
19 Şubat 2017 06:08
Jeotermal santrallerin olduğu bölgede arıları öldüğü için
ÇED toplantısında kendini yakmak isteyen Fadime Camuz, Özer Akdemir’e anlattı.
Özer AKDEMİR
“Nevrim döndü o sözleri duyunca! Odanın penceresinden köyün
üstündeki dağ görünüyordu. Yağmur bulutu ağır ağır iniyordu tepeden. Gözümü
buluta diktim. Kulaklarımı kapattım. Öfkemden, kıpkırmızı olmuşum. Bu işe orda
karar verdim.”
***
Jeotermal enerji santrallerinin gazları yüzünden arıları
ölen Fadime Camuz, oğlunun düğünün ertesi günü gittiği jeotermal şirketinin
yazıhanesinde canına kıymaya karar vermesini bu sözlerle anlattı. Sesinde
bezginlik, sesinde kırgınlık, keder, öfke! Sesi içindeki fırtınanın dinmeyen
çığlıkları gibi; “Bizi kandırdılar, hor gördüler, alaya aldılar” diyor.
***
Aydın Ortaklar’da bir salon. Sandalyeler dizilmiş, karşıda
bir masa, masanın üstünde bilgisayarlar, kitaplar. Arkada beyaz bir beze
yansıtılacak görüntüler. Jeotermal şirketinin müdürü bölgede yapacakları
jeotermal enerji santrali ile ilgili bilgi verecek.
Bakanlık yetkilisi toplantıyı açmadan salondan birisi ayağa
kalktı. “Bize bunları anlatmayın, bunları çok dinledik. İstemiyoruz sizin
santralinizi de sizi de. Kokudan uyuyamıyoruz biz. Deremizde balık kalmadı,
tarlamızda sebze. Zeytinimiz, incirimiz köklendi, kalanlar kuruyor birer
ikişer. İstemiyoruz sizin enerjinizi de, sıcak su borularınızı da, işinizi de.
Çekin gidin topraklarımızdan” dedi.
Orta yaşlı, kirli sakallı bir köylü elini kolunu sallayarak
konuşuyordu. Yarısı dökülmüş dişleri yüzünden kelimeler ağzında yuvarlanıyordu;
“Allah Muhammet aşkına bir gün gelin misafirimiz olun. Sadece bir gün!
Çektiklerimizi, yaşadıklarımızı, evimizin, ocağımızın, tarlamızın içini görün.
Çocuklarımızın yüzlerine bakın. Analarımızın anlattıklarını dinleyin. Bir gün
gelin allah aşkı için, sadece bir gün!”
“Benim arılarım” diyor Pınardereli Ahmet Camuz, 450 kovan
arım...”
***
Başında sarı poşusu, elinde üzerinde hala yeşil yeşil
taneleri olan bir zeytin dalı ile başka bir köylü kesiyor sözünü onun.
“Menderes’e ayağımızı sokamıyoruz ayağımızı. Bu nehir bin yıllardır bereket
taşır Aydın Ovasına. Aşımızı, işimizi, suyumuzu, ekmeğimizi Menderes Nehrine
borçluyuz. Şimdi açık bir kanalizasyon gibi akıyor. Kokudan yanına
yaklaşamıyoruz bazı yerlerde”.
“450 kovan arım öldü bir ay içinde. Benim arılarım, ballarım...”
Sözünün gerisini tamamlayamıyor yine. Arkadan genç bir kadın çığlık çığlığa masadakilere derdini anlatmaya çalışıyor; “Çocuklarımız soluk alamıyor. Ufak bebeğimi solunum cihazıyla yaşatıyoruz. İnsafınız yok mu sizin! İnsafınız!...”
“450 kovan arım öldü bir ay içinde. Benim arılarım, ballarım...”
Sözünün gerisini tamamlayamıyor yine. Arkadan genç bir kadın çığlık çığlığa masadakilere derdini anlatmaya çalışıyor; “Çocuklarımız soluk alamıyor. Ufak bebeğimi solunum cihazıyla yaşatıyoruz. İnsafınız yok mu sizin! İnsafınız!...”
***
İki dönem Aydın Tabip Odası Başkanlığı yapan Doktor Metin
Aydın mavi kapaklı bir dosyayı götürüp masaya bıraktıktan sonra salona döndü;
“Aydın kanser kent oldu. Bir zamanlar dağından bal, ovasından yağ akan Aydın
artık çürük yumurta kokuyor. Dağlar delik deşik madenlerden. Ovalar delik deşik
jeotermal kuyularından. Türkiye’nin kanserden ölümleri en fazla ili Aydın.
Kanser hastalığının en hızlı yükseldiği il. Hastanelerde kanser tedavisi
görenlerin en çok olduğu il. Aydın ölüyor, Aydın yok oluyor!...”
***
“Benim arılar, jeotermal yüzünden” diye başlayan Ahmet
Camuz’un sözünü bu kez de eşi Fadime kesti.
“Biz öldük, biz battık” dedi.
Elindeki sarıp sarmalanmış ruloyu açtı. Bir ucunu Ahmet’e verip öbürünü kendisi tuttu ve yukarı kaldırdı. Uzunca bir pankarttı bu. En altında morlu, yeşilli çiçeklere konan arıların sıra sıra kovanların fotoğrafları vardı pankartta. Sol sol üst köşesinde ise her tarafından duman fışkırtan bir jeotermal enerji santrali görünüyordu. En üstte kırmızı harflerle şunlar yazıyordu; “Jeotermale hayır. Jeotermalden dolayı 450 kovan arım öldü. Yetkililer kulak asmıyor. Yarın siz de ölebilirsiniz?”
“Biz öldük, biz battık” dedi.
Elindeki sarıp sarmalanmış ruloyu açtı. Bir ucunu Ahmet’e verip öbürünü kendisi tuttu ve yukarı kaldırdı. Uzunca bir pankarttı bu. En altında morlu, yeşilli çiçeklere konan arıların sıra sıra kovanların fotoğrafları vardı pankartta. Sol sol üst köşesinde ise her tarafından duman fışkırtan bir jeotermal enerji santrali görünüyordu. En üstte kırmızı harflerle şunlar yazıyordu; “Jeotermale hayır. Jeotermalden dolayı 450 kovan arım öldü. Yetkililer kulak asmıyor. Yarın siz de ölebilirsiniz?”
***
Salonda kopan alkışlar arasında kürsüye yönelen Fadime ve
Ahmet Camuz’a, salondaki özel güvenliklerin müdahale etmek istemesi tetikledi
her şeyi. Yanında getirdiği su şişesindeki benzini önce içti, sonra üzerine
döktü Fadime. Benzinin tadından ağzı buruştu, gözleri yandı. Gözünü açamıyordu
ama eli cebindeki çakmağa uzandı. “Bunu mu istiyorsunuz? İlla kendimizi mi
yakalım? Bizim hayatımız sönmüş?” dedi.
Salon karıştı, kimi Fadime’nin elindeki çakmağı almaya
çalışırken, kimisi masayı, üzerindekileri öfkeyle sağa sola savuran Ahmet
Camuz’u sakinleştirmeye çalışıyordu. Özel güvenlikçilerin sıktığı biber gazı
sonrası soluk alınamaz hale gelen salondan kaçıştı herkes. Dışarı çıkanlar
Fadime Camuz’un boylu boyunca yere serilmiş halde gördü. Başında ambulans görevlileri,
hemşireler. 50 yaşındaki kadın, kanı çekilmiş gibi boylu boyunca yatıyordu
toprağın üzerinde.
***
“Üç gün Kuşadasında yoğun bakımda kaldım. Doktor uzun zaman
kontrol altında olacağımı söyledi. Arılarımız bizim her şeyimizdi. Onları
elimizden aldılar bir de üstüne alay ettiler. Düğünün ertesi günü çağırdılar
bizi şirkete ‘anlaşacağız, hakkınızı alacaksınız’ diye. Beş bin lira verip
‘susun’ dediler. ‘Ses etmeyin, davanızdan vazgeçin’. Bu bizim zararımızın
ellide biri bile değil dediğimizde gülerek, ‘Ohhooo, siz eşekten inip
Mercedes’e binmek istiyorsunuz’ dediler.
Ölmeye o anda karar verdim, kendimi yakmaya. Ama olmadı.
Hakkımızı alamazsak, ahdettim o jeotermalin kapısında kendimi yakacağım” dedi
Fadime.
Arıları onun hem anıları, hem yarınları idi. Arılar yoksa
yarınlar da yoktu onun için…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder