11 Ağustos 2014 Pazartesi

Ege'de altına karşı yaşamı savunmak



Özer Akdemir gazetemiz için yazdı

Ülkemizin dört bir yanında halk sermayenin yaşam alanlarına saldırılarına karşı bir yaşam mücadelesi içinde. Maden, enerji, kentsel dönüşüm, balık çiftlikleri... Kapitalizm sisteminin devamı için, krizinden çıkabilmek için emeğin yanı sıra doğanın da sömürüsüne, talanına hız verdi. Bu talana, ekolojik yıkıma karşı geçmişte bir grup orta sınıf aydının uğraşı olarak görülen yaşamı savunma mücadelesi, tabana, halka yayıldı. Şimdi ülkemizin dört bir yanında, kent ve kırlarında halk yaşam alanlarını koruyabilmek için direnmeye, bunun için birleşmeye çalışıyor.

"Ölüm bu kapıdan giremez"di

Bu yazı da, sayfa sınırları nedeniyle sadece Ege Bölgesindeki altın madeni karşıtı mücadeleden kısa kesitler yer alacak. Ege Bölgesi ve özellikle Bergama Köylülerinin siyanürlü altına karşı direnişleri, çevre mücadelesinin de kırılma noktasını oluşturmakta.
Kapısında “Tanrılar Adına, Ölüm Buraya Giremez!” yazan dünyanın ilk büyük sağlık merkezi Asklepion’un kurulduğu Bergama, ne acıdır ki ölümle özdeşleşen çok uluslu altın şirketlerinin ülkeye ilk girdiği yerdir. Uzun uğraşlardan, direnişlerden, hukuk skandallarından, politik cambazlıklardan sonra ‘ölüm-siyanür’ Bergama kapısından girebildi. Bergama’da aralanan kapıdan giren ‘siyanür-ölüm’ Kışladağ’da, Erzincan İliç’de, Kaymaz’da, Küçükdere de kısa sürede kök saldı.

1990’lı yılların Türkiye’si, gittikçe yükselen Kürt ulusal hareketinin yanı sıra iki önemli olaya daha tanıklık etti. Bunlardan birisi 1990’ın sonlarında başlayıp 1991 başlarında “Büyük Ankara Yürüyüşü” şeklinde gelişen Zonguldak maden işçilerinin grevi, diğeri ise 90’ların sonları, 2000’li yılların başında en yüksek seviyesine çıkan Bergama Köylülerinin siyanürle altına karşı direnişi idi.

Eurogold Madencilik A.Ş. (Normandy) tarafından Bergama Ovacık-Çamköy-Narlıca arasında bulunan arazide siyanür liçi yöntemiyle altın elde etme uğraşının başlangıç tarihi 1989 yılıdır. Eczacıbaşı Esan Şirketi tarafından alınan altın arama ruhsatının Eurogold’a satılması ile başlayan süreç, daha sonra madenin Normandy’e satılması ile devam etti. Bergama Köylülerinin yaşam alanlarını altıncı şirketlerden korumak için verdiği mücadele, bin bir türlü eylemlerin yanı sıra hukuk cephesinde de sürdü. 1997 Mayıs'ında, Danıştay Dava Daireleri Kurulu'nun verdiği "siyanürle altın işletmeciliğinde kamu yararı yoktur" kararına uygun davranılmış olsaydı, bu yazının konusunda önemli bir yer tutmazdı. Yargı tarafından 'kamu yararı' yoktur diye reddedilen altın işletmeciliği hukuk devletinin gereğine uyularak rafa kaldırılmış olurdu. Oysa ülkemizdeki hukukun, egemenlerin kendi hukuksuzluklarını gizleme aracından başkaca bir anlam yüklemenin hata olduğunu tarih bizlere defalarca gösterdi.

Dış güçler yalanı
Kazanılan onlarca, yüzlerce davaya rağmen altın madeninin kapatılamaması elbette Bergama köylülerinde var olan hukuka inancı önemli oranda zedelediği gibi, mücadele azmini de yıprattı. Buna rağmen, Bergama köylülerinin yaşam alanlarını siyanürcü altın şirketinden koruma mücadelesinin sönümlenmesine yol açan ön önemli gelişme ise hiç kuşkusuz, bu direnişi 'dış güçlerin' kışkırttığı yalanıdır. 18 Aralık 2002 yılında evinin önünde bir suikast sonucu öldürülen Necip Hablemitoğlu'nun, Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası kitabında ileri sürdüğü bu tezler, sonradan ayrıntıları ortaya çıkacak olan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreterliği'ne bağlı Toplumla İlişkiler Başkanlığı (TİB)'nin bir psikolojik savaş oyunuydu. İşin bu yönü bambaşka bir yazı konusu.

Kırılmanın fotoğrafı

Bergama köylülerinin mücadelesindeki bu 'dış güçler-Alman Vakıfları- iddialarının ardından DGM'de açılan "Almanya yararına legal casusluk" davasıyla daha da hızlandı. İktidarın tüm kurumları olmak üzere, medyadan, askeriyeden ve iş dünyasından önemli oranda destek gören bu karalama kampanyalarına rağmen mücadeleyi elden bırakmayan köylüler için Enerji Bakanı Hilmi Güler'in altın madenini ziyareti önemli bir kırılmayı beraberinde getirdi. O güne kadar köylülerin sözcüsü olan Oktay Konyar'ın, Bakanın ricası üzerine altın külçesinin bir ucundan tutarak gazetecilere verdiği pozdu bu kırılma anı. Konyar'ın tuttuğu altın külçesinin diğer ucundan bakan ve şirket müdürünün elleri vardı. Ertesi günkü gazeteler "Madende uzlaşma" diye yazıyordu bu fotoğrafın altına. Konyar'ın "böyle bir şey yok" demesine rağmen o poz köylülerin zihninde bir yenilgi anı olarak kaldı. Yıllarca her türlü mücadeleyi, baskıları, zorlukları, uygulanmayan mahkeme kararlarını, hatta 'casusluk iftirasını' bile göğüslemiş olan köylülerin direnme güçleri o pozun ardından inişe geçti.

