4 Kasım 2007 Pazar
Diğer adı Zehirkent: Balya
20 Şubat 2007 Salı
Otopan kabusu sona erdi
20 Şubat 2007 00:00
Hollanda hükümetinin, asbestli gemi Otapan’ı Türkiye’de söktürme düşüncesi hüsranla sonuçlandı. Hollanda Çevre Bakanı’nın, geminin asbestten temizlendikten sonra sökülmek için Türkiye’ye geri gönderilmesi yönündeki girişimlerinin boşa çıktığı anlaşıldı.
Hollanda hükümetinin, asbestli gemi Otapan’ı Türkiye’de söktürme düşüncesi
hüsranla sonuçlandı. Hollanda Çevre Bakanı’nın, geminin asbestten
temizlendikten sonra sökülmek için Türkiye’ye geri gönderilmesi yönündeki
girişimlerinin boşa çıktığı anlaşıldı. Hollanda Çevre Bakanı, Hollanda
meclisine gönderdiği bilgi notunda; Türkiye’nin, asbest temizlense bile gemiyi
kabul etmeyeceğini söylediğini belirterek yaşadığı hayal kırıklığını dile
getirdi.
Türkiye’nin, temizlense bile Otapan’ı kabul etmeyeceği; Hollanda’nın çok okunan
günlük gazetesi Volkskrant’ta yayınlanan habere konu oldu. Türk hükümetinin,
asbestin temizlenmesi halinde bile Otapan’ın Türkiye’ye girişinin
reddedileceği, Hollanda Çevre Bakanı Pieter Van Geel’in parlamentoya gönderdiği
bir bilgi notuna dayandırıldı. Hollandalı bakanın, kendi parlamentosuna
gönderdiği 2007008321 sayılı bilgi notunda konuyla ilgili kullandığı ifadeler
aynen şöyle: “Şimşekler ile (gemiyi sökmek üzere satın alan Türk şirketi)
Otapan’ın, 118699 sayılı notifikasyona uyacak şekilde Hollanda’da temizlenmesi
(atık miktarının, geçtiğimiz yıl ilk bildirimi yapılan bin kg. asbest
muhtevasına indirilmesi kastediliyor) konusunda anlaşmıştık. Ve ben de
Otapan’ın, Aliağa’daki Şimşekler Söküm Tesisi’ne götürülmesinin masraflarını
karşılayacaktım. Ancak 30 Ocak’ta Türkiye Çevre Bakanı ile bir telefon
görüşmesi yaptım. Bu görüşmede Pepe, nereden gelirse gelsin sökülmek üzere
gönderilen gemilerin Türkiye’ye girişine izin vermeyeceğini belirtti. Halbuki
kendisi, daha önce notifikasyonla uyumlu hale getirildikten sonra Otapan’ın
Türkiye sularına girişine izin verileceği sözünü vermişti.”
60 kat fazla asbest
Otapan gemisi, Hollanda’dan Aliağa Gemi Söküm Tesisleri’nde faaliyet yürüten
Şimşekler adlı firma tarafından sökülmek üzere ithal edilmişti. Hollanda
makamlarının Otapan’da 1 ton asbest olduğu yönündeki beyanına rağmen yine
Hollanda’da yapılan bir araştırmada, 60 ton asbest ve miktarı belli olmayacak
şekilde diğer zehirli maddelerin olduğu yönünde belgeler ortaya çıkmıştı.
Gemide, beyan edilenden 60 kat fazla asbestin olduğunun belgeleriyle ortaya
çıkmasının ardından Çevre Bakanlığı, geminin Türk karasularına girişine izin
vermemiş, konuyla ilgili görüşmeler yapmak üzere Türkiye’ye gelen Hollanda
Çevre Bakanı’nın temasları da sonucu değiştirmemişti. Otapan’ın geri
gönderilmesinde, geminin taşıdığı tehlikenin ortaya çıkmasının yanı sıra
İzmir’de birçok meslek örgütü, sendika, dernek ve platform tarafından
oluşturulan Tehlikeli Gemi Sökümünü Önleme Girişimi’nin de önemli bir etkisi
olmuştu. Birçok eylem ve etkinliklerle gemideki asbestin tehlikelerine dikkat
çeken girişim, hileli ve yalan beyanlarla Türkiye’ye getirilmesine izin verilen
Otopan gemisini, ‘Yasadışı Trafik’ olarak niteleyerek Hollanda’ya iade edilmesi
yönünde başarılı bir kampanya yürütmüştü. Girişim, Otapan’ın gönderilmesini
doğayı, insan yaşamını ve temiz bir çevreyi savunanların ortak zaferi olarak
nitelemişti.
Zehirli atıklar konusunda kirli bir sicili olan Hollanda’nın, geçen ağustos
ayında Batı Afrika ülkelerinden Fildişi Sahili’nde, başkent Abidjan civarına
gizlice bırakılan ve 7 kişinin ölümüne yol açan zehirli atıkların da sorumlusu
olduğu belirlenmişti.
(İzmir/EVRENSEL)
Özer Akdemir
Reklam
15 Şubat 2007 Perşembe
‘Ben de varım’ diyebilmek için
15/02/2007 ‘Ben de varım’ diyebilmek için Özer AkdemirErtan Doğan, 29 yaşında spastik özürlü bir genç. Sol elinin küçük parmağı ile 10 yılda bir kitap yazdı Ertan Doğan, 29 yaşında spastik özürlü bir genç. İzmir’in Dikili ilçesinde yaşıyor. Sol elinin küçük parmağı ile 10 yılda bir kitap yazdı. Kitabın adı “Ben de varım”. İnsanların engellileri fark etmediği, onlar yokmuş gibi davrandığı ya da onlara acıyarak baktığı bir toplumda, “Ben de varım” diyebilmek; Ertan’ın yaşama tutunmasının dayanağı olmuş… Ertan Doğan, ilkokul mezunu. Erken ve zor bir doğum, kordon dolanması ardından gelen bir dizi yanlışlıklarla birleşince, beyne yeterli oksijen gitmemesi nedeniyle felçli doğmuş. Elini, kolunu, vücudunun hiçbir organını kontrol edemeyen Doğan’ın en büyük sıkıntılarından birisi de istemsiz kasılma ve hareketler. Yaşama tutunmasında en büyük dayanağı olan annesi Memnune Doğan, Ertan’ı, ilkokulu bitirdikten sonra bir engellinin okuyabilmesi için uygun olmaması nedeniyle okula gönderemediklerini söylüyor. Oğlunun bir süre sonra büyük bir sıkıntıya girerek bunalım geçirdiğini aktaran anne Doğan, o günleri şöyle anlatıyor: “Girdiği bunalım sonrasında bana ölmek istediğini söyledi. Bu şekilde asalak gibi yaşamak istemediğini söyledi. O zaman oturduk konuştuk Ertan’la. Ölmek istiyorsan öl, dedim. Gittim zehir şişesini getirdim. Al. İç ve öl, dedim. Bana, ‘Ben nasıl içeceğim; ellerimi kullanamıyorum, senin içirmen lazım’ dedi. Ben de dedim ki; bunu isteme benden. Ben katil miyim? Eğer ölmek istiyorsan ikimiz beraber ölelim o zaman. Önce ben içeyim zehri, sonra sana içireyim, dedim. Onun ‘Ya sen ölüp ben kalırsam ne olur?’ sözleri üzerine; Ertan, bizim gerçeğimiz bu. Bunu değiştirmenin imkanı yok. Yapabileceğimiz her şeyi yaptık. O zaman kendi gerçeğini kabul edip ona göre yaşamak zorundasın. İçinde bulunduğun durumu en iyi şekilde değerlendirmek zorundasın, dedim. Onun “Böyle bir durumda ne yapabilirim ki anne?” sorusuna; yaşadıklarını, duygularını, mesajlarını insanlarla paylaşabilirsin mesela. Kitap yazabilirsin, sen söylersin ben yazarım, teklifinde bulundum. Kitap yazma serüveni böyle başladı.” ‘Bir mesaj iletmek istedim’ Ertan Doğan’ın “Ben de varım” adlı kitabında, tüm bu anlatılanlar var zaten. Kendi öz yaşam öyküsünü anlatmış kitabında, ama kendi deyimiyle tekdüzeliğe ve duygu sömürüsüne kaçmadan. Mesajını iletmek kaygısı gütmüş kitabı yazarken. Bir süre Ertan’ın söyleyip annesinin kaleme aldığı dizeler, Ertan’ın sol elinin küçük parmağını kontrol etmeyi öğrenmesi sonrasında cep telefonunun mesaj hanesine yazmaya dönüşmüş. Ertan’ın telefonun mesaj hanesine yazdığı satırları, daha sonra annesi bilgisayara geçirmeye başlamış. Kitap dört defa yeni baştan yazılmış. Anı şeklinde başlayan kitap, daha sonra romanlaştırılmış. Ertan, kitapta sadece kendi öyküsünün olmadığını söylüyor. Sıradan bir yaşam öyküsünden öte; insanlara mesaj vermek, engellilerin dünyasını anlatmak, engellilerin ilgilenildiğinde, olanak tanındığında neler yapabileceklerini göstermek istediğini vurguluyor özellikle. Ertan, konuşurken zorlanıyor. Tekerlekli sandalyeye, istemsiz hareketler nedeniyle bir yerini yaralamasın diye ayakları bağlı oturuyor. Bir taraftan istemsiz hareketlerle çırpınan bedenini kontrol etmeye çalışırken konuştuğu sözcükler bazen anlaşılamıyor. Ama düşüncelerindeki duruluk ve kurduğu cümlelerdeki uyum ile edebi zeka yönünden ne derece yetenekli olduğu hemen belli oluyor. Kitabı, zaten bunun en güzel kanıtı durumunda. ‘Hawking benzetmesi yanlış’ “Televizyon programcısı olmak istiyordum; ama şu anda yaptığım şeyden çok memnunum. İnsanların kitabımı alırken bir engelliye yardım amacıyla değil de gerçek anlamda bir edebi kitap okuma amacıyla almalarını isterim” diyor Ertan. Kendisinin Stephan Hawking’e benzetilmesinin de çok doğru olmadığı görüşünde. “Çünkü” diyor, “Hawking, fiziksel özürlü olana kadar belli bir yere gelmişti. Profesördü. Ben hiçbir şeyi tanımadan, hiçbir şeye dokunamadan, hayal ederek yazıyorum. Ama Hawking bunları yaşamıştı.” Kendi durumu ile Hawking’inki arasındaki farkı böyle anlatıyor ve ekliyor; “Engelli yönümün öne çıkarılmasını istemiyorum. Buna lüzum yok. Ben Ertan Doğan’ım, bir yazarım.” Annesi de Ertan’ın sadece engelli yönünün öne çıkarılmasından, ortaya çıkardığı eserin ikinci plana itilmesinden duyduğu rahatsızlığı gizlemiyor. “Onun ortaya çıkardığı bir eser var. Kitabının edebi bir yönü, vermek istediği mesaj var. Bunların görülmesi önemli olan” diyor. Ertan’a kendisinin çok şeyler verdiğini ama ondan da çok şeyler öğrendiğini belirterek “Ertan’la birlikte olurken insan olduğumu, insanın nasıl olması gerektiğini öğrendim. Onun sayesinde bilgisayarı, teknolojiyi kullanmayı öğrendim” diye konuşuyor. (İzmir/EVRENSEL) ‘Yaşamla kimsenin anlaşması yok’ Ertan, görüşmemizde ikinci bir kitabın yanı sıra şiir de yazmaya başladığını söylüyor. İkinci kitabın içeriğine çok fazla girmek istemese de kitabın tamamen bir kurgu olduğunu, farklı iki yaşamın birleşmesi, çatışması ve güncel olaylarla bağlantısını konu edindiği bilgisini veriyor sadece. Ertan’ın babası da Dikili Engelliler Derneği Başkanlığı’nı yapıyor. Ertan’ın durumunun, yazdıklarının 260 engellinin yaşadığı Dikili’de onların yaşamlarını kolaylaştırmak için birçok şeyin yapılmasının önünü açtığını aktarıyor. Belediye Başkanı Osman Özgüven’in de olumlu yaklaşımı ve katkılarına özellikle vurgu yapıyor. Engellilere, “Mutlaka yapabileceğiniz bir şeyler, ‘Ben de varım’ diyebileceğiniz şeyler vardır” diyen Ertan, insanlara da daha duyarlı olmaları çağrısı yapıyor ve ekliyor: “Potansiyel engelli olduğunuzu unutmayın. Yaşamla kimsenin bir anlaşması yok.” |
Yüzyıllar boyu sürecek kirlilik kaynakları: Maden atıkları
@ozer_akdemir atık havuzlarının, pasa yığınlarının, “cehennem çukurları” denilen açık ocakların büyük riskler taşıdığını vurguladığı yazı...
-
07 Ağustos 2018 14:41 CHP Milletvekili Gülizar Biçer Karaca, Menderes Nehri ve havzasındaki kirliliği Meclise taşıdı:...
-
08 Temmuz 2018 03:20 Tüm yazıları Günün şavkı Erciyes’e vurup, beyaz doruklarını kızı...
-
Dünya'da sadece Kuşadası civarında yetişen ve nesli tükenmekte olan Tüllüşah bitkisinin yetiştiği topra...