27 Kasım 2012 Salı

Aynı gökyüzü aynı keder...


AYNI GÖKYÜZÜ AYNI KEDER…

Sinop Cezaevinde, Sabahattin Ali’nin yattığı koğuşun penceresinden görünen gökyüzü ve memleket cezaevlerindeki durum Behçet Aysan’ın şiirinde dediği gibi hala; “değişen bir şey yok hiç/ölüm hariç./aynı gökyüzü aynı keder.”

Özer AKDEMİR

Üç metre kalınlığındaki duvarların ötesinden gelen bu ses hırçın dalgaların sesi. Sabahattin Ali’nin koğuşundan bir türlü göremediği, gök yüzüne bakıp “‘deniz gibidir gökyüzü/aldırma gönül aldırma” diye gönlünü avuttuğu Karadeniz bu. Önünden geçirilen yola ve öfkesini dindirmek için yapılan mendireğe inat, ozanın kaldığı koğuştan duyuluyor. Ve ‘deli dalgalar’ hala 4000 yıllık Sinop kalesinin duvarlarını yalıyor…


ZİNDAN

Nemden çürümeye yüz tutmuş duvarları, koğuş pencerelerinin önünde, betona, taşa, paslı demire inat sarmaşıkları ile dimdik ayakta Sinop Cezaevi. Daha giriş kapısında, yeni gelenlerin kayıtlarının yapıldığı yazıhaneye gelmeden sağ tarafta sizi karşılayan zindan, cezaevine gelenlere nasıl bir yerde olduklarını anlamaları için epey yardımcı oluyor! Ağır bir kol demiri ile kilitlenmiş kapısından içeri eğilerek girebiliyorsunuz. Kubbe şeklinde oldukça yüksek tavanlı, taştan, karanlıktan, nemden bir oda zindan. Odadan çok mağaraya benziyor aslında. Duvarda, soğuk taş zeminde hala mahkumların ayaklarının ve ellerinin bağlandığı paslı zincirler duruyor. “Hapishanelere güneş doğmuyor” diyen Gönül Dağının ozanı “Neşet Ertaş”ın unutulmaz bozlağının anlamını daha bir kavrıyorsunuz zindanın içinde. “…Bitmiyor geceler, olmaz sabahlar/Bu zindanda öleceğim gardiyan”...

Giriş kapısının sağından uzanan küçük ve dar bir sokağı andıran koridor sizi Çocuk Islahevi olan sarı binaya götürüyor. Bütün binaların rengi yıpranmış, silinmiş uçuk bir sarı cezaevinde. Çocuk ve cezaevi kavramları birbirine ne kadar yabancı oysa. Oyun çağından, cezaevi koğuşlarına giden bir süreç, o çocuğun yaşamında ne onulmaz yaralar açmıştır, kimbilir…

Çocuk İslahevinin bahçesinde eskilerden kalma bir cezaevi nakil aracı duruyor. Her tarafı demirden, uzun burunlu gri renkli, tekerleri patlamış, döşemeleri delik deşik ve yer yer paslanmış bu araç cezaevi tablosunu tamamlıyor sanki.


FARELER VE İNSANLAR

Başka bir dar sokakla mahkûmların çalıştıkları işliklere ve yemekhaneye ulaşıyorsunuz. İşlikler dar, havasız, yemekhane kasvetli… Duvarlarda cezaevindeki ‘suçlu’lara tanrıya, devlete ve otoriteye bağlılığın gereğini öğütleyen çeşitli sözler yazılı. En dikkat çekici olanı ise fizikçi Albert Einstein’ın “Hatasız insan yoktur. İnsanlık hatasını kabul ve tamir etmekle ölçülür” sözleri. Bu söz idari binaları, çocuk ve kadın koğuşlarının yanı sıra, erkek mahkûmların konduğu 3 büyük kısımdan oluşan cezaevinin birçok koridorunda, koğuşunda yazıyor.

Geniş sayılabilecek havalandırmaları ile koğuşlar üç katlı inşa edilmiş. En üst katlarda siyasi mahkumlar kalıyormuş. Her kısmın altında disiplin hücreleri adı altında, tek kişilik karanlık hücreler var. Hücre duvarlarının ötesi deniz olduğunda, dalgalı havalarda bu tek kişilik hücrelerdeki tuvalet deliğinden taşan sular içeriye dolar, insanlar farelerle iç içe yaşarlarmış. Öyle ki bu hücrelerde kalanlar, günün tek tayını olan ekmeği kendilerine zarar vermesinler diye, hücrelerinde bolca bulunan farelerle paylaşmak zorunda kalırlarmış.

BAŞIN ÖNE EĞİLMESİN

Mustafa Suphi, Deniz Gezmiş, Kerim Korcan, Uğur Mumcu, Ahmet Arif, Refik Halit Karay gibi ünlü isimlerin kaldığı cezaevinin belki de en tanınmış mahkûmu, şüphesiz Sabahattin Ali’dir. Cezaevi İkinci Kısmının üst katındaki 20 numaralı koğuşta yatmış Sabahattin Ali. Koğuşun demir kapısının üzerinde “Sabahattin Ali 13 Mayıs 1933 Cuma günü bu koğuşa getirildi. 29 Mayıs 1933 yılında, 10. yıl affıyla 30 Ekim Günü tahliye edildi” yazıyor. Kapının mazgal penceresinde