Özer AKDEMİR
Bu yazı zor olacak, biliyorum. Daha Cerattepe’nin kar
soğuğunu üzerimizden atamadan İzmir çukuruna indik çünkü. Ladinlerin göğe
uzanan yapraklarından süzülen yağmur tanelerinin ıslaklığı var hâlâ
yanaklarımızda. Elinde tuttuğu “Madene hayır” yazılı kaşkolu gururla gösteren
Mustafa Yavuz’un nemli gözlerle, “Yiğidi kılıç kesmez bir acı söz öldürür”
sözlerinde kaldı yüreğimiz. Bir yandan “Biz de Gezi’ye katıldık, gurur duyduk”
derken, bir yandan da Cumhurbaşkanının “Yavru Gezici” sözlerini aşağılama
olarak kabul eden bir duyarlılıkta Artvin halkı. Kime sorsak aynı yanıtlar
geliyor. Kimin gözüne baksak örselenmiş, aşağılanmış, dalları hoyratça kırılmış
bir ağacın hüznünü okuyoruz yüzlerde. Oysa, ağaçlar ayakta kalsın, tomurcuğa
dursun her baharda yeniden diye gövdelerini siper ediyorlar bugüne kadar kutsal
bildikleri devletin zulmüne. “Bizim devletle hiçbir sorunumuz olmadı şimdiye
kadar. Bize bunu neden yapıyorlar?” diye soruyor kadınlar. Anlamıyorlar,
anlayamıyorlar binlerce insanın bir şirketin çıkarı için kırılıp geçirilmesinin
nedenini. Oysa, daha birkaç ay öncesine kadar Artvinli seçmenlerin yarıya
yakınının oyunu almış AKP. Kendi seçmenlerini dövüyor bir bakıma, kendine oy
verenleri cezalandırıyor!
“Ben Artvin’i bırakıp hiçbir yere gidemem” diyor Emine Er. “Deprem tüm sevdiklerimi aldı benden. Eşim, çocuğum, torunum burada, mezarda. Ben onları bırakıp nereye gidebilirim?”
Üzerine “madene hayır” yazılı bir giysi geçirilen ayaklarımızın arasında dolaşan sevimli kahverengi köpeği gösterip ekliyor; “Bizim hayvanlarımız da var yaşayacak. Paskal da yaşasın diye direniyoruz.” Bir elinde “madene hayır” yazısını diğerinde Paskal’ın tasmasını tutan Uğur Aktaş “Çok nöbet tuttu Paskal Cerattepe için” diyor. “Gazlı saldırıda da bir arkadaşı öldü.” İnsanlar kadar hayvanlara da zulmetmişler...
Bir gün önce Ankara’da patlatılan bombanın, yitirilen canların üzüntüsünü de yüklenmiş yüreklerine kadınlar. Kafkasör’ün biraz ilerisine, Cerattepeye giden yol üzerine barikat kurup kimseyi geçirmeyen askerlere tepki gösteriyorlar; “Asker Ankara’ya gitsin, bizim önümüzde niye duruyor ki?”
‘ALTIN ZİYNET, DOĞA ŞİFAYI DAĞITAN’
Yorulmuş, boğa heykellerinin yanına bir sandalyeye oturmuş
Hilmi Algın. Boynunda yeşil-beyaz renklerin hakim olduğu “Madene hayır”
kaşkolu, elinde bastonu, bilgece konuşuyor; “Benim sözlerim organik. İnternet,
televizyon, gazete yok. 85 yaşındayım. Ömrüm bu yaylalarda geçti. Şu karşı
tepede evim. Ortam öyle olmuş ki artık, doğa değil, yaşam değil, insan değil,
çıkar için uğraşıyorlar. Burada madeni çıkaracaklar, tamam. Ne çıkacak, altın.
Altın ne işe yarar? Ziynet eşyası. Oysa bu doğa şifayı dağıtan, sağlığı veren.”
Ondan daha yaşlıları da gelmiş Kafkasör’e. 92 yaşındaki Ferzade Yalçıntaş onlardan birisi. Vakur, dimdik, kararlı dökülüyor sözler ağzından; “Ben 92 yıldır buranın yeşiliyle yaşıyorum. 40 dönüm arazim var Kafkasör’de. Nasıl yaşadıysam, nasıl gördüysem, torunlarıma öyle kalsın bu yaylalar.” 89 yaşındaki Kore gazisi Ahmet Sezgin’le yan yana bir sandalyeye oturup gazetecilere anlatıyor derdini 94 yaşındaki Hatice Yelkenli; “Ben bu yaşımda buraya niye geldim biliyor musunuz? Artvin kurtulsun diye. Burada maden çıkarılırsa, ne ağaç kalır, ne Artvin.”
Ondan daha yaşlıları da gelmiş Kafkasör’e. 92 yaşındaki Ferzade Yalçıntaş onlardan birisi. Vakur, dimdik, kararlı dökülüyor sözler ağzından; “Ben 92 yıldır buranın yeşiliyle yaşıyorum. 40 dönüm arazim var Kafkasör’de. Nasıl yaşadıysam, nasıl gördüysem, torunlarıma öyle kalsın bu yaylalar.” 89 yaşındaki Kore gazisi Ahmet Sezgin’le yan yana bir sandalyeye oturup gazetecilere anlatıyor derdini 94 yaşındaki Hatice Yelkenli; “Ben bu yaşımda buraya niye geldim biliyor musunuz? Artvin kurtulsun diye. Burada maden çıkarılırsa, ne ağaç kalır, ne Artvin.”
‘MAHKEMEDEN BAŞKA KARAR ÇIKARSA TANIMAYACAĞIZ’
Mikrofonu uzattığımız herkesten benzer sözler duyduk.
Gencinden, yaşlısından, çocuğundan, kadınından, esnafından... Esnafını ayrıca
anmak gerek Artvin’in. Koca bir kentin neredeyse tüm dükkanlarının camlarında
“Cerattepe’de altın madenine hayır” yazısını görmek bile, henüz hiç birşey
bilmeyen, kente yeni gelmiş birine durumu en yalın halde anlatmaya yeter.
Bilirkişi keşfi günü sabah kahvaltısı için gittiğimiz Sevgi Sofrası adlı
temiz, şirin bir esnaf lokantasını işleten Sevgi Önay, kahvaltı servisi
bittikten sonra dükkanı kapatıp Cerattepe’ye gideceklerini söylüyor. Dükkanı
çekip çeviren üç kadın, kahvaltılıklardan kumanyalar hazırlayarak direnişçilere
katılacaklar işlerini yaptıktan sonra. Sevgi Önay, birkaç hafta önceki
jandarma-polis saldırısını “Çok büyük bir vahşetti” diye anlattı.
“Yaralananlardan birisi de benim. Plastik mermi ile elim kırıldı. Sargıyı dün
çıkardım. Sırtımda hala morluklar var.” Önay, yıllardır hukukta kazanmalarına
rağmen, siyasi olarak madenin açılmasına dönük girişimlerin hep sürdüğünü
söyleyerek, “Mahkemeden şu saatten sonra orada altın madeni işletilebilir
kararı çıkarsa, ben şahsi olarak o kararı tanımayacağım. Nasıl ki Cumhurbaşkanı
Anayasa Mahkemesi kararını tanımıyorum, saygı duymuyorum diyebiliyor. Biz de
böyle bir karar çıkarsa tanımayacağız, saygı duymayacağız” diye konuşuyor.
Benzer sözleri yıllardır Cerattepe davasında Artvinlilerin avukatlığını yapan Bedrettin Kalın, keşfin olduğu günün akşamı, yağmura rağmen otopark önünü dolduran binlerce Artvinliye hitaben söyledi; “Bilim, hukuk olarak herşeyi açık seçik anlattık, gösterdik. Şu saatten sonra olumsuz bir kararın çıkması hukuken, ahlaken, bilim açısından mümkün değil. Çıkarsa bunun adı hukuk değil başka bir şeydir ve biz bunu tanımayız.”
Keşfin olduğu gün öğle saatine kadar günlük güneşlik olan Kafkasör, keşif heyetinin gelişiyle birlikte soğumuş, ince ince bir yağmura durmuştu. Heyetin konvoyunu saatlerce, sabırla bekleyen, heyet geçerken “madene hayır” kaşkollarını kaldırıp elele tutuşup sessizce kararlılıklarını gösteren Artvinlilere zorluk çıkarmak istememiş, kıyamamıştı doğa sanki.
Ayrılacağımız gün ise Kafkasör’e sis basmış, yağmur kara dönmüştü. Hoşçakal Artvin, direncin bol olsun diye geride bıraktık kenti, dumanlı Kafkasör yaylalarını...
Bu yazı zor oldu, biliyorum. Yüreğim, Kafkasör’ün dumanına, Artvin’in yiğit insanlarıyla, Cerattepe’nin orman güllerine takıldı kaldı çünkü...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder