28 Mayıs 2013 Salı

İzmir’in suyu zehir akacak




  Özer Akdemir
  İzmir’e su sağlayacak olan Gördes Barajı nikel madeninin koruma havzasında. İZSU önce haberim yok diyordu, şimdi ise haberinin olduğu ortaya çıktı. Maden işletilmeye, barajdan da İzmir’e su verilmeye devam ediliyor. Peki madenden çıkan ağır metaller suya karışırsa İZSU ne yapacak?
Gördes’te kurulacak nikel madeninin, İzmir’e 2025 yılına kadar su sağlayacağı söylenen Gördes Barajı’nın koruma havzasında kaldığı artık kesinlik kazandı. Daha önceleri madenin baraj havzasında kalıp kalmadığını ‘bilmediğini’ ileri sürerek, “cahillikler kitabına” giren İzmir’in su işlerinden sorumlu belediye birimi İZSU, nihayet madenin barajın koruma havzasında kaldığını kabul etti! Buna karşın Türkiye’nin üçüncü büyük ilinin içme suyu havzasında işletilen nikel madenine karşı açılan davaya müdahil olma çağrılarına olumsuz yanıt veren İZSU, bu davadan ‘hukuki bir yarar’ gelmeyeceği görüşünde! “Cehennem kazanı” adı verilen Gördes’teki nikel madeninde sülfürik asit liçi yapacak kazan ise saatte 1 kilometre hızla maden işletmelerine doğru gidişine devam ediyor.
İZSU’NUN GÖRÜŞÜ BİLE ALINMAMIŞ!
Gördes’te nikel madeninin gündeme gelmesi sürecinden günümüze kadar yaşanan skandallar aslında bir değil bin değil. Madene ÇED izni alınırken su havzaları kontrol yönetmeliği gereği İZSU’dan alınması gereken görüşün hiç alınmadığı dava sürecinde ortaya çıkan gerçeklerden birisi. Gördes Barajı’nın 2008 yılında inşaatına başlanması ile bu bölge su havzası niteliğine bürünmüş, tüm havzanın denetim ve koruma sorumluluğu da İZSU’nun olmuştu. Buna rağmen 2010 yılında nikel madeni için alınan nihai ÇED raporunda, nedense kimsenin aklına bu havzadan sorumlu olan İZSU’dan uygun görüş almak gelmemiş! Nihayetinde su havzasındaki maden için “ÇED uygun” kararı İZSU’dan görüş alınmadan verilmiş! Bu skandalı Çevre Bakanlığı da İZSU’da kabul ediyor artık.
 
İZSU KAÇAMAZ!
Öte yandan nikel madeninin havzasında kurulmak üzere projelendirilen ve 2012 yılında ÇED olumlu belgesi alan Çağlayan Barajı ile ilgili de İZSU kaçak oynuyor. Madenin kimyasal zenginleştirme tesisi ve açık ocakları bu barajın su havzasında kalmasına rağmen, İZSU burası için de “Henüz yatırım programına alınmadı” gibi muğlak ifadeler kullanıyor! Oysa baraj DSİ 2. Bölge Müdürlüğünün 2013 tarihinde projeleri arasında görülmekte. Çağlayan  Barajı daha planlama aşamasında olmasına rağmen, aynı bölgedeki Başlamış Barajının ise artık yatırım programına alınmış olması, İZSU’nun istese de sorumluluktan kaçamayacağı anlamına geliyor. Baraj havzası hem İZSU Su Havzaları Yönetmeliği hem de Su kirliliği Kontrol Yönetmeliği hükümlerine göre kurumun yetki ve sorumluğunda.
GARİP BİR İŞGÜZARLIK
Manisa Cevre Müdürlüğünün 2020 yılında devreye alınacak olan Başlamış Barajı için uygun görüş sorduğu İZSU önce ‘hayır’ demesine rağmen, birden fikir değiştirip “Biz yetkili değiliz siz isterseniz DSİ ile yazışın” diyor. Üstelik kendisine bu konuyla ilgili hiçbir başvuru olmamasına rağmen böylesi bir ‘işgüzarlık’ yapıyor.  Gördes’li yurttaşlar adına madene karşı dava açan Avukat İbrahim Büke, “Şimdi takke düştü kel göründü. Artık İZSU da, Çevre Bakanlığı da bu madenin biri biten (Gördes Barajı) biri başlayan (Çağlayan Barajı) ve ikisi de planlanan (Başlamış ve Düvertepe Barajlarının) bu dört barajın ortasındaki madene bilerek ve isteyerek izin verdiklerini itiraf ettiler. Halen yürürlükte olan Su Havzaları Yönetmeliğine göre İZSU bu dört baraj havzasında tam yetkili ve sorumludur. Yönetmeliği gereği ve uygulamak istedikleri bakanlığın Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliğine göre de bu madene izin veremez” diyor.
İzmir’in suyu Ahmet Telli’nin şiirindeki gibi küsüp öldürecek bir gün kendini: Çürüyecek. Su çürürse yaşam biter. Suyu koruması gereken İZSU’da “Adından gayrısını bilmiyor” zaten!..

İZSU DAVAYA MÜDAHİL OLMUYOR
İZSU’nun madene karşı dava açanlara ve mahkemeye gönderdiği iki ayrı yazıdaki görüş farkı da dikkat çekici nitelikte. Gördesli Ahmet Büke tarafından bilgi edinme yasası kapsamında istenilen maden ve barajla ilgili soruya yanıtta İZSU “ÇED raporunu inceleyeceğiz gerekirse müdahil oluruz, hatta biz de ayrı dava açabiliriz” derken, mahkemeye gönderdiği aynı konuyla ilgili yazıda ise  davaya müdahillikte “Hukuki menfaatimiz yoktur” diyor! Avukat İbrahim Büke, bu davada hukuki menfaatin olup olmadığının ancak ÇED’in iptal olup olmaması halinde belli olabileceğini belirterek, “Belki de mahkeme yaptırdığı bilirkişi incelemesi sonucunda ÇED’i iptal edecek. Gerekçeli kararda “İzmir halkının su güvenliği açısından ÇED’in iptali gerekir derse İZSU’nun bu davadan dolayı hiç mi yüzü kızarmayacak?” diyor.

BASMANE ÇUKURUYLA İLGİLİ Mİ?
İzmir halkının temiz ve sağlıklı suya ulaşma hakkından sorumlu olan İZSU’nun, gerek kentin dibindeki Efemçukuru altın, gerekse Gördes’teki nikel madenleri konusundaki pasif tutumuna bir anlam verilemiyor. Kent için “yaşamsal önemde” denilen Çamlı Barajının o bölgede altın madeni işletilebilmesi için AKP hükümeti tarafından rafa kaldırılmasına direnemeyen İzmir Büyükşehir Belediyesi, şimdi de kentin içme suyunun 60 milyon metre küplük kısmının karşılayacağı söylenen Gördes Barajı’nın havzasında nikel madeni işletilmesine karşı üç maymunu oynuyor. Zorlu Grubuna ait olan madene İzmir’in göbeğinde, Basmane’de bulunan aynı gruba ait DTM çukuru ile ilgili anlaşma nedeniyle Büyükşehir’ce ses çıkarılmadığı söylentileri dolaşıyor ortalıkta. Olan İzmirlinin suyuna, Gördeslinin toprağına, havasına oluyor. (İzmir/EVRENSEL)

Karaburun hunharca katlediliyor!..



Fotoğraf: Karaburun hunharca katlediliyor!..

Özer AKDEMİR

Karaburun Belediyesi ve kent konseyi birkaç gündür Ankara bakanlıklardan gelen yetkililere yarımadayı gezdiriyorlar. Nergis bahçelerini, dibindeki çakıl taşlarını ayna gibi gösteren  koyları, fok balığı mağarasını, sarı poşulu çobanlarca güdülen keçilerin dolaştığı yaylakları…

Ankara’dan gelen yetkililerin İzmir’e 100 kilometre uzaklıkta böylesi bakir kalabilmiş bir doğa karşısından şaşkınlıklarını gizleyemediklerini söylüyor Karaburunlular. Son 5 yılda yoğunlaşan sermaye saldırılarına rağmen Karaburun’un Ankara’dan gelenlerce hala ‘bakir’ görülebilmesi pek hayra yorulmuyor!.. 

KENDİMİZİ KULLANDIRMAYALIM DEDİK

Karaburun Belediye Başkanı H. Serdar Yasa masasının üzerine serdiği haritalarda birkaç ay önce tamamlayıp Ankara’ya gönderdiği planları anlatıyor. Yarımadanın denizlerini bölgelere ayırarak balık çiftliklerine parselleyen 2008 yılı planlarındaki yanlışlıkların bu yeni planla giderildiğini söylüyor başkan. Hazırladıkları planda balıkların özgürce çoğalabilecekleri yumurtlama ve gelişme alanları,  mutlak korunması gereken bölgeler gibi birçok ayrıntıyı gerekçeleriyle birlikte bakanlıklara göndermişler. “Buraları balık çiftlikleri değil korunması gereken alanlar olmalı dedik kendilerine. Biz Karaburun’da eko turizmi nasıl geliştiririz diye düşünürken bir anda bakir görülen alanlarda gerek rüzgar potansiyelini değerlendirme adı altında, gerek dağlık bölgelerdeki geniş arazilerin zeytin alanı olarak çevrilmesi ve balık çiftlikleri furyası hızla devam ediyor”. Yasa, balık çiftlikleri ile ilgili ÇED süreçlerinin de şirketler lehine değiştirildiğine vurgu yapıyor. Eskiden 50-90 gibi tonajların ÇED gerekli değildir kapsamında derlendirilirken şimdi bunların 1000 tona kadar çıkarıldığını aktararak, “Yaklaşık 50 civarında şirket var ve sürekli kapasite arttırılıyor. ÇED toplantılarına ilk başlarda gidip itirazlarımızı söylüyorduk. Buna rağmen Ankara’dan hep ÇED olumlu belgeleri gelince biz de artık kendimizi kullandırmayalım dedik. ÇED toplantılarına katılmıyoruz” diyor. 

YAZLIKLARDAN KAÇIŞ BAŞLADI

Küçükbahçe Köyü Muhtarı Mehmet Kayalı Karaburun’un nadir kumsallarından birisine sahip olmalarına rağmen yazlıkların artık satışa çıkarıldığını söylüyor. Kumsalın hemen üzerindeki tepelere yapılan onlarca yazlıktan kaçışın başlamasının nedenini balık çiftliklerine bağlıyor Kayalı. “Geçen yıl balık pulları ve yemlerin yarattığı kirlilik nedeniyle denize girilemedi. Balık çiftlikleri şimdide SİT koruması altındaki Eğri Liman’a iskele yapmaya çalışıyorlar. Buraya geçtiğimiz yıllara kadar hergün üç beş yat gelirken bugün balık çiftliklerini görenler dümen kırıyorlar” diyor. Muhtar Kayalı 7 yıldır muhtar olmasına rağmen defalarca randevu istedikleri balık çiftliklerinin patronlarından birisine bile ulaşamadıklarını da sözlerine ekliyor. 

Küçükbahçe Köylüsü Mehmet Özacar balık çiftliklerinin Karaburun’un en önemli zenginliklerinden dalyan balıkçılığını da bitme noktasına getirdiğine dikkat çekiyor. Parlak köyü Muhtarı Kenan Özaydın ise kendilerinin her fırsatta önlerine çıkarılan Sit korumasının balık çiftliklerine işlemediğini söylüyor. Köylüye yaşam alanı kalmadığını, karada RES’ler ve gıda tekelleri, denizlerde balık çiftlikleri tarafından kuşatıldıklarını aktarıyor. 

NEFES ALAMIYORUZ, BOĞULDUK!

Karaburun Kent Konseyi Başkanı İpar Buğra Dilli  nadir tarım alanları arasında olan Küçükbahçeye 11 bin 200 metrekarelik bir genişlikte balık çiftliği kurulması girişimine karşı protestoların yanı sıra bu durumun yanlışlığını uzun uzun anlatan raporlarları bakanlıklara ilettiklerini belirterek, “Aradan üç ay geçtikten sonra aynı bölgenin yanına yeni bir 11 bin 200 metrekarelik balık çiftliği kurulmaya başlandı. O bölgedeki insanlar artık ‘boğulduk, nefes alamıyoruz bizi Yunan adalarına gönderin’ diyorlar. Karaburun çok hızla ve hunharca katlediliyor…”

Karaburun Kent Konseyinde Emin Yazar Karaburun’un korunmasına dönük yöre halkı ile birlikte mücadele etmeye çalıştıklarını ve her şeye rağmen umutlu oldukların söylüyor. 

(İzmir/EVRENSEL)
http://evrensel.net/news.php?id=57636
Özer AKDEMİR

Karaburun Belediyesi ve kent konseyi birkaç gündür Ankara bakanlıklardan gelen yetkililere yarımadayı gezdiriyorlar. Nergis bahçelerini, dibindeki çakıl taşlarını ayna gibi gösteren koyları, fok balığı mağarasını, sarı poşulu çobanlarca güdülen keçilerin dolaştığı yaylakları…

Ankara’dan gelen yetkililerin İzmir’e 100 kilometre uzaklıkta böylesi bakir kalabilmiş bir doğa karşısından şaşkınlıklarını gizleyemediklerini söylüyor Karaburunlular. Son 5 yılda yoğunlaşan sermaye saldırılarına rağmen Karaburun’un Ankara’dan gelenlerce hala ‘bakir’ görülebilmesi pek hayra yorulmuyor!..

KENDİMİZİ KULLANDIRMAYALIM DEDİK

Karaburun Belediye Başkanı H. Serdar Yasa masasının üzerine serdiği haritalarda birkaç ay önce tamamlayıp Ankara’ya gönderdiği planları anlatıyor. Yarımadanın denizlerini bölgelere ayırarak balık çiftliklerine parselleyen 2008 yılı planlarındaki yanlışlıkların bu yeni planla giderildiğini söylüyor başkan. Hazırladıkları planda balıkların özgürce çoğalabilecekleri yumurtlama ve gelişme alanları, mutlak korunması gereken bölgeler gibi birçok ayrıntıyı gerekçeleriyle birlikte bakanlıklara göndermişler. “Buraları balık çiftlikleri değil korunması gereken alanlar olmalı dedik kendilerine. Biz Karaburun’da eko turizmi nasıl geliştiririz diye düşünürken bir anda bakir görülen alanlarda gerek rüzgar potansiyelini değerlendirme adı altında, gerek dağlık bölgelerdeki geniş arazilerin zeytin alanı olarak çevrilmesi ve balık çiftlikleri furyası hızla devam ediyor”. Yasa, balık çiftlikleri ile ilgili ÇED süreçlerinin de şirketler lehine değiştirildiğine vurgu yapıyor. Eskiden 50-90 gibi tonajların ÇED gerekli değildir kapsamında derlendirilirken şimdi bunların 1000 tona kadar çıkarıldığını aktararak, “Yaklaşık 50 civarında şirket var ve sürekli kapasite arttırılıyor. ÇED toplantılarına ilk başlarda gidip itirazlarımızı söylüyorduk. Buna rağmen Ankara’dan hep ÇED olumlu belgeleri gelince biz de artık kendimizi kullandırmayalım dedik. ÇED toplantılarına katılmıyoruz” diyor.

YAZLIKLARDAN KAÇIŞ BAŞLADI

Küçükbahçe Köyü Muhtarı Mehmet Kayalı Karaburun’un nadir kumsallarından birisine sahip olmalarına rağmen yazlıkların artık satışa çıkarıldığını söylüyor. Kumsalın hemen üzerindeki tepelere yapılan onlarca yazlıktan kaçışın başlamasının nedenini balık çiftliklerine bağlıyor Kayalı. “Geçen yıl balık pulları ve yemlerin yarattığı kirlilik nedeniyle denize girilemedi. Balık çiftlikleri şimdide SİT koruması altındaki Eğri Liman’a iskele yapmaya çalışıyorlar. Buraya geçtiğimiz yıllara kadar hergün üç beş yat gelirken bugün balık çiftliklerini görenler dümen kırıyorlar” diyor. Muhtar Kayalı 7 yıldır muhtar olmasına rağmen defalarca randevu istedikleri balık çiftliklerinin patronlarından birisine bile ulaşamadıklarını da sözlerine ekliyor.

Küçükbahçe Köylüsü Mehmet Özacar balık çiftliklerinin Karaburun’un en önemli zenginliklerinden dalyan balıkçılığını da bitme noktasına getirdiğine dikkat çekiyor. Parlak köyü Muhtarı Kenan Özaydın ise kendilerinin her fırsatta önlerine çıkarılan Sit korumasının balık çiftliklerine işlemediğini söylüyor. Köylüye yaşam alanı kalmadığını, karada RES’ler ve gıda tekelleri, denizlerde balık çiftlikleri tarafından kuşatıldıklarını aktarıyor.

NEFES ALAMIYORUZ, BOĞULDUK!

Karaburun Kent Konseyi Başkanı İpar Buğra Dilli nadir tarım alanları arasında olan Küçükbahçeye 11 bin 200 metrekarelik bir genişlikte balık çiftliği kurulması girişimine karşı protestoların yanı sıra bu durumun yanlışlığını uzun uzun anlatan raporlarları bakanlıklara ilettiklerini belirterek, “Aradan üç ay geçtikten sonra aynı bölgenin yanına yeni bir 11 bin 200 metrekarelik balık çiftliği kurulmaya başlandı. O bölgedeki insanlar artık ‘boğulduk, nefes alamıyoruz bizi Yunan adalarına gönderin’ diyorlar. Karaburun çok hızla ve hunharca katlediliyor…”

Karaburun Kent Konseyinde Emin Yazar Karaburun’un korunmasına dönük yöre halkı ile birlikte mücadele etmeye çalıştıklarını ve her şeye rağmen umutlu oldukların söylüyor.

(İzmir/EVRENSEL)

21 Mayıs 2013 Salı

ÇEPEÇEVRE YAŞAM - KARABURUN BALIK ÇİFTLİKLERİ (Prog. tanıtım)



Karaburun'un mavi sularında pıtrak gibi balık çiftlikleri kuruluyor. 'Rüzgarlı Mimas' zor günlerden geçiyor...

Çepeçevre Yaşam Karaburun da her geçen gün çoğalan balık çiftliklerinin denizlere ve yörede yaşayanlara etkilerini ekranlarınıza taşıyor.

Özer AKDEMİR'in sunumuyla 21 Mayıs Salı Saat: 20.0'de HAYAT Televizyonu'nda.


http://www.youtube.com/watch?v=i8odoapFezg&feature=youtu.be
ÇEPEÇEVRE YAŞAM - 21 MAYIS 2013
(PROGRAMININ TAMAMI)

Kazdağlarının nabzına da el attılar!



Özer AKDEMİR

Onlarca altın madeni işletmesi tarafından delik deşik edilen, termik santrallerce kuşatılan Kazdağlarının şimdi de zirvesine rüzgar santralleri (RES) kuruluyor. Kayın Ormanlarının, endemik tür Kazdağı Köknarının yayılış alanı olan bölge aynı zamanda gen koruma alanı ve yabani hayvan barınağı.

ZİRVEYE RÜZGAR SANTRALİ

“Kazdağlarının nabız atışının hissedildiği yer” olarak da bilinen Dalak Suyu’na 3 kilometre uzaklıkta rüzgar ölçüm istasyonu kuruldu. Kazdağlarının ana kütlesindeki zirvede, Kirse mevkiinde kurulan ölçüm istasyonu kayın ormanlarının bulunduğu alanda yer alıyor. Endemik bitki türü olan Kazdağı köknarının yayılış alanı da olan bölge aynı zamanda “Gen Koruma bölgesi” içerisinde. Bölge yabani hayvanların barınağı olma özelliğini de taşıyor.

Ölçüm istasyonu daha önce Kaklım Eybek Dağı’nda da rüzgar ölçüm istasyonu kuran İltek İletişim Teknolojileri A.Ş. adlı firma tarafından kuruldu. Firmanın internet sitesi ise sadece iletişim bilgilerinden oluşuyor.

SUYUN CANI VAR!
Ülkemizin birçok yerinde “karpuz çatlatan” diye tarif edilen soğuklukta sular vardır. Munzur’daki Gözeler bunların en bilinenlerindendir. Kazdağlarındaki Dalak Suyu ise sadece ‘karpuz çatlatan’ soğukluğundan başka özelliklere de sahip bir su. Dağın zirvesinde, 1400 metre yükseklikteki Dalak Suyu aşağıdaki derelerin de kaynağı olarak biliniyor. Dalak Suyu’nun en önemli özelliğinin ise çevresindeki seslere ve hareketlere tepki göstermesi olduğunu söylüyor yöre halkı. Suyun yanında bağırdığınızda, el çırptığınızda ya da zıpladığınızda kaynayıp, fokurdadığı inancı yaygın. Kabarcıklar çıkararak kaynayan suya bu nedenle ‘bu suyun canı var” da deniyor. Dalak suyunun “Kaz Dağları'nın nabız atışının hissedildiği yer” olarak bilinmesinin nedeninin de bu olduğu düşünülüyor. Mitoloji de Bin Pınarlı İda olarak bilinen Kazdağlarının zirvesindeki Dalak Suyunun içerisinde elinizi 30 saniyeden fazla tutamıyorsunuz. Yöre halkı “Kaz Dağlarının ruhları varsa bir tanesi de bu sudur” diyorlar. Gerek altın madenleri gerekse son dönemde girişimlerini yoğunlaştıran RES firmalarının Kazdağlarının nabzının attığı Dalak suyunu da yok edeceği endişesi her geçen gün büyüyor.

(Çanakkale/EVRENSEL)
www.evrensel.net/news.php?id=57080

İliç dedikleri bir küçük şehir



 Özer AKDEMİR

Başı karlı Munzur’un ürperten serinliğini yavaş yavaş ısıtan bir Mart sabahı. Güneşin ilk ışıkları ilçeye yayılırken gezdiğimiz İliç, günün bu saatinde bile kalabalık sayılır. 3000 kadar nüfusu olan ilçenin ortasından geçen caddede son model arazi araçları ve midibüsler, sırtlarında fosfor yeşili yelekler, kafalarında baretler bulunan maden ve baraj işçilerini taşıyor. Gececi işçiler yorgun, tıraşları uzamış evlerine dönerken, en az onlar kadar yorgun görünen gündüz vardiyası işçileri ise uykulu gözlerle boşalan servislere biniyor. Midibüsler caddeyi toz toprak içinde bırakarak ‘mecburiyet caddesi’nden ilçenin hemen yanı başındaki maden ve baraj inşaatlarına doğru gidiyorlar. İliç’te, belki de dünyanın hiçbir yerinde görülemeyecek bir şekilde, eğimli bir tepenin ortasındaki siyanürlü altın madeni ve hemen ovanın başlangıcındaki baraj inşaatı yan yana sıralanmış! Tepeden bakıldığında iki işletmenin tesisleri iç içe geçmiş gibi…

İLİÇ’TE BİR ÇEŞME VAR

Tehcir politikası öncesi Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı bir yermiş İliç. Tıpkı komşu Kemaliye (Eğin, Ermenice Agn, ‘göz, pınar’ anlamında) gibi. Bu iki komşu ilçenin türküleri bile birbirine karışmış. “Eğin dedikleri bir ufak şehir”, “Munzur dağı silelenmiş karınan” türküleri buralarda yakılmış. Ermenilerin yaşadığı dönemden kalan evlerin bir çoğu tarihi özelliklerini yitirmişler. Hatta bir kilisenin bile dışarıdan belli olmayacak şekilde boyanarak ev yapıldığını söylüyor bize İliçliler. İlçenin tek tük kalmış tarihi dokusundan belki de en önemlisi sayılan Saatli Çeşmenin suyu hala gürül gürül akıyor. İlçeyi gezdiren Av. Serdar Doğan oluğunda bakır bir tas sarkan çeşmenin lezzetli suyundan içmemizi bekledikten sonra, bu sudan içenin nereye giderse gitsin bir gün İliç’e döneceği inancının olduğunu söylüyor, gülerek. Adını öğrenemediği bir ozanın dizelerinden bahsediyor Saatli Çeşme ile ilgili; “İliç’te bir çeşme var/altından su üstünden zaman akar”…

LENİN’İN İLİÇ’TE NE İŞİ VAR?


Çeşmenin hemen yanı başında belediye tarafından düzenlemesi yapılan şirin bir parktan karşıdaki karlı dumanlı Munzur Dağlarına bakarken gülümseten bir öykü daha anlattı Serdar bey. Belediye eski başkanlarından İsmail Eraslan ilçenin adını değiştirmek istemiş. Nedeni oldukça ilginç; Refah Partili Başkan, İliç’in adının Sovyetlerin komünist lideri Vladimir İlyiç Lenin’inkine benzemesinden rahatsız olmuş! Erzincan’ın Refahiye, Kemaliye gibi ilçe isimlerini göstererek İliç’in adının da Hilaliye olarak değiştirmek istemiş. Belediye başkanı bu arzusunu yerine getiremeden, bir zabıta tarafından vurularak öldürülmüş.

YİĞİDİN HASINA DELİ DERLER 

Anadolu’nun birçok yerinde toplumun genel yargılarından farklı düşünene, yaşayanlara farklı adlar takılır. Bazı yerlerde ‘aykırı, aşırı’ denir bu tiplere. Geçtiğimiz yıl gösterilen Entelköy Efeköy’e karşı filminde de böyle bir ‘aşırı’ karakter vardır. Üniversitede okurken ‘siyasi suç’tan cezaevine girmiş, çıkınca da gelip köyünde çobanlık yapan birisidir ‘aşırı’. Köyüne gelen okul arkadaşı bakanı görmeye gitmez, ‘ben ondan büyüğüm, o buraya gelsin’ diye kendi ayağına çağırır. Sonuçta bakan gider onun evine. Yer sofrasında ‘senin okulda kollaman sayesinde buralara kadar geldim’ derken bile ‘aşırı’ sözünü esirgemez; “O zaman da keçi boku gibi hiçbir şeye bulaşmazdın”.

İliç’in de aynı bu filmdeki gibi ‘aşırı’ları var. Yüzlerine karşı demeseler de bıyık altından bir gülümseme ile ama saygılıca ‘aşırı’ değil ‘deli’ diyorlar sadece. Anadolu’da söylenen “Bizde yiğidin hasına deli derler” sözündeki ‘deli’ tanımı gibi. Bunlardan birisi Nusret Temürlenk. Harp okulundan ve daha sonra da İTÜ jeoloji mühendisliği öğretim üyeliğinden siyasi nedenlerle atılmış. O da cezaevinden sonra köyüne dönmüş, hayvancılık yapmaya başlamış. Altın madeni ve baraj inşaatları yaşadığı bölgeye geldiğinde, zaten yıllardır eğitimini aldığı bir olayla karşı karşıya gelmiş. Hem madenin hem barajın tehlikelerini son derece bilimsel verilerle anlatırken, bu iki işletmenin ilk mağdurlarından birisinin de kendisi olduğunu söylüyor; “Dostal köyünde 20 yıldır hayvancılık yapıyorum. Bu baraj ve maden yüzünden 200 hayvanım öldü. Altın madeni küçük tenörlü ama rezervi yüksek göstererek borsadaki kağıtlarının değerini arttırıyorlar. Ayrıca bu baraj nedeniyle birinci sınıf tarım toprağı Kaban’ı dolduracak”…

‘ONUN ADI SESSİZ ÖLÜM’

İliç’in bir diğer ‘deli’si de Ali Bozkuş. Bölgede yıllarca maden ocakları işlettiği için madenciliği iyi biliyor. Bu yüzden siyanürlü altın madenine ilk karşı çıkanlardan birisi. Şimdi madene karşı hem çeşitli davalar açıyor hem de ilçedeki tepkinin yükselmesi için çalışıyor. Arada da şiirlerde yazıyor. İşte o şiirlerden birisi;

Karar senin

siyanürle öleceksin
benim değil karar senin
sessiz sessiz gideceksin
benim değil karar senin

siyanürü bilemezsin
baksan bile göremezsin
genç kardeşim ölemezsin
benim değil karar senin

gel kardeşim etme zulüm
bak şimdiden soldu gülüm
onun adı sessiz ölüm
benim değil karar senin


http://evrensel.net/news.php?id=57029

İlgili haberler

FIRAT SUYU ZEHİR AKACAK, BAKSANA!..
www.facebook.com/photo.php?fbid=559510227416667
Fırat’ın siyanürle imtihanı!
www.facebook.com/photo.php?fbid=561998303834526
Fırat kenarında yiten kuzular!
www.facebook.com/photo.php?fbid=562446043789752

‘Cehennem kazanı’ yola çıktı!



Fotoğraf: ‘Cehennem kazanı’ yola çıktı!

Özer AKDEMİR

Manisa Gördes yakınlarında bulunan nikel madeninde kullanılacak olan 738 ton ağırlığındaki dev kazan önceki gün Aliağa limanından TIR’a yüklendi. Günde 1000 ton sülfirik asit kullanılacak olan maden işletmesinin en önemli parçalarından birisi olan dev kazan, adeta yörenin cehenneme açılan kapısı gibi…

YOLLAR YENİDEN YAPILIYOR

Gördes Tavşanalanı mevkiinde Zorlu Grubu tarafından işletilen Nikel Madeni için Çin’den getirilen dev kazan madene doğru yola çıktı. Karayollarının İzmir’de geçişi için izin vermediği öğrenilen 738 ton ağırlığındaki silindir biçimli dev tank 264 tekerleği bulunan bir TIR’a yüklenerek bir süre Aliağa’da bekletildi. Tankın yaklaşık 167 km’lik mesafedeki madene Bergama-Kınık-Soma-Akhisar güzergahını izleyerek gitmesi kararlaştırılırken, yol boyunca dev tankın geçişi için çeşitli önlemler alındı. Yol üzerinde bulunan köprülerden geçmesi yasaklanan tankın geçişi için 3 üst geçiş sökülecek ayrıca 11 tane köprünün de by-pass edilip yanlarına büz, taş, agrega kullanılarak yeni yollar yapılacak. Bütün bu işlerle birlikte dev tankın sadece taşıma maliyetinin 5 milyon doları bulacağı dile getiriliyor. 

Meta Madencilik Genel Müdürlük Danışmanı Mustafa İnce AA.ya yaptığı açıklamada nikel işletmesinde nikelin liç (konsantre) edilmesi için kullanılacak olan yüksek basınçlı kazanın 33 metre uzunluğunda, 7 metre yüksekliğinde, 8 metre genişliğinde olduğunu söyledi. Dev kazanı taşıyan araç ise Almanya’dan kiralandı. 

YOLCULUĞU İKİ AY SÜRECEK

Aliağa’dan Bergama’ya doğru önceki gün yola çıkarılan dev tank için karayolunun iki şeridi trafiğe kapatılırken, dev tankı görenler ise şaşkınlıklarını gizleyemiyor. Türk bayrağı ve Zorlu Gurubunun adının yazıldığı pankart bulunan dev tank saatte sadece 1 kilometre yol alabilecek. Tankın bu hızla Gördes’e yaklaşık 2 ayda varması bekleniyor. Kilometrede 150 litre yakıt kullandığı söylenen tank taşıyan TIR’a bu nedenle bir akaryakıt tankeri de eşlik ediyor. 

İZMİR’İN İÇME SUYUNA ASİT KARIŞACAK

İzmir'e su sağlayan Gördes Barajı ve ileride su sağlayacak olan Çağlayan, Başlamış ve Düvertepe Barajlarının su toplama havzasında bulunan nikel madeninde günde 1000 ton sülfirik asit kullanılacak. Bilim insanları madende kullanılacak kimyasalların yer altı sularına başta arsenik olmak üzere ağır metal karıştıracağı, bunun da İzmir’in içme suyunu kirleteceği uyarısında bulunuyorlar. Kent için son derece önemli olan bu baraja madenin etkileri konusunda İzmir’in içme suyundan sorumlu belediye kurumu İZSU’nun bilgisinin olmadığı geçtiğimiz haftalarda kurumdan gönderilen bir yazı sonrası ortaya çıkmıştı. İZSU konuyla ilgili  İzmir Kent Konseyine gönderdiği bir yazıda, 2025’e kadar kente yılda 60 milyon ton su sağlayacağı söylenen Gördes Barajı’nın sülfürik asitli nikel madeni alanı içinde olup olmadığını bilmediğini belirtmişti. Kurum bölgede halen proje aşamasında olan Çağlayan, Başlamış ve Düvertepe barajları ile ilgili de “…nikel maden sahasının yaklaşık olarak Çağlayan ve Başlamış Baraj Havzaları sınırları içinde kalabileceği görülmüştür” gibi muğlak ifadelerle konu hakkındaki bilgisizliğini ortaya koymuştu. 

(İzmir/EVRENSEL)
www.evrensel.net/news.php?id=56925
Özer AKDEMİR

Manisa Gördes yakınlarında bulunan nikel madeninde kullanılacak olan 738 ton ağırlığındaki dev kazan önceki gün Aliağa limanından TIR’a yüklendi. Günde 1000 ton sülfirik asit kullanılacak olan maden işletmesinin en önemli parçalarından birisi olan dev kazan, adeta yörenin cehenneme açılan kapısı gibi…

YOLLAR YENİDEN YAPILIYOR

Gördes Tavşanalanı mevkiinde Zorlu Grubu tarafından işletilen Nikel Madeni için Çin’den getirilen dev kazan madene doğru yola çıktı. Karayollarının İzmir’de geçişi için izin vermediği öğrenilen 738 ton ağırlığındaki silindir biçimli dev tank 264 tekerleği bulunan bir TIR’a yüklenerek bir süre Aliağa’da bekletildi. Tankın yaklaşık 167 km’lik mesafedeki madene Bergama-Kınık-Soma-Akhisar güzergahını izleyerek gitmesi kararlaştırılırken, yol boyunca dev tankın geçişi için çeşitli önlemler alındı. Yol üzerinde bulunan köprülerden geçmesi yasaklanan tankın geçişi için 3 üst geçiş sökülecek ayrıca 11 tane köprünün de by-pass edilip yanlarına büz, taş, agrega kullanılarak yeni yollar yapılacak. Bütün bu işlerle birlikte dev tankın sadece taşıma maliyetinin 5 milyon doları bulacağı dile getiriliyor.

Meta Madencilik Genel Müdürlük Danışmanı Mustafa İnce AA.ya yaptığı açıklamada nikel işletmesinde nikelin liç (konsantre) edilmesi için kullanılacak olan yüksek basınçlı kazanın 33 metre uzunluğunda, 7 metre yüksekliğinde, 8 metre genişliğinde olduğunu söyledi. Dev kazanı taşıyan araç ise Almanya’dan kiralandı.

YOLCULUĞU İKİ AY SÜRECEK

Aliağa’dan Bergama’ya doğru önceki gün yola çıkarılan dev tank için karayolunun iki şeridi trafiğe kapatılırken, dev tankı görenler ise şaşkınlıklarını gizleyemiyor. Türk bayrağı ve Zorlu Gurubunun adının yazıldığı pankart bulunan dev tank saatte sadece 1 kilometre yol alabilecek. Tankın bu hızla Gördes’e yaklaşık 2 ayda varması bekleniyor. Kilometrede 150 litre yakıt kullandığı söylenen tank taşıyan TIR’a bu nedenle bir akaryakıt tankeri de eşlik ediyor.

İZMİR’İN İÇME SUYUNA ASİT KARIŞACAK

İzmir'e su sağlayan Gördes Barajı ve ileride su sağlayacak olan Çağlayan, Başlamış ve Düvertepe Barajlarının su toplama havzasında bulunan nikel madeninde günde 1000 ton sülfirik asit kullanılacak. Bilim insanları madende kullanılacak kimyasalların yer altı sularına başta arsenik olmak üzere ağır metal karıştıracağı, bunun da İzmir’in içme suyunu kirleteceği uyarısında bulunuyorlar. Kent için son derece önemli olan bu baraja madenin etkileri konusunda İzmir’in içme suyundan sorumlu belediye kurumu İZSU’nun bilgisinin olmadığı geçtiğimiz haftalarda kurumdan gönderilen bir yazı sonrası ortaya çıkmıştı. İZSU konuyla ilgili İzmir Kent Konseyine gönderdiği bir yazıda, 2025’e kadar kente yılda 60 milyon ton su sağlayacağı söylenen Gördes Barajı’nın sülfürik asitli nikel madeni alanı içinde olup olmadığını bilmediğini belirtmişti. Kurum bölgede halen proje aşamasında olan Çağlayan, Başlamış ve Düvertepe barajları ile ilgili de “…nikel maden sahasının yaklaşık olarak Çağlayan ve Başlamış Baraj Havzaları sınırları içinde kalabileceği görülmüştür” gibi muğlak ifadelerle konu hakkındaki bilgisizliğini ortaya koymuştu.

(İzmir/EVRENSEL)
www.evrensel.net/news.php?id=56925

9 Mayıs 2013 Perşembe

Madenle birlikte endişe de büyüyor



Özer Akdemir

Geçtiğimiz aylarda kapasite artırımı ile ilgili resmi süreci tamamlayan İzmir’in 20 kilometre uzağındaki Efemçukuru Altın Madeni sondaj alanlarını genişletti. Altın madeninin çok geniş bir alandaki arazileri alacağı söylentileri civar köylülerin tedirginliğini daha da arttırdı. Geçtiğimiz günlerde Efemçukuru köyündeki acele kamulaştırma davasına katılan köylüler, madene karşı yeniden mücadelenin başlatılması gerektiğini dile getirdiler.

KARAÇAM’IN DERDİ KEÇİLERİ!

Efemçukuru köyünde altın madenine arazilerini satmayan tek köylü olan Ahmet Karaçam’ın arazilerine el konulması davası Menderes Asliye Hukuk Mahkemesinde görüldü. Keçi çobanlığı ile geçimini sağlayan Ahmet Karaçam keçilerini emanet edeceği kimseyi bulamadığı için yine davaya katılamadı. Karaçam’ın mücadelesine destek için İzmir’den giden EGEÇEP, TEMA, ÇYD üyelerinin yanı sıra bu duruşmaya Kavacık ve Efemçukuru köy muhtarları ve her iki köyden köylüler de katıldılar.

Ahmet Karaçam’ın avukatı Arif Ali Cangı duruşmada söz alarak görülen davanın sadece Ahmet Karaçam'ı değil o civardaki tüm köylü yurttaşları ve mahkemeye katılan köylüleri de doğrudan etkilediğini ifade etti. Cangı'nın söyledikleri mahkeme tutanağına geçirilirken, duruşma Danıştay’daki acele kamulaştırma davasının sonucunun beklenmesine karar verilerek, 11 Eylül 2013 tarihine ertelendi.

BİRLİKTE MÜCADELE ARAYIŞLARI

Duruşma sonrası mahkemeye İzmir'den gelip katılanlar ile köy muhtarları ve köylüler o bölgede neler yapılabileceğine dair toplantı gerçekleştirdiler. Madenin kapasitesini artırmasının yöre köylülerinde ciddi kaygılara yol açtığı gözlemlenirken, köylüler neler yapılabileceği ile ilgili görüşlerini dile getirdiler. Geçtiğimiz aylarda madene iş yapmak için kurdukları ortak şirketle gazetelerde gündem olan Efemçukuru Muhtarı Mustafa Özdemir ve Kavacık Köyü Muhtarı Şinasi Köse de mücadelenin yeniden başlatılması için ne gerekiyorsa köylüler ile birlikte yapacaklarını söylediler. Her iki köyün muhtarının bu tutumları altın madeni karşıtı mücadelenin yeniden canlanması için çabalayan çevre örgütleri tarafından umut verici olarak değerlendirildi.

Elele Hareketi yaptığı yazılı açıklamada İzmir’in içme suyunu tehdit eden altın madeninin bir an kapanması için çalışmaların sürdüğünü belirtirken, İzmirlilere bir kez daha sularına sahip çıkılması çağrısı yaptı.

(İzmir/EVRENSEL)

Yılların bitiremediği dava…




Özer AKDEMİR
Dikili Belediyesi’nin 2006 Emek-Barış-Demokrasi Festivali’nde yapılan ”Siyanür-Altın ve Çevre” paneline, Bergama Ovacık Altın madeninin sahibi Koza altın şirketi çalışanları tarafından yapılan saldırı davasına devam edildi. Davanın 32. duruşması önceki gün Dikili Asliye Ceza Mahkemesi’nde gerçekleştirilirken, 7 yıldır süren davanın ne zaman biteceği, hatta bitip bitemeyeceği ise meçhul!...

BASKINI ALTINCILARIN YAPTIRDIĞINI KANITLAYACAĞIZ

Yüzün üzerinde sanık sayısı ile yıllardır uzayıp giden davanın 32 duruşmasına Dikili’deki bazı sanıkların yanı sıra İzmir’den EGEÇEP, Yeşil ve Sol Gelecek Partisi ve ÇYD temsilcileri de destek vermek için katıldı. Davanın avukatı Arif Ali Cangı, suç konusu olayı madenci şirketin organize ettiğini, panelin yapılamamasını amaçlayan bir eylem olduğunu söyledi. Cangı, bu yöndeki iddianın kanıtlanması için SGK’nın Bergama ve İzmir birimlerinden 2006 yılı Ağustos ayına ait altın madeni günlük puantajının istenmesini talep etti. Madenci şirket avukatının itirazlarına rağmen duruşma hakimi Ertuğrul Avcı bu talebi kabul ederken, duruşmayı 5 Temmuz 2013 tarihine erteledi.

ÖZGÜVEN KALDIĞI YERDEN

Duruşmaya 4. yargı paketi ile “ihaleye fesat karıştırma” suçlamasından aldığı ceza ertelenen, bunun üzerine 165 gündür bulunduğu İsveç’ten dönen Dikili eski Belediye Başkanı Osman Özgüven’de katıldı. Yıllardır özellikle altın madenleri, termik santraller gibi çevre sorunlarına gösterdiği duyarlılık ile tanınan, halka 13 ton suyun ücretsiz dağıtılması gibi uyguladığı belediyecilik politikaları nedeniyle başı sık sık merkezi hükümetle derde giren Özgüven’in, birkaç gün önce geldiği yurtdışından ayağının tozu ile panel baskını davasına da katılması dikkat çekti. Herhangi bir kamu zararı ya da usulsüzlük tespit edilmemesine rağmen “ihaleye fesat karıştırma” suçlamasından ceza alan Özgüven ve belediye çalışanlarına verilen bu ceza, hukuki olmaktan çok siyasi bir karar olarak nitelendirilmişti. Altın Madeni’nde 4 yıl üç ay genel müdür yardımcısı Hayri Öğüt’ün korumalığını yapan Ersan Var da itiraflarında madene karşı mücadelesi nedeniyle Osman Özgüven’in hedef seçildiğini, açılan davalarda altın madeninin parmağı olduğunu ileri sürmüştü.

Duruşma çıkışında adliye önünde konuşan Özgüven; “Biz bu davanın müdavimlerindeniz. Altın Madencilerinin panele yaptıkları baskın yedi yıldır devam ediyor. Çevre yıkımı yapanlarla, halkın sağlığıyla oynayanlarla, siyanürle altın çıkaranlarla, termik santralleri kuranlarla mücadelemizi sürdüreceğiz. Hiç bir zaman peşlerini bırakmayacağız”.

PANEL BASKINI NASIL OLMUŞTU?

Dikili Belediyesi’nin festivali kapsamında, “Siyanür altın çevre” konulu bir söyleşi düzenlenmişti. Söyleşinin yapılacağı çay bahçesine sopalarla gelen Koza Altın Şirketi çalışanlarının panelistlere sataşmasının ardından arbede çıkmıştı. Belediye zabıtasının sopaları alandan çıkarma girişimi üzerine sandalyeler, masalar havada uçuşurken, her şeye rağmen yapılan panelin sonunda Ovacık Altın Madeninden getirilen maden çalışanlarının da karıştığı olaylar büyümüştü. Polis olayları havaya açtığı ateşle önleyebilirken, bazı maden çalışanları da gözaltına almıştı. Olayların ardından çok sayıda kişi hakkında dava açılırken, olaylara müdahale eden polis memurlarının altıncı şirketin girişimleri sonrası başka yerlere sürüldüğü iddiaları basına yansımıştı.
(İzmir/EVRENSEL)

3 Mayıs 2013 Cuma

Binali bey bunu da duyun!



Özer AKDEMİR


Adı sık sıkı önümüzdeki yerel seçimlerde AKP’nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı için de geçen Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, geçtiğimiz hafta sonu Bergama Askleipon Restoran'da muhtarlar ve partililerle bir araya geldi. Toplantı sonunda barış sürecine tepki gösteren şehit ailelerinin yanı sıra Yıldırım’a aktarılan başka bir konu daha oldu.

ADINIZI KULLANARAK EFELİK YAPIYORLAR?

Koza Altın Şirketi’nde Genel Müdür Yardımcısı Hayri Öğüt’ün 4 yıl şoförlüğünü ve korumalığını yapan Ersan Var, altın madenlerinin Bergama’daki yanlışlıklarını aktarmak için Yıldırım’la görüşmeye gittiğini belirterek, sonrasında gelişenleri şöyle anlattı.

“Panel girişinde Bergamalı polisler gelerek eylem yapmamam konusunda beni uyardılar. Ardından Binali Yıldırım’ın korumaları geldi. Bakana ne iletmek istediğimi onlara da anlattım. Beni bakan beyin yanına götürdüler. Ona altın şirketinin Bergama ve Kozak’ta doğayı katlettiğini söyledim. ‘Büyük tehlike var, Kozak’ta aylarca ağaç kestiler, kuruttular. Devletin bunları denetlemekle görevli birimi işini yapmıyor. Hatta bunlar burada devlet, kaymakam, vali hepsi biziz diye çalışıyorlar’, dedim. Bergama Ziraat Odası Başkanı da beni destekleyip benzer içerikli bir dosya sundu bakana” diye konuştu. Bakan beyin kendisine teşekkür edip, ilgileneceğini söylediğini aktaran Var, “bu şirket kendisini devletin yerine koyup efelik yapıyor. Doğayı katlediyorlar. Çoluk çocuğumuza bırakacak temiz toprak kalmayacak. Bunların acilen durdurulması gerekiyor” dedi.

MADENİN İÇİNDEN İTİRAFLAR


Ersan Var kendi deyimiyle 4 yıl üç ay ‘fedailik’ yaptığı madenden hakkını vermemesi üzerine ayrıldığını, vicdanının rahatsız etmesi nedeniyle orada gördüğü ve bazılarında bizzat içinde yer aldığı kirli ilişkileri aktarmıştı. Gazetemiz de “Bir fedainin itirafları” başlığı ile 4 gün süren itiraflarda Var, madenci şirketin doğayı nasıl katlettiğini, Bergama halkını, esnafları ve gazetecileri nasıl tehdit edip, üzerlerinde baskı kurduğunu açıklamıştı. Birçok kişi ve kurum hakkında rüşvet, usulsüzlük vs, iddialarda da bulunan Var’ın en önemli iddialarından birisi de, Dikili’den il Genel Meclisi üyesi olan CHP’li Ali Demirel’in altın madenine para karşılığı bilgi ve belge aktardığı olmuştu. Var, aktarılan bu belgelerle Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven’e karşı çeşitli davalar açıldığını ileri sürmüştü. (İzmir/EVRENSEL)

http://www.evrensel.net/news.php?id=55769 
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=574284005939289&set=a.123634057670955.13149.123575381010156&type=1&theater 

Siyanür zehirlenmesinde adalet arayışı sürüyor



Özer AKDEMİR

26-28 Haziran 2006 yılında Uşak Eşme yakınlarındaki Kışladağ Altın madeninde meydana gelen siyanür kazası nedeniyle 1500’ün üzerinde Eşme’linin zehirlenmesi ile ilgili açılan dava bitmek bilmiyor. Geçtiğimiz haftalarda Eşme’de görülen davanın 26. duruşması yapıldı ve dava Temmuz ayına ertelendi. Üstelik dava ile ilgili hukukçuların ‘garipsediği’ bu gecikmeler de ilk değil.

TAM DA İTİRAZ EDİLEN YERDEN


Zehirlenen 4 Eşmeli tarafından açılan maddi-manevi tazminat davasında yerel mahkeme, sadece su ve topraklarda inceleme yapıp siyanür tespit edemeyen bilirkişi heyetinin raporlarını yeterli bularak davayı reddetmişti. Yargıtay’a taşınan dava 2010 yılında tam da itiraz edilen noktadan, sadece su ve toprakta yapılan bilirkişi incelemesinin eksik olduğu, insan sağlığı üzerindeki etkilerine ilişkin bir bilirkişi incelemesi yapılması gerektiği belirtilerek bozuldu. 2010 yılında yeniden görülmeye başlanan davada Ankara Üniversitesi'nden 4 bilirkişiden yeni bir rapor alındı. Bu raporun karar vermeye yeterli olmadığı itirazı ile istenilen yeni bilirkişi incelemesi mahkeme tarafından reddedildi. Bununla birlikte mahkeme dava ile ilgili bir karar da verebilmiş değil.

HALK SAĞLIĞINA ÖZENSİZ YAKLAŞILDI


Davanın avukatı Ankara Barosundan Mehmet Horuş Temmuz ayında 27. si görülecek zehirlenme davasında adalet arayışlarının devam ettiğini belirterek, “Yargıtay'ın zehirlenmeden 4 yıl sonra savcılık ve diğer kamu kurumları tarafından yapılan inceleme ve hazırlanan raporların yeterli olmadığı yönündeki kararı son derece önemli. Çünkü böylesine ciddi bir halk sağlığı sorunu karşısında kamu kurumlarının ve savcılığın yeterli titizliği göstermediğini ifade ediyor” dedi. Horuş, dosyada son iki yılda tam 5 ayrı "dosyanın incelemeye alınmasına" kararı verildiğine dikkat çekerek, “Yargıtay'ın bu kararının üzerinden üç yıla yakın zaman geçti ve bizim adalet arayışımız devam ediyor” diye konuştu.

ÜZERİNİ ÖRTEMEDİLER


Eşme ve köylerinde yaşayan 1500’ün üzerindeki yurttaşın zehirlenme belirtileri ile ilçe hastanelerini doldurduğu günlerde, İzmir Tabip Odası ve EGEÇEP üyeleri tarafından halktan alınan kanlara Uşak Valiliğinin emri ile Eşme Kaymakamlığı tarafından el konulmuştu. Kanlara el konulmasının ardından aralarında eski milletvekili Ural Köklü’nün ve İzmir Tabip Odası temsilcisi Dr. Oya Otyıldız’ın bulunduğu bir grup yeni kan örnekleri alıp bunları ülkede siyanür numunesi yapabilen tek laboratuara göndermişti. Ankara’daki bu laboratuardan gelen kan tahlil sonuçlarında aradan iki gün geçmiş olmasına rağmen alınan kanlarda yüksek oranda siyanür bulunması üzerine, zehirlenmelerin siyanürden kaynaklandığı Ege Üniversitesi Halk Sağlığı öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Osman Karababa tarafından bir basın toplantısı ile açıklanmıştı. Eşme ile ilgisi olmayan köylerde bile görülen zehirlenmeleri “Eşme şebeke suyuna kanalizasyon karışması” diye açıklayan Uşak Valiliğinin el koyduğu ilk kan numunelerine Ankara Hıfzısıhha da skandal olarak nitelenen bir işlem uygulanmış, siyanür zehirlenmesi iddialarına rağmen “arsenik” tahlili yaptırılmıştı!
(İzmir/EVRENSEL)

http://www.evrensel.net/news.php?id=55660 
3 

Adları kaderleri oldu!



  Özer Akdemir
  Bazı yerleşimlerin kaderleri adlarında gizlidir. Kimi binlerce yıl çeşitli topluluklara yurtluk etmiştir, adını da bu kadim tarihinden alır. Kiminin adını ise yeşilliği, subaşında oluşu, dağları ya da bozkırın sarı sıcağında kavruluşu ile doğa belirler.
Çanakkale’nin Yenice İlçesi’ne bağlı Karaydın köyünün kara yazısı da bin yıllar önceden belli olmuş. Kazdağlarındaki Karaydın ve Karaköy köyleri kara kaderleri ile yüzleşmek zorunda şimdi!..
ZEHİRLİ DAYANIŞMA
Kazdağlarında onlarca köyün ve Çanakkale’nin içme sularının kaynağı Ağı Dağı günümüzde altın madeni sondajları ile delik deşik. Ağı Dağı kadar ünlü Eybek Dağı ise kurşun madenlerine feda ediliyor.  Karaaydın Köyünün iki deresinden biri Döşemedere kıyısında CVK adlı şirket çinko kurşun madeni işletiyor. Diğer dere Handere’de ise Oreks Krom Maden işletmesi faaliyetini sürdürüyor. Karşılıklı ‘dayanışma’ içinde Kaz Dağları’nın altını üstüne getiren bu iki şirketin atık havuzları da bitişik! Biri bakır, diğeri kurşun ayrıştıran bu iki şirketin kimyasal atıkları ve ağır metallerı iki dereyi kirletiyor. Yöre halkı şirketlerin bu kirliliğin üstünü örtebilmek için köyde ‘sosyal sorumluluk’ projelerine özel bir önem verdiklerini söylüyor. CVK çinko kurşun işletmesi daha önce atık barajı sızıntı yaptığı için kapatılmış. İlk zamanlarda köylüleri ‘gençlere iş vereceğiz’ diye ikna eden şirketin şimdi tesislerde çalışmak üzere Erzincan’dan işçi getirdiği ileri sürülüyor.
DERELERİN SUYUNU DA ALMIŞLAR
Köylüler yaz aylarında bile suyu azalmayan Döşemedere’nin artık yazları kuruduğunu belirtiyorlar. Ağaçlar da kurumaya başlamış. Bir zamanlar berrak bir şekilde akan dere suyu şimdi boz bulanık bir renk almış. Madenlerin, önünü kesip göl haline getirdikleri dereden işletmeye su çektiklerini söyleyen köylüler,  derelerin sularının bu şekilde şirketler tarafından kullanıldığını anlatıyor. Yörede suların bu madenci şirketlere tahsisi daha önce de gündeme gelmişti. 2012 yılında MTA tarafından Çan Bardakçılar kaplıcasında bulunan 96 lt/sn. debiye sahip önemli bir su kaynağı yöredeki altın işletmesi Alamos Gold’ a satılmıştı. Yine aynı şekilde MTA’nın 2007 yılında Ağı Dağında Alamos Gold ruhsat alanı içinde  bulduğu, (yöre halkının Roma Kalesi olarak adlandırdığı ören yerine komşu) 25 lt\sn. debiye sahip suyun ise akıbeti belli değil!

KESTANELER KURUYOR!
Yöre halkı tarım ve hayvancılıkla uğraşıyor. Tütün, biber, domates ve her çeşit, orman emvali ürünleri ile geçimini sağlıyor. Dağdan yosundan eğreltiye kadar, kekiği, ada çayı, ıhlamuru gibi değişik bitkilerden mantarlardan önemli bir ek gelir elde ediyorlar. Kestane ormanlarından ki kestaneler yöre halkının en büyük gelir kaynakları arasında. Son zamanlarda görülen kestane kanseri nedeniyle kestaneliklerde kurumalar başlamış.
Adı gibi kara yazgılı bir başka köy ise Gönen yolu üzerinde bulunan Karaköy. Burada da Çinko - Kurşun - Bakır  işletmesi var. Nesko Maden adlı şirket sularını paylaşmak istemeyen Karaköy halkının karşı çıkmasına rağmen faaliyetini sürdürüyor. İşletme Gönen Barajına da çok yakın. Köyün adaşı olan Bayramiç Karaköy’de de altın madeni sondajları dereleri zehirleyip Bayramiç barajına karışmıştı.

ANTİK ÇAĞDAN GÜNÜMÜZE
Antik kaynaklarda adı Argyria’ymış. Yunanca  “áñãõñïò- argyros = gümüş” ten geliyor adı. Zengin gümüş yatakları nedeniyle almış bu ismi. Gümüşün dışında zengin kurşun, altın ve bakır yatakları da var bölgede. Zaten bu madenler genelde hep yan yana bulunurlar. 2005-2007 yıllarında yapılan kazılarda Karaydın Köyü’nün yaklaşık 2 kilometre uzağındaki Dedetepe’de kalıntılarına ulaşılmış Argyria’nın. Yüzey araştırmalarında çok sayıda seramik tuğla, çatı kiremidi bulunmuş. Kaçak kazılar sonucu ortaya çıkan antik bir sarnıç dan çıkarılan seramik parçalarının geç Helenistik-Erken Roma dönemine ait olduğu belirlenmiş.  Bölgeye yakın bir başka antik kent ise Yenice-Balya yolu üzerindeki Argyza’dır.  (Çanakkale/EVRENSEL)

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...