AYNI GÖKYÜZÜ AYNI KEDER…
Sinop Cezaevinde, Sabahattin Ali’nin yattığı koğuşun
penceresinden görünen gökyüzü ve memleket cezaevlerindeki durum Behçet Aysan’ın
şiirinde dediği gibi hala; “değişen bir şey yok hiç/ölüm hariç./aynı gökyüzü
aynı keder.”
Özer AKDEMİR
Üç metre kalınlığındaki duvarların ötesinden gelen bu ses
hırçın dalgaların sesi. Sabahattin Ali’nin koğuşundan bir türlü göremediği, gök
yüzüne bakıp “‘deniz gibidir gökyüzü/aldırma gönül aldırma” diye gönlünü
avuttuğu Karadeniz bu. Önünden geçirilen yola ve öfkesini dindirmek için
yapılan mendireğe inat, ozanın kaldığı koğuştan duyuluyor. Ve ‘deli dalgalar’
hala 4000 yıllık Sinop kalesinin duvarlarını yalıyor…
ZİNDAN
Nemden çürümeye yüz tutmuş duvarları, koğuş pencerelerinin
önünde, betona, taşa, paslı demire inat sarmaşıkları ile dimdik ayakta Sinop
Cezaevi. Daha giriş kapısında, yeni gelenlerin kayıtlarının yapıldığı
yazıhaneye gelmeden sağ tarafta sizi karşılayan zindan, cezaevine gelenlere
nasıl bir yerde olduklarını anlamaları için epey yardımcı oluyor! Ağır bir kol
demiri ile kilitlenmiş kapısından içeri eğilerek girebiliyorsunuz. Kubbe
şeklinde oldukça yüksek tavanlı, taştan, karanlıktan, nemden bir oda zindan.
Odadan çok mağaraya benziyor aslında. Duvarda, soğuk taş zeminde hala
mahkumların ayaklarının ve ellerinin bağlandığı paslı zincirler duruyor.
“Hapishanelere güneş doğmuyor” diyen Gönül Dağının ozanı “Neşet Ertaş”ın
unutulmaz bozlağının anlamını daha bir kavrıyorsunuz zindanın içinde.
“…Bitmiyor geceler, olmaz sabahlar/Bu zindanda öleceğim gardiyan”...
Giriş kapısının sağından uzanan küçük ve dar bir sokağı
andıran koridor sizi Çocuk Islahevi olan sarı binaya götürüyor. Bütün binaların
rengi yıpranmış, silinmiş uçuk bir sarı cezaevinde. Çocuk ve cezaevi kavramları
birbirine ne kadar yabancı oysa. Oyun çağından, cezaevi koğuşlarına giden bir
süreç, o çocuğun yaşamında ne onulmaz yaralar açmıştır, kimbilir…
Çocuk İslahevinin bahçesinde eskilerden kalma bir cezaevi
nakil aracı duruyor. Her tarafı demirden, uzun burunlu gri renkli, tekerleri
patlamış, döşemeleri delik deşik ve yer yer paslanmış bu araç cezaevi tablosunu
tamamlıyor sanki.
FARELER VE İNSANLAR
Başka bir dar sokakla mahkûmların çalıştıkları işliklere ve
yemekhaneye ulaşıyorsunuz. İşlikler dar, havasız, yemekhane kasvetli…
Duvarlarda cezaevindeki ‘suçlu’lara tanrıya, devlete ve otoriteye bağlılığın
gereğini öğütleyen çeşitli sözler yazılı. En dikkat çekici olanı ise fizikçi
Albert Einstein’ın “Hatasız insan yoktur. İnsanlık hatasını kabul ve tamir
etmekle ölçülür” sözleri. Bu söz idari binaları, çocuk ve kadın koğuşlarının
yanı sıra, erkek mahkûmların konduğu 3 büyük kısımdan oluşan cezaevinin birçok
koridorunda, koğuşunda yazıyor.
Geniş sayılabilecek havalandırmaları ile koğuşlar üç katlı
inşa edilmiş. En üst katlarda siyasi mahkumlar kalıyormuş. Her kısmın altında
disiplin hücreleri adı altında, tek kişilik karanlık hücreler var. Hücre
duvarlarının ötesi deniz olduğunda, dalgalı havalarda bu tek kişilik
hücrelerdeki tuvalet deliğinden taşan sular içeriye dolar, insanlar farelerle
iç içe yaşarlarmış. Öyle ki bu hücrelerde kalanlar, günün tek tayını olan
ekmeği kendilerine zarar vermesinler diye, hücrelerinde bolca bulunan farelerle
paylaşmak zorunda kalırlarmış.
BAŞIN ÖNE EĞİLMESİN
Mustafa Suphi, Deniz Gezmiş, Kerim Korcan, Uğur Mumcu, Ahmet
Arif, Refik Halit Karay gibi ünlü isimlerin kaldığı cezaevinin belki de en
tanınmış mahkûmu, şüphesiz Sabahattin Ali’dir. Cezaevi İkinci Kısmının üst
katındaki 20 numaralı koğuşta yatmış Sabahattin Ali. Koğuşun demir kapısının
üzerinde “Sabahattin Ali 13 Mayıs 1933 Cuma günü bu koğuşa getirildi. 29 Mayıs
1933 yılında, 10. yıl affıyla 30 Ekim Günü tahliye edildi” yazıyor. Kapının
mazgal penceresinde ise “Başın öne eğilmesin” dizesi okunuyor.
Dikdörtgen şeklindeki koğuşun, öbür ucunda, pencere
kenarında kalan ranzalarda yatmış ünlü ozan. Aldırma Gönül şiirini burada
yazmış. Hatta şiirde geçen “Dertlerin kalkınca şaha/Bir küfür yolla Allaha”
mısraları, başına iş açmış ve disiplin cezası almış. Duvara yazdığı şiiri bu
nedenle kazınmış. Bugün, Aldırma Gönül şiiri, bir levhaya yazılarak, ozanın
yattığı ranzanın üstündeki duvara monte edilmiş. Tabii “Bir küfür yolla Allaha”
dizesi, “Bir sitem yolla Allaha” olarak değiştirilerek…
Memleket hapishanelerine dün olduğu gibi bugünde güneş
doğmuyor. Ölüm kol geziyor yine kalın duvarların içerisinde. İdealleri uğruna
68 gün açlık grevi yapılanlar ölümle yaşam arasındaki ince çizgide gidip
geldiler. Sabahattin Ali’nin demir parmaklıklı penceresinden bakıp bakıp denize
benzettiği gökyüzü ve yurdumuz hapishaneleri, Sivas katliamında yitirdiğimiz
Behçet Aysan’ın dediği gibi hala; “değişen bir şey yok hiç/ölüm hariç./aynı gökyüzü
aynı keder.”
ALDIRMA GÖNÜL ALDIRMA
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma
Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül, aldırma
Görmesen bile denizi
Yukarıya çevir gözü
Deniz dibidir gökyüzü
Aldırma gönül, aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir küfür yolla Allah'a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül, aldırma
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Ceza yata yata biter
Aldırma gönül, aldırma
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder