31 Mart 2019 Pazar

Ciğer acısı... (Pazar yazısı)


31 Mart 2019 04:00



 Ã–zer AKDEMÄ°R


Silikozis hastası bir işçinin eşi olmak nasıl bir şey mi? Madem sordun, dinle o zaman gazeteci kardeşim;
Acıya dayanabilir misiniz, ciğer acısına? Eşimin her nefes almak istediğinde ciğeri kuşlar gibi öterken, benim ciğerimin yanmasını nasıl anlatayım ki şimdi sana! Sevdiğin adamın gözlerinizin önünde erimesine, bakışlarındaki ışığın günbegün sönmesine, acı ile yüzünü buruşturup bunu da sizden saklamak istemesine dayanabilir misiniz? Ben dayanıyorum, hem de aylardır!.. 
Benden ve biri iki buçuk diğeri dokuz yaşında olan iki kızımızdan gizlemeye çalıştığı hastalığını bilmiyormuş gibi yapıyorum. “Geçecek” diyorum, geçmeyeceğini, iyileşemeyeceğini bile bile!
Benim adam 16 yıldır madenlerde çalışıyor. Çine’nin dağlarında ne kadar maden varsa hemen hepsine alın terini akıtmıştır. Her işi de yaptı. En son, kuvars madeninin bez torbalara doldurulup paketlenmesi işindeydi. Forklift de kullandı, doluma da yardım etti. Zaten ne olduysa bu en son çalıştığı yerde oldu!
Biz evleneli 9 yıl geçti ama son iki yılın dışında onun bu kadar zorlandığını anımsamıyorum. Eski işine şen şakrak gider, 8 saat çalışıp gelirdi çoğunlukla. Mesaiye de bırakmazlardı fazla. 
Gökbel dağının bir tepesindeki maden ocağında kepçe kullanırdı o zamanlar. İşi ağırdı, hem toz, hem mevsimin soğuğu, sıcağı... 

Yine de onun taze bahar çiçeklerinden bir demet yapıp getirdiği günleri de bilirim. O güzel günler sanki yüzyıl geride kalmış gibi şimdi. 
Koca tepeyi orta yerinden yaran bir uçurumun dibinde, kepçesiyle kamyonlara maden cevheri doldurduğunu anlatırdı. Her an bir kayanın üze-rine düşebileceğini söyler, korkardı. Bu yüzden ayrıldı zaten maden şirketinden. Oysa şimdi bakıyorum da o günler iyi günlerimizmiş!
Sonra Çine’ye daha yakın olan bu maden tesisinde işe girdi. Girerken ciğer filminin çekildiğini, sağlam çıktığını, doktorun kendisine sigarayı bırakmasını tavsiye ettiğini söylemişti, çok iyi hatırlıyorum. 
Bu sefer koca Madran Dağı’nın cevherini tesislerde un ufak ediyorlardı. Bir hangarda, öğütülen kuvars madenlerinin paketlenmesinde çalışmaya başladı yeni işinde. Daha girdiği hafta  şikayetlendi. İçeride tozdan göz gözü görmediğini söylüyordu. Eski işinde de tozdan yakınırdı ancak “Çok toz olduğunda işi durduruyor patronlar” derdi. Burada ise bırakın işi durdurmayı, toz dışarıdan görünmesin diye havalandırmaları bile kapatıyorlarmış! 
Maskelerin de pek bir işe yaramadığını söylerdi. Yan taraflarından tozun girdiğinden, tozsuz bir nefes alamadıklarından dert yanardı hep.

Ancak bunların hiçbirisi işten çıkarılmadan önce, bir ay boyunca çalıştıkları kadar yıpratmadı onu. Kızlarım ve ben resmen yüzüne hasret kaldık. 12 saat çalıştırıyorlardı. Eve ölü gibi geliyor, yemekten sonra yatıp uyuyor ve kalkıp tekrar işe gidiyordu. 
Bir gün, gene 12 saat çalıştıktan sonra eve geldiğinde kasılıp kaldı. Hiçbir yeri tutmuyor, elini kolunu oynatamıyordu. Hemen taksiye atıp hastaneye götürdüm. Üç gün istirahat yazdılar. “Bünyesi çok yorulmuş, dinlenmesi lazım” dedi doktor. Ciğerlerinin filmini de çekti. Zaten bu istirahatın sonunda, tekrar iş başı yapmasından üç gün sonra çıkışını verdiler.
O günü hiç unutamıyorum. Öğleden sonra geldi eve. Kafası önde, bitmiş, tükenmiş, çaresiz... Eşimi hiç böyle görmemiştim daha önce. Gene hastalandığını düşündüm. İşyeri doktoru ciğer filminin iyi gelmediğini, bu koşullarda kendisini çalıştıramayacaklarını söylemiş. “Tozsuz bir ortama alın beni” sözünü de duymazdan gelmiş. 
İşten çıkarıldıktan sonra işsizlik maaşı bağlandı. On bin lira kadar da bir tazminat vermişler eline. O paranın bir kısmı ile İzmir’deki hastanelere gitti geldi. Doktorların söylediklerini hep geçiştirdi bana anlatırken. “Ciğerlerime toz kaçmış, tedavi ediyorlar” dedi. Onun gittikçe solan yüzünü, her nefeste zorlanışını, bir deri bir kemik kalışını görüyor, hastalığının hiç de küçük bir şey olmadığını anlıyordum. Gözümün önünde mum gibi eriyordu benim adam! 
Bir gün, hırıltılar içindeki tedirgin uykusunu bölmemeye dikkat ederek, başucundaki çekmecede duran hastane raporlarını okudum. Yazılan şeyleri araştırdım ve yıkıldım o zaman. 
Hastalık adı olarak “silikozis” yazıyordu raporunda. Silikozisin tedavisi yok diyordu okuduklarımda!..
Yine de, bu haliyle de olsa her gün çıkıp gidi-yor, iş arıyor. Sağlık raporu istiyorlarmış her yerden ve ciğer filmini gördüklerinde ‘Kusura bakma’ diyorlarmış.
Geçenlerde yüzümü indirerek Çine’ye kaymakama, belediyeye gittim. Durumumuzu anlattım, yardım istedim; çocuklarım, hasta eşim için. Kağıt doldurtup savdılar beni başlarından. Onlardan da bir sonuç çıkmazsa halimiz ne olur bilmiyorum... 
Maden patronları kullanılmış bir kağıt mendil gibi buruşturup attı benim adamı!.. İki çocuğumuzla, Çine ovasının orta yerinde, dünyadan ve vicdanlardan uzak bir köyde sıkışıp kaldık. Ne bağımız, bahçemiz, ne bir avuç toprağımız var. Sesimizi duyan, derdimize çare olan, bir elimizden tutan yok... 
Daha 40 yaşında silikozis hastası bir işçinin eşiyim ben. Yaşı genç ömrü az olanlardan. Ciğer acısı tadanlardan. Yarası merhem tutmayanlardan!..

“Kağıda yazarlar ufak yazılar
Yüreğim yaralı ciğer sızılar
Babasız olur mu körpe kuzular?”

Yazdın mı derdimizi gazeteci kardeşim?!.. 



28 Mart 2019 Perşembe

Silikozis hastası işçiler: 'Ciğer filmin kötü' diye işten çıkarıldık


28 Mart 2019 04:27

İşten çıkarılan silikozis hastası maden işçileri, iddiaları kabul etmeyen şirket müdürünü yalanlıyor.

Özer AKDEMİR
İzmir
Aydın Çine’de kuvars-felspat madenlerinde çalışırken silikozis hastalığına yakalandıkları için işten çıkarılan işçiler, konuyu gündeme taşıyan haberimizde işçilerin iddialarını kabul etmeyen şirket müdürüne yanıt verdi. İşçiler, son derece ağır koşullarda çalıştırıldıklarını ve bu nedenle hastalandıklarını dile getirdi.

Yaklaşık 2 yıl çalıştığı Eysim Madencilik’te silikozis hastalığına yakalandıktan sonra işten çıkarıldığını anlatan 42 yaşındaki Şenol Girgin, Şirket Mali İşler Müdürü Mesut Dağdeviren’in kendisi ile ilgili “Şenol Girgin işyerinde kavga ettiği için işten çıkarıldı” sözlerinin gerçeği yansıtmadığını söyledi. Girgin, “Ben işyerinde kavga etsem nasıl işsizlik maaşı alabilirim?” diye sordu. Girgin işten çıkarılması ile ilgili süreci şöyle anlattı: “Çalışıyordum, öğle yemeğine yakındı. Haber geldi, seni doktor çağırıyor diye. Doktorun elinde evrak vardı. Doktor ‘Şenol senin filmlerini inceledim, kötü gördüm. Seni bu şekilde, bu ortamda, tozun içinde çalıştıramam’ dedi. Ben de doktora ‘O zaman beni tozsuz bir alana al. Kredilerim var ödemem gereken, çalışmak zorundayım’ dedim. Doktorun yanına müdür Erkan Öztürk’le de gittik, sonradan doktor aynısını söyledi” diye konuştu.
Silikozis hastası işçiler: 'Ciğer filmin kötü' diye işten çıkarıldık
‘GAZETECİYE KONUŞMUŞSUN...’
Kendisine “İşsizlik maaşı alabilmen için biz çıkış verelim” dendiğini, bir kağıt imzalatıldığını, ancak kağıtta ne yazıldığını görmediğini belirten Girgin, “Şimdi güya beni kavga ettiğim için çıkardıklarını söylemiş müdür. Kendisini aradım, ne kavgası, niye böyle söyledin diye. ‘Sen gazeteciye konuşmuşsun’ deyip telefonu kapattı” dedi.
SAĞLIK RAPORUNDA SİLİKOZİS YAZIYOR
Eysim Mali İşler Müdürünün kendisinin şirkette 6 ay kadar çalıştığını, bu nedenle silikozise daha önce çalıştığı madende yakalanmış olabileceğini ima ettiği sözlere karşı Şenol Girgin şöyle konuştu: “Eysim’de 14 Ekim 2016’da işbaşı yaptım. 14 Eylül 2018’de çıkış verdiler. 23 ay çalıştım. Çıktığımda da 464 TL yatırdılar. Tazminat olarak da 10 bin lira verdiler başlarından savmak için. Esan’da 9 sene çalışmam var. Oranın çalışma koşulları iyiydi. Tozu engelliyorlardı. Tesisi dahi durduruyorlardı. Toz var dediğimiz anda durduruyorlardı. Eysim’e Aydın Valiliği geçtiğimiz eylül ayında 100 bin lira ceza yazdı. Dava açacağım ama sonuçlarımın netleşmesini bekliyorum. 7. ayda her şey belli olacak, raporum heyete girecek.” Girgin, kendisi gibi Eysim’de çalışırken silikozise yakalandıktan sonra işten çıkarılan İlyas Tekin’in “Toz dışarı çıkmasın diye havalandırmayı kapatıyorlardı” iddialarını da doğrulayarak, “Söylediklerinin hepsine şahidim. Zaten onun çektiği görüntülerde her şey ortada” dedi. Girgin, Sedat Kara adlı iş arkadaşlarının halen silikozis hastalığı nedeniyle yoğun bakımda tutulduğunu ileri sürdü.
Girgin’in Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Hastanesinden 6 Şubat 2019 tarihli raporda “Silikozis düşünüldü. Fonksiyonel ve radyolojik takip planlandı” denilmekte.
‘EŞİMİ GÜNDE 12 SAAT ÇALIŞTIRDILAR’
Girgin’in eşi Hülya Girgin de iki küçük çocukla eşinin aldığı işsizlik maaşı ile geçinmeye çalıştıklarını söylüyor. Girgin, “Onun da iki ayı kaldı. Geçenlerde Çine’deki resmi kurumlar, belediyeyi dolaştım. Sosyal yardımdan yararlanmak için. Onun sonucunu bekliyoruz” dedi. Eşinin çok ağır koşullarda çalıştırıldığını anlatan Girgin, “Çıkarılmadan önce bir ay boyunca akşam 8 sabah 8 çalıştırıldı. Çıkarılmadan üç gün önce eve geldiğinde vücudu kasılmıştı. Hemen hastaneye götürdüm. 3 gün istirahat verdiler. Çıkışı ile raporu arasında üç gün var. Biz çocuklarımla eşimin


‘CİĞERLERİ KÖTÜ DAHA DA İLERLEMESİN DİYEREK İŞTEN ÇIKARDILAR’
Silikozis hastası olduğu için işten çıkarılan işçilerden İlyas Tekin de Eysim Müdürünün iddialarını yalanlayarak, “Güya maskenin ucunu delip sigara içmişim. Biz o tozu, ortamı, göz gözü görmez çalışma koşullarını fotoğraflarla, videolarla kanıtladık. Kendisinin benim sigara içtiğime dair kanıtı var mı?” diye sordu. Tekin, “Ciğerlerin kötü, daha fazla ilerlemesin” denilerek işten çıkarıldığını ancak çıkış belgesinde ekonomik kriz nedeniyle dendiğini ifade etti.
İlyas Tekin’in 31 Ekim 2018 tarihli Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümünden aldığı raporda da işyerinde yoğun toza maruz kaldığı not edilmiş. Raporun sonuç kısmında ise şunlar yazıyor: “Sensorineral işitme kaybı, bilateral, pnömokonyoz, silisyum içiren tozlara bağlı mesleki diğer risk faktörlerine maruz kalma.”

27 Mart 2019 Çarşamba

Mahkeme, 900 bin yıllık höyüğün kömür ocağı yapılmasına izin vermedi

Mahkeme, Ilgın Termik Santrali için yöredeki üç höyüğün kömür havzası yapılmasına izin vermedi.

 27 Mart 2019 11:23

Mahkeme, 900 bin yıllık höyüğün kömür ocağı yapılmasına izin vermedi 


Belge: Konya Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu
Özer AKDEMİR
Arkeolojik sit alanında kömür çıkarılmasına yargı ‘dur’ dedi. Konya’da yapımı süren Ilgın Termik Santrali için yöredeki üç höyüğün kömür havzası yapılmasına Konya 2. İdare Mahkemesinden izin çıkmadı.
TERMİK SANTRALE KÖMÜR ELDE ETMEK İÇİN SİT DERECELERİ DÜŞÜRÜLDÜ
Konya ili, Ilgın ilçesinde yer alan Adatepe, Hareme ve Sarayada Tepe höyüklerinin birinci derece arkeolojik sit alanı ilan edilmesine rağmen yörede faaliyette bulunan Ilgın Termik Santrali’ne kömür elde etmek için bu höyüklerin koruma derecesi üçüncü dereceye düşürülmüştü. Ekoloji Kolektifi, bu höyüklerin birinci derece arkeolojik sit kararının iptal edilerek üçüncü dereceye düşürülmesine karşı dava açmıştı.
Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun sit derecesini düşüren 22 Ekim 2014 tarihli kararının usul ve yasaya aykırı olduğu, bilimsel temeli bulunmadığı; bilimsel araştırma ekiplerinin, Akşehir ya da Konya Bölge Koruma Kurulu’nun görüşleri alınmadan karar verildiği iddialarıyla kurul kararının iptali istemiyle Kültür Bakanlığına karşı açılan davaya termik santral de Bakanlığın yanında müdahil olarak katıldı.
Bakanlık, mahkemeye verdiği savunmada Ekoloji Kolektifi’nin dava ehliyeti olmadığı, davanın süresi içinde açılmadığı gibi gerekçeler ileri sürdü.
Bakanlık yanında davaya müdahil olarak katılan termik santral şirketi de santralin 1980 yılından beri kamu yararı gözetilerek işletildiğini, projenin iptali durumunda kazı faaliyeti yapamayacakları için kömür çıkaramayacaklarını ve projenin sekteye uğrayacağını iddia etti.


BİLİRKİŞİ: KESİNLİKLE KORUNMASI GEREKİR
Alanda 4 Nisan 2018 tarihinde yapılan bilirkişi keşfi sonucunda hazırlanan raporda “Höyük üzerinde yoğun bir biçimde Geç Demir Çağı, Helenistik, Roma Çağı’na ait seramik ve çakmaktaşı aletler görüldüğü, bölgede günümüzden 900 bin yıla tarihlenen Dursunlu gibi Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden birisinin de bulunduğu göz önüne alındığında, bu höyüğün tek başına değerlendirilmemesi ve havzadaki diğer eski yerleyim yerleri de dikkate alınarak, bölgedeki kronolojik bütünlüğün bozulmaması için kesinlikle korunması gerektiği…” yönünde görüş belirtildi.
Hareme Höyük’ün birinci derece arkeolojik sit tanımı ile örtüştüğüne dair bilirkişi görüşünü hükme esas alınabilecek nitelikte bulan mahkeme heyeti, “…dava konusu höyüğün korunması gerektiği anlaşıldığından, Hareme Höyüğü’nün üçüncü derece arkeolojik sit alanı olarak tesciline ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır” kararına vardı.
Mahkemenin bu kararı, bölgedeki höyüklerin kömür ocağı yapılarak yok edilmesinin önüne geçmiş oldu.
“MAHKEME SIRA DIŞI BİR KÜLTÜREL MİRASI KORUDU”
Ekoloji Kolektifi Derneğinden davanın avukatı Fevzi Özlüer, mahkeme kararına dair şu yorumu yaptı:
“Geçmişi tarih öncesi çağlara dayanan bu alanda yapılan bilirkişi analizi, bölgenin sıra dışı bir kültür mirasına sahip olduğunu gösterdi. Bu alana termik santral inşa edilmesi bir yana, ivedilikle kazı çalışmalarına başlanarak bölgenin kronolojisinin ortaya çıkarılmasına çaba harcanmalıdır. Konya mahkemesinin arkeolojik mirasına sahip çıkması çok sevindirici.”


25 Mart 2019 Pazartesi

İzmir'de "Ege'de Ekoloji Mücadeleleri" söyleşisi düzenlendi


25 Mart 2019 14:11


İzmir'de Özer Akdemir ve Prof. Dr. Tayfun Özkaya, Muammer Sakaryalı'nın katılımıyla "Ege'de Ekoloji Mücadeleleri" söyleşisi düzenlendi

İzmir'de "Ege'de Ekoloji Mücadeleleri" söyleşisi düzenlendi

İzmir'de tarihi Alsancak Garı'nda gerçekleştirilen Çakabey Kitap Günleri kapsamında Evrensel Gazetesi İzmir Temsilcisi Özer Akdemir,  Prof. Dr. Tayfun Özkaya ve Muammer Sakaryalı'nın katılımıyla "Ege'de Ekoloji Mücadeleleri" başlıklı söyleşi düzenlendi.
"HER BİR ÖYKÜ, DOĞANIN DİRENİŞİN TA KENDİSİ OLDUĞUNU ANLATIYOR"
Yeni İnsan Yayınevi editörlerinden Aytaç Timur'un kolaylaştırıcılığını yaptığı söyleşide Özer Akdemir, dördüncü kitabı "Doğa ve Direniş Öyküleri"nde ülkenin dört bir yanında süren ekoloji mücadelelerinden doğa, yaşam ve direniş öykülerinin olduğunu kaydetti. Akdemir, "Öykülerde anlatılan olayların hemen hepsi, içinde geçen kişiler ve yerlerin büyük çoğunluğu gerçek. Fotoğrafların önemli bir bölümü de çoğu halen devam eden bu mücadelelerden kesitleri içeriyor. Bir dağın, bir insanın, bir köyün, bir zeytinin ya da turnanın gözünden Anadolu'nun yitip giden, yok edilen varlıklarının ve bu yok oluşa karşı doğanın-insanın-yaşamın direnişinin öyküleri bunlar. Her bir öykü, yaşamın doğasının direniş üzerine kurulduğunu, doğanın ise direnişin ta kendisi olduğunu anlatıyor..." diye konuştu.
"DÜNYADA BAŞKA BİR KÖYLÜLÜK ORTAYA ÇIKIYOR"
Prof. Dr. Tayfun Özkaya da aynı yayınevinden çıkan "Başka Bir Tarım Mümkün" kitabına dair konuştu. Ekolojiye yönelik saldırıların herkesi ilgilendirdiğini belirten Özkaya, özellikle gıdalarda tespit edilen ilaç kalıntılarına değindi. Özkaya, "Dünyada başka bir köylülük ortaya çıkıyor. Köylünün şehirdeki üreticilerle birleşmesi lazım. Temiz ve ucuz gıda için kooperatifçiliğin devlet ve yerel yönetimler tarafından desteklenmesi ve özendirilmesi gerekiyor" diye konuştu.

"ADAYLAR EKOLOJİYE YÖNELİK SALDIRILARA KARŞI TAVIRLARINI ORTAYA KOYMALI"
"Kışladağ'dan Mektup Var" kitabının yazarı Muammer Sakaryalı, yaşam alanlarının, dağların, toprakların, suların, kültürün saldırı altında olduğunu dile getirerek yerel seçimlere giren başkan adaylarının ekolojiye yapılan bu saldırılara karşı tavırlarını ortaya koyması gerektiğini söyledi.


