22 Ekim 2017 04:45
Özer Akdemir Turgutlu Çaldağında yapılan nikel
madenciliğinin yol açtığı doğa tahribatını ve doksan yaşındaki Çaldağı
direnişçisini yazdı.

“Ağaçlarımız kurudu, nohutlarımız sararıp soldu, domatesler
hep lekeli” diye yana yakıla dertlerini anlatmaya çalışan köylüler duvara
konuşuyorlardı sanki. Madenin müdürü eli arkasında, yüzünde yapışkan bir
sırıtış ile boş boş bakıyordu köylülerin yüzüne. Bilirkişi heyetindekiler ondan
çok daha ilgiliydiler.
“Sülfürik asidi suyla karıştırıp kullanacağız” dedi müdür.
Nikel madeni ona göre çevreye hiçbir zarar vermeyecekti. O konuştukça Kimya
Mühendisleri Odası Başkanını afakanlar basıyordu. Dört saattir aynı şeyleri
konuşmaktan, anlatmaktan usanmış bir sesle “Olur mu müdür bey öyle şey” dedi
ama sonunu getirmedi. Artık o da, mahkeme heyeti de, keşfi izleyenler de
bıkmıştı, yorulmuştu.
Keşfin sonunda madenin deneme üretimi yaptığı yere gelindi.
Altı siyah plastik örtülerle kaplanmış küçük havuzcuklar yan yana sıralanmıştı.
Onların hemen yanı başında dev gibi bir ağacın gölgesinde keşif tutanağının
yazılması beklendi.

***
Yaşlı pelitin gölgesinde bastonuna iki eliyle dayanarak
duruyordu Muammer Arabul. 90 yaşına merdiven dayamıştı. Neredeyse altında
bulunduğu pelit kadar yaşlandığını düşündü. Bacakları artık gövdesini taşımakta
zorlanıyordu. Kafasına sarındığı beyaz bir tülbentle güneşten korunmaya
uğraşmıştı bütün gün. Bazen oturarak, bazen ayakta hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan
anlatılanları dinlemeye çabaladı saatler süren keşif boyunca.

Yorgunluk, sıcak neyse de en çok Çaldağı’nın bu hali
çökertmişti omuzlarını. Yıllar önce, sık çamların içinde keklik, tavşan
kovaladığı günleri andı özlemle. Sarı kantaronların baygın kokuları arasında
uzandığı, rüzgarın çamlarla birlikte söylediği şarkıyı dinlediği, kuşların
kulaklarından gitmeyen namelerine eşlik ettiği, papatyaların yanı başına yatıp
uyuduğu günler geldi gözlerinin önüne. Eskiye daldı mı, o güzellikleri aklına
getirdi mi göğsünden başlayıp boğazına doğru yayılan ve orada tıkanıp kalan
baskıya engel olamıyordu. Yine öyle oldu!
İçinde yürürken gökyüzünü göremediğiniz orman yok olup
gitmişti şimdi. Yüz binlerce ağaç tam diplerinden kesilmiş, ölü gövdeler
güneşin alnında üst üste yığılarak kurumaya bırakılmıştı. Bilirkişi heyeti az
ötede kaç ağacın kesildiğinin, kesileceğinin tartışmasını yaparken o önünde
uzanan yamaç boyunca yerinde yeller esen ormanların boşluğundan ovaya baktı.
İnce bir pus çökmüştü kasabanın üstüne. Evler, minareler belli belirsiz
görünüyordu. Kesik ağaç köklerine bakıp elini dizine vurdu, “Ahhh” etti. “Bizi
düşmandan korudun, biz seni koruyamadık, eyvah!” dedi. Kurtuluş Savaşı’nda
Yunanlılar gelmeden önce Kasabalılar Çaldağına kaçmış, bu ormanlarda aylarca
saklanmıştı.
Kurumuş otların arasına oturdu bir süre, ellerini toprağa
daldırdı. Yanıyordu toprak, sıcacıktı. Çöl sıcağı gibi. “Ne hale getirmişler
seni Çaldağı? Çöldağı olmuşsun neredeyse!” dedi acı bir fısıltıyla.
***
'Keşke bu kadar yaşamasaydım, bunları
görmeseydim. Keşke çocukluğumda kalan
Çaldağı’nın özlemi ile ölseydim'
görmeseydim. Keşke çocukluğumda kalan
Çaldağı’nın özlemi ile ölseydim'
Kesilen ormanın biraz ilerisinde madenin açık ocağının dev
gibi çukuru vardı. Bir uçurum gibi kıvrıla kıvrıla aşağıya inen çukurun içinde
yemyeşil bir su birikmişti. Zehir yeşili bir su!
Burasının daha birkaç yıl öncesine kadar sincapların,
tilkilerin, türlü tevir kuşların, yılanların, böceklerin oynaştığı, bin bir
çeşit çiçeklerin açtığı bir orman olduğunu bilmek canını çok acıtıyordu! “Keşke
bu kadar yaşamasaydım, bunları görmeseydim. Keşke çocukluğumda kalan
Çaldağı’nın özlemi ile ölseydim” diye geçirdi o gün içinden, kaçıncı kez...
Pelit ağacının sarı bir yaprağı dalından kopup bastonunun
önüne düştüğünde dayanamadı daha fazla. Hâlâ madenin zararsız olacağını anlatan
müdüre dedi ki “90 yaşındayım, hadi beni geç! Şu altında durduğun senden 10 kat
yaşlı ağaçtan, kestiğiniz ormanlardan, yerinden yurdundan ettiğiniz
hayvanlardan utanmıyor musun? Bu toprakları zehire buladınız mı, bu ağaçları
toprağından kopardınız mı burada yaşam olmayacağını bilmiyoruz muyuz
sanıyorsun. Biz aptal değiliz!”

***
Ekim ayının ortalarında Turgutlu Belediyesi Toplantı
Salonunu dolduran Kasabalıların arasında o da vardı yine. Emektar bastonuna
dayanarak en ön sıraya oturmuş, bir ay sonra yapılacak yeni bilirkişi keşfiyle
ilgili anlatılanları dinliyordu. Arada gözleri dalıp uyukladığında rüyasında
hep Çaldağını görüyordu. Yine ormanın içinde, yine kuşlarla yarenlik ederken
yakalıyordu çocukluğunu.
Son Düzenlenme Tarihi: 22 Ekim 2017 09:03
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder