
NAZIM ALPMAN 08.02.2018 01:11
Bir toplumun gerçeklerle olan yakınlığı ya da uzaklığı, o
toplumun gelişmişlik düzeyi bakımından fikir verebilir. Özellikle acı gerçekler
söz konusu olduğunda, gerçeklerle yüzleşmenin ağır sonuçları yaşanabilir.
Bu durumu en çok hastanelerde görebiliyoruz.
Ağır hastanın kaybedileceğini öğrenen yakını, tepkisini
öncelikle doktorlara yöneltebilir. Ki bu türden pek çok olay yaşanıyor. Büyük
hastanelerde doktorlara saldıranlar, kesici aletlerle hücum edenler, hatta
ateşli silah kullananlar bile olabilmektedir.
Ne pahasına olursa olsun doktor hastayı yaşatmalıdır. Oysa
doktor da böyle düşünmektedir. Zaten ettiği Hipokrat yemini bunu
gerektirmektedir. Ama hasta yakını eğer toplumsal gelişmişlik bakımından
negatif bir çizgide bulunuyorsa, doktoru asla anlayamaz.
Toplumsal gelişmişlik eğrisi alt sınırlarda seyrederse
böylesi olayların esas müsebbiplerinin kim olduğu asla görülemez.
Hastanelerde son yıllarda doktorlar, hemşireler, elemanları
pek çok defa hasta yakınlarının saldırılarına maruz kaldılar.
Hastaların ve yakınlarının doktorlara saldırılarıyla
toplamsal gelişmemişlik arasında doğru orantı vardır. Hatta ağır vakalarda,
ağır cehaletten söz edilebilir.
Onlara huzur veren ilacın sırrı bilgisiz toplumun
reçetesidir:
“ Bana gerçekleri anlatma!

Ege’nin uranyumu
Ege Bölgesi’nin meşhur olmuş pek çok ürünü vardır. Başta
zeytin, zeytinyağı olmak üzere üzümleri, şarapları, incirleri, bademleri,
şeftalileri, elmaları armutları gibi say sayabildiğin kadar…
Bir de hepsinin üstünden atlayıp, onları çöp haline
getirebilecek kadar güçlü –ama meşhur olmamış- değeri var: Uranyum!..
Bu güçlü ürün nükleer yakıtın hammaddesini oluşturuyor.
Ancak bunu kimseler bilmiyor. Hatta üzerinde yaşayanlar
bile…
Çevre gazeteciliği denildiğinde akla ilk gelen isim olan
Evrensel gazetesinin İzmir Muhabiri Özer Akdemir’in son kitabı “Uranyum
Uğruna” adlı çalışması ülkemiz içinde sessizce patlatılmış “Mini-Çernobil
santralleri” olduğunu ortaya koyuyor.
1970 ile 1980 yılları arasında Maden Tetkik Arama kurumu
(MTA) Manisa’nın Köprübaşı ilçesinde bağlı Kasar köyünde uranyum madeni
işletilmiş. Hatta yarı mamul madde olan Yellow Cake (Sarı Pasta) bile
üretilmiş.
Amerikalılarla ortak işletilen bu madenler, 1980’de terk
edilmiş. Öylece olduğu gibi bırakılıp gidilmiş.
Sonra?
Sonrasını kimse sormasın diye konu bile edilmemiş. Maden
bölgesinin üzerinde yaşayan insanlar, otlayan hayvanlar, onların sütlerini içen
insanlar, derelerinde yüzen balıklar, hepsi hep birlikte radyasyona maruz
kalarak hayatlarına devam etmişler. Hâlâ da ediyorlar.
Özer, kendisine bu bilgileri veren Doç. Dr. Enver Küçükgül
ve Jeofizik Yüksek Mühendisi Erhan İçöz ile birlikte uranyum madenlerinin
bulunduğu köye gidiyor. Onlara da madenlerde çalışmış bir köylü rehberlik
ediyor. Ellerinde radyasyon ölçen bir alet ile her yerde ölçüm yapıyorlar.
Sonuç mu?
Kabul edilebilir radyasyon limitlerinin tam 140 kat fazlası
olduğunu tespit ediyorlar!..
Bu ürpertici sonuçları alınca Köprübaşı Belediye Başkanı Zafer
Mergen’e gidip durumu anlatıyorlar. Genç başkan ilgi ve kaygı ile onları
dinliyor. Sonra fikrini söylüyor:
“ İlçemizin böylesi radyasyon sorunu ile anılması ilçeye
zarar verir. Bizim buranın tek geçim kapısı çilek üretimidir. Lütfen bu şeyleri
söylemeyeyim. Zaten bizi kimse uyarmadı! Yakında da seçimler var. Ben de
köylüyüm, bize bir şey olmadı şimdiye kadar...!
Bir başka mini Çernobil ise Aydın’ın Söke ilçesine bağlı
Kisir Köyünde yaşanmış. 12 Yaşında çocuklarda kanser tespit edilmiş. Sekiz
aylık hamile kadının karnında bebeği ölmüş. “Eceliyle” ölüp gidenlerin kaçı
uranyuma bağlı kanserden hayata veda ettiği ise bilinmiyor. Çünkü araştırma
yapılmamış.
Özer’in kitabı tam bir korku filmi senaryosu gibi… Ama ne
yazık ki, film senaryosu değil, çıplak elle tutulan bir gerçek.
https://www.birgun.net/haber-detay/bana-gercekleri-anlatma-203473.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder