şeytan ile işbirliği yapmaya eşdeğerdir” dediler. 
 http://www.canakkaleolay.com/details.asp?id=82058
Bayramiç Karaköy 12 Mart 2013
Sondaj boruları patladı, Bayramiç barajı tehlikede!
Bayramiç’in Karaköy Köyü ile Çan’ın Kızılelma Köyü arasında altın madeni araması yapan bir altın maden ait gölette meydana geldiği ileri sürülen sızıntı nedeni ile dereler beyaz akmaya başladı. İçme ve kullanma sularının da etkilendiği bölgede vatandaşlar tedirgin ve tepkili. Bayramiç Barajı’na ulaşan atık sular, bölge halkının sağlığını tehdit ediyor. Bayramiç Belediye Başkanı İsmail Sakin Tuncer, “Su numunelerini analize göndereceğiz. İçinde ne olduğunu bilmiyoruz. Hukuki haklarımız saklı” dedi.
Karaköy halkı huzursuz
Bayramiç’in Karaköy Köyü halkı, köy meydanında toplanarak maden şirketine yürümek istedi. Vatandaşları yatıştırdıklarını ifade eden Karaköy köyü muhtarı Ramazan Çakır, "Vatandaş-larımız altın madenine yürümek istediler. Ancak ben ve jandarma, durumun kanunlara aykırı alacağını kendilerine anlatarak halkı yatıştırdık. Jandarma tutanaklarını tuttu, savcılığa suç duyurusunda bulunduk” dedi.
Bölge halkı tehlikede
Bölgede altın arama faaliyetlerini sürdüren altıncı firma tarafından yapılan sondaj çalışmalarının kimyasal kirli suları dereye karıştığı iddiaları çok sayıda vatandaşı tedirgin etti. Bayramiç başta olmak üzere çevre ilçe ve köylerdeki vatandaşları tehdit eden sızıntı nedeni ile on binlerce insanın içme, kullanma ve tarımsal sularının etkilendiği öğrenildi. Bölge köylüleri kimyasallar karıştırılmış bu suların vereceği zararlardan kaygı duyduklarını belirttiler.
Bayramiç’te iki gün önce meydana geldiği öğrenilen, altın madencilerinin atıklarını boşalttığı gölette meydana geldiği ileri sürülen boruların patlaması ilçede ve Karaköy’de infiale neden oldu. Karaköy ve Çan'ın Kızılelma köyü arasında altın arayan şirketin sondaj yaptığı bölgedeki atık su göletinden sızdığı tahmin edilen atık sularının önce Kırma Deresi’ne aktığı, Kırma Deresi aracılığı ile de Bayramiç Barajı'na karıştığı öne sürüldü. Önceki gün hem Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü görevlileri hem de Bayramiç Belediyesi yetkilileri bölgeden su numunesi aldılar.
Karaköy halkı ayaklandı
Bayramiç- Karaköy ile Çan-Kızılelma köyü arasında altın madeni arayan şirketin sondaj çalışmalarından sızan atıkların göletteki borularda meydana geldiği öğrenilen sızma nedeni ile dereler vasıtasıyla Bayramiç Barajı'na karıştığının öğrenilmesi ve suların beyaz akması halkı galeyana getirdi. Karaköy Halkı, köy meydanında toplanarak maden şirketine yürümek istedi. Vatandaşları yatıştırdıklarını ifade eden Karaköy köyü muhtarı Ramazan Çakır, "Ben de durumu güvenlik güçlerine ilettim. Bölgeye gelen jandarma, kirli suyun Gedikdede bölgesinde yürütülen sondaj kuyularından geldiğini tespit ederek durumu Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne bildirdi. Karaköy’deki vatandaşlarımız duruma sert tepki gösterdiler. Altın madenine yürümek istediler. Ancak ben ve jandarma durumun kanunlara aykırı alacağını kendilerine anlatarak halkı yatıştırdık" dedi.
“Savcılığa suç duyurusunda bulunuldu”
Karaköy Köy muhtarı Ramazan Çakır, yaptığı açıklamasında suç duyurusunda bulunduklarını ifade ederken altın madeni çalışmalarının sağlığı tehdit ettiğini ifade etti. Çakır, “Jandarma buraya gelerek inceleme yaptı ve tutanak tuttu. Biz de hem Karaköy köy muhtarlığı ve Karaköy Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi olarak savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Şu anda sularımızı kullanamaz durumdayız” dedi.
Başkan Tuncer, numune aldırdı 
Bayramiç Belediye Başkanı İsmail Sakin Tuncer ise duruma sert tepki göstererek, Bayramiç başta olmak üzere çevre ilçe ve köylerin içme ve kullanma suyunun buradan temin edildiğini ifade etti. Tuncer, “Burada altıncıların kendi yaptıkları göletten akan atık suların derelere ve dolayısıyla da Bayramiç Barajı’na karıştığını öğrendik. Ben hemen bir ekip oluşturarak bölgeye gönderdim. Sorunun madenciler tarafından giderilmeye çalışıldığını öğrendik. Bize gelen bilgiler suların beyaz aktığı yönündeydi. Ancak bizim ekiplerimizin olay yerine verdiklerinde mor renkte bir tabakanın olduğunu öğrendik. Ben gerekli numuneleri aldırdım. Pazartesi günü bunları analize göndereceğim. Sızıntının içinde ne var bilmiyorum. Ancak duruma göre gerekli hukuki işlemi başlatacağım” dedi.
Bölge halkı tehlikede 
Bölgede altın arama faaliyetlerini sürdüren altıncı firma tarafından yapılan sondaj çalışmalarının kimyasal kirli suları dereye karıştığı iddiaları çok sayıda vatandaşı tedirgin etti. Bayramiç başta olmak üzere çevre ilçe ve köylerdeki vatandaşları tehdit eden sızıntı nedeni ile on binlerce insanın içme, kullanma ve tarımsal sularının etkilendiği öğrenildi. Bölge köylüleri altın arama çalışmaları sırasında kullanılan çeşitli kimyasallar karıştırılmış bu suların vereceği zararlardan kaygı duyduklarını belirterek yetkilileri göreve çağırdılar. Konu ile ilgili olarak bölge köylüleri şunları kaydetti: “Daha önce sondaj bölgesine köylülerin çıkmasını yasaklayan Çan Savcılığı şimdi ne yapacak? Yaşanan kirlilik için sorumlular hakkında soruşturma başlatacak mı? Bayramiç Kaymakamlığı’nı, Bayramiç Cumhuriyet Savcılığı’nı, Bayramiç Belediyesi’ni, Bayramiç İlçe sağlık Müdürlüğü’nü, Bayramiç Ziraat Odası’nı, Bayramiç Orman İşletmesini, Bayramiç İlçe Tarım ve tüm Bayramiçlileri sorumluluğa davet ediyoruz. Kazdağları'nda yapılan Altın arama sondajları derhal durdurulmalıdır. Yaşananlar bir insanlık suçudur. Yaşananlara sessiz kalmak, göz yummak ise şeytan ile işbirliği yapmaya eşdeğerdir” dediler. 

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...