23 Aralık 2001 Pazar

Sözleşmeler işsizlikle eşanlamlı

Foto: Özer Akdemir

İZMİR - BES İzmir Şubesi tarafından düzenlenen "Kamu Bankalarının Yeniden Yapılandırılması" adlı panelde, kamu bankalarının diğer özelleştirme uygulamalarında olduğu gibi ülke ekonomisini tamamen eline geçirmek isteyen uluslararası sermayenin politikaları nedeniyle tasfiye edilmek istendiğinin altı çizilerek, bankaların özelleştirilmesine ancak toplumundaki tüm emekçilerin ortak mücadelesi ile engel olunabilineceğine vurgu yapıldı. Atatürk Kültür Merkezi Tiyatro Salonu'nda yapılan panele kamu bankalarında çalışan emekçiler, şube müdürleri ve banka müfettişleri katılırken, KESK Genel Başkanı Sami Evren de mesaj gönderdi. Panelin açılış konuşmasını yapan BES İzmir Şube Başkanı Ramis Sağlam, İMF, DB politikalarının ülkeye yansımalarından kamu bankalarının da üzerlerine düşen payı aldığını belirterek, Arjantin'de yaşanan olayların bu politikaların varacağı noktayı en açık şekilde ortaya koyduğunu söyledi.

Bize başka türlü öğretmişlerdi oysa!
Birçok şeyin artık net olarak görüldüğünü, bu nedenle herşeyden önce bir eylem planının, bir mücadele hattının ortaya konulması gerektiğini söyleyerek konuşmasına başlayan Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Aziz Konukman, krizden sonra Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurulu'nun (BDDK) yaptığı açıklamaların yalan ve çarpıtılmış bilgilerden oluştuğunu aktardı. BDDK'nın kirizin derinleşmesinden kamu bankalarının sorumlu olduğu, bunun da banka sayısının fazlalığından kaynaklandığı yönündeki tesbitinin neo-liberal politikalar uygulamakla övünen bir ülke de edilebilecek en "enteresan" laflardan biri olduğuna dikkat çekerek, "Bize iktisat derslerinde tam tersini söylemişlerdi oysa; 'Rekabet için firma sayısının artması gerekir' demişlerdi! Diyelim ki banka sayısı fazla, bunu yaratan yine siyasi iktidarlar değil mi?" diye konuştu. BDDK'nın kamu bankalarıyla ilgili ortaya attığı "görev zararları" olgusunun da büyük bir yalan olduğunu söyleyen Konukman, Cumhurbaşkanlığı Yüksek Denetleme Kurulu ve Sayıştay 2000 raporlarındaki verilerin bu söylemin ne derece büyük bir yalan olduğunu ortaya koyduğunu vurguladı.

Sınıfsal yön gizleniyor
Bankaların sermayesinin düşük olduğu yönündeki söylemlerin de gerçekle ilgisinin olmadığını dile getiren Konukman; "Kriz başlamadan hemen önce Bankalar Birliği Raporunda bankaların sermayesinin yetersizliği diye birşey söz konusu bile edilmemiş. Bu, krizden sonra oluşan bir durum. Siyasi iktidar sermayeden vergi almak yerine yüksek faizli borç almayı tercih etmekle çok büyük bir sınıfsal tercih yapmıştı. Bu nedenle vergi gelirleri azaldı. Para basamadılar çünkü İMF engel oldu. Üçüncü yol borç almaktı, bunun alt yapısı oluşturuldu ve yüksek faizli iç ve dış borçlanmaya gidildi. Kamuya verilen para için yüksek faiz istenmesi, bize öğretilenlere göre abesle iştigaldi oysa. Böyle birşey devlete güvenmemekle eş anlamlıydı. Yapılan da bu oldu" dedi. Medyanın bilinçli bir şekilde kamuoyunu tek tek hırsızlara, talancılara yönlendirerek işin asıl önemli yönünü, sınıfsal yönünü gizlediğini aktaran Konukman, esas büyük hortumlamanın şu anda yasal dayanaklarla yapıldığını ve medyanın bunu gizlediğini söyledi. Türkiye ekonomisinin canlandığına dair en küçük bir belirti olmadığına değinen Konukman, Arjantin'de olanların her an biz dede olabileceğine dikkat çekerek; "Çok ciddi bir dönemdeyiz. Hepimizin çocuklarının geleceği ipotek altında" diye konuştu.

POAŞ, özelleştirmenin ne olduğunu anlatıyor
Konukman'dan sonra konuşan Petrol-İş Aliağa Şube Başkanı İskender Büyükçolak, bankacılık sektörünün üzerinde dolaşan özelleştirme ateşinin kendi işkollarında uzun zamandır yaşandığını aktararak, özellikle ülke açısından stratejik bir konumda olan petro-kimya sektöründeki özelleştirmelerin başlangıcı ve geldiği noktaları anlattı. Bu özelleştirmeler karşısında sendika olarak önemli sayılabilecek bir duruş sergilediklerini söyleyen Büyükçolak, "Tüm mücadelemize rağmen özellikle POAŞ'ın özelleştirilmesi noktasında başarılı olduğumuz söylenemez. Halka arz şeklindeki özelleştirmelere kesinlikle karşı koyamadık. PETKİM ve Tüpraş'taki halka arzların önünde duramadık." dedi. Petrol sektörünün en kritik ayağı olan dağıtım sektöründe çok büyük bir kuruluş durumundaki POAŞ'ın ülke ekonomisi açısından önemini ve özelleştirilmesi sürecini aktaran Büyükçolak, zincirin son ve en karlı halkası olan POAŞ'ın tam anlamıyla özel sektöre bırakıldığını, son halkaya sahip olanın da zincirin hepsine sahip olacağının herkesçe bilindiğini dile getirdi. POAŞ'ın özelleştirilmesinden sonra yaşanan işçi kıyımı ve sendikasızlaşmaya da değinen Büyükçolak, "POAŞ'ta özelleştirmeden sonra yüzde 80'leri bulan bir işsizleştirme gerçekleştirildi. Bu aynı zamanda sendikasızlaştırmakla eş anlamlıydı. POAŞ'ta ki işçi sayısı 1140'a düştü. Bu sayının sadece 575'i sendikalı. Bu ise şu an için POAŞ'ta yetkisiz bir sendika konumuna düştüğümüzü gösteriyor. Toplu sözleşme yaptık ama önümüzü göremiyoruz" diye konuştu. Özelleştirmelere karşı yaşanan örnek direnişler olduğunu, Eti Bor işletmelerinin, Yatağan işçilerinin, SEKA işçilerinin direnerek özelleştirmelerin önlenebileceğini gösterdiğini belirten Büyükçolak, "Herkes kendi üzerine düşen karı eritmeye çalıştı. Oysa ki özelleştirmeler karşısında sınıf bütünlüğü içinde hareket etmeliyiz" dedi.

İş mevzuatına kesinlikle geçmeyin!
Büyükçolak'ın ardından konuşan sendika avukatı Hasan Hüseyin Evin ise yeniden yapılandırma kavramının bütün özelleştirme uygulamalarının sihirli sözcüğü olduğunu dile getirerek, uluslararası sermayenin paylaşımı sağlayabilmek için işbirlikçisi siyasi iktidarlar eliyle yürürlüğe soktuğu MAİ, MİGA ve Uluslararası Tahkim gibi yasaların ne anlama geldiğini anlattı. Kamu Bankaları'nda çalışan emekçilere sözleşmeli personel olma dayatmasının yapıldığını bunun iş güvencesinin ortadan kalkması anlamına geldiğini belirten Evin, sözleşmelerin imzalanması durumunda tabi olunacak iş yasasının emekçilerin işten çıkarılabilmeleri için patronlara geniş olanaklar tanıdığını dile getirdi. Banka emekçilerinin 'Sözleşmeyi imzalamazsam başka kurullara gönderirler' gibi bir düşünceye kapılmamalarını isteyen Evin, "Gönderileceğiniz başka bir kurum yok çünkü. Başbakanlığın kurumların norm kadrolarıyla ilgili genelgesi açık." dedi. Evin, bir hukukçu olarak banka çalışanlarına kesinlikle sözleşmelere imza atarak iş mevzuatına geçmemelerini tavsiye etti. Panelin ikinci bölümü soru-yanıt şeklinde geçti. (Evrensel)

12 Aralık 2001 Çarşamba

"Emperyalistler 19113'ün rövanşını alıyor"

Foto: Özer Akdemir

İZMİR - İMF'nin talimatları doğrultusunda diğer dört bankayla birlikte Tarişbank'ın TMSF'ye devredilmesi DİSK Bank-Sen üyesi banka çalışanları ve sendika yöneticilerinin katıldığı bir basın açıklamasıyla protesto edildi. Tarişbank Genel Müdürlük Binası önünde yapılan basın açıklamasına "İMF elini Tarişbank'tan çek" ve "Üretici-çalışan elele bankamıza sahip çıkmaya" yazan dövizlerle katılan banka çalışanlarına, DİSK Ege Bölge yöneticileri de destek verdiler. Eylemde konuşan DİSK Bank-Sen  Yönetim Kurulu üyesi Turgay Gökal, Tariş ve Tarişbank'ın emperyalistlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin soygununa karşı 1913'te kurulduğunu hatırlatarak, yürütülen politikalarla 1913'ün rövanşının alınmasının amaçlandığını dile getirdi.  Tarişbank'ın geçmiş hükümetlerin de altında imzası bulunan politikaları nedeniyle büyük sermayedarlarda kredi batırdığını aktaran Gökal, bankanın çiftçide ve emekçide batmış parasının olmadığını söyledi. Gökal, "Tarişbank'la birlikte 120 bin Tariş ortağı birilerine peşkeş çekilmek istenmektedir. Tefecilik yasal boyutta yaşama geçirilecek, Ziraat Bankası'ndaki sübvansiyonların kaldırılmasındaki politikalarla, Tariş ortağı küçük köylünün toprağını ve ürününü ucuza kapatma politikaları tamamlanacaktır. Tarişbank'ın, Tariş ortakları ve emekçilerin elinden alınmasına izin vermeyeceğiz" diye konuştu. DİSK Merkez Yöneticisi Musa Çam'ın da bir konuşma yaptığı eylemde "İMF elini Tariş'ten çek", "İMF defol bu memleket bizim", "Başkent Ankara Washington değil" sloganları atılırken, kapatılan Emlak Bankası çalışanlarının gönderdiği destek masajları da okundu. (Evrensel)

16 Ekim 2001 Salı

"Kavga değil mücadele zamanı"

Foto: Özer Akdemir


İZMİR - DİSK'e bağlı Genel-İş Sendikası, İzelman'da kurulan şubeler ve Genel-İş'ten ihraç edilen eski 3 No'lu Şube yöneticileriyle ilgili olan mahkeme kararları konusunda bir basın açıklaması yaptı. Sendikanın 4. Bölge Şubesi'nde yapılan basın açıklamasında konuşan DİSK Ege Bölge Başkanı Kani Beko, ülkenin savaşın eşiğine getirildiği, yüzbinlerce insanın açlık çektiği, krizin faturasının çalışanların üzerine yıkılmaya çalışıldığı bir ortamda, DİSK olarak işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluğa karşı uzun bir yürüyüş başlattıklarını hatırlatarak, bu mücadelenin dışında koltuk kavgası için yapılan manevraların DİSK'in geleneğiyle bağdaşmadığını dile getirdi. Sendika mülkiyetinde iken satılan, ancak tapu işlemleri tamamlanmadığı için halen Genel-İş'in mülkiyetinde görülen eski binalarının DİSK ve Genel-İş'le hiçbir bağı olmayan kişilerce işgal edildiğini söyleyen Beko, sendikanın antentli kağıtlarını kullanarak İzelman işçileri üzerinde hesaplar yapan bu kişilerin, böylesine sorunlarla boğuşulan bir ortamda davranışlarının düşündürücü olduğunu aktardı. Beko, Genel-İş sendikasının 8.07.2001 tarihinde, divan başkanlığını DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi'nin yaptığı Olağanüstü Genel Kurulu'nda, İzmir eski 3 No'lu Şube girişimci kurul üyelerini, sendika yöneticiliği ve üyelikten sürekli olarak kesin ihraç ettiğini hatırlatarak, "İşçi sınıfının iradesi, demokratik sendikal işleyiş ve tabanın sözü, kararı budur" dedi. Genel Kurul'da ihraç edilen eski 3 No'lu Şube girişimcilerine,"Yeni kurulan İzmir Genel-İş 1 Nolu ve 3 Nolu şube müteşebbis heyet için 'naylon şube' deyimini kullanan eski 3 nolu girişimci kurul üyeleri, size soruyorum; sizin atamanız yapıldığı zaman siz İzelman işçisi değildiniz. Genel Hizmetler işkolunda bir günlük iş hayatınız yoktu. Yasalara bile aykırı bir durumda sizlerin maaşlarını vererek atamalarınızı yaparken neden Genel-İş Genel Merkezi'ne tüzüğe aykırı karar veriyorsunuz demediniz?" diye seslenen Beko, eski 3 Nolu şube girişimcilerinin naylon şube dedikleri 1 ve 3 nolu şubelerin, İzelman işyerinin dağınıklığı ve sayıca fazla oluşu dikkate alınarak, daha iyi hizmet verebilmek amacıyla oluşturulduğunu sözlerine ekledi. 1 ve 3 nolu şubelerin en kısa zamanda sandıkları İzelman işçilerinin önüne koyacağını söyleyen Beko, bu şekilde işçilerin demokratik bir şekilde kendi yöneticilerini seçeceğini sözlerine ekledi. Çok sayıda İzelman işçisinin de katıldığı basın açıklaması "Yaşasın DİSK, yaşasın Genel-İş" sloganları ile sona erdi. (Evrensel)

26 Eylül 2001 Çarşamba

Tuna'nın Gorki'si: İstrati


26 Eylül 2001

1921 yılı başlarında kendi boğazını keserek intihar etmek isteyen orta yaşlı bir adam, birkaç yıl sonra dünyanın en büyük yazarlarından birisi olacaktır...
Özer AKDEMİR

Giysileri kir pas içinde orta yaşlı bir adam, Nice kentinin parklarından birinde usturayla kendi boğazını kesmiş olarak bulunup hastaneye kaldırıldığında üzerinde ünlü Fransız Yazar Romain Roland'a yazılmış uzun bir mektup çıkar. 1921 yılının başlarında meydana gelen bu intihar girişimi yerel gazetelerde yayınlanır ve ölümden kıl payı kurtulan adamın, yine kendi gibi serseri ruhlu bir arkadaşı tarafından okunur. Adı Panait İstrati olan bu adamın cebinden çıkan mektup, daha önce de Roland'a gönderilmiş, fakat alıcısı adreste bulunamadığı için aynen iade edilmişti. İstrati hastanede acılarla boğuşurken, bu serseri kılıklı adamın serseri ruhlu arkadaşı, mektubu yeniden postaya verir. Mektup bu sefer yerine ulaşır. Romain Roland ilerleyen yıllarda o mektuptan şöyle bahsedecektir: "Bu mektup kendini boğazlamış bir ümitsizin üstünde bulunmuştu. Aldığı yaradan sonra yaşaması için pek az umut vardı. Mektubu okudum ve deha uğultularından hayrete düştüm. Ovada yakıcı bir rüzgâr. Bu, Balkan ülkelerinden yeni bir Gorki'nin itiraflarıydı. Hayatını kurtarmayı başardılar. Kendisini tanımak istedim. Mektuplaşmaya başladık. Dost olduk. Adı İstrati'dir..."

Arap ezgileri...

1884 yılında Tuna'nın liman kentlerinden İbrail'de hiç tanımadığı Rum kaçakçısı bir baba ve çamaşırcılık yapan Rumen anneden doğan İstrati, on iki yaşından sonra çok sevdiği annesinden ayrılıp, kendini yaşamın, maceranın, özgürlüğün kollarına atmakta tereddüt etmedi. Çünkü daha çocuk yaştaki İstrati o zamanlarda bile "Bütün yeryüzünü sevenler için olduğu yerde çürümekten daha kötü ne vardır" diye düşünenlerdendir. Ana evinden ayrılıp çoğu zaman aç, susuz, evsiz, hasta, sefalet içinde geçen bu serserilik dönemleri, tam 20 yıl sürer. Bu 20 yıllık zaman içinde İstrati'nin yapmadığı iş, Ortadoğu ve Akdeniz'de gezip görmediği ülke kalmaz. Garsonluk, börekçilik, amelelik, makinistlik, kazmacılık, hamallık, tabelacılık, çilingirlik, fotoğrafçılık... gibi hemen her işi yapan İstrati, çoğu zaman beş parasız bindiği gemilerle Suriye'yi, Şam'ı, Lübnan'ı, Yunanistan'ı, Mısır'ı, İtalya'yı, Beyrut'u gezer. Yüzyılın başlarında değişik kültürler, değişik diller ve yüzler arasındaki aç, çıplak ve sefil de olsa yaşanan bu maceralar, İstrati'ye birçok ulustan dostlar kazandırır. Ekmeğini paylaşan yoksul insanları, kendisi gibi "bir lokma, bir hırka" gezen Rum, Yahudi, Romen, Rus göçmenleri, yaptıkları basit işlere rağmen kendilerine uğrayan yolcuları aç bırakmayan küçük esnafları ve büyülü şehirleri tanır. Yıldızların altında bir başına ya da kaçak bindiği bir geminin küf ve rutubet kokan ambarında kendisi gibi kaçak gezgin arkadaşlarıyla geçirdiği gecelerin öyküleri dağarcığında birikirken, o, kendini rastlantıların dayanılmaz çekiciliğine bırakmadan hiç vazgeçmez. Henüz 12 yaşlarında, acımasız bir bozkır olan Baragan'da sonbaharın soğuk ve sert rüzgârlarının sürüklediği dikenlerin peşi sıra, ardına bakmadan koşturan çocuk ne ise, Suriye'nin bir limanından kalkmak üzere olan gemiye gizlice binmeye çalışan otuzunu aşmış Panait de oydu.

Savruluş

Yaşamını yoksul insanlarla geçiren, emeğiyle, onuruyla çalışan bu küçük insanlarla her şeyini paylaşan, daha doğrusu bu küçük insanların bir lokma ekmeğini kendisiyle paylaşmaktan kaçınmadığı İstrati, onların verdiği insanca yaşam, daha fazla ekmek ve özgürlük mücadelesine de yabancı kalamazdı. Ama, karakterindeki bütün yaşamına yön veren serserilik ve bir yere bağlanamama olgusu, bir dönem içinde yer aldığı sosyalist hareketlerin odağında yer almasını engellediği gibi, sınıfsal bakış açısından yoksun olan muhalifliği de önünde sonunda gideceği noktaya, bir savruluşa sürükleyecekti onu. Ömrünün son demlerine doğru bu yanılsama burjuvazinin insanlık için iyi şeyler de yapabileceği, "en iyide karanlık, en kötüde de aydınlık" yanların olabileceği hümanizmasını doğurur İstrati de. Bu burjuva hümanizması son eserlerinden olan Uşak'ta şöyle yazdıracaktır İstrati'ye: "Neden insanlar kendilerini fakir, zengin diye kısımlara ayırarak birbirine diş biliyorlardı, ortak düşman olan sefalete, yoksulluğa karşı hepsinin el ele vermesi gerekmiyor muydu?" Sosyalistlerin ve proletaryanın belli ön yargılara ve kalıplara sahip olduğunu düşünen İstratiye göre, bu kalıplar olmasaydı eğer sınıfların ortak düşmana; açlık ve sefalete karşı birlikte mücadele etmeleri pekâlâ mümkün olabilirdi. Ona göre burjuvazi belki doymak bilmiyordu ve varlığını süngülerin gölgesine borçluydu, ama yine de insanlık için yapabileceği güzel şeyler de vardı. İstrati'nin bu yanılsaması yaşamının son dönemlerinde arkadaşlarıyla ve çok sevdiği Romain Roland'la aralarının bozulmasının en önemli nedeni olmuştur.

Bozkır şiirsiz anlatılmaz

İstrati biraz da Roland'ın ısrarlarıyla yazmaya başladığı ilk kitabı Kira Kiralina'yı 1924'te yayınlar yayınlamaz ünlüler arasındaki yerini almıştı. Sonra devam etti eserleri. Kodin, Sokak Kızı, Minka Abla, Baragan'ın Dikenleri, Arkadaş, Akdeniz, Perlmutter Ailesi... Bütün eserlerinde yoğun bir şekilde kendini gösteren şiirsellik Baragan'ın Dikenleri'nde doruk noktasına ulaşır. Acımasızlığı, ıssızlığı, soğuk ayazı, sarı dikenleri ve kırçıl sonsuzluğuyla uzanıp giden bozkır -Baragan- şiirsiz anlatılamazdı zaten. "Tanrı'nın Romanyalı rahat rahat hayal kursun diye Eflak'a armağan ettiği yer" diye tanımladığı Baragan'ı ve orada yaşayanları şöyle anlatır İstrati: "Hayal, düşünce, kuruntu ve boş karın. İşte Baragan'da doğanı ağır başlı eden bunlardır. Yeryüzü ademoğluna sadece karnını doyursun diye verilmiş değildir. Tanrı'yla baş başa kalmak için yaratılmış köşeler de vardır. Baragan işte böyle bir yerdir." Karlar erir erimez küçük bir topak biçiminde ortaya çıkan ve bir hafta içinde bütün toprağı kaplayan dikenler Baragan'ın üzerinde taşımaya katlandığı tek şeydir. Yaz bitip buzlu nefesiyle "Moskof Rüzgârı" esmeye başladığı eylül günlerinde Baragan'da "Krivatz" zamanı yaklaşmış demektir. "Krivatz, bindiği atın bütün hızıyla dikenler ülkesinde dolu dizgin gider, har vurup harman savurur, tozu dumana katar, kuşları yok eder ve o zaman dikenler de yerlerinden sökülüp giderler!.. Dikenli topaklar, binlercesi bir arada, yuvarlanmaya başlar. Bu, pencereden bakan ihtiyarların 'kimbilir nereden gelip nereye giderler' dedikleri dikenlerin büyük göçüdür."

Dikenlerin peşi sıra...

Issız, fakir, acımasız Baragan, çocukların gözünde ise tüm dünya demektir. Ve Baragan'da bütün çocuklar eylüldeki dikenlerin göçü sırasında, rüzgârla birlikte bir daha geri dönmemek üzere yola çıkmanın düşünü kurarlar. İşte bu çocuklardan ikisinin rüzgârın sürüklediği dikenlerin peşi sıra bozkırın ortasına doğru yaptıkları koşu, onları yeni topraklara ve maceralara sürükleyecektir. Bırakıp geldikleri yerlerdeki yoksulluk, gittikleri yerde de aynen devam etmektedir. Toprakların çoğunun sahibi ve yörenin milletvekili olan "Boyar", sırça konağında zenginlik içinde yaşarken, köylüler açlıktan Baragan'ın dikenleri gibi ordan oraya savrulmaktadırlar. Bu açlık ve sefalet öylesine dayanılmaz bir hal alır ki, aynı günlerde, ülkenin birçok yerinde insanlar toprak sahiplerine, Boyarlara karşı başkaldırırlar. Baragan'ın bir köşesinde yanmaya başlayan isyan ateşi, kısa sürede her yana yayılır... Bu isyana çok sert tepki gösteren toprak sahipleri ve jandarma, köyleri top ateşine tutarlar, yakaladıklarını oracıkta kurşuna dizerler. Bir zamanlar ellerinde sopa, dikenlerin peşi sıra koşturan iki çocuk, şimdi hayatta kalmak için askerlerin önünde kaçmaktadır. Dikenler onların peşindedir bu sefer...

18 Temmuz 2001 Çarşamba

"Kendi tarlamızda köle olmayacağız"

Foto: Özer Akdemir




İZMİR - Tarişbank'ın Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun kararı ile 9 Temmuz 2001 tarihinde Tasaruf Mevduat Sigorta Fonu'na devredilmesine tepkiler sürüyor. Dün Tariş'e bağlı Çiğli İplik Fabrikası'nda toplanan binlerce işçi ve köylü, İMF ve Dünya Bankası dayatmaları nedeniyle Tarişbank'ın fona devredilerek tarımı bitirme politikalarını protesto ettiler. Sabahın erken saatlerinden itibaren Ege Bölgesi'nin hemen her yerinden gelen Tariş ortağı çiftçiler ve Tariş işçileri Çiğli İplik Fabrikası'nda toplandılar. Denizli, Manisa, Söke, Buldan, Akyazı, Eşme, Fethiye, Çanakkale ve İzmir'in çeşitli ilçelerinde otobüslerle Çiğli İplik Fabrikası'na gelen tütün, pamuk, incir ve diğer tarım üreticileri "Tarişbank halkındır. Bankamızı geri istiyoruz" dediler. 40 dereceyi aşan sıcağa rağmen İplik Fabrikası içindeki alanı dolduran yaklaşık 3000 işçi ve köylü, İMF, DB ve hükümet uygulamalarını protesto ettiler. Tariş ortağı çiftçilerin yanısıra Tek Gıda İş, Bank-Sen ve 64 gündür direnişte olan Sümerbank işçilerinin de katıldığı eylemde "Köylü Milletin efendisidir. Efendiye uzanan eller kırılsın", "Tarişbank bizimdir bizim kalacak", "Türk tarımı peşkeş çekilemez", "İMF ve DB çifçinin cebinden eline çek", Tarişbank patron bankası değildir", "Üretici bankasını soymamıştır soydurmayacak", "Üreticinin prim alacaklarını mezarda mı ödeyeceksiniz" dövizleri taşındı. Tariş Genel Müdürü Ayhan Özer yaptığı konuşmada, 1913 yılında kurulan Tariş'in 88 yıl sonra yeni bir döneme gerdiğinin altını çizerek, 120 bin üreticinin gerçek bankası olan Tarişbank'ın, yeniden üreticilerin olması için sonuna kadar mücadele edileceğini söyledi. Dedesi Tarişbank'ın kurucu ortaklarından olan Halil Posacı' da Cumhuriyet'ten önce bir grup çiftçi tarafından büyük zorluklarla kurulan Tarişbank'ın İMF dayatmaları sonucu fona devredilmesiyle büyük bir acının yaşandığını belirterek, o zaman emperyalistlere karşı kurulan bankanın şimdi yine emperyalistlerin oyunlarıyla yokedilmeye çalışıldığını aktardı. Posacı, "Ege Bölgesi'nin, çiftçilerin, KOBİ'lerin, işçilerin bu bankaya ihtiyaçları var. Bankanın yokedilmesi demek tüm bu kesimlerinde sonunu demektir. Bankayı yeniden kazanana kadar mücadeleye devam etmeliyiz" diye konuştu. Pamuk Birliği Başkanı Mehmet Bakaroğlu'da yaptığı konuşmada, üreticilere yapılan haksızlığı protesto etmek için burada toplanıldığını belirterek, binlerce kişinin katıldığı bu eylemin bir başlangıç olduğunu, Ağustos'un başında İzmir'de onbinlerce çiftçi ve işçinin katılacağı bir miting düzenleneceğini belirtti. Tariş'in Ege Bölgesi'nin vazgeçilmez bir unsuru olduğunu dile getiren Bakaroğlu, İMF-DB ve onların her dediğini yapmak için çırpınan hükümetin tarımı yoketmek için ellerinden geleni yaptıklarını söyledi. Bakaroğlu, "İMF'den gelecek para için herşeyi ipotek altına almak isteyenler, 'incir, üzüm, zeytin ve pamuk rekolte beyannamelerinizi İMF'ye bildireceksiniz' diye bize yazı gönderdiler. Satıldık ama satıldığımızın daha tam farkında değiliz. Bizi kendi tarlamızda köle olarak çalıştıracaklar. Bunu kabul etmeyeceğiz, sonuna kadar direneceğiz" dedi. Konuşmalar sırasında sık sık "Çiftçi-işçi elele yürüyelim meclise", "Kahrolsun İMF", "İMF defol", "Tarişbank bizimdir bizim olacak", "Çiftçiye uzanan eller kırılsın" sloganları atılırken, 64 gündür direnişte olan Sümerbank işçileri disiplinleri ve attıkları sloganlarla eylemi canlandıran unsurlar oldular. (Evrensel)

17 Temmuz 2001 Salı

"Kendi tarlamızda köle olmayacağız"

Foto: Özer Akdemir

İZMİR - Tarişbank'ın Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun kararı ile 9 Temmuz 2001 tarihinde Tasaruf Mevduat Sigorta Fonu'na devredilmesine tepkiler sürüyor. Dün Tariş'e bağlı Çiğli İplik Fabrikası'nda toplanan binlerce işçi ve köylü, İMF ve Dünya Bankası dayatmaları nedeniyle Tarişbank'ın fona devredilerek tarımı bitirme politikalarını protesto ettiler. Sabahın erken saatlerinden itibaren Ege Bölgesi'nin hemen her yerinden gelen Tariş ortağı çiftçiler ve Tariş işçileri Çiğli İplik Fabrikası'nda toplandılar. Denizli, Manisa, Söke, Buldan, Akyazı, Eşme, Fethiye, Çanakkale ve İzmir'in çeşitli ilçelerinde otobüslerle Çiğli İplik Fabrikası'na gelen tütün, pamuk, incir ve diğer tarım üreticileri "Tarişbank halkındır. Bankamızı geri istiyoruz" dediler. 40 dereceyi aşan sıcağa rağmen İplik Fabrikası içindeki alanı dolduran yaklaşık 3000 işçi ve köylü, İMF, DB ve hükümet uygulamalarını protesto ettiler. Tariş ortağı çiftçilerin yanısıra Tek Gıda İş, Bank-Sen ve 64 gündür direnişte olan Sümerbank işçilerinin de katıldığı eylemde "Köylü Milletin efendisidir. Efendiye uzanan eller kırılsın", "Tarişbank bizimdir bizim kalacak", "Türk tarımı peşkeş çekilemez", "İMF ve DB çifçinin cebinden eline çek", Tarişbank patron bankası değildir", "Üretici bankasını soymamıştır soydurmayacak", "Üreticinin prim alacaklarını mezarda mı ödeyeceksiniz" dövizleri taşındı. Tariş Genel Müdürü Ayhan Özer yaptığı konuşmada, 1913 yılında kurulan Tariş'in 88 yıl sonra yeni bir döneme gerdiğinin altını çizerek, 120 bin üreticinin gerçek bankası olan Tarişbank'ın, yeniden üreticilerin olması için sonuna kadar mücadele edileceğini söyledi. Dedesi Tarişbank'ın kurucu ortaklarından olan Halil Posacı' da Cumhuriyet'ten önce bir grup çiftçi tarafından büyük zorluklarla kurulan Tarişbank'ın İMF dayatmaları sonucu fona devredilmesiyle büyük bir acının yaşandığını belirterek, o zaman emperyalistlere karşı kurulan bankanın şimdi yine emperyalistlerin oyunlarıyla yokedilmeye çalışıldığını aktardı. Posacı, "Ege Bölgesi'nin, çiftçilerin, KOBİ'lerin, işçilerin bu bankaya ihtiyaçları var. Bankanın yokedilmesi demek tüm bu kesimlerinde sonunu demektir. Bankayı yeniden kazanana kadar mücadeleye devam etmeliyiz" diye konuştu. Pamuk Birliği Başkanı Mehmet Bakaroğlu'da yaptığı konuşmada, üreticilere yapılan haksızlığı protesto etmek için burada toplanıldığını belirterek, binlerce kişinin katıldığı bu eylemin bir başlangıç olduğunu, Ağustos'un başında İzmir'de onbinlerce çiftçi ve işçinin katılacağı bir miting düzenleneceğini belirtti. Tariş'in Ege Bölgesi'nin vazgeçilmez bir unsuru olduğunu dile getiren Bakaroğlu, İMF-DB ve onların her dediğini yapmak için çırpınan hükümetin tarımı yoketmek için ellerinden geleni yaptıklarını söyledi. Bakaroğlu, "İMF'den gelecek para için herşeyi ipotek altına almak isteyenler, 'incir, üzüm, zeytin ve pamuk rekolte beyannamelerinizi İMF'ye bildireceksiniz' diye bize yazı gönderdiler. Satıldık ama satıldığımızın daha tam farkında değiliz. Bizi kendi tarlamızda köle olarak çalıştıracaklar. Bunu kabul etmeyeceğiz, sonuna kadar direneceğiz" dedi. Konuşmalar sırasında sık sık "Çiftçi-işçi elele yürüyelim meclise", "Kahrolsun İMF", "İMF defol", "Tarişbank bizimdir bizim olacak", "Çiftçiye uzanan eller kırılsın" sloganları atılırken, 64 gündür direnişte olan Sümerbank işçileri disiplinleri ve attıkları sloganlarla eylemi canlandıran unsurlar oldular. (Evrensel)

10 Temmuz 2001 Salı

TÜPRAŞ DOSYASI - SIRA GELDİ EN BÜYÜĞÜNE!



ÖZER AKDEMİR

Foto Kodu: tlogo (Tüpraş'ın logosu), tupras1( Tüpraştan görünüm), tupras2 ( PETKİM'den görünüm), tupras3 (Gazetelerde PETKİM hisse senetlerinin 1990 yılındaki halka arzı), tupras4 (Bir yıl sonra PETKİM hisselerini alanların geri satmasıyla ilgili gazete haberleri), tupras5 (Mehmet Baki Özen, Petrol-İş Aliağa Şubesi İdari Sekreteri), tupras7 (Salih Rakıcı, Tüpraş işyeri baştemsilcisi)

SIRA GELDİ EN BÜYÜĞÜNE!

TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK SANAYİ KURULUŞU TÜPRAŞ ÖZELLEŞTİRME KISKACINDA

Tam teslimiyetin belgesi: Ek niyet mektubu

İMF İcra Kurulu 3 Ağustos 2001 tarihinde, Türkiye'ye dayattığı ekonomik politikalarla ilgili 9. gözden geçirme turunu tamamlayarak, 1.5 milyar dolarlık üçüncü kredi dilimini serbest bıraktı. Hemen arkasından bu 1.5 milyar dolarlık krediyi alabilmek için Türkiye'nin İMF'ye verdiği ek niyet mektubu da açıklandı. Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş ve Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti'nin imzalarını taşıyan niyet mektubunda İMF'ye, verdiği parayı kat kat çıkarabileceği uygulamalar taahhüt ediliyordu. Tabii bu uygulamalar emekçiler açısından daha çok zam, vergi, özelleştirme ve işten atma anlamına geliyordu. Çıkarılacak yasalardan, özelleştirmeler için belirlenecek danışman firmaların kimler olacağına kadar, ekonomik ve sosyal bütün politikalarda İMF ve DB'nin belirleyiciliğinin altı çizilen niyet mektubu, siyasi iktidarın bu kuruluşlar karşısındaki tam teslimiyetinin de bir belgesi niteliğinde. Ekonomik küçülmenin yüzde 3'ten yüzde 5.5'lere çıkarılacağının taahhüt edildiği mektup da, gelirlerin artırılması için harcamaların kısılması, yeni vergi ve zamlarla gelirlerin çoğaltılması garantileri verilirken, özelleştirilecek kuruluşlar da tek tek sıralanıyor. Özelleştirileceği garantisi verilen kuruluşlar arasında Türkiye ekonomisinin can damarı olan TEKEL, Şeker Fabrikaları, THY, BOTAŞ gibi KİT'ler yeralırken, TÜPRAŞ ve POAŞ'taki kamu hisselerinin satılacağı, PETKİM'in de bazı fabrikalarının kapatılacağı belirtiliyor. Geçtiğimiz ayın ortalarında İMF İcra Kurulunun 8. gözden geçirme kapsamında serbest bıraktığı 1.5 milyar dolar için verilen ek niyet mektubunda da, TÜPRAŞ ve POAŞ'taki kamu hisselerinin bu yılın son çeyreğinde satılacağı sözü verilmişti. 3 Ağustos'ta açıklanan en son niyet mektubunda ise TÜPRAŞ ve POAŞ'a ilişkin yasa tekliflerinin tamamlanmakta olup halka arzın planlandığı gibi 2001'in son çeyreğinde gerçekleştirileceği bir kez daha vurgulanıyor. Ayrıca uzun süredir "Yeniden yapılandırılacağı" sık sık tekrarlanan PETKİM'de, bu yeniden yapılandırma kapsamında bazı fabrikalarının (Özellikle Yarımca Tesisleri'ndeki) kapatılacağı da niyet mektubunda İMF ve DB'ye verilen taahütler arasında yeralıyor.

500 büyüğün en büyüğü: Tüpraş
İMF'ye, "halka arz" yoluyla satılacağı sözü verilen (Türkiye Petrol Rafinerileri AŞ) TÜPRAŞ ve (Petrol Ofisi AŞ) POAŞ'taki kamu hisselerinin ülke ekonomisi açısından ne demek olduğunu anlamak için ise, Temmuz ayının ortalarında İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından açıklanan "Türkiye'nin 500 büyük sanayi kuruluşu" listesine bakmak yeterli. İSO'nun her yıl açıkladığı bu listede kurulduğu günden bu yana Türkiye'nin en büyük sanayi kuruluşu ünvanını kimseye kaptırmayan TÜPRAŞ, 2000 yılı itibariyle 3 katrilyon lirayı aşan üretimden satışları ile bu ünvanını korurken, ABD'nin ilk 500 firması ile yapılan karşılaştırmada da 286. oldu. TÜPRAŞ ayrıca, yaratılan katma değer ve karlılıkta da birinciliği kimseye kaptırmadı. Yine petrokimya sanayinde yeralan POAŞ, 111 trilyon 61 milyar liralık dönem karı ile dördüncü olurken, PETKİM net satışlarda 496 trilyon 830 milyar lira ile 8. sırada yeraldı. TÜPRAŞ en fazla ihracat yapan 10 sanayi kuruluşu arasına girebilen tek kamu kuruluşu olarak, 185 milyon 326 bin dolarla 8. oldu.

"Türkiye'nin can damarı" kesiliyor!
Mart 2000'de Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, "Türkiye'nin can damarı TÜPRAŞ halka arz ediliyor" sloganıyla TÜPRAŞ'ın yüzde 15'inin daha borsa da satılacağını büyük bir reklam kampanyası eşliğinde duyurdu. Bu reklam kampanyalarında kullanılan ana tema; TÜPRAŞ işçisi rolündeki kişilerin hisse senetlerini aldıktan sonra daha verimli ve dikkatli çalışmaları üzerine kurulmuştu. Öyle ya, işçi artık kendisinin ortak olduğu bir fabrika da çalışıyordu ve fabrikanın karı da zararı da o işçiyi doğrudan etkiliyordu! Türkiye'nin en büyük sanayi kuruluşu olan Tüpraş'ın satışını meşru göstermek, kamuoyunda özelleştirmeye ilişkin olumlu bir hava yaratmak ve çalışanları bölmek için özel bir satış yöntemi izleyen (Özelleştirme İdaresi Başkanlığı) ÖİB, hisselerin Tüpraş işçisine özel indirimler ve taksitlerle satılacağını duyuruyordu. Tüpraş'ta örgütlü Petrol-İş sendikasının araştırmalarına göre, ÖİB'nin o zamanın parasıyla 20 milyon doları bulan bu reklam kampanyalarından beklentileri de o derecede fazlaydı. TÜPRAŞ işçisini kamuoyunda özelleştirme yanlısıymış gibi göstermenin yanında, sınıf ve sendikal hareket içerisinde kafa karışıklığı yaratıp "halka arz" gibi çarpıcı bir satış sloganı eşliğinde hisselerin toplumun geniş bir kesimine yayılacağı görüntüsü oluşturmak da bu reklam kampanyalarının amaçlarından birisiydi. ÖİB'in 20 milyon dolarlık bu kampanyası, kendileri açısından bir ölçüde başarılı oldu. Toplam 167 bin kişinin talepte bulunduğu hisseler, talep edenlerin yüzde 99'u ve talep edilen miktarın yüzde 73'ü küçük tasarruf sahiplerine olmak üzere satıldı. Ayrıca önceden satılacağı duyurulan yüzde 15'lik Tüpraş hissesi, bu yoğun talebe paralel olarak yüzde 27'lere kadar çıkarıldı. Böylece, daha önce çeşitli dönemlerde yapılan satışları da eklersek Tüpraş'ın yüzde 30'undan fazla bir hissesi kamudan özel sektöre aktarılmış oluyordu.
Minarenin kılıfı: Halka arz!
Tüm özelleştirme uygulamalarının en fazla öne çıkarılan amaç ve gerekçelerinden biri olan, KİT'lerdeki mülkiyetin, hisse senetlerinin geniş kitlelere satışı yoluyla topluma yayılması, Tüpraş'ın satışında da ana argüman olarak kullanıldı. Kapitalizmin bugüne kadar ki gelişimine baktığımızda, sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması eğilimi bile bu argümanı tek başına çürütürken, kapitalistler gerçek amaçlarını gizlemek için bu demogojik söylemden hiç vazgeçmediler. Şimdiye kadar yapılan benzer halka arzlarda, daha bir yıl geçmeden hisse senetlerinin belli sermaye grupları etrafında yoğunlaştığı açıkça görülmektedir. Bu olgu, Türkiye için olduğu kadar gelişmiş kapitalist ülkelerde de aynı seyri izlemektedir. Özelleştirme uygulamalarında başı çekmiş olan İngiltere'deki halka arz yoluyla özelleştirmelere baktığımızda; örneğin, ilk özelleştirildiğinde pay senetlerinin 1.1 milyon kişiye dağıldığı British Airways'de, bu dağılım 3 ayda 650 bine düşmüştür. Yine British Telecom'un 2.3 milyon olan pay senedi sahibi sayısı iki yılda 1.6 milyona düşmüştür.

Teletaş, PETKİM ve POAŞ örnekleri
Ülkemizde halka arz yoluyla yapılan ilk özelleştirme uygulaması olan Teletaş (Telekominikasyon Endüstri Tic. AŞ) örneğin de, özelleştirmenin işçiler için ne derece büyük bir yıkım olduğunu gösterir nitelikte. 1988 yılında yüzde 40 olan kamu hisselerinin yüzde 22'lik dilimi halka arz yoluyla borsaya sürülen Teletaş'ın, o günlerde toplam 1.650 olan çalışan sayısının 1999 yılında 620'ye düştüğü görülüyor. Yine özelleştirmeden önce yüzde 80'i sendikalı olan Teletaş'ta bugün sendikal örgütlülük tamamen dağıtılmıştır. Devlet İstatistik Enstitüsü anketlerine göre Teletaş'ın içinde bulunduğu iletişim araçları sanayinde işçi başına çalışma saatleri özelleştirmenin yapıldığı 1988 yılına göre yüzde 44 oranında artmıştır. Ayrıca işçilerin elindeki hisselerin şirket sermayesi içindeki payı, sermaye arttırımları sonucu düşmüştür. 1990 Haziran'ında işçilerin ikramiyelerine karşılık dağıtılan PETKİM hisselerinin akibeti de işçiler açısından önemli derslerle doludur. O zaman 2500 liradan satılan hisseler için 76199 alıcı çıkmıştı. Hisselerin değeri bir yıl sonra önce 1000 liraya, daha sonra da 300 liraya kadar düşünce, ellerinde hisse bulunduran hemen hemen tüm işçiler daha fazla zarar etmemek için hisseleri sattılar. İşçilerin elindeki hisselerin büyük kısmı satıldıktan sonra fiyatların yeniden tırmandığı gözlemlendi. Şu anda PETKİM hisseleri birkaç kişinin elinde toplanmış durumdadır. *(Tupras3 ve Tupras4 kodlu fotoğraflar) PETKİM ve Tüpraş'la birlikte petrokimya sektörünün önemli bileşenlerinden olan POAŞ'ta, 3 Mart 2001'de yüzde 51'inin İş Bankası-Doğan Holding Girişim Grubu'na satılmasının üzerinden bir yıl geçmeden 3800 işçinin 1545'i işten çıkarıldı. İşten çıkarılan işçilerin yüzde 23'ü işyeri temsilcisi. Kalan işçilerin sadece 668'i kadrolu işçi iken, geri kalan personel sözleşmeli statüde bulunuyor. Hemen hemen bütün birimlerinde yoğun bir taşeronlaştırmanın yaşandığı POAŞ'ta, çok yakın bir gelecekte sendikanın yetkisinin düşmesi ve sendikal örgütlülüğün tamamen dağılması büyük bir olasılık.

"Sermayenin tabana yayılması" yalanı
Bütün bu örneklerden sonra "Halka arz" aldatmacasıyla hala "Sermaye mülkiyetinin tabana yayılması"ndan bahsedenler, toplumsal mülkiyetin en yaygın taşıyıcısı konumunda olan KİT'lerin toplumsal hizmet üretimine katkılarını, katılımcı ve demokratik bir yönetimin öncülüğünü yaptıklarını da asla kabule yanaşmazlar. Diğer yandan aynı çevreler asıl işlevi insanların biriktirdiği küçük ve orta boy tasarrufları merkezileştirerek büyük sermayenin hizmetine sunmak olan borsayı bile, "sermayeyi tabana yaymanın aracı" olarak yutturabilmektedirler. Sermayenin tabana yayılmasıyla demokrasinin güçleneceği, ekonomideki etkinlik ve verimliliğin artacağı, özel mülkiyetin yaygınlaşmasıyla toplumda daha "eşitlikçi" bir sistem oluşacağı teziyle ortaya çıkan neo-liberaller, bunun için özelleştirmeyi mucizevi bir araç olarak kullanmayı önermekle birlikte, ideolojik yönleri nedeniyle amaç haline de getirmişlerdir. Ekonomik gereklilik nedeniyle kamunun bazı mal ve hizmet üretiminde doğrudan yeralması ile 1920'li yılların sonlarından itibaren gelişmeye başlayan ve Kapitalizmin bir şekilde kendisini yenilemesine yardımcı olan "Sosyal Devlet" olgusuna karşı, devletin gelişen sosyal haklar üzerindeki etkisini kaldırmayı amaçlayan neo-liberalizmin en önemli argümanını da özelleştirmeler oluşturmaktadır. Yani özelleştirmeler siyasal açıdan dünya genelinde bir "karşı devrim" hareketinin en önemli ayağıdır.

Tüpraş'ın kuruluşu ve önemi
Ülkedeki petrol ürünlerine olan talebi karşılamak için gerekli olan ham petrolü sağlamak, rafine etmek, gerektiğinde petrol ürünlerini ihraç ve ithal etmek, bu amaçla petrol rafinerileri ve yeni üniteler kurmak, satın almak, devralmak, işletmek gibi görevleri yürüten TÜPRAŞ, 1983'te çıkarılan 2929 sayılı yasa ile kuruldu. TÜPRAŞ'ın kuruluş amacını gerçekleştirebilmesi için 1961'den beri faaliyette bulunan İPRAŞ (İstanbul Petrol Rafinerileri A.Ş) ana sözleşmesi 25 Ekim 1983 yılında yapılan Genel Kurul toplantısında TÜPRAŞ ana sözleşmesine dönüştürüldü ve aynı yıl kuruluş tamamlandı. Yine aynı yıl TPAO'ya bağlı olarak faaliyet gösteren İzmir ve Batman Rafinerileri ile yapımı süren Kırıkkale Rafinerisi TÜPRAŞ'a devredildi. Dünyanın en karlı sektörü olan petrol sektörü, başlıca ulaştırma, enerji ve sanayii alanlarında kullanıldığından diğer tüm kesimleri de doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyebilmektedir. Petrol, karlı olması ve diğer sektörleri etkilemesi yanında, ekonominin genelini ilgilendirmesiyle, gücünü siyasi yapılarda da doğrudan hissettirir. TÜPRAŞ'ın ülke ekonomisi ve sosyal yaşama katkılarını kısaca gözden geçirirsek;
1) TÜPRAŞ'ın 2000 yılı itibariyle, üretimden satışları 3 katrilyonu aşmış ve Türkiye'nin en büyük sanayi kuruluşu olma özelliğini korumuştur.

                                            FİRMALARIN NET SATIŞLARI

                               2000        1999    Firma           Net Satışlar (Milyar TL)

                                 1              1         Tüpraş                           3.013.092
                                  2               2         TEAŞ                 1.103.979
                                  3               4        Oyak-Renault                 760.821
                                   4               3        Arçelik                   646.492
                                   5               5         Ereğli                     606.608

2) TÜPRAŞ elde ettiği katma değerle, gayri safi milli gelire, son altı yılda %1.5 ila %2.7 arasında katkı sağlamış, 2000 yılında 2 katrilyon 987 trilyon 474 milyar liralık katma değer yaratımıyla Türkiye'nin en büyük kuruluşu ünvanını korumuştur.
3) Tüpraş'ın vergi ve fonlarla birlikte hazineye ve ilgili kurumlara sağladığı katkı, bütçe gelirlerinin %19'una ulaşmaktadır. 2000 yılında elde ettiği 382 trilyon 575 milyar lira dönem karı ile yine birinci sırada yeralmıştır.

                                            FİRMALARIN NET KARLARI
   
                                2000        1999          Firma                    Kar tutarı (Milyar TL)
                                  1              1             Tüpraş                       382.575
                                   2              15           T. Petrolleri                176.832
                                   3               4            Oyak-Renault             157.562
                                   4                2            Petrol Ofisi                 111.061
                                    5               3            Arçelik                         92.795

4) En büyük 500 büyük sanayi kuruluşunun sabit sermaye stokunun %3.1'ine Tüpraş tek başına sahiptir.
5) TÜPRAŞ 2000 yılı rakamlarıyla, 185 milyon 326 bin dolarlık ihracatı ile ülkenin en çok ihracat yapan 8. şirketi ve ihracatta ilk ona giren tek kamu teşebbüsüdür.
6) Sanayi, tarım, elektrik üretimi, ulaştırma ve ısınma için Tüpraş vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Petrol sektörünün %80'ininden fazlasına hakim olan Tüpraş, ülkedeki ortalama üretim girdileri içinde %7.6'lık bir paya sahiptir. Bu oran karayolu ulaşımında %41'e, havayolu taşımasında %28.9'a, tarım kesiminde %12'ye ulaşmaktadır.
7) TÜPRAŞ, 2001 yılının 7 ayında işlediği petrol miktarını yüzde 9 oranında arttırırken, ürün satışları da geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 5 artarak 14.1 milyon tona çıkmıştır. Yurtiçi satışlarda Bu yılın daha 7. ayında 1999 yılında ulaştığı rekor seviyeyi yakalayan TÜPRAŞ, petrol ürünleri ihrcatını da yüzde 42.5 oranında arttırmıştır.
8) Talebi sürekli artan termoplastiklerin üretimi için gereken temel hammaddelerden biri olan nafta Tüpraş tarafından üretilmektedir. Türkiye'nin ana petrokimya üreticisi PETKİM, gereksindiği naftanın büyük kısmını Tüpraş'tan temin etmektedir.
9) Tüpraş'ın ihalat gücü, stoklama kapasitesi, talebin büyük kısmını karşılaması, verimlilik düzeyinin yüksekliği maliyetlerin düşmesine yol açmakta, bu nedenle ürün fiyatları belli bir düzeyde tutulabilmektedir. Böylece tarımdan ekonomiye, ulaşımdan enerjiye kadar birçok sanayi sektörü fiyat dalgalanmalarından korunmuş olmakta iken, 1 Temmuz 1997de başlatılan otomatik fiyat düzenlenmesi ile devlet, fiyat düzenleyici işlevinden fiilen vazgeçti. Bu uygulama, özelleştirme sürecine sokulan Tüpraş'a vurulan en büyük darbelerden birisidir.
Tüpraş'ı özelleştirmek için yapılanlar:
Ürün niteliği ve tekel olma açılarından stratejik öneme sahip olan, Türkiye'nin en büyük kuruluşu durumundaki Tüpraş, özel yasa ile kurulduğu için önce yasalar değiştirilerek özelleştirme kapsamına sokuldu.
* Tüpraş özelleştirme kapsamına alınmadan bir yıl önce, petrol sektöründe liberasyon 1989 yılında yapılan yasa değişikliği ile başlatıldı. 79 sayılı Milli Koruma Yasası'nda yapılan değişiklikle, petrol ürünlerinin ithali, ihracı ve fiyat belirlemesi serbest bırakıldı. 1994 yılında değiştirilen Petrol Yasası ile de özel sektöre getirilmiş olan rafineri ve boru hattı konularındaki kısıtlamalar kaldırıldı. Böylece özel sektöre, rafineri kurma, satın alma, boru hatları inşa etme konularında yasal kolaylıklar sağlandığı gibi, teşviklerde getirildi.
* 1991 yılında Tüpraş'ın %2.5'lik hissesi hisse senedi arzı yoluyla özelleştirildi. Ayrıca LPG alanındaki kamu hakları da satılarak bu son derece karlı alan özel sektöre devredildi.
* TPAO, BOTAŞ, TÜPRAŞ ve POAŞ olarak entegre bir yapıda olan petrol sektörü birbirinden kopartılarak özelleştirilme sürecine sokuldu.
* Özel sektöre en önce, en yüksek karlar elde edilen dağıtım kuruluşu POAŞ %51 oranında satılarak peşkeş çekildi. POAŞ'ın özelleştirilmesi Tüpraş'ın özelleştirilmesinin de altı yapısını hazırladı.
* Petrol ürünlerinde otomatik fiyatlanmaya geçilmesiyle, fiyatlar Avrupa düzeyine çekildi. Ücretler ve ulusal gelir açılarından Avrupa'nın çok gerisinde olan Türkiye'de, petrol tekellerinin daha tatlı karlar elde etmesi için fiyatlar Avrupa düzeyine çıkarıldı.
* Petrol ürünleri açığı her yıl artmasına rağmen yeni rafineri yapılması yönünde herhangi bir girişim bulunmamaktadır. İzmir, İzmit ve Kırıkkale rafinerilerine yapılan yatırımlar ise gerekli olmakla birlikte özelleştirmelerin kolay olması amacına da yöneliktir.
* Tüpraş özelleştirme kapsamına alındıktan sonra 1999 yılı verilerine göre sendika üye sayısı %15 oranında düşürülmüştür. Bu sayının yaşanan istem dışı işten çıkarmalarla son dönemde daha da düştüğü bilinmektedir.

Tüpraş özelleştirilirse neler olacak?
1) Devlet bütçesine önemli oranda katkı sağlayan TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesi diğer özelleştirmeler gibi kamu yararıyla bağdaşmaz niteliktedir. "Sosyal Devlet"in kazanımlarını yoketmeye dönük en önemli uygulamalardan birisidir.
2) Ticari kardan çok ülkenin petrol gereksinimini gidermek amacıyla kurulmuş olan TÜPRAŞ, özel sektöre devredilirse kuruluş amacını gerçekleştiremez. Çünkü özel sektörün tek hedefi daha çok kar etmektir.
3) Toplumda yaygın olarak kullanılan, sektörler üzerindeki etkisiyle stratejik öneme sahip olan petrolün, özel sektörün kar hırsına terkedilmesi, halkın ve ülkenin çıkarlarını hiçe saymakla eş anlamlıdır.
4) Geçtiğimiz yıl yüzde 50 nin üzerinde bir kısmı özelleştirilen POAŞ'tan birkaç kat daha yüksek değerde olan TÜPRAŞ'ın bolk olarak satışı ancak yüksek sermayeli yerli-yabancı tekellere gerçekleştirilebilir. Bu ise petrol sektöründe özel tekellerin yaratılması demektir. Özel tekellerin petrol sektörünün üretim, dağıtım ve fiyatlandırmasına hakim olması, tüm dünyada siyasi rejimleri dahi doğrudan etki altına alan dev tekellerin, ülke geleceği üzerine ipotek koyması demektir.
5) Neredeyse Türkiye'nin ulusal geliri kadar ekonomik gücü elinde bulunduran tekeller TÜPRAŞ'ı satın alarak petrol arz ve fiyatları ile istedikleri gibi oynarlarken, ülke politikası ile de oynama gücünü de ele geçireceklerdir. Türkiye tarafından da imzalanan MAİ-MİGA gibi anlaşmalarla bu tekeller uluslararası tahkimlerle dokunulmazlık zırhına bürünecekler, faaliyet ve karları garanti altında olacaktır.
6) 1974 Kıbrıs harekatı sırasında özel sektör rafinerisi olan Ataş bakıma alınmış, ordunun gereksindiği petrol verilmemiştir. Ataş 1996'da da fiyatları düşük bularak satışlarını durdurmuş, özellikle Güney'deki petrol istasyonları üzerinde uzun kuyruklar oluşmuştur. Özel sektörün elindeki işletmeleri karları dışında ne kuyruklar, ne de halkın mağduriyeti ilgilendirirken, kamu teşekküllerinin ana hedefi kamunun mağduriyetinin önlenmesidir.
7) TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesi ve ürün fiyatlarını belirlemede otomatik fiyatlanmaya geçilmesi tekelci sermayenin fiyatları istediği gibi arttırması yanında, diğer ürünlerinde pahalanmasına neden olacak, bu ise enflasyonu artıracaktır.
8) 2000 yılı rakamlarına göre 2 katrilyon 987 trilyon 474 milyar lira katma değer ve 382 trilyon 575 milyar lira dönem karı ile Türkiye'nin en büyük sanayii kuruluşu alan TÜPRAŞ'ın özel sektöre devri, devletin böylesine önemli gelir sağlayan kuruluşunun yitirmesi demektir.
9) TÜPRAŞ'la aynı entegre yapıdaki POAŞ'ta yaşananların açıkça gösterdiği gibi özelleştirmeler işten çıkarmaları, düşük ücretle çalışmayı, çalışma koşullarında ağırlaşmayı ve sendikasızlaştırmayı da beraberinde getirecektir.

Kapsam içi işçi sayısı düşürülüyor
Tüpraş'ta rutin olarak her Ocak ve Temmuz'da istem dışı işten çıkarmaların yaşandığını aktaran Petrol-İş Aliağa Şubesi İdari Sekreteri Mehmet Baki Özen, personel sıkışıklığı olmasına, bir kısım üniteler mesai ile çalışmak durumunda kalmasına rağmen bu işten çıkarmaların devam ettiğini belirtti. Aliağa Tüpraş'ta sendika üyesi 815 civarında işçi bulunduğunu, kapsam dışı işçi sayısının toplam 1200 kadar olduğunu dile getirin Özen, bakım ve sosyal işlerde de 256 mütahit işçisinin çalıştığını kaydetti. Tüpraş'ta kapsam dışı personelde yoğunlaşma olduğunun altını çizen Özen, böylece kapsam içi işçi sayısının düşürülmesinin amaçlandığını vurguladı. Bugün Tüpraş'ın Türkiye'deki 500 büyük kuruluş içinde birinci durumda olduğunu, hatta dünya sıralamasında da önemli bir konumda yeraldığını söyleyen Özen, "Böylesine önemli bir kuruluş, İMF ve DB gibi kuruluşların küreselleşme adı altındaki dayatmalarıyla özelleştirilmek isteniyor. Petrol sektörü arama, üretim ve dağıtım olarak ayrılıyor. En karlısı dağıtım. Büyük bir kısmı İş Bankası-Doğan Holding girişimine satılan POAŞ dağıtım işini yapıyor. Arıtma tesisi olarak da rafineriler var. Rafineriler şu anda kamu yararına gözetilerek devlet tekelinde olan kuruluşlar. Dünyadaki dev tekellerin bu derece yüksek ciro ve karı olan işletmelere göz diktiği gerçeği ortada. Bu karların kendi ceplerine akmasını istiyorlar. O nedenle DB ve İMF'nin baskısıyla buraları ellerine geçirmek istiyorlar," diye konuştu.

"Hisselerin yüzde 20'sini alanlar Tüpraş'ın yönetimini ele geçirir"
KİT'lerin şimdiye kadar "zarar ediyor" gerekçesiyle özelleştirilmesine rağmen artık kar eden kuruluşların özelleştirilmeye başlandığına dikkat çeken Özen, bunlar arasında TEKEL, Şeker Fabrikaları, Tüpraş, PETKİM'in başta geldiğini kaydetti. Hükümetin İMF'ye verdiği son niyet mektubunda Tüpraş'ın "yılın son çeyreğinde halka arz edileceği" taahhütünü verdiğini hatırlatan Özen, "Geçen yıl ki özelleştirmede 27-28 bin lira olan bir Tüpraş hissesinin değeri, develüasyonlara ve TL.nin değerinin düşmesine rağmen şu anda 30 binlerde. Yani hisseleri alanlar zararda. Geçen seneki satışlarda Tüpraş işçisine indirimli ve taksitle hisse satışı yapılacağını söylediler. Reklamlarında da bunu öne çıkardılır. Biz o dönem işçilere bu hisselerin alınmasının ne anlama geldiğini anlatmaya çalıştık. Genel Başkan da geldi, yemekhanede konuyla ilgili konuşmalar yapıldı. Buna rağmen hisselerden alan arkadaşlarımız olmuştu. Duyduğumuz kadarıyla yeni Tüpraş hisselerini piyasaya sürmek için hisselerinin değerlerinin oturmasını bekleniyormuş," dedi. POAŞ ve Uzan'lara satılan Çukurova da olduğu gibi, hisselerin belli bir kısmını alarak yönetimi eline geçirenlerin buralarda istediği gibi at koşturabildiklerini belirten Özen, Tüpraş'ta blok satış olmasa bile hisselerin yüzde 20'sini ellerinde bulunduranların yönetimi de ellerine geçirmiş olacaklarını dile getirdi. Tüpraş'ın Türkiye'deki akaryakıt dağıtımının yüzde 80'ine yakınını karşıladığını vurgulayan Özen, petrol sektöründe özel şirket olarak bir tek Ataş'ın olduğunu, Ataş'ın dışında ithalat yoluyla dağıtım yapan şirketlerin de bulunduğunu söyledi.

"Yatırımlarla özelleştirmeyi çekici kılmak istiyorlar"
Tüpraş'ın Avrupa'daki standartları yakalaması için yatırımlar sürdüğünü, Örneğin kurşunsuz benzin tüketiminin artmasına paralel olarak bu ürünü elde etmek için Aliağa, İzmit ve Kırıkkale'de çeşitli yeni yatırımlar yapıldığını aktaran Özen, "Yine Avrupa normlarına göre düşük kükürtlü mazot üretimi için de yatırım yapılması söz konusu. Özelleştirilmeden önce POAŞ'tada ciddi yatırımlar yapılmıştı. Buraları yatırımlarla iyice çekici hale getirdikten sonra özelleştiriyorlar. POAŞ'ta yaşananların Tüpraş'ta da yaşanması hiç süpriz olmayacak. Bu nedenle POAŞ'ı örnek vererek arkadaşlarla konuyu devamlı görüşüyoruz" diye konuştu. Özellikle teknik servislerde çalışan işçiler arasında "Bana birşey olmaz" gibi bir düşünce gözlemlendiğini belirten Özen, teknik elemanın yetişmesi zor olsa da, POAŞ'ta şu an yapıldığı gibi fazla çalışma, başka işlerde çalışma gibi uygulamalarla bu açığı giderebileceğine dikkat çekti. Özen, Tüpraş'ta bakım kısmının taşerona verildiğini, büyük bakımlar da dışarıdan taşeron işçi getirildiğini sözlerine ekledi.

Tüpraş'ı da POAŞ'ın akibeti bekliyor
2000 Mart'ındaki halka arzda tepki gösterilmesine, çeşitli toplantı ve bildirlere rağmen işçiler içinde de Tüpraş hisselerini alanların olduğunu aktaran Tüpraş İşyeri Baştemsilcisi Salih Rakıcı, bir süre değerlenen hisselerin sonradan hızla inişe geçtiğini ve bu kağıtları alanların bir yıldır zararda olduğunu belirtti. Bu hisseleri alan işçilerin herşeyden önce kendi gelecekleriyle oynadıklarını vurgulayan Rakıcı, özelleştirmenin bir biçimi olan bu uygulamanın işçiler ve ülke açısından çok kötü bir şey olduğunu defalarca vurgulamalarına rağmen, yine de tam anlamıyla başarılı olamadıklarını dile getirdi. Tüpraş'ta istem dışı işten çıkarmaların tüm hızıyla sürdüğünü kaydeden Rakıcı, "Geçen sene Temmuzdan bu yana re'sen emeklilik adı altında istem dışı işten çıkarmalar devam ediyor. Bu Temmuz'da 42 kişinin çıkışı verildi. Bir senede 120 kişi bu yöntemle işten çıkarıldı" dedi. Tüpraş'ta  yatırımların tüm hızıyla sürdüğünün altını çizen Rakıcı, "Yatırım programları yapıldı ve uygulanıyor. Şu anda kurşunsuz benzin üretimi için yapılan büyük bir tesis devreye girecek. Onun haricinde de yatırımlar var. POAŞ'ta olduğu gibi tesisler yenilendikten sonra, süslenmiş bir şekilde alacak kişiye kıyak çekilecek. PETKİM için de aynı şeyler sözkonusu" diye konuştu. Duyumlarına göre sonbahardaki halka arzlarla kurumun yüzde 51-52'sinin özelleştirilmiş olacağını belirten Rakıcı, sonbahardaki satışta yüzde 17'lik bir dilimin özelleştirme kapsamına sokulacağını tahmin ettiklerini söyledi. POAŞ'ta özelleştirme sonrası yaşananların kendileri açısından son derece öğretici olduğunun altını çizen Rakıcı, "Eğer gerekli müdalehede bulunmazsak Tüpraş'ı da POAŞ'ın akibeti bekliyor" dedi.  (Evrensel)

KAYNAKLAR:
"Özelleştirme tartışmaları", Hazırlayan: Aykut Polatoğlu, Bağlam Yayıncılık, 1994.
"KİT Gerçeği ve Özelleştirme", Arslan Başer Kafaoğlu, Alan Yayıncılık, 1994.
"PETKİM Dergisi", PETKİM Petrokimya Holding AŞ. Yayınları, Temmuz-Ağustos 1990.
"1997-99 Petrol-İş Yıllığı", Petrol-İş Sendikası Yayınları, Mart 2000.
"Tüpraş Gerçeği", Petrol-İş Sendikası Yayınları, Mayıs 1999.
"Özelleştirme sürecinde POAŞ ve Tüpraş dosyaları", Petrol-İş Yayınları, Mart 2000.

"Tüpraş'ın özelleştirilmesine hayır!", Petrol-İş Sendikası Yayınları, Nisan 2000. 

23 Haziran 2001 Cumartesi

Bergama Köylerin'de Şenlik var!

Foto: Özer akdemir


  İZMİR - 1 yılı aşkın bir süredir siyanürcü şirket Eurogold'a (Normandy) karşı topraklarını, sularını, geleceklerini korumak için mücadele veren Bergama Köylüleri yeni bir hukuk zaferi kazandılar. Bergama Köylüleri, İzmir 1. İdare Mahkemesi'nin bakanlıklarca madenin çalışması için verilen izinleri iptal etmesini önceki gün büyük bir şenlik yaparak kutladılar.

Danıştay'ca madenin çalışmasının durdurulması doğrultusunda verilen kesin karardan sonra, Başbakan'lıkça TÜBİTAK'a hazırlattırılan, madeni aklayıcı karar ardından yeni bir manevra yapan Eurogold, eksikliklerin tamamlandığını, madenin çevre ve insan yaşamı için risk taşımadığını ileri sürerek ilgili bakanlıklardan üretim için izin almıştı. Kesinleşmiş mahkeme kararları, ilgili bilim çevrelerinin uyarıları ve Bergama köylülerinin hemen her yöntemi deneyerek yaptıkları eylemleri görmezden gelen yetkilileri arkasına alan şirket geçtiğimiz günlerde üretime başlamıştı. Madenin çalışmasını protesto etmek için yürüyüşler, İzmir-Çanakkale Karayolu'nun trafiğe kapatılmasıve gösteriler düzenleyen Bergama köylüleri, hukuk alanındaki mücadelelerinden de vazgeçmemişlerdi.

İzimr İl İdare Mahkemesi tarafından önceki gün açıklanan karar da, her ne kadar Başbakanlıkça TÜBİTAK'a hazırlattırılan raporda, tesiste alınan tedbirlerin risk faktörünü ortadan kaldırıldığının belirtilmesine rağmen, ilgili bilim çevrelerinin ve mahkemece oluşturulan bilirkişi raprunun aksi yönde olduğu vurgulanarak, madenin çalışması için verilen izinlerin hukukyla bağlaşmadığının altı çiziliyor. Anayasa'nın 138. maddesinde yeralan, yasama, yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uymak zorunluluğuna atıfta bulunularak,"...madenin, doğrudan veya çevrenin bozulması ile dolaylı olarak ile dolaylı olarak insan yaşamını etkileyeceği kesin olan siyanür liçi yöntemle işletilmesine izin verilmesi yolundaki işlem, kamu yararına uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle iptal edilmiştir" denilmekte. Gerekçeli kararda mahkemece atanan bilir kişinin raporunda yeralan, siyanürle altın çıkarımının çevre ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri, bölgenin deprem kuşağında olması nedeniyle atık havuzundaki zehirin toprağa ve yeraltı sularına karışması olasılığının yüksekliği ve diğer riskler de ayrıntılı bir şekilde aktarıldı.

Mahkemenin madenin çalışma iznini iptal etmesinin ardından dün akın akın Bergama'nın Narlıca Köyü'ne çevre köylerden ve İzmir'den gelenler davullar, zurnalar ve halaylarla şenlik yaptılar. EMEP Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Varlı, İzmir İl Başkanı Cabbar Demirci, il ve ilçe yöneticileri'nin de katıldığı şenlikte, DİDF temsilcisi Ali Gültekin, BES İzmir Şube Başkanı Ramis Sağlam, BES Şube Hukuk sekreteri, Greenpeace gibi kurumlarda hazır bulundular. Köy Muhtarlarının konuşmalarıyla başlayan şenlikte muhtarlar, 11 yılı aşkın bir süredir yaptıkları mücadele sonucu zafer kazandıklarını, bu zaferde payı olan herkese teşekkür ettiklerini söylediler. Muhtarlar, maden sahasından inşaat sırasında kesilen ağaçların yerine dikilerek, alanın milli park ilan edilmesini istediler.

Bergama Köylülerinin avukatı Senih Özay'da, mahkemenin bu kararına siyasi iktidarın uyması gerektiğinin altını çizerek, "Aksi anayasal suçtur, cezası idam gerektirir" dedi. Özay, madenin bir ay içerisinde faaliyetlerini tamamen durdurması gerektiğini belirtti. Bergüama Çevre Yürütme Kurulu Başkanı Oktay Konyar, siyasi iktidarın cumhuriyetin bütün kazanımlarına saydırırken, Bergama kayasına çattığını hatırlatarak, "Rehavet yok. Mücadelemiz daha bitmedi. Eurogold, emperyalizm ülkeden kovulana kadar eve girmeyeceğiz" dedi. Öte yandan EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel Bergama Köylülerine gönderdiği mesajda, Bergama Köylüleri'nin Eurogold'a karşı mücadelede yaktığı meşalenin, demokrasi ve ülkenin geleceğini düşünen aydınların, işçi ve emekçilerin elinde yanmaya devam ettiğini belirterek, "Bergama köylüsünün toprağının elinden alınması gibi Sümerbank işçisinin de işini elinden almak istiyorlar... Bir yanda işçi emekçiler, diğer yanda ülkeyi yağmalamaya çalışanlar. Ülkemizin yeşil dolarlarla işgal edilmesine karşı bütün işçi ve emekçiler, aydınlar, köylüler, öğrenciler tüm halk olarak sürdürdüğümüz mücadeleyi birleştirerek büyüteceğiz. Bu Kurtuluş Savaşından zaferle çıkacağız" dedi.

Köylülerin görüşleri de şöyle:
Gündüz Kıra: (80 yaşında, Narlıca Köyünden): 11 senedir mücadele ediyoruz. Biz direnişimizle sadece hakkımızı istedik, kimseye bir kötülük yapmadık. Biz kendi toprağımızı koruyoruz, yaşamak istiyoruz.
Rasim Keskin (73 yaşında Tepeköylü): Siyanür istemiyoruz. Bizim kimseye zararımız yok, zararı olanları temizliyoruz.
Veli Balta (Pınarköy): Topraklarına, vatanına sahip çıkanlara saygı duymak gerekir. Bu şirket buradan gidecek, mahkeme kararı öyle diyor.
Ali Gültekin (DİDF üyesi): Burada gördüğüm coşkuyu Avrupa'da görmek çok güç. 1 yıllık mücadelenin taçlandığı bir gün bugün.
Fatma Sezer (Çamköy): Türkiye'de mahkemeler, şyargıçlar varmış. İnşallah hükümette vardır. Bu kararada uymazlarsa yazıklar olsun deriz.) tarafından önceki gün açıklanan karar

16 Haziran 2001 Cumartesi

Dostluk-Barış, iyi de... Önce iş, önce ekmek...



Aliağa Belediye Başkanı Hakkı Ülkü son aylarda gerek yerel radyo ve gazeteler, gerekse ilçenin çeşitli yerlerine astırdığı duyurularla "Kandırıldım" diye feryat ediyor. Bu dönemle 3. kez belediye başkanlığını yürüten Ülkü, 1999 yılında belediyede çalışan işçiler adına Genel İş Sendikası'yla imzaladığı toplu sözleşme nedeniyle "Kandırıldığını" söylüyor. Tam seçimler arefesinde belediye ile sendika arasında yapılan bir dizi toplu sözleşme görüşmesinin ardından bağıtlanan metni, seçimler bitip yeniden başkan olduktan hemen sonra, "Böyle sözleşme olmaz. Okumadan imzaladım. Şu şu maddeleri yeniden gözden geçirelim" diye tartışmaya açmak istiyor. İşçilerin ve sendikanın kazanılmış hakların pazarlığına yanaşmaması üzerine de, tam bir "burun sürtüp, intikam alma" güdüsüyle "icraatlarına" başlıyor. Radyolara, gazetelere demeçler verip sendikayı karalıyor, toplu sözleşmenin belediyeyi yıkıma götürdüğünü iddia ediyor, bu metni "okumadan imzaladığını" söylüyor ve kandırıldığından yakınıyor. Yıllarca belediye başkanlığı yapmış, bir dizi toplu sözleşmeyi gerçekleştirilmiş birisi olarak Hakkı Ülkü'nün nasıl kandırıldığı ve metni kimlerin ona okutmadan imzalattığı insanların aklına ilk anda gelen sorular arasında. Ülkü, burada belediyedeki yardımcılarına topu atmak istese de, kendisi de dahil kimseyi inandıramıyor. Bu ve benzeri sözlerle Aliağa halkının kafasını karıştırmak, belediye işçileri ve sendikayı halkın gözünde yıpratmak istiyor. Ülkü'nün en son icraatı da, aylardır zeminini hazırlamaya çalıştığı ve artık "zamanı geldi" diye düşündüğü, belediye işçilerini ücretsiz izne çıkarmak oldu. Bunu yaparken de işçilerin aylardır belediyede biriken kişi başına 1.5 milyar liralık alacağını koz olarak öne sürdü. İşçilere, "Eğer izne çıkarsanız bu alacaklarınızın bir kısmını öderiz" diyor. Peki, neydi Hakkı Ülkü'nün seçim arefesinde bağıtlandıktan sonra, "okumadan imzaladım, kandırıldım" diye feryat ettiği toplu sözleşme maddeleri? İşçinin işten çıkarılması durumunda ödenecek olan 40 haftalık kıdem tazminatı ve 2. yıl zammı olan enflasyon artı 12 puan. Bugün için 15 yıllık bir işçinin yiyecek, yakacak, çocuk yardımı v.s ile giydirilmiş ücretinin 300 milyon olduğu Aliağa Belediyesi'nde, 224 işçinin aldığı (Tabii belediye başkanı insafa gelip maaş ve ikramiyelerde kesinti yapmadan verirse), yapılan araştırmalara göre açlık sınırının hemen üstünde, yoksulluk sınırının ise yarısından daha az bu para beledeyiyi batırıyor! Hemen her konuşmasında "Sosyal Demokratlığını" hatırlatmak gereği duyan, Türk-Yunan Dostluk Derneği etkinliklerinden, Gündem 21 çalışmaları için ABD ve  Japonya'ya yaptığı gezilere kadar bir sürü "sosyal" uğraşla haşır neşir olan Ülkü, her nedense söz konusu işçi ücretleri olunca, sosyalliği de demokratlığı da birden bire unutuyor. İşçiler haklarını istediğinde "Para yok" denen Aliağa Belediyesi'nde, işçilerin ve sendikacıların anlattığı, nerelere ne kadar harcama yapıldığını, bütçe görüşmeleri sırasında evlere şenlik çıkarılan gelir gider hesaplarını anlatmaya kalksak akşam olmasa da, Ülkü'nün, sevgili yazarımız B. Habora'nın "Hanedan" köşesinde konu mankenliği yapması neredeyse garanti. Geçen sene Türk-Yunan Dostluk ve Barış Şenlikleri nedeniyle Midilli Adası'na izinsiz gittiği için hakkında dava açılan, bu günlerde de yine Türk-Yunan Dostluk Derneği Ege Şubesi'nin açılması için harıl harıl çalışan "Sosyal Demokrat" Ülkü, aylardır alacaklarını alamayan, evinde günlerdir sıcak yemek pişmeyen belediye işçilerinin "Dostluk, Barış, iyi de, biz açız. Önce iş, önce ekmek..." çığlıklarını ne zaman duyacak hep birlikte göreceğiz. Bugün, ücretsiz izin dayatmasına karşı iş bırakan Aliağa Belediyesi işçileri "Önce iş, önce ekmek" çığlıklarını Ülkü'nün kulağına daha yükses sesle haykırmaya başladılar bile... (Evrensel)

15 Haziran 2001 Cuma

"Aliağa Hakkı Ülkü'nün çiftliği değil"

Özer Akdemir


ALİAĞA - Ekonomik krizleri gerekçe göztererek 66 işçiyi 15 günlüğüne ücretsiz izne çıkarmak isteyen Aliağa Belediye Başkanı Hakkı Ülkü'yü protesto ederek Belediye binası önünde bekleyen işçiler, bugün bütün belediye birimlerinde üretimi durdurarak, iş başı yapmayacaklar. Yaklaşık 6 aydır ekonomik krizler ve işçi ücretleri nedeniyle belediyenin zarar ettiği gibi gerekçelerle, işçilerin ikramiye, prim v.s alacaklarını ödemeyen, maaşların da da yarısını keserek veren Aliağa Belediye Başkanı Hakkı Ülkü, dün yayınladığı bir duyuruyla yine aynı gerekçeleri göstererek, 66 işçiyi 15 günlüğüne ücretsiz izne ayıracağını açıkladı. Toplam 224 işçinin çalıştığı Aliağa Belediyesi'nde, işçileri üç gruba ayıran Belediye Başkanı Ülkü, 15-29 Haziran tarihleri arasında ücretsiz izne çıkmalarını istediği 66 işçinin isim listesini de duyuruya ekledi. Duyuru da 15-29 Haziran da izne çıkarılacak 1. grup işçilerden sonra, 30-14 Temmuz da 2. grup ve 15-29 Temmuzda da 3. grup olarak  ücretsiz izne çıkarılmaların devam edeceği belritildi. Belediyede çalışan her bir işçinin toplam 1.5 milyar lira alacaklarının bulunduğunu, ikramiyelerinin ödenmediğini, geçen ayki maaşlarının yarısının kesildiğini, tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de ücretsiz izin dayatmasıyla karşılaştıklarını söyleyen belediye işçileri, bu dayatmaları kabul etmeyeceklerini belirttiler.

Sadece işçiye gelince para yok

Belediye başkanının "Belediyede para yok" demesinin gerçeği yansıtmadığını aktaran işçiler, "Para yok da kendisi ABD'ye, Japonya'ya, Yunanistan'a nasıl gidiyor? İlgili ilgisiz yerlere, sosyal tesislere gelince milyarları aktaran belediye, işçinin hakkını ödemeye gelince mi para bulamıyor?" diye konuştular. Belediye işçilerinin örgütlü olduğu Genel-İş 5 Nolu Şube Başkanı Murat Hançer, işçi ücretleri dışında herşeye para bulabilen belediye başkanının işçi düşmanı tavırlarını kınadığını belirterek, "Ağzını her açtığında sosyal demokratlıktan dem vuran Belediye Başkanı, işçinin aylardır içerde biriken alacaklarını vermiyor, maaşını yarım veriyor, şimdi de ücretsiz izne çıkararak çalışmasını, ekmeğini kazanmasını önlemeye çalışıyor. İşini-ekmeğini elinden almak isteyenlere karşı Aliağa işçisinin kararlı mücadelesi devam edecektir. Burası Hakkı Ülkü'nün çiftliği değil" dedi. Belediyenin önünde bekleyişlerini sürdüren işçiler, Belediye başkanı Ülkü'nün 1999'da seçimlere denk gelen toplu sözleşmeyi imzaladıktan ve seçimleri tekrar kazandıktan sonra, "Ben bu sözleşmeyi okumadan imzaladım. Beni kandırdılar" türünden konuşmalar yaptığını ve sözleşmeyi budamaya çalıştığını aktararak, Ülkü'nün çok dediği işçi ücretlerinden 15 yıllık bir işçinin giydirilmiş maaşının 300 milyon lira olduğunu belirttiler. Bu ücretin açlık sınırıyla aynı, yoksulluk sınırının yarısından bile daha az olduğunu dile getiren işçiler, "Biz çoluğumuzla-çocuğumuzla insancı yaşamak istiyoruz. Ükü ise bizim ekmeğimizi çalmaya uğraşıyor" dediler.

PETKİM işçileri desetek verdi

Aileleriyle birlikte Belediye Binasının önündeki Demokrasi Meydanı'nda "İş ekmek yoksa barışta yok", "Sadaka değil hakkımızı istiyoruz", "Direne direne kazanacağız" sloganlarıyla Ülkü'yü protesto eden Belediye işçilerine Petrol-İş Aliağa Şubesi Başkanı İskender Büyükçolak, Yönetim Kurulu üyeleri, işyeri temsilcileri ve PETKİM işçileri de destek verdiler. Belediye Başkanı Ülkü'nün işçi düşmanı tavırları, yarım maaş, ikremiyelerin ödenmemesi ve son olarak ücretsiz izin gibi hak gasplar ve dayatmaları sona erene kadar eylemlerine devam edeceklerini vöurgulayan Genel-İş 5 Nolu Şube Yönetim Kurulu üyesi Şükrü Barut, "Belediye başkanı bize 'eğer ücretsiz izne çıkmayı kabul ederseniz içerdeki alacaklarınızı veririm' diyor. Bizim paramızla biimle pazarlık yapmaya çalışıyor. Hani belediye de para yoktu." diye konuştu. Barut, Hakkı Ülkü'nün belediyeyi zararda göstermek için gelirleri kısıp giderleri şişirdiğini de sözlerine ekledi. Ücretsiz izne ayrılmaya zorlanan belediye işçileri gazetemize şunları söylediler:
Mahir Özenç: (Genel İş 5 Nolu şube Yönetim Kurulu üyesi. 8 yıllık belediye işçisi): Bize izne çıkırsak içerdeki alacaklarımızı ödeyeceklerini söylüyorlar. Biz de bunu kabul etmiyoruz. Maaşlarımız ve ikramiyelerimiz sürekli kesilerek veriliyordu. Biz hakkımızı istiyoruz ve alacağız da.
İmam Kaya: (23 yıllık işçi): Bize sürekli baskı yapıyorlar, sendikadan ayrılmamız için. Maaşlarımız, diğer haklarımız ödenmiyor. Benim oğlum üniversitede okuyor, ona para gönderemiyorum. Bankalara, kredi kartlarına 1.5 milyar lira borcum birikti. Belediye başkanı iki yüzlü davranıyor. İnsanlara gerçekleri anlatmıyor.
Ali Gültekin: (20 yıllık belediye işçisi): Bir seneden beri maaşlarımızı doğru dürüst alamıyoruz. Benim kızım var dersaneye giden, onun dersane parasını ödeyemiyorum artık. Bir aydan beri borç borç borç... Bir aydan beri benim evimde yemek pişmiyor parasızlıktan. Durumumuz çok perişan. İçerde 1.5 milyar paramız var, vermiyorlar. Para yok da ABD'ye, Japonya'ya neyle gidiliyor. Bir sürü etkinlikler düzenleniyon, bunlara para nereden bulunuyor? Ben CHP'liyim ama bu adam yüzünden CHP'den de istifa edeceğim.
Çetin Çelik-Çoşkun Alev: (PETKİM işçileri): Arkadaşlara destek için geldik. Bu ülkede her şeye para bulunuyor, işçinin hakkını vermeye gelince bulunmuyor. İşçiye para yok diyorlar, diğer yandan kendi yandaşlarına ihalelerle milyarları akıtıyorlar. Türkiye'nin düzeni bu işte. (Evrensel)

14 Haziran 2001 Perşembe

DUSAŞ: Sağlıkta özelleştirme bataklığına bir örnek

Foto kodu: ssk-d (Tabip odasındaki basın açıklaması)


İZMİR - Sağlık'ta özelleştirme uygulamalarının geldiği boyut ve sonuçları, son olarak İzmir DUSAŞ Özel Tıp Merkezi belgelerine, İzmir DGM tarafından elkonulması ve gözaltına alınan 16 kişiden 7 sinin tutuklanmasıyla bir kez daha gözler önüne serildi. Basında "Beyaz önlük operasyonu" olarak adlandırılan DUSAŞ Özel Tıp Merkezi'nde ortaya çıkarılan yolsuzluk olayı, SSK'nın bazı sağlık hizmetlerini anlaşmayla özel sağlık merkezlerine yönlendirmesi ile ortaya çıkan yolsuzluk ve bir dizi diğer kirli ilişkinin ilki de değil. Daha önce Ankara Özel Has Polikliniği'nde bir benzeri yaşanan ve SSK'nın poliklinikle anlaşmasını iptal etmesiyle sonuçlanan bu uygulama, DUSAŞ örneğinde basına yansıtıldığı biçimiyle, "şirket sahiplerinin aynı binada hizmet veren bazı gözlükçülerle girdiği yolsuzluk ve sahtecilik" temelindeki kirli ilişkilerin çok ötesinde, yıllardır SSK'da uygulanan politikaların ve sağlıkta özelleştirme batağının ulaştığı boyutları göstermesi açısından da önemli.

Kaynak kime yok?

DUSAŞ gibi sadece ayakta tedavi hizmeti veren bir özel sağlık merkezine İzmir Tabip Odası'nın belirlemelerine göre aylık 800 milyon-1 milyar TL. arasında bir para akışı sağlanırken, "Kaynak yok" gerekçesiyle bir türlü hizmete sokulmayan ve 400-500 yataklı olması planlanan SSK Buca Hastanesi'nin en az üç kez hizmete açılabileceği belirtiliyor. SSK Buca Hastanesi'nin hizmete girmesi için gerekli olan 5-6 trilyon lira, 2000 yılı rakamlarına göre SSK'nın İzmir'de dışardan aldığı sağlık hizmetleri için ödenen 18.4 trilyon liranın 1/3'ü kadar! Türkiye nüfusunun %50'sine, bünyesindeki 7000 hekimle hizmet vermeye çalışan SSK hakkında, -hekim, araç-gereç ve özellikle yardımcı sağlık personelindeki açıklarına hiçbir olumlu çözüm getirmeyen siyasi iktidarların bilinçli politikaları nedeniyle- kamuoyunun gözünde hiçte haketmediği bir aleyhte önyargı oluştu. Yine "Serbest piyasacı-Yeni Dünya düzencisi" siyasi iktidarlar tarafından SSK'nın bu sorunları, gerek kurumun altyapısının iyileştirilmesi, gerekse insan gücü bakımından geliştirilmesi yerine, önce yataklı tedavi hizmetleri, daha sonra da ayakta tanı ve tedavi hizmetlerinin özel sağlık sektörlerinden satın alınması ile sorunların üzerine daha beter bir sorun da eklenerek "çözüme kavuşturuldu". SSK'nın kendi ürettiği sağlık hizmetine oranla, satın alınan yataklı tedavi hizmetlerinin 4 misli, ayakta tanı ve tedavi hizmetlerinin 3 misli daha pahalı olduğu İzmir Tabib Odası tarafından yapılan çeşitli incelemelerde ortaya çıkarken, bu politikaların SSK'nın kaynaklarının tüketilmesine ve sağlık harcamalarının artmasına yolaçacağı, SSK yönetimine ve kamuoyuna duyurulmasına rağmen uygulama aynen devam ettirilmiştir. Bununla da kalınmamış, gerek SSK üst yönetimi, gerekse SSK'nın İzmir yönetimi sağlık hizmetlerinin özel sağlık sektörlerinden satın alınmasını özendirmek için her türlü gayreti de gösterdiler.

DUSAŞ her yönüyle kollandı

DUSAŞ örneğini mercek altına alırsak; 1- DUSAŞ ile yapılan ilk sözleşme 1 yıllık iken, hekimlerin ve hastane yönetimlerinin sürekli yakınmalarına, bunları yazılı ve sözlü olarak iletmelerine rağmen sözleşme, SSK tarihinde hiç rastlanmadık biçimde ilk bir yılın sonunda 3 yıllık uzatılmıştır. 2- DUSAŞ sözleşmesinde, faturaların 30 gün içinde ödenmesi, aksi halde güncel oranlar üzerinden faiz cezası ödeneceği maddesi konmuştur. Aynı SSK üniversite hastanelerine "para yok" gerekçesiyle aylarca ödeme yapmamış, bunun sonucu olarak üniversite klinikleri SSK hastası kabul etmemektedir. 3- Kamu hastanelerinin faturalarının incelenmesi için her branştan uzmanların oluşturduğu fatura kontrol komisyonları mevcutken, DUSAŞ faturaları bu komisyonun incelemelerinden ayrı tutulmuştur. 4- SSK dispanserleri ile hastaneler arasındaki sevk zinciri DUSAŞ örneğinde bozulmuş, SSK İzmir yönetiminin özendirmesi sonucu, birinci basamak sağlık hizmetleri atlanarak İzmir'in her yerinden bu özel sağlık merkezine başvurular yapılabilmiştir. Basındaki adıyla "Beyaz önlük operasyonu" altı kişinin tutuklanması ve SSK ile DUSAŞ arasındaki sözleşmenin iptali ile şimdilik durulmuş görünse de, SSK yönetimleri ve siyasi otoritelerin politikaları bu türden olaylarının ilerde de yaşanmasını neredeyse kaçınılmaz hale getirn yanlışları bünyesinde barındırmaktadır. Özelleştirilen bireysel sigortacılık hizmetleri bu nokta da örnek olarak verilebilir.

Çözüm: Sağlıkta özelleştirmeler durdurulsun

SSK'da yaşanan tüm bu sorunlar ve DUSAŞ'ta ortaya çıkanlarla ilgili dün İzmir Tabip Odası'nda, Yönetim Kurulu üyesi Dr. Mete Güzelant tarafından yapılan basın açıklamasında çözüm önerileri olarak; SSK'nın insan gücü ve altyapı olarak eksikliklerinin giderilmesi, sağlıkta özelleştirme politikalarına son verilmesi, SSK'nın personel açığının kapatılarak, çalışanların ekonomik ve özlük haklarının geliştirilmesi önerilerek, birinci basamak sağlık hizmetlerindeki yatırımların tasarruf genelgesi v.s gerekçelerle engellenmesinden vazgeçilmesi istendi. (Evrensel)

13 Haziran 2001 Çarşamba

Emlak Bankası çalışanları: "IMF'ye boyun eğmeyeceğiz"

Foto: Özer Akdemir


İZMİR - Emlak Bankası çalışanları ülkeyi DB'ye ve IMF'ye boyun eğen politikalar üreten ve uygulayan siyasetçilerin yalanlarına inanmadıklarını belirterek, Emlak Bankası ve diğer kamu bankalarının kapatılmasını önlemek için her türlü mücadeleyi vereceklerini vurguladılar. Emlak Bank Bölge Müdürlüğü önünde toplanan yaklaşık 100 kadar DİSK Bank-Sen üyesi Emlak Bank çalışanı "Emlak Bankası kapatılamaz", "Çalışanlar burada hortumcular nerede", "Burhan Akışık IMF'ye yapışık" sloganları ile Emlak Bank'ın kapatılması yönündeki IMF direktiflerini protesto ettiler. "Sustuk sıra bize geldi. Susmayacağız" pankartını taşıyan Emlak Bank çalışanları, Ziraat Bankası'nda çalışan emekçileri de "Ziraat Bank ayağa kalk" sloganı ile ortak mücadeleye çağırdılar. Burada yapılan basın açıklamasında konuşan Emlak Bankası çalışanlarından Mehmet Sönmez, hükümetin IMF direktifleri doğrultusunda Emlak Bankasını tasfiye ya da birleştirme adı altında alalacele kapatmaya çalıştığının altını çizerek, bu durumun aileleriyle birlikte 40 bin insanı sokağa atmakla aynı anlama geldiğini söyledi. Kamu Bankaları Üst Yönetim Kurulu Başkanı Burhan Akışık'ın yerli ve yabancı sermayenin sözcüsü olarak İzmir'de banka yöneticilerini ikna turunda olduğunu hatırlatan Sönmez, Akışık'ın geçmişinin dikkatle incelendiğinde Engin Civan, Selim Edes ve Ahmet Özal gibi isimlerle olan ilişkilerinin açığa çıkarılabileceğini kaydetti. Bugüne kadar ki sessizliklerinin bundan sonra da sussuk kalacakları anlamına gelmediğini aktaran Sönmez, artık sessiz kalmayacaklarını ve Emlak Bank'ın kapatılmasına karşı sonuna kadar direneceklerini sözlerine ekledi. Basın açıklaması sırasında Tüm Banka-Sen üyesi kamu emekçileri de "Kamu bankaları kapatılamaz" sloganları ile eylemde yerlerini alırken, DİSK Bank-Sen ve Tüm Banka Sen üyesi emekçiler "IMF defol bu memleket bizim", "Zafer direnen emekçinin olacak" sloganlarını attılar. (Evrensel)

12 Haziran 2001 Salı

Yazarlardan Sümerbank işçilerine destek



İZMİR - Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) İzmir Temsilciliği direnişteki Sümerbank işçilerini ziyaret etti. TYS İzmir Temsilciliğinden Metin Erten, Asım Gönen ve Zübeyde Seven Turan'ın katıldığı ziyarette konuşan Asım Gönen, "Hastane kuyruklarında, iş kuyruklarında, akşamleyin çocuğuna ekmek götürememenin sıkıntısıyla yaşayan insanlarımız nüfusumuzun yüzde seksenbeşini meydana getiriyor. Ama bu coğrafya yüz milyon insanı Avrupa standartlarında besleme olanağına sahip. Bizim zorumuza giden bu. Çağın insanı olacaksak sorun nereden geliyor, sorunun çözümü nedir bunu bilmek zorundayız" dedi. Direnişlerinden dolayı Sümerbank işçilerini kutlayan TYS üyeleri daha sonra şiirlerinden örnekler okudular.       
Sümerbank işçilerinden belediye işçilerine ziyaret
Öte yandan Sümerbank işçileri de Bornova Belediyesi'ne bağlı Tamirhaneler Şantiyesi'ni ziyaret ederek direnişleri ile ilgili bilgi verdiler. Saat 12.00 sularında şantiyeye gelen Sümerbank işçileri'nden Kemal Kasar işyerinin çay ocağında bulunan  belediye işçilerine,  fabrikaların özelleştirme adı altında İTO'ya peşkeş çekildiğini, işlerinden ekmeklerinden olduklarını ve ülke kaynaklarının yağmalandığını anlattı. Özelleştirmeyi kansere benzeten Kasar, işçilerin de ülkeyi satanlar kadar cesaretli olmaları gerektiğini söyledi. Bunun için direnmekten başka çarelerinin kalmadığını ve 28 gündür işyerini terketmeme eylemi yaptıklarını anlatan Kasar, direnişin başarıyla sonuçlanması için bütün işçilerin desteklemesi gerektiğini belirterek belediye işçilerini kendileriyle  dayanışmaya davet etti. Kasar'ın konuşmasını coşkuyla alkışlayan belediye işçileri, Sümerbank işçilerine çeşitli sorular sorarak direniş hakkında bilgi aldılar. Belediye işçileri de özelikle özelleştirmeden, taşeronlaştırmadan büyük zarar gördüklerini, halen yüksek miktarda alacaklarının belediye tarafından ödenmedigini belirterek, medyanın yalan haberlerle aldıkları ücretler hakında komuoyunu  yanıltığını söylediler. Tamirhaneler işyeri temsilcisi Alim Dilek Sümerbank işçilerini perşembe günü yapılacak temsilciler toplantısına davet etti ve Sümerbank direnişinin kendileri açısından örnek alınması gerektiğini söyledi.

Bu arada tatile girmeden önceki son toplantısını dün yapan İl Genel Meclisi'nden Özelleştirme İdaresi Kurulu'nun isteği olan Sümerbank'ın İzmir Ticaret Odası'na devrine ilişkin karar çıkmadı.  (Evrensel)


11 Haziran 2001 Pazartesi

Yazarlardan Sümerbank işçilerine destek



İZMİR - Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) İzmir Temsilciliği direnişteki Sümerbank işçilerini ziyaret etti. TYS İzmir Temsilciliğinden Metin Erten, Asım Gönen ve Zübeyde Seven Turan'ın katıldığı ziyarette konuşan Asım Gönen, "Hastane kuyruklarında, iş kuyruklarında, akşamleyin çocuğuna ekmek götürememenin sıkıntısıyla yaşayan insanlarımız nüfusumuzun yüzde seksenbeşini meydana getiriyor. Ama bu coğrafya yüz milyon insanı Avrupa standartlarında besleme olanağına sahip. Bizim zorumuza giden bu. Çağın insanı olacaksak sorun nereden geliyor, sorunun çözümü nedir bunu bilmek zorundayız" dedi. Direnişlerinden dolayı Sümerbank işçilerini kutlayan TYS üyeleri daha sonra şiirlerinden örnekler okudular.      
Sümerbank işçilerinden belediye işçilerine ziyaret
Öte yandan Sümerbank işçileri de Bornova Belediyesi'ne bağlı Tamirhaneler Şantiyesi'ni ziyaret ederek direnişleri ile ilgili bilgi verdiler. Saat 12.00 sularında şantiyeye gelen Sümerbank işçileri'nden Kemal Kasar işyerinin çay ocağında bulunan  belediye işçilerine,  fabrikaların özelleştirme adı altında İTO'ya peşkeş çekildiğini, işlerinden ekmeklerinden olduklarını ve ülke kaynaklarının yağmalandığını anlattı. Özelleştirmeyi kansere benzeten Kasar, işçilerin de ülkeyi satanlar kadar cesaretli olmaları gerektiğini söyledi. Bunun için direnmekten başka çarelerinin kalmadığını ve 28 gündür işyerini terketmeme eylemi yaptıklarını anlatan Kasar, direnişin başarıyla sonuçlanması için bütün işçilerin desteklemesi gerektiğini belirterek belediye işçilerini kendileriyle  dayanışmaya davet etti. Kasar'ın konuşmasını coşkuyla alkışlayan belediye işçileri, Sümerbank işçilerine çeşitli sorular sorarak direniş hakkında bilgi aldılar. Belediye işçileri de özelikle özelleştirmeden, taşeronlaştırmadan büyük zarar gördüklerini, halen yüksek miktarda alacaklarının belediye tarafından ödenmedigini belirterek, medyanın yalan haberlerle aldıkları ücretler hakında komuoyunu  yanıltığını söylediler. Tamirhaneler işyeri temsilcisi Alim Dilek Sümerbank işçilerini perşembe günü yapılacak temsilciler toplantısına davet etti ve Sümerbank direnişinin kendileri açısından örnek alınması gerektiğini söyledi.
Bu arada tatile girmeden önceki son toplantısını dün yapan İl Genel Meclisi'nden Özelleştirme İdaresi Kurulu'nun isteği olan Sümerbank'ın İzmir Ticaret Odası'na devrine ilişkin karar çıkmadı.  (Evrensel)

6 Haziran 2001 Çarşamba

Bergama'da deprem tehlikesi


  
      Flip

Siyanürlü altın madenine karşı verilen mücadele ile gündeme gelen Bergama'da, art arda yaşanan küçük sarsıntılar deprem tehlikesi ile gündemde.

Bergama'da deprem tehlikesi
Özer Akdemir
Bergama'da üst üste yaşanan küçük şiddetli depremler, siyanürlü madendeki zehir dolu atık havuzu akıllara getiriyor. 22 Eylül 1939'da 9 şiddetindeki büyük depremle yerle bir olan bölgede, bu kez depreme bağlı çevre felaketi endişesi hakim.
Bergama'da art arda yaşanan depremleri, Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Merkezi "Ege Bölgesi'nin olağan depremsel hareketleri" olarak yorumluyor.
1. derece deprem kuşağında
Birinci derecede deprem kuşağında olan Bergama ve yöresindeki bu sarsıntıların "olağan" sayılması, bölgede daha önce irili ufaklı çok sayıda deprem yaşanmış olması. Hatta, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Maden Fakültesi yayınları arasında çıkan "Türkiye Büyük Depremleri Makro-Sismik Rehberi" adlı kitapta, 1939 depreminde siyanürlü madenin yakınında kurulu olduğu Ovacık Köyü'nün yerle bir olduğu ve bunun üzerine yerinin değiştirildiği belirtiliyor.
2 milyon tonluk zehir barajı
Bergama'da 4 Haziran ve sonrasında yaşanan küçük şiddetli depremler, Ovacık-Narlıdere-Çamköy'ün ortasında, uluslararası Eurogold (Normandy) Şirketi tarafından siyanürlü yöntemle altın çıkarılmak istenmesine karşı Bergama köylülerinin 11 yıllık mücadelesinin haklılığını ve karşı karşı olunan tehlikenin büyüklüğünü de ortaya koyuyor. Çünkü, hemen burunlarının dibinde tonlarca zehir içeren dev bir siyanür havuzu var.
Eurogold'un "DSİ tarafından onaylanan baraj depremlere dayanıklı olacaktır" diye aktardığı, içinde siyanür, kurşun, arsenik gibi zehirlerin de bulunduğu atıkların depolanacağı havuz, konunun uzmanı bilim çevreleri tarafından hazırlanan çalışmalarda hiç de şirketin dediği kadar güvenli görünmüyor.
Tehlikenin boyutları
İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi tarafından hazırlanan raporda atık havuzuyla ilgili şu ifadelere yer veriliyor: "Çalışmaların yeraldığı Bakırçay Havzası Ege Bölgesi'nde 1. derece deprem kuşağının üzerinde bulunmaktadır. Siyanür ihtiva eden atık çamurunun toplandığı, 50 cm kalınlığındaki 70 hektarlık büyük bir alanı kaplayan kil çanak, hem çamurun yüklenmesi halinde düşey deformasyonlara, hem de depremin etkisi halinde kırılmalara maruz kalacaktır".
Barajın yapıldığı zemin alüvyal, yani geçirgen yapıda olduğu için, doğal zemin üzerine 1.5 metre kalınlığında kil tabakası örtülecek. İnşaat mühendisleri bölgenin 1. derece deprem kuşağı üzerinde olduğunun da altını çizerek, bu kil tabakanın tonlarca yüke dayanamayarak kırılacağını vurguluyor.
Bergama merkezine 10 km. uzakta, Ovacık, Narlıca, Çamköy'ün tam ortasında olan bu atık barajı, herhangi bir nedenle kırılır, zehir toprağa ve suya karışırsa yaşanacak felaketin boyutları, en küçük bir yer sarsıntısında bile Bergamalıların yüreklerini ağzına getirmeye yetiyor.
Oysa, tüm bu tehlikelerin farkında olması ve bunun önlemini alması gereken Bergama Kaymakamı Ali Şanlıer ise, 4 Haziranda yaşanan depremlerle ilgili "Bölgemizin deprem kuşağında olması nedeniyle depremle yaşamaya alışacağız" demekle yetiniyor.

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...