Söyleşinin ardından Akdemir ve Özkaya kitaplarını imzaladılar. (İzmir/EVRENSEL)
https://www.evrensel.net/haber/376277/izmirde-egede-ekoloji-mucadeleleri-soylesisi-duzenlendi

24 Mart 2019 Pazar

ÇEPEÇEVRE YAŞAM - Aydın Kalfaköy halkı, yaşam alanında JES istemiyor

Aydın Kalfaköy'de, Adnan Menderes Üniversitesi Hastanesine 200 metre uzaklıkta yapımı devam eden JES, bölge halkını isyan ettirdi: Bu kadarına da pes!
24 Mart 2019 14:32
Aydın'ın en büyük hastanesinin yanı başına jeotermal santrali

Son yıllarda Aydın çevresinde sayıları hızla artan jeotermal enerji santralleri (JES) artık kentin en büyük hastanesinin dibine kadar geldi. Aydın Adnan Menderes Üniversite Hastanesine (ADÜ) 200-300 metre uzaklıkta yapımı devam eden JES “bu kadarına da pes” dedirtti. Yakın zamanda, Aydın Kızılcaköy'de yapılması planlanan JES projesi, halkın direnişi sonrasında iptal edilmişti. Benzer bir durumu yaşayan Kalfaköy halkı da JES'leri yaşam alanalarında istemediklerini belirtiyor.

HASTANE KAMPÜSÜNE 200 METRE MESAFEDE JES!
Aydın kent merkezine birkaç kilometre uzaklıktaki Kalfaköy'de yapımı hızla devam eden JES santral ve kuyularının tamamı, birinci sınıf tarım arazileri üzerine kuruluyor. Zeytinliklerde, incir ve meyve bahçelerinde açılan kuyuların olduğu arazilerdeki tüm ağaçlar kesilerek alana beton dökülmüş. Bölgede yaşayan yurttaşlar, birbirine yakın üç farklı alanda 7 kadar kuyu açıldığını söylüyor. Bu kuyulardan ikisinin açıldığı yer ise ADÜ hastanesine çok yakın. Hastane ile JES tesisi yapılacak yer arasında sadece Zindan Deresi denilen bir vadi var. JES tesisleri ile hastane arasında kuş uçumu 200-300 metre kadar bir mesafe olacak. (Evrensel WebTV)

Silikozisin pençesindeki maden işçileri (Pazar Yazısı)


24 Mart 2019 04:10

  
Gündüzle gecenin eşitlendiği 21 Mart’ta Çine Yaşam Platformunun kuruluşu ilan edildi. Aynı gün, 8 yıl önce açılan ve açıldığı gün saldırıya uğrayan Çine Doğa Severler Derneğinin ilk ve son başkanı Topçam Köyü Eski Muhtarı Süleyman Yıldız’ın öldüğü haberi geldi. Uzun zamandır kanserle mücadele eden Muhtar Süleyman, tam da Doğa Severler Derneğinin mücadele mirasını devralan Çine Yaşam Platformunun kurulduğu gün son nefesini verdi.

 
Muhtar Süleyman, Madran’ın, Gökbel Dağlarının maden ve RES şirketlerince talanına karşı mücadele etti. Çine Çayı’nın tertemiz akmasını, içinde yine çay balıklarının oynamasını düşledi yaşamı boyunca. Çine sınırları içindeki kültürel değerlerden İncekemer Köprüsü ile Gerga ve Alabanda antik kentlerinin korunması çabası içinde oldu hep kısa ömründe. Ormanların yok edilmekten kurtarılması, tarlalara enerji santralleri yapılmaması için omuz verdiği mücadele nöbetini devredebilmenin huzuruyla göçüp gitti adeta!
SİLİKOZİS HASTASI MADEN İŞÇİLERİ KURDU
Onun son nefesini verdiği gün, Çine Yaşam Platformu her nefes aldıkça ciğerleri sızlayan silikozis hastası maden işçileri tarafından kuruldu. Kuruluş bildirisini okuyan Platformun İlk Sözcüsü Yazar Arif Ali Uyguç “Emek ve ekolojik mücadelenin iç içe olduğunun en somut örneği maden işçilerinin durumudur” dedi.
 
Genel Maden İş Sendikanın binasında, benizleri soluk, nefesleri kısık, öksürük nöbetleri arasında Yaşam Platformu pankartının ucunu tuttu işçiler. Daha doğrusu eski işçiler! Maden tesislerinde çalışırken akciğerlerinden hastalandıktan sonra ellerine üç kuruş verilerek işten çıkarılan ve bir daha da aranıp sorulmayan yüzlerce maden işçisinden sadece birkaçıydı onlar.
Çine’de, ülkenin en büyük sermaye gruplarına ait maden şirketlerinde çalışan işçiler bunlar. Dev şirketler maliyeti düşük tutmak için işçilere çalışırlarken işe uygun maskeler vermiyorlar. Geçen zaman içinde hastalanan işçileri ise işten atıyorlar. Bir anda kendilerini hasta ve işsiz bulan işçiler, kaderleri ile baş başa bırakılıp unutuluyor, unutturuluyor. Her yıl, bu durumdaki yüzlerce maden işçisi için üç ayda bir çekilen akciğer filmlerinden sonra yeni bir yaşam mücadelesi başlıyor.
AKCİĞER FİLMLERİ İŞÇİYE GÖSTERİLMEDEN PATRONUN MASASINA GİDİYOR
Çine Yaşam Platformunun kuruluşu toplantısında sohbet ettiğimiz silikozis hastası işçilerin anlattıklarına göre bu filmler kendilerine asla gösterilmiyor. Raporlarla birlikte doğrudan patronların önlerine gidiyor liste. Onlar da akciğerleri lekeli olan işçileri ekonomik kriz bahanesi ile işten çıkarıyor!..
 
Yüz işçinin çalıştığı Eysim adlı madenci şirketten hastalandıktan sonra çıkışı verilen İlyas Tekin adlı işçi, aynı işyerinde kendisi gibi 10 işçiye daha silikozis tanısı konduğunu söylüyor. 18 işçi ise filmleri şüpheli bulunarak tekrar akciğer filmi çekimine gönderilmiş.
 
TOZ GÖRÜNMESİN DİYE HAVALANDIRMA KAPATILIYOR
Silikozis tanısı konan 10 işçiden kendisi ve bir arkadaşı işten çıkarılırken, kalan 8 işçinin SGK sevkleri yapılmadığı için halen hasta hasta çalıştığını ileri sürüyor Tekin. İş güvenliği uzmanının maden tesisindeki tozun dışarıdan görünmemesi için havalandırmaları kapattığına dair sözleri ise “Bu kadar vicdansızlık da olmaz!” dedirtecek cinsten! İlyas Tekin’in kuvars paketleme tesisinde çalışırken çektiği fotoğraflar ve videolar anlattıklarının her kelimesinin doğru olduğunu ortaya koyuyor.  Yaşam Platformu pankartının ucundan tutan işçilerin çoğu henüz kırklı yaşların başında. Yıllardır çalıştıkları madenlerden tedavisi olmayan bir hastalığa yakalanıp çıkarıldıktan sonra sessiz sedasız bir köşede ‘yaşayabildikleri kadar’ yaşamaları isteniyor kendilerinden!  

CİĞERDEKİ LEKELERLE, YENİ İŞ HAYAL  
Sağlıkları asla geri gelmeyecek artık! Bunu ve zorlu bir geleceğin kendilerini beklediğini biliyorlar. Yeni bir iş başvurusu için her gittikleri yerden ciğerlerindeki lekeleri gösteren sağlık raporları nedeniyle geri dönüyorlar. Tedavisi olmayan hastalıklarını üzülmesinler diye ailelerine, eşlerine, çocuklarına bile anlatamadan acılarını içlerine gömenler var aralarında.
HASTALIĞINI YAKINLARINA ANLATAMIYORLAR
Çine’nin Çaltı köyünde yaşayan Şenol Girgin bunlardan birisi. 6 ay önce işten çıkarılmış ancak hastalığını ne eşine, ne çocuklarına söyleyebilmiş! 16 yıl Esan Madencilik’te çalıştıktan sonra girdiği Eysim Madencilik’te de iki yıl çalışan Girgin’in akciğer raporları sıkıntılı çıkınca iş yeri doktoru “Seni bu halde çalıştıramayız” diyerek çıkışını vermiş. Çıkarıldıktan sonra ise kendi olanakları ile tedavi olmaya çalışmış. “Madene girerken 63 kiloydum şu anda 57 kiloyum. En küçük bir işte yoruluyorum, takatim kalmıyor. Kulaklarım da iyi duymuyor artık” diye yaşadığı sorunları anlatıyor.  Kaltun Madencilik’te çalışırken rahatsızlanıp lenf bezlerinden parça alındıktan sonra silikozis teşhisi konan ve Ankara Meslek Hastalıkları hastanesine sevk edilen 16 yıllık maden işçisi Uğur Aydoğdu şirketten hiç kimsenin kendisine bir telefon dahi açıp halini sormadığını söylüyor.
İŞ KAZASINDA BELİ KIRILMIŞ
Polat Madencilik’te 16 yıl çalıştıktan sonra silikozis hastalığı nedeniyle işten çıkarıldığını söyleyen Sayim İnal da “Bir kere bile arayıp sormadılar” diye patronların vicdansızlığına tepki gösteriyor. Çalışırken geçirdiği iş kazasında beli kırılan Sayim İnal, maden işçilerinin sadece silikozis değil başka birçok sağlık sorunuyla da karşı karşıya kaldıklarını söylüyor. İnal’ın kendisi gibi maden işçilerini anlattığı “Maden işçisi bunlar” şiiri ile bitirelim yazıyı.
MADEN İŞÇİSİ BUNLAR
Gencecik hayatının baharında delikanlılar
Ekmek parası kazanmak uğruna maden işçisi olurlar
Tozlu ortamda çalışmak zorunda kalırlar
Maden işçisi bunlar
Dinmek bilmez durmaksızın öksürükleri
Balgam ve kan getirir eriyen ciğerleri
Oksijen tüpüne bağlı yaşar kimileri
Nefes darlığından tutmaz olur ayakları elleri
Yatağa bağlı yaşar kimileri
Yoktur bu dünyada fazla ömürleri
Ağlar öldükten sonra eşleri, bebekleri
Maden işçisi bunlar...

https://www.evrensel.net/yazi/83605/silikozisin-pencesindeki-maden-iscileri

20 Mart 2019 Çarşamba

EGEÇEP: Suyumuza ve ormanımıza sahip çıkalım


20 Mart 2019
Ege Çevre ve Kültür Platformu, Dünya Su Günü ve Dünya Ormancılık Günü ile ilgili açıklama yaptı. 
 EGEÇEP: Suyumuza ve ormanımıza sahip çıkalım
Ege Çevre ve Kültür Platformu 21 Mart Dünya Ormancılık Günü ve 22 mart Dünya Su Günü'ne dair yazılı bir açıklama yaptı. EGEÇEP her iki güne dair yaptığı açıklamada ormanlara ve sulara yönelik kapitalist talan politikalarına karşı mücadele çağrısında bulundu. 
KUTLANACAK GÜN OLMAKTAN ÇIKIYORLAR
EGEÇEP Eş sözcüleri Alime Mitap ve Hüsnü Dilli imzasıyla yapılan açıklamada tüm canlıların en doğal hakkı olan suyun uygulanan yanlış politikalar sonucu günümüzde hızla azaldığı, kirlendiği ve tekelleştiği dile getirildi. Ülkemiz ormanlarının ise yangınlar, madencilik, sanayi, kentleşme baskıları altında giderek tüketildiğine dikkat çekilen açıklamada "Bu nedenle Dünya Ormancılık günü ve Dünya Su Günü, giderek ‘kutlanacak’ birer gün olmaktan çıkmaktadır" denildi. Sağlıklı suya erişimin her yıl daha da zorlaştığını dile getiren EGEÇEP, "Su, tüm canlıların vazgeçemeyeceği, yaşamın en temel kaynağıdır. Buna karşın su, ticari bir meta haline dönüştürülmüştür. Köylünün, çiftçinin geçim kaynağı olan, tarlalarını sulamak amacıyla kullandığı sular ücretli hale getirilmektedir. Öte yandan, sanayici ve madenci, açtığı sondaj kuyularından kullandıkları suya sadece atık su bedeli ödemektedir. O da saptanabilen kullanımları için".
MADENCİLİK Mİ SUYUN KORUNMASI MI?
Akarsularımızın neredeyse tümü üzerine sulama ya da enerji barajları (HES) kurularak, doğal akışlarından koparıldığını ifade eden EGEÇEP, "Bu sulardan kimileri yüksek rant elde ederken, canlıların suya erişimi önünde büyük engeller oluşturulmaktadır. İzmir’in en önemli su havzalarından Çamlı havzasına yapılması planlanan ve 300.000 kişiye su sağlaması düşünülen Çamlı barajının yapımından, Efemçukuru Altın Madeni nedeniyle vazgeçilmiştir. Soruyoruz: madencilik mi, suyun korunması mı?" dedi. 
EGEÇEP açıklamasında suya dair şu talepler öne çıktı; 
* Suyun ve enerjinin ticarileştirilmesi amacıyla kurulan ve kurulacak olan tüm barajların yapılmasına karşıyız. 
* Bütün su havzalarının koruma altına alınması, su havzalarında madencilik ve kirletici sanayi faaliyetleriyle mevcut havza işgallerine son verilmesini istiyoruz. 
* Yaşamlarını geçimlik tarım yaparak sürdüren küçük çiftçilerin sulama sularının paralı hale getirilmesine karşıyız. 
* Evlerde, 4 kişilik ailenin gereksinimini karşılayacak miktarda su tüketiminin ücretsiz sağlanmasını talep ediyoruz. 
* Aşırı su tüketen kirli sanayilerden vazgeçilmelidir.
"HERKESİN ORMAN BEKÇİSİ OLMA ZAMANI"
EGEÇEP açıklamasında Dünya Ormancılık Günü ile ilgili de ormanların canlı yaşamının sürmesi için korunması gereken, dünyanın en önemli ekolojik varlıkları olduğu ifade edilerek; "Talancı zihniyet, ormanları yalnızca “odun” olarak görüyor. Onlara göre; ormanlar alınıp satılabilecek, tüketilecek bir maldır. Küresel iklim değişikliği, atmosferdeki karbon oranının ve sera gazlarının artışı, hava kirliliği, çölleşme, kuraklık, temiz su rezervlerinin azalması, toplumları ve dünyayı tehdit etmekte, ormanların önemini bir kat daha artırmaktadır. Ülkemizde de uzun yıllardan bu yana yoğun bir ormansızlaşma yaşanıyor. Şimdi herkesin ormanların bekçisi olma zamanı." (İzmir/EVRENSEL)


17 Mart 2019 Pazar

Jeotermal kuyusu patladı, üzüm bağları sıcak su altında kaldı


Manisa Alaşehir'de Enerjeo adlı şirkete ait jeotermal kuyusunun patlaması sonucu, İdris Şentürk adlı çiftçinin üzüm bağları sıcak su altında kaldı.


Özer AKDEMİR
Geçtiğimiz günlerde bağların ortasında patlayan jeotermal kuyusu ile gündeme gelen Manisa'nın Alaşehir ilçesinde yeni bir jeotermal kuyu patlaması daha meydana geldi. Kemaliye köyü yakınlarında Enerjeo şirketinin kuyusunda meydana gelen patlamada İdris Şentürk adlı çiftçinin bağı sular altında kaldı.
"ZARARIM ÇOK BÜYÜK"
Telefonla görüştüğümüz 54 yaşındaki çiftçi Şentürk, patlamanın sabah saat 07:00 gibi olduğunu ve hemen jeotermal kuyusunun yanı başında bulunan 13 dönümlük bağın 5 dönümünün sıcak suların altında kaldığını söyledi. Şentük, "Sıcak suya asit mi döküyorlarmış işte bir işlem yapıyorlarmış. Tahliye havuzları var bunların. Oraya suları koyvermişler. Havuzun başındaki işçiler uyudu mu artık ne yaptıysa bilmiyoruz. Sular benim bağın alt tarafını basmış" dedi.
Zararının çok büyük olduğunu söyleyen Şentürk, "150-200 derecelik su bunlar. Asmalar, çevresindeki bitkiler hep buruşmaya başlamış. Şimdiden kuruyorlar, kuruyacaklar. Bir yılık değil bu zarar. Ben şimdi bu bağı kaldırıp yerine bağ diksem beş sene de bu bağı tutturamam artık" diye konuştu.
"ÖNCE KUYU SULARIMI KİRLETTİLER"
 
Üzüm bağları sıcak su altında kalan İdris Şentürk, bağının kullanılamaz hale geldiğini söyledi | Fotoğraf: Hüseyin Şentürk
Yıllardır jeotermalden şikayet ettiklerini ama seslerini kimseye duyuramadıklarını belirten Şentürk, "5-6 sene oldu bunlar buraya geleli. Bunlar gelmeden önce elimde yeraltı sularının temiz olduğuna dair raporum var. Hatta benim yukarıda da bağım var. Oraya da buradan su götürüyordum. Şimdi yeraltı sularının ağır metal değerleri 2-3 misli artmış ve kullanılamaz raporu verdiler artezyendeki sulara. Suyum bozuldu!" dedi.
JES’ler ölüm saçıyor, iktidar gizliyor

"ÜZÜMÜ DE ÇİN'DEN GETİRİRLER ARTIK!"
"Bu kadar değersiz mi bu topraklar" diye tepki gösteren Şentürk, şöyle konuştu: İki enerji üreteceğim diye bu toprakların başı yenir mi böyle? Kimse duymuyor sesimizi. Para susturuyor, zengin kodamanların şirketi bunlar. Yukarıdan hallediyorlar işlerini. 'Zararınızı karşılayacağız' diyorlar. Yıllarca emek veriyoruz bu bağa. Bu memlekette bir yerli üzüm kalmıştı, onu da Çin'den getirsinler artık!
"KÖYLÜ GEREKEN TEPKİYİ GÖSTERMİYOR"
Geçenlerde meydana gelen jeotermal patlamasının bağına 2 km mesafede olduğunu aktaran Şentürk, "Hatta orada protesto gösterisi yaptık. Millet duyarsız kardeşim. Koskoca Kemaliye'den 5 kişi vardı, Toygar köyünden 4-5 kişi vardı.  Gelenler hep dışarıdandı, köylü gelmiyor" dedi.
Patlamanın ardından jandarmaya haber vererek tutanak tuturduklarını ifade eden Şentürk, "Artık hukuki yola başvuracağız. Yan tarafındaki komşumun bağına da akmış su. Bel kalınlığında bu sular. 50 dönüm yeri 1 saatte doldurur. Allahtan çabuk fark etmişler. 54 yaşımdayım, çocukluğumdan beri çiftçiyim" dedi.
https://www.evrensel.net/haber/375784/jeotermal-kuyusu-patladi-uzum-baglari-sicak-su-altinda-kaldi

Görüntüsü: https://youtu.be/1xjvts-GLKY

Ödemiş'te direniş kazandı, JES projesi iptal edildi

Zindan Deresi (Pazar yazısı)


17 Mart 2019 03:43

Onkoloji servisindeki odasının penceresinden bir süredir dışarıyı seyreden Dr. Mehmet Cemil, arkasındaki kapının açıldığını duymadı. Karşısındaki manzaraya dalıp gitmişti.

Epeyce uzakta üzerinde türünü anlayamadığı ağaçlarla bezeli bir tepe vardı. Tepenin sivri yerine doğru bir bulut gelip oturmuştu sanki. Beyaz fötr bir şapkaya benziyordu bulut. Hastanenin parmaklıklarla ayrılmış otoparkının ötesindeki ova tepeye kadar zeytin ve incir ağaçları ile doluydu. Dr. Mehmet Cemil'i derin düşüncelere salan görüntü ise tam da bu zeytin ve incir bahçelerinin ortasında kalan, beton dökülmüş alanlardı.

Yedinci kattaki odanın penceresinden görünen bu alanlar birbirinden birkaç yüz metre uzaklıktaydılar. Üçü de zeytin ağaçlarının ortasında çıplak adacıklar gibi duruyorlardı. Bunlardan en yakını hastane kampüsünün dibindeki 50 metreyi bulan uçurumuyla ünlü Zindan Deresi’nin öte tarafında, bu mevsimde yapraksız pembe dalları ile yamru yumru görünen incir ağaçlarının yanı başındaydı.

Mehmet Cemil, asırlık zeytin ağaçlarının bulunduğu bahçeden tel örgü ile ayrılan betonlanmış jeotermal kuyusunun bulunduğu alanın daha bir hafta önce yemyeşil göründüğünü anımsayınca kaşlarını çattı. Etrafındaki renk cümbüşüne tezat, uyumsuz, kelleşmiş yarım futbol sahası büyüklüğünde üç ayrı çıplak alan! Bu alanların tam ortasında dikine yerleştirilmiş kocaman griye boyalı metal silindir tanklar vardı. Tankın yanı başında ise içinde siyah plastik örtüsü görünen küçük havuzcuklar yapılmıştı. Hemen dibinde de mezar çukurlarına benzeyen yan yana üç çukurun olduğu görülüyordu.

Zindan Deresi

İçeriye girdikten sonra bir süre pencerenin önündeki doktorun kendisine dönmesini bekleyen temizlik personeli Kazım, bir iki dakika geçince boğazını temizler gibi yaparak odada olduğunu anlatmak istedi.

Mehmet Cemil hasta geldiğini sanarak daldığı düşüncelerden sıyrılıp döndü. Hastane personelinden Kazım'ı karşısında elinde bir dosya ile görünce şaşırdı biraz. “Hayırdır Kazım abi” dedi.
“Kızımın dosyası doktor bey. Geçen bahsetmiştim size, dosyasını istemiştiniz” dedi Kazım, çekingen bir edayla. Biraz düşündüğünde anımsadı Mehmet Cemil. Kazım’ın genç kızı serviste kanser tedavisi görüyordu yaklaşık 6 aydır.

“He tamam, hatırladım. Bakalım şu dosyaya.”

Kazım’ın uzattığı mavi plastik kapaklı dosyanın içindeki değerlere, akciğer filmine, pet sonuçlarına baktı. Pek bir değişiklik yok gibiydi.

“İlerleme yok Kazım abi. Ama gerileme de yok ne yazık ki. Bir süre daha kemoterapiye devam edeceğiz. Bu arada beslenmesine, moraline dikkat edecek yine. Misafir kabul etmeyeceksiniz hâlâ. Kalabalık yerlerde bulunmak da yok” dedi.
 
Birden aklına geldi. “Kazım abi sen hastaneye komşu köydendin değil mi?” diye sordu.
“Evet doktor bey” dedi Kazım. Doktorun köyünü hatırlaması gururunu okşamıştı. Mehmet Cemil pencereye doğru yöneldi, Kazım’a biraz önce dalıp gittiği görüntüyü gösterdi; “Şu yeni yapılan jeotermal alanını gördün mü? Bir hafta içinde bir tane ağaç bırakmayıp, beton dökmüşler. Etrafına tel örgü bile çekmişler. Sizin köy müydü orası?”

Doktorun gösterdiği yere baktı Kazım. “Benim tarlaydı orası doktor bey” dedi. “İki yıl önce satmıştım termalcilere.”

Mehmet Cemil, şaşkınlıkla Kazım’a baktı. “Öyle mi?”

“Evet doktor bey. Değerinin 5 katı para verdiler. Pişman oldum sonra ama fayda etmedi. Yüz yıllık zeytinler vardı tarlamda. Yan tarafı da komşumun incir bahçesiydi. Onu da aldılar” dedi. Sesinden pişmanlık akıyordu. “Bizim köyün arazileri satıla satıla bir avuç kaldı zaten. Hatta, bu hastanenin bulunduğu binanın yeri de bizim köyündü. On yıl önce hastane kurulacağı zaman elimizden alındı burası da. Silme asırlık zeytin ağaçları ile doluydu. Zindan Deresi kaldı bir elimizde, orayı da çöplük yaptılar! Kaçacak göçecek yerimiz kalmadı!” dedi.

Elli metreyi bulan derin uçurumuyla Zindan Deresi’nin hemen yanı başındaydı son yapılan JES sahası. Aydın’ı çepeçevre kuşatan JES’ler kentin en büyük hastanesinin dibine kadar sokulmuşlardı.
Duyduklarından sonra, bazı geceler penceresini bile kapatmak zorunda bırakan çürük yumurta kokusu gelmiş gibi yüzünü buruşturdu Mehmet Cemil. Aydın’da son yıllarda ülke ortalamasının çok üzerinde seyreden kanser oranlarını ortaya çıkaran ve bunların da çevresel faktörlerden, özellikle de jeotermallerden kaynaklandığını açıklayan Tabip Odasının Eski Başkanı Dr. Metin Aydın’ın sözlerini düşündü yeniden. “Aydın böyle giderse kanser kent olacak. Zeytin, incir artık sağlıksız, yemeyin” demiş, bu açıklamalarının bedelini ise sürgünle ödemişti.

Kazım’a bir şey söylemek istemedi Mehmet Cemil, ancak onun kızının da mücadele ettiği kanserin en önemli nedenleri arasında çevre kirliliği geldiğini iyi biliyordu. “Garip bir döngü bu” diye düşündü. Üç beş kuruş fazla para kazanmak için toprağını, tarlasını, zeytinliğini satan köylüler bir zaman sonra bunun bedelini sağlıkları ile ödüyorlardı. Kendileri ya da çocukları, sattıkları topraklardan aldıkları parayı da kaybettikleri sağlıklarını kazanabilmek için hastane odalarında harcıyorlardı.

“Devletin gözünde çakıl taşı kadar değerimiz yokmuş doktor bey” dedi Kazım giderken. “Aydın’a bu kadar yakın olmamızı topraklarımızın elimizden alınması ile ödedik. Ne kaçacak, ne göçecek yerimiz var artık. Sonumuz Zindan Deresi’nin dibi olacak bu gidişle!..”

Kazım gidince tekrar pencerenin önüne geldi Mehmet Cemil. Zindan Deresi’nin etrafındaki jeotermal kuyularının sadece Kazım’ın köyünün değil, hastaneye şifa bulmaya gelen hastaların, onları tedavi etmeye çalışan kendisinin ve hatta tüm kentin yaşamını zindana çevireceğini düşündü üzüntüyle...

https://www.evrensel.net/yazi/83566/zindan-deresi

16 Mart 2019 Cumartesi

Karaburun Körfezi Özel Çevre Koruma alanı ilan edildi


16 Mart 2019 12:59

Karaburun ve Ildırı Körfezi'nin bazı bölgeleri Koruma Bölgesi ilan edildi. Karaburun Kent Konseyi mevcut planların durdurulması çağrısı yaptı.
Karaburun Körfezi Özel Çevre Koruma alanı ilan edildi
Fotoğraf: Evrensel

Özer AKDEMİR
14 Mart 2019 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile Karaburun ve Ildırı Körfezi'nin bazı bölgeleri Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edildi. Bu kararı olumlu olarak değerlendiren Karaburun Kent Konseyi mevcut planların durdurulması ve uygulamaya izin verilmemesi gerektiğine vurgu yaptı. Öte yandan Karaburun'a 12 yeni RES tribünü yapılması amacıyla hazırlanan imar değişikliği Bakanlık tarafından res'en onaylandı.
YILLARDIR SÜREN ÇABA
Karaburun Kent Konseyi tarafından konuya dair yapılan açıklamada Doğu Akdeniz Havzasının en temiz bölümü olarak tanımlanan Karaburun Yarımadasının, özel ekosistemi ve uluslararası ölçekte koruma altına alınmış olan pek çok bitki ve hayvan türünü de  barındıran zengin biyoçeşitliliği olduğunun altı çizildi. Kent Konseyi zengin ekosistemi, doğası, sosyo-kültürel  yaşamı, özgün ürünleri ve  temiz tarım uygulamalarıyla kırsal yaşamı korunabilmiş nadir bölgelerden biri olan Karaburun Yarımadası'ınn bütüncül bir yaklaşımla korunması gerektiğine vurgu yapılan açıklamada, yarımadanın Biyosfer Rezerv Alanı ilan edilmesine yönelik çabalar aktarıldı. Bu süreçte İzmir Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından hazırlanan “Karaburun Yarımadası Özel Çevre Koruma Bölgesi Ön Raporu”nda açıklanan koruma bölgesinin yerleşimin nispeten yoğun olduğu kıyı şeridini kapsadığının görüldüğüne dikkat çeken Kent Konseyi, Yarımadanın bütünü değerlendirildiğinde yerleşimin daha az olduğu batı kıyı şeridi ile önemli varlıklara sahip karasal ve denizel alanın kapsam dışında kaldığının altını çizdi.
Fotoğraf: Evrensel
ÜÇ KEZ KAPIDAN DÖNEN KARAR
Bu konuya dair itirazların da yer aldığı başvuruların üç kez Bakanlar Kuruluna sunulma aşamasına kadar gelmesine rağmen ve kurum itirazları sonucu ÖÇKA ilan sürecinin tamamlanamadığının belirtildiği açıklamada şöyle denildi; "2017 yılında, aynı dosya bu kez sınırları genişletilerek (Ildırı Bölgesi dahil edilerek) hazırlanmış ve bilinen aşamaları geçtikten sonra itirazlar nedeniyle bu kez Başbakanlığa gelmişti. Son aşamada, Cumhurbaşkanlığı ikinci 100 günlük programına alınmıştı.
MEVCUT PLANLAR DURDURULSUN
14 Mart 2019 tarihli Resmi Gazetede; “Bazı alanların Karaburun-Ildır Körfezi Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak tespit ve ilan edilmesine karar verilmiştir'  denmektedir. Bu karar; Mevcut planların durdurulması, uygulamaya izin verilmemesi anlamına gelmektedir. Planlama yetkisi T.C Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na geçmiştir"
KARAR OLUMLU AMA EKSİK
Karaburun Yarımadası’nda ÖÇKA ilan sürecini gecikmiş olmakla birlikte olumlu olarak değerlendirdiklerini belirten Karaburun Kent Konseyi, "Yarımadanın  Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilmesine yönelik çalışmalara, bölgeye ilişkin bilgi ve deneyimlerden yararlanmak ve korumanın sürdürülebilirliğini sağlamak amacına yönelik olarak yerel aktörlerin de katılımının sağlanması, koruma alanlarının yukarıda belirtilen doğal ve sosyo-kültürel varlıkların bulunduğu alanları da kapsayacak şekilde bütünsel bir yaklaşımla tanımlanmasının gerektiğini düşünmekteyiz" dedi.
KARABURUN'A YATIRIM YAĞMASI
2014-2018 yılları arası RES’ler, Balık Çiftlikleri ve Taş/Mıcır/Mermer Ocaklarına karşı açılan 19 davanın yarımada da yatırım yağmasını ortaya koyduğunu belirten Kent Konseyi, "Karaburunluların yaşam alanları için mücadelesi bundan sonraki süreçlerde de devam edecektir. ÖÇKA Planlama süreçlerinde de yerelin katılımının olmazsa olmaz olduğunu düşünüyor, bu süreçlerin yapı taşlarının Yarımadalılar tarafından örüleceğine inanıyoruz" dedi.
Öte yandan geçtiğimiz hafta içerisinde İzmir Çevre İl müdürlüğü internet sitesinde Lodos Karaburun Rüzgâr Enerji Santraline (2. etap) ilişkin toplam 48 MW kurulu güce sahip ilave 12 adet türbin yapımı için hazırlanan imar planlarının Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından res'en onaylandığı duyuruldu. Bu duyuru, bir yandan bazı bölgeleri ÖÇKA ilan edilen Karaburun'da RES talanının son hızla devam edeceğine yönelik bir gelişme olarak değerlendirildi.

Karaburun'da kurulan RES'ler, kıl keçilerinin otlak alanlarını bitirdi

Mordoğan'da RES şirketinin kapasite artışına 3. kez izin verilmedi


15 Mart 2019 Cuma

Ödemiş'te direniş kazandı, JES projesi iptal edildi


15 Mart 2019 13:41

İzmir Ödemiş'te açılmak istenen jeotermal kaynak kuyusuna, bölgenin dere yatağı ve tarım alanı olması dolayısıyla izin çıkmadı.
Ödemiş'te direniş kazandı, JES projesi iptal edildi
Fotoğraf: Koza-Der

Özer AKDEMİR
İzmir'in Ödemiş ilçesi Küre ve Çamlıca mahallelerinde açılmak istenen jeotermal kaynak kuyusuna izin çıkmadı. İzmir Valiliği, DSİ ve Tarım İl Müdürlüğünden gelen olumsuz görüşler üzerine jeotermal kuyuları için başlatılan ÇED süreci sonlandırıldı.
DERE YATAĞI VE TARIM ALANI
İzmir Çevre Şehircilik İl Müdür Vekili Akif Kahya imzasıyla Ödemiş Kaymakamlığına gönderilen yazıda, Ödemiş'in Küre Mahallesinde ABN Madencilik Ticaret Ltd. Şti. tarafından yapılması planlanan "Jeotermal kaynak arama sondajı" için hazırlanan ÇED dosyasına yönelik kurum görüşlerinin istendiği aktarıldı. Projenin ÇED süreci ile ilgili DSİ 2. Bölge Müdürlüğünün değerlendirme yazısında "Sondaj alanı ve sondaj noktası Küre Deresi yatağı içinde kalmaktadır... Proje bu haliyle uygun bulunmamaktadır" denildi. İl Tarım ve Orman Müdürlüğünün yazısında da bölgede yapılan incelemelerde alanın jeotermal kaynak arama sondajı için uygun görülmediği ifade edildi.
DAHA ARAMA AŞAMASINDA İPTAL EDİLDİ

Fotoğraf: Koza-Der
Bu iki kurumdan gelen olumsuz görüşlere dikkat çeken İzmir Çevre Şehircilik İl Müdür Vekili Akif Kahya, proje ile ilgili olarak sürdürülen ÇED sürecinin iptal edildiğini belirtti.
Bu gelişme ile ilgili görüştüğümüz Ödemiş'teki madencilik ve jeotermal kaynaklı çevre sorunlarına karşı mücadele eden Ödemiş Koza-Der 2. Başkanı Mehmet Taşlı, projenin henüz arama aşamasında iptal edilmesinin mutluluğunu yaşadıklarını belirtti. JES yapılmak istenen alanların birinci sınıf tarım toprağı, zeytinlik ve dere yatağı olduğunu aktaran Taşlı, "Türkiye'nin en bereketli topraklarına bu türden tarıma, doğaya, canlı yaşamına zarar verecek faaliyetlerin yapılmasına kesinlikle izin verilmemeli. Anayasa'nın 56. maddesi bize çevremizi koruma ödevi veriyor. Biz bu ödevi yerine getirebilmek için dernek olarak 10 yıldır mücadele ediyoruz" dedi.
İŞLETME KURULSAYDI ZARAR EDECEKTİ
 
Ödemiş'te yapılması planlanan JES projesinin iptal edildiğine dair İzmir Valiliğinin yazısı | Fotoğraf: Koza-Der
Geçtiğimiz ay içerisinde Ödemiş'te yaptıkları panelde hem JES hem tohum meselesini tartıştıklarını ifade eden Taşlı, son yıllarda enerji elde etmek ve kar amaçlı yapılan ve denetlenmeyen JES'lerin, yaşam alanlarına verdikleri zararların bu toplantıda vurgulandığını belirtti. Taşlı, "Özellikle Küçük Menderes Havzası, Aydın Dağları ve Bozdağlar civarında kurulması düşünülen işletmeler gerekli hammaddeyi, basıncı, enerjiyi sağlayamayacakları için zarar edecektir. Ayrıca Büyük Menderes, Küçük Menderes, Gediz, Bakırçay, Kazdağları vb. yakın havzalar, ülkemizin verimli, anaç, tarım, orman, su, arkeolojik, kültürel, yerleşim alanlarıdır" dedi.
Ekoloji Birliği Ege Bölge Toplantısı sonuç bildirgesi açıklandı


12 Mart 2019 Salı

Efemçukuru’da 12 yıl önceye dönüldü: Numune alımına izin verilmedi


12 Mart 2019 22:31

Efemçukuru Altın Madeninde, ÇED olumlu raporuna karşı açılan davada bilirkişi incelemesi yapıldı. TÜPRAG yetkilileri ise numune alımına izin vermedi.

Efemçukuru Altın Madeni
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir’e kuş uçuşu 20 kilometre uzaklıkta işletilen Efemçukuru Altın Madeninde geçtiğimiz günlerde yapılan bilirkişi keşfinde 12 yıl önce yaşananların aynısı yaşandı. Yaklaşık 7 yıldır üretimine devam eden madendeki bu son keşifte yaşananlar hukuksal süreçlerin nasıl etkisiz hale getirildiğinin en somut örneklerinden birisi durumunda.
ŞİRKET ÖRNEK ALINMASINA İZİN VERMEDİ
Geçtiğimiz cuma günü Efemçukuru Altın Madeninde, madenin kapasite artışı ÇED olumlu raporuna karşı açılan davada bilirkişi incelemesi vardı. EGEÇEP, Tabip Odası, TMMOB’ye bağlı meslek odaları ve yurttaşlar tarafından açılan dava için yapılan bilirkişi incelemesi sırasında madenci TÜPRAG şirketi yetkilileri atık su toplama havuzundan numune alınmasına “Gerekli ekipman ve donanım yok” gerekçesiyle izin vermedi. İZSU ve EGEÇEP avukatlarının ısrarı da işe yaramayınca numune alınamaması keşif tutanağına geçirildi. Maden içerisindeki çeşitli yerlerden su, toprak, pasa ve kayaçlardan çeşitli örnekler alınırken, atık su havuzundan örnek alınamaması yüzünden davacılar eksik inceleme gerekçesi ile keşfe itiraz edeceklerini belirtti.

 

Efemçukuru'da 12 yıl önce yapılan keşif çalışması
Fotoğraf: Evrensel
12 YIL ÖNCE DE AYNI SAHNELER YAŞANDI
1992’de lisans aşaması başlayıp 2005 yılından alınan ÇED olumlu belgesi ile İzmir’in gündemine yerleşen altın madeninin ilk ÇED raporuna karşı açılan davada yapılan bilirkişi keşfinde de aynı sahneler yaşanmıştı. Haziran 2007 tarihinde yapılan keşif o sıralarda henüz sondaj aşamasında olan maden alanında gerçekleştirilmişti. Şirket yetkililerinin yöredeki sular için “ikinci kalite su” demeleri üzerine keşif heyetinde bulunan Prof. Dr. Engin Özhatay sondaj sırasında çıkan sudan ve orman içindeki bir kaynaktan su örneği almak istemişti. TÜPRAG şirketi yetkilileri ise “Örnek alımı için gerekli koşullar yok” diyerek bu isteğe karşı çıkmıştı. İZSU yetkilileri, EGEÇEP avukatı ve Prof. Özhatay’ın duruma tepki göstererek ısrar etmeleri sonrası sadece bir şişe su alınabilmişti. Keşif sırasında İzmir’in içme sularından sorumlu olan İZSU yetkilileri heyete kendilerinin de su numunesi almak istediklerinde aynı şekilde engellendiklerini anlatmışlardı. Prof. Özhatay’ın örnek alma ısrarına karşı TÜPRAG şirketi avukatı ise kendilerinde Özhatay’ın tarafsız davranmayacağı kanısının uyandığına dair tutanağa not düşmüşlerdi.
 
Efemçukuru Altın Madeni
Fotoğraf: Evrensel
“EFEMÇUKURU HUKUK ZEMİNİNDEN ÇIKTI” AÇIKLAMASI
Aradan 12 yıl geçtikten sonra hukuksal süreçlerde aynı sahnelerin yaşanması İzmir’in içme suyu havzasında işletilen madeni ile ilgili hukuk süreçleri tekrar tartışmaya açtı. Madene karşı açılan davada madenin yer altı-yer üstü sularını kirlettiğini ortaya koyan bilirkişi görüşü ile iptal edilen ÇED raporunun, “Bilirkişiler İzmir üniversitelerinden” gerekçesi ile Danıştay tarafından bozulmuştu. 2017 kasım ayındaki bu gelişme üzerine yapılan basın toplantısında EGEÇEP Avukatı Arif Ali Cangı, Efemçukuru’da hukuki sürecinin 15 yıldır devam ettiğini ve açılan her davayı kazandıklarını ifade ederek, “Ancak kazandığımız her dava temyiz edilerek bozuldu ve döndüğünde bu sefer kaybettik. Efemçukuru konusu artık hukuk zemininden çıkmıştır. Bundan sonra Efemçukuru’daki bu madene karşı hukuk düzleminden çıkarak hareket etmek zorundayız” demişti. Yine aynı toplantıda TMMOB İKK Sekreteri Melih Yalçın’da hukuki süreçlerin bu tür çevre ve kent hakkı davaları için işlemez hale geldiğini dile getirerek, “Artık hukuki süreç bitmiştir” diye konuşmuştu.
Tüm bu sözlere rağmen madene karşı açılan davaların hukuki süreçleri çeşitli gelişmelerle devam etti. Geçtiğimiz cuma günü yapılan bilirkişi keşfinde 12 yıl önceki sahnelerin aynen tekrarlanması Efemçukuru’nun hukuk zemininden çıktığı ve kentin içme suyuna karşı önemli bir risk taşıyan bu madenin kapatılmasına karşı hukuk zemini dışında hareket edilmesine dair bu açıklamaları destekler nitelikte.

Efemçukuru altın madeni İzmir’in sularını zehirliyor
 Efemçukuru'nda bilirkiÅŸi incelemesi: Atık havuzundan numune alınamadı
 'Efemçukuru'nda gizli gizli siyanür kullanılıyor!'


10 Mart 2019 Pazar

Sisyphosluk marifet mi? (Pazar yazısı)


10 Mart 2019 03:40

 Sisyphosluk marifet mi?

Bu yazının yazıldığı sırada, İzmir’e kuş uçuşu 20 kilometre uzaklıkta bulunan Efemçukuru altın madeninde bilirkişi keşfi yapılıyor. Kentin damı denilen 700 metre yükseklikteki orman köyü şimdi baharın en güzel giysilerini giymiştir.
Efemçukuru’da altı yılı aşkın bir süredir Kanadalı TÜPRAG şirketi altın madeni işletiyor. Maden gelmeden önce alfons tipi üzümleri ile ünlü bu orman köyünden birçok kişi şu anda madende işçi olarak çalışıyor. Şirket ilk başlarda, topraklarını satmamak için direnen köylülerin arazilerini Bakanlar Kurulu acele kamulaştırma kararı ile zaman içerisinde satın aldı. Bir tek köylü, “Yalnız Efe” lakaplı Ahmet Karaçam bağını satmayıp Bakanlar Kurulu kararına dava açtı ve kazandı. Keçi Çobanı Karaçam, sonunda kazandığı bağı için bugün buruk bir mutluluk yaşıyor. Çünkü yıllarca bağına “bağım” diyemedi, bakımını yapamadı, maden yolları kestiği için ilaç, gübre atamadı…
Karaçam’ın inadını kıramayan şirketin imdadına devlet yetişti. Madenin sağlık koruma bandını daraltarak Yalnız Efe’nin bağını maden arazisinin dışında bıraktı ve yasal sıkıntıyı aştı.
Bugün, cemrelerin sonuncusunun toprağa düştüğü günlerde İzmir’in içme suyu havzasındaki Efemçukuru’da yapılan bilirkişi keşfi aslında ülkemizdeki ‘hukuksuzluğun’ en çarpıcı örneklerinden birisi durumunda. Bu dördüncü bilirkişi keşfi Efemçukuru için. Geçtiğimiz yıllarda madenin ÇED raporuna verilen izne karşı açılan davadaki bilirkişi keşfinde 107 sayfalık bir rapor ortaya çıkmıştı. Çok çarpıcı bir rapordu ve yöredeki yer altı yer üstü sularının madenin çalışmasının ardından ağır metallerle kirlendiğini ortaya koyuyordu.
"AĞIR METALLER SUYA KARIŞIR"
Bu aslında bilimin, daha maden çalışmadan önce yöredeki jeolojik yapıya dikkat çekerek “Maden işletilirse kayaçlardaki ağır metaller sulara karışır” uyarısının da ne kadar haklı olduğunu gösteriyordu. Nitekim İzmir Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Aziz Kocaoğlu bu uyarıları dikkate alarak “Bu maden çalışırsa İzmir’i taşıyacak yeni bir yer bulmak zorundayız” sözleri ile durumun önemine dikkat çekiyordu.
Maden, raporda imzası bulunan bilim insanlarının İzmir’deki üniversitelerden olmalarını gerekçe göstererek rapora itiraz etti. Danıştay da verdiği evlere şenlik kararla bu gerekçeyi geçerli görüp raporu iptal etti! Yeniden ve İzmir dışındaki üniversitelerden hocalarca oluşturulan bilirkişi heyeti 7 sayfalık bir rapor hazırlayarak 107 sayfalık raporu “çürüttü”!.. Maden aklandı, dünya kabuk ortalamasının üzerinde çıkan mangan ve demir oranları hiç yokmuş gibi davranıldı. Bir zamanlar madenin kapatılması için namus şeref sözü veren İzmir BB Başkanı Kocaoğlu da “Efemçukuru’da işimiz Allah’a kaldı” noktasına gerileyip, madenci şirketle aynı etkinliklerde sponsorluk yapacak kadar içli dışlı hale geldi!..
Bu yazının yazıldığı saatlerde devam eden keşifte, madenin kapasite artışına karşı açılan davayla ilgili. Maden kapasitesini arttırarak yayılırken, Efemçukurluların ya da yöre köylülerinin artık bir karşı çıkışı da kalmadı. İzmir’den, EGEÇEP’in yıllardır konuyu gündemde tutma uğraşısının sonucu oluşan çok cılız birkaç ses dışında kentin içme suyuna yönelik bu yaşamsal tehdide karşı ne yazık ki gereken duyarlılık oluşabilmiş değil.
TUNÇ SOYER, EFEMÇUKURU’DAKİ DURUMA NASIL YAKLAŞACAK
 31 Mart seçimlerinin en güçlü belediye başkan adayı olarak gösterilen Tunç Soyer, Efemçukuru’daki bu duruma nasıl yaklaşacak? Kentin içme suyunun başındaki bu belaya karşı nasıl bir mücadele geliştirecek ya da geliştirecek mi? “Kavga etmeye gelmedim” diye verdiği demeçlerle Kocaoğlu’yu çağrıştıran AKP ile müzakereye dayalı siyasetin devamı bir hatta mı kalacak? İddia ettiği gibi “çevreci”, sosyal bir belediyecilik anlayışı ile halkın yaşam alanlarını koruma mücadelesine bir katkısı ve hatta doğrudan bir etkisi olabilecek mi? Bu soru işaretlerinin yanıtlarını kısa bir zaman içerisinde öğrenmeye başlayacağız.
Öte yandan, madenin ÇED raporunun iptali kararının Danıştayca kaldırıldığı kasım 2017’de davanın hukukçuları “Efemçukuru artık hukuk zemininden çıktı” açıklaması yapmıştı. O açıklamada; “Yargıya saygı duymak istiyoruz ama bu dava için bunu yapamıyoruz. Bundan sonra hukuk düzleminden çıkarak hareket etmek zorundayız” diye çok iddialı sözler söylenmişti.
Gelinen noktada “Hukuk zemininden çıktı” denilen Efemçukuru’da hâlâ hukuktan umut beklemek dışında bir başka mücadele yolu-algısı da ne yazık ki geliştirilebilmiş değil.
SİSYPHOS’A ÖYKÜNÜRKEN SUYUMUZ ELDEN GİDİYOR
 Efemçukuru hukuk mücadelesindeki bu kısır döngüyü, tanrılar tarafından her seferinde yeniden aşağıya düşen koca bir kayayı sonsuza kadar tepenin zirvesine çıkarmakla cezalandırılan Sisyphos’a benzetenlere; “Olsun Sisyphos olmanın onuru bize yeter” yorumları ile karşılık veriliyor. Mitolojik öyküdeki edilgenlik, kaderine razılık bir yana bırakılıp “inat” bir erdem olarak yüceltiliyor. Sisyphos’un zaman diye bir sorunu yoktu oysa!...
“Tanrılara teslim olmam, sonsuza kadar o taşı o tepeye çıkarır, tekrar düşürüldüğünde tekrar baştan başlarım” diyor. Ne Efemçukuru’nun, ne İzmir’in o kadar zamanı var!... Sisyphos’a öykünürken suyumuz elden gidiyor!...
Efemçukuru’da, İzmirlilerin içme suyunun başındaki belada, bir türlü bu konuyu kentin gündemine oturtamayan ekoloji örgütlerini, meslek örgütlerini, belediyeleri, emekten-ekolojiden yana siyasi partileri eleştirmek gerekiyor en başta.
Diğer taraftan dün mesele “Hukuk zemininden çıktı, başka bir yol bulmalıyız” diyen, ancak geçen süre içerisinde bunun tam tersi bir şekilde hep hukuku, davaları, keşifleri işaret ederek fiili mücadeleye dair tek bir yol bile önermeyenler de buradaki tarihsel sorumluluğu yüklenmek durumundalar.
Yaşam alanlarını korumaya çalışanlar için Sisyphosluk bir marifet olmamalı!...
O taşı sonsuza kadar o tepeye çıkarıp durmak yerine, bu cezayı reddedip, o taşı da egemenlerin kafasına fırlatacak bir yola girebiliriz!...
Çünkü Sisyphos kadar yalnız değiliz!
Başarabiliriz!..

6 Mart 2019 Çarşamba

Aydın'ın en büyük hastanesinin yanı başına jeotermal santrali


06 Mart 2019 14:22

Aydın Kalfaköy'de ADÜ hastanesine 300 metre mesafede kurulmak istenen jeotermal enerji santraline tepkiler sürüyor.

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Aydın'ın en büyük hastanesinin yanı başına jeotermal santrali

Özer AKDEMİR
Son yıllarda Aydın çevresinde sayıları hızla artan jeotermal enerji santralleri (JES) artık kentin en büyük hastanesinin dibine kadar geldi. Aydın Adnan Menderes Üniversite Hastanesine (ADÜ) 200-300 metre uzaklıkta yapımı devam eden JES “bu kadarına da pes” dedirtti.
HASTANE KAMPÜSÜNE  200 METRE!
Aydın kent merkezine birkaç kilometre uzaklıktaki Kalfaköy'de yapımı hızla devam eden JES santral ve kuyularının tamamı birinci sınıf tarım arazileri üzerine kuruluyor. Zeytinlikler, incir ve meyve bahçelerine açılan kuyuların olduğu arazilerdeki tüm ağaçlar kesilerek alana beton dökülmüş. Şu an birbirine yakın üç farklı alanda 7 kadar kuyu açıldığını söylüyor köylüler. Bu kuyulardan ikisinin açıldığı yer ise ADÜ hastanesine çok yakın. Hastane ile JES tesisi yapılacak yer arasında sadece Zindan Deresi denilen bir vadi var. JES tesisleri ile hastane arasında kuş uçumu 200-300 metre kadar bir mesafe olacak.
JES ZEYTİNLİKLE KAPI KOMŞU
JES tesisi, bölgede Vakıflar Genel Müdürlüğünden kiraladığı 15 dönümlük araziye 240 kadar zeytin fidanı diken Kalfaköylü Metin Gökbel'e kapı komşu. Tel örgü ile çevrelenmiş JES tesislerinin etrafı incir ve zeytin bahçeleri ile dolu. JES tesisinin güney tarafında yer alan vadi ise kum ocağı şirketi tarafından her geçen gün oyuluyor. Bölgede ilk kuyuların iki yıl önce açıldığını söyleyen Gökbel, “Geçen sene de bir tane daha açıldı. Bu yıl önleyemezsek eğer bir kuyu daha açılacak. Bu bölge hep incir bahçesi ve zeytinlikti. Yediler yavaş yavaş. Hastaneye uzaklığı 300 metre ancak vardır.”
 
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
KÖYÜMÜZÜN KAÇACAK YERİ KALMADI
Üniversite hastanesinin olduğu yerin de daha önceleri köylerine ait olduğunu ifade eden Gökbel, “Orada da zeytin; incir vardı hep. Köyün kaçacak yeri kalmadı. Bir kısmını üniversite aldı, bir kısmını jeotermalciler. Köyün arkası dağ, yan tarafı çamlık. Bu köylü nereye gidecek bilemiyorum. Geleceğimizi, her şeyimizi kuyular aldı elimizden. Zeytinlerimiz de yavaş yavaş kurumaya başladı. Köyde 65-70 hane var şu an. Ama evlenenler şehre kaçıyor” diye konuştu. Gökbel, JES sondaj kuyularının açılması sırasında çıkan akışkanın gizli bir boru hattı ile Zindan deresine döküldüğünü belirterek borunun yerini gösterdi. Çalılıklar arasına gizlenen borunun JES sondaj kuyuları için yapılan havuza uzandığı dikkat çekti.
ÜNİVERSİTE HASTANESİ NEDEN İTİRAZ ETMİYOR?
JES kuyuların olduğu bölgede konuştuğumuz Aydın Çevre ve Kültür Platformu (AYÇEP) Sekreteri Gönül Hastaoğlu, JES tesislerinin hastaneye yakınlığına dikkat çekerek, “Hastaneye tedavi olmaya gelip, uzun süre kalan hasta bir de JES gazlarından etkilenecek. Üniversitenin de buna karşı bir itirazını duymadık. Burada bu şekilde bir JES'in kurulmasına izin de vermiş oluyorlar itiraz etmedikleri için. Valilik ADÜ'deki hocalardan JES komisyonu oluşturdu rapor hazırlamaları için. Biz o raporu da görmedik” dedi.

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
HENÜZ ÇED BİLE ONAYLANMADI AMA...
Bölgenin her türlü meyve ve sebzenin yetiştiği bir tarım arazisi olduğunu söyleyen Hastaoğlu, “Buranın henüz ÇED toplantısı dahi yapılmadı. Ama buna rağmen çalışmalara devam ediyorlar. Kızılcaköy'de de aynısını yapmaya kalktılar, köylü tepki gösterince çalışmalar durdu. Kalfaköy'de çok büyük bir alanda çalışma yapılmış, ağaçlar sökülüp götürülmüş, dere toprakla doldurulmuş. Bu suç aslında” diye konuştu.
“DOĞAYI NEREYE KADAR TALAN EDECEĞİZ”
JES kuyularının bulunduğu tepenin altında da kum ocağının olduğunu aktaran Hastaoğlu, “O ayrı bir facia. Tepeler yok olmuş. Nereye kadar bu doğayı talan edeceğiz? Çocuklarımıza, torunlarımıza ne bırakacağız? Şu anki bütün yeraltı yerüstü zenginliklerimizi, talan edercesine birilerinin para kazanması için veriyoruz. Bizim çocuklarımız ne yiyecekler bunlar bittiği zaman. Yetkilerden biraz insaf, halktan da bu konuya duyarlı olmalarını ve yaşam alanlarını koruma mücadelemize katılmalarını istiyoruz” dedi.
Aydın'da hastaneye 300 metre uzaklıkta JES açılıyor!

Aydın'da jeotermal çılgınlığı hastane kapısına dayandı!


5 Mart 2019 Salı

Çaldağı maden projesi için verilen ÇED kararı AYM’ye taşındı


 05 Mart 2019 14:32

Manisa Turgutlu Çaldağı’nda açılmak istenen nikel madeni projesi ile ilgili yerel mahkemenin verdiği ÇED kararı Anayasa Mahkemesi’ne taşındı.
 Ã‡aldağı maden projesi için verilen ÇED kararı AYM’ye taşındı
Manisa Turgutlu’ya bağlı Çaldağı’nda uygulanmak istenen nikel madencilik projesi ile ilgili davada yerel mahkemenin verdiği ÇED kararı Anayasa Mahkemesi’ne gönderildi. Turgutlu Çevre Platformu (TURÇEP)  tarafından yapılan açıklamada, ayrıca önümüzdeki günlerde sivil toplum örgütleri tarafından Çaldağı madencilik projesinin iptal edilmesi ve madenin kapatılması için imza kampanyasına da başlanacak.
Bilirkişi raporuna göre madenin ÇED raporunu iptal etmesi gerekirken, ÇED raporu hakkında dava açılmasını reddeden yerel mahkeme kararı, geçtiğimiz hafta içinde Anayasa Mahkemesi’ne taşındı. Yerel mahkemenin verdiği kararı bozularak, bilirkişi keşif raporunun göz önüne alınması talebiyle Anayasa Mahkemesi’ne yapılan dava başvurusunda, ayrıca yine bilirkişi raporu doğrultusunda madencilik projesinin iptali ve madenin kapatılması da talep edildi.
 
Konu hakkında basına bilgi veren TURÇEP, ayrıca Çaldağı madencilik projesinin iptal edilmesi ve madenin kapatılması için sivil toplum örgütlerince önümüzdeki günlerde imza kampanyasına da başlanacağını bildirdi. “Vatandaşlarımız kesinlikle bu madene kanmasınlar, inanmasınlar. Çünkü hukuk mücadelesi halen sürüyor ve sürecek. Bu madencilik projesi iptal edilinceye kadar mücadelemiz her alanda devam edecek” denilen TURÇEP açıklaması şöyle devam etti:
“Madene karşı topraklarımızı koruma mücadelemiz 10 yılı aşkın zamandır sürüyor ve bu madencilik projesi iptal edilip maden kapatılıncaya kadar da devam edecek. Böyle bir madenciliğe dünyanın başka ülkelerinde izin verilmiyor.”
TURÇEP açıklamasında ayrıca ilerleyen günlerde ilçedeki sivil toplum kuruluşları tarafından Çaldağı’ndaki madencilik projesinin iptal edilmesi ve madenin kapatılması için imza kampanyasına başlanılacağı da duyuruldu. (Manisa/EVRENSEL)
https://www.evrensel.net/haber/375016/caldagi-maden-projesi-icin-verilen-ced-karari-aymye-tasindi

3 Mart 2019 Pazar

Büyülü gölün kaptanı (Pazar yazısı)


03 Mart 2019 04:20


 Ã–zer AKDEMÄ°R
Özer AKDEMİR
İçinde on kadar yolcu olan tekne Van Gölü’nün turkuaza çalan suları üzerinde yol almaya başladığında yolculardan birisi dümenin başındaki kaptanın yanına gitti. Serince bir sonbahar sabahıydı. Tekne gürültücü motorunun yardımıyla Akdamar Adası’na doğru gölün üzerinden kayıyordu. Yolcu kaptana Van Gölü canavarını görüp görmediğini sordu.
Kim bilir yüzlerce kez kendisine bu sorular sorulmuş olan kaptan, gözlerinin içine baktı yolcunun. Acaba işin dalgasında mıydı, yoksa gölde bir canavar olduğuna gerçekten inanan biri miydi?
İşin dalgasında olanları hemen gözlerinden anlardı kaptan. Bıyık altından gülerler, “He gördüm” yanıtıyla sırıtışları daha bir belirginleşirdi. “Anlatsana nasıl gördün?” sorusunun ardından “Ne dersen de, inanmam” bakışlarıyla bakarlardı insanın yüzüne.
Böylelerine ifrit olurdu kaptan ama işte “Müşteri hep haklı”ydı sonuçta. Hır gür çıkarmadan, sonraki müşterileri de hesaba katarak “Ben görmedim ama gören arkadaşlar varmış” deyip geçiştirirdi.
 Büyülü gölün kaptanı
“Arkadaşlarınız nasıl görmüş?” türünden ısrarlı sorular gelince rahatsız olduğunu hafifçe karşısındakine hissettirirdi. Yolcunun muzipçe parlayan gözlerine bakarak aynı muziplikte “Camışa benziyormuş” derdi. Karşısındaki gerçekten bir camış değilse anlardı ne demek istendiğini!
Bir de gerçekten canavara inananlar grubu vardı. Onlar da “Yok görmedim” sözlerinden hoşlanmazlardı. İllaki vardı canavar gölde!
Onca kişi görmüştü. Akdamar’ın karşısındaki Gevaş’ın Belediye Başkanı “Dört kez gördüm hem de” diye yemin billah etmişti. “Sırtı tırtıklı, on bir metre boyunda büyük bir yılan bu canavar. İnci kefallerinin ardından gelir bazen kıyıya çok yaklaştığında görülür. Sessiz, utangaç, insanlardan hep uzak duran, zararsız bir hayvan” diye anlatmıştı canavarı. Amerikalılar da yakında belgesel çekmek için gelecekler, koca gölün dibini karış karış görüntüleyip canavarı bulacaklardı.
“Turizm için uyduruluyor” sözlerine ise gülüp geçmişti başkan. “Bizim turizm için canavara ihtiyacımız yok ki. Akdamar Adamız, diğer tarihi kalıntılarımız, inci kefalimiz zaten yeter turisti buralara çekmeye” derdi. Başkan haklıydı da...
Kaptan, canavara inananlara bir iki küçük tadımlık canavar hikayesi anlatırdı.
“Musa adlı balıkçılık yapan bir arkadaşımızın teknesine saldırmıştı geçtiğimiz yıllarda. Akdamar iskelesinden ayrıldıktan hemen sonra seyir halindeki tekneye yandan vurup yatırmış. Başını teknenin önüne koyunca korkudan dümeni bırakıp ‘Canavar var’ diye bağırmış arkadaş. Dediğine göre canavarın burun deliklerine bir insan gövdesi sığabilirmiş”.
 
Kaptan anlattıkça yolcunun göz bebekleri büyür, soluk alıp vermesi hızlanır, sesi korkudan ve bu korkunun verdiği hazdan titrerdi. Kaptan, karşısındakinin hikayeden etkilenme durumuna göre kendisinin de içinde olduğu başka bir öyküye geçerdi. “Ben pek anlatmam bunu, inanmayanlar olunca sinirleniyorum ama size anlatacağım” der, amcasının oğlu Osman’la gölde giderken teknesini gölün ortasında 5-6 dakika tutup kıpırdamasına olanak vermeyen, sonra ardında kalın köpükler bırakarak siyah testere sırtını bir an için yukarı çıkarıp hızla uzaklaşan canavarla karşılaştığı anları, sanki biraz önce yaşamış gibi bir heyecanla anlatırdı.
Canavar öyküleri arasında, teknesindeki yolcuların gölün rengi sürekli değişen büyülü sularında bir karartı aramalarına, sırtı tırtıklı, başı boynuzlu dev gibi bir yılan gövdesinin tekneyi bir anda dolaması ihtimali karşısındaki korkularına, uzağından geçtikleri küçük kayalığı işaret ederek “canavar, canavar!” diye çığlık çığlığa bağırmalarına alışmıştı kaptan. Bunlardan artık sonsuz bir keyif alıyordu.

Kırk yıldır bu büyülü gölde, kırmızı kuşaklı teknesinde balık tutuyordu kaptan. Akdamar Adası’na yolcu taşıyordu. Adadaki Ermeni kilisesinin taş oymalarında gizlenen kederli öyküleri, suların arasından her an boynuzlu kafasını uzatıp kırmızı gözlerinden ateş saçacak canavar efsaneleri ile harmanlayıp, sabırla anlatıyordu yolcularına.
Yakamozlanan sulardaki ay ışığıydı günleri, geceleri. Durgunca, yorgunca akıyordu zaman. ‘Yaşamak ağrısı’ dediği içindeki fırtınalar ömrünün sarp kayalıklarını aşındırsa da şikayet etmezdi hiç kimseye. Gözünü açmış gölü görmüş, daha ötesini düşlememişti bile. Göl bütün dünyasıydı onun. O, kırmızı kuşaklı teknesinin, sodalı sularda neşeyle dolaşan inci kefallerin, nazlı mı nazlı, bazen öfkeli bazen utangaç göl canavarının ve bu büyülü gölün kaptanıydı.

https://www.evrensel.net/yazi/83460/buyulu-golun-kaptani

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...