Türk lokumu

Bir zaman sonra madenin "yerli" görünen Koza Altın Şirketine satılması ve ardında Gülen Cemaatinin olduğu söylenen bu şirketin de madene karşı çıkanlara devlet destekli bir şiddete başvurması hareketin sönümlenmesine giden en son hamleler oldu.

Bergama'daki direnişi kıran Koza Altın, buradaki cevherin tükenmesinin ardından Küçükdere'ye ve Kozak Yaylalarına gözünü dikti. Buralarda açılan maden ocaklarından getirilen altınlar, bir siyanürle altın ayrıştırma üssüne çevrilen Bergama Ovacıktaki tesislerde işleme tabi tutuluyordu.

Bergama Kapısının ardından Kanadalı Eldorado Gold'un Türkiye uzantısı TÜPRAG şirketi Uşak Eşme Kışladağ'da altın madeni çalışmalarını başlattı. Açılan davalara rağmen, topraklarını satmamakta direnen, madenin su yolu geçirmesine izin vermeyen İnay Köylülerinin jandarma marifetiyle dövülmesine kadar giden bir mücadele süreci izledik Kışladağ'da. AKP Hükümeti'nin Bakanlar Kurulu, topraklarını madene satmayan Almanya'da ikamet eden Fadime Usta'nın arazisinin elinden alınması için şirket lehine 'acele kamulaştırma' kararı çıkarmaktan geri durmadı. Madenin resmi açılışında 15 gün önce meydana gelen siyanür kazasında 1500 Eşmeli'nin zehirlenmesine rağmen, maden törenlerle açıldı. Ölüm olayı yaşanmasa da binlerce insanı etkileyen bu kazanın hayvanlar üzerindeki etkisi 8-9 ay sonra ortaya çıktı. Civar köylerde doğum yapan hayvanların yavrularını %80'e varan kısmı ölü ya da sakat doğdu! Şirket, "Turkish Dileght - Türk lokumu" olarak nitelediği madenin kapasitesini üç katına çıkardı. Avrupa'nın en büyük altın madeninde zenginlikler Kanada'ya, kirlilik ve zehir ise bize kalmaya devam ediyor.

Son efe direniyor

TÜPRAG Şirketinin bir başka madeni olan Efemçukuru ise İzmir'e sadece 20 km uzaklıkta, kente 700 metre yüksekten kuşbakışı bakan bir konumda. Bir zamanlar Alfons tipi üzümleriyle ünlü Efemçukuru Köyünün bir başka özelliği ise kente içme suyu sağlayan barajların koruma havzasında yer alması. Altın madeninin burada işletilmesi için 200-300 bin kişinin suyunu karşılaması planlanan Çamlı Barajı'na ilgili bakanlıklar tarafından ÇED izni verilmediğini de söyleyelim. Efemçukuru köylülerinin 2-3 yıl boyunca madene karşı verdikleri mücadelenin kırılma noktası yine Bakanlar Kurulu'nun Acele kamulaştırma kararları oldu diyebiliriz. Bakanlar Kurulu, arazilerini madene satmayan köylülerin 35 parsel taşınmazı için acele kamulaştırma kararı çıkararak, şirketin önünü açtı. Şirket de bu kararı şantaj amaçlı kullanıp, kısa sürede bu arazilerin çok büyük bir kısmını yüksek paralarla köylülerin elinden aldı. Madene arazisini hala satmayan tek köylü olan Ahmet Karaçam'ın bağı, madenin oluşturmak zorunda olduğu "sağlık koruma bandı"nın içerisinde. Yasalarla oluşturulması gereken sağlık koruma bandını Ahmet Karaçam'ın direnmesi yüzünden oluşturamayan madenin deneme izni bu nedenle iptal edilmiş olmasına rağmen, altın madeni İl Özel İdaresinden aldığı üretim izni ile çalışmaya devam ediyor. Denemez izni iptal edilen madene nasıl üretim izni verildi? Burası Türkiye, olur böyle şeyler!...

Son söz yerine

İzmir'de işletilmesi planlanan, Karşıyaka kent merkezine 5 km uzaklıktaki Yamanlar Arapdağındaki altın madeni için yargı 'şimdilik' dur demiş durumda. Tıpkı Kazdağlarında, geçtiğimiz günlerde 7 altın madenini 6'sı için verilen yürütmeyi durdurma kararlarına yaşam savunucularının ihtiyatlı yaklaşımı gibi...

Bu ülke en yüksek yargı organı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun kesinleşmiş "siyanürle altın işletmeciliğinde kamu yararı yoktur" kararına rağmen, günümüzde onlarca yerde altın madenciliğini yapılan bir ülke çünkü.

Son söz yerine; Ege'de de, ülkenin diğer yerlerinde de, temiz, doğayla barışık bir gelecek için sermayeye direnmekten başka yolu yok yoksul halkın. Emekten, doğadan, barıştan yana bir ülkeyi hep birlikte kurana kadar...

Kaynak: Bu yazı Yeşil Öfke (yeni adı Yeşil DireniŞ) gazetesinin Ocak 2014 3. sayısında yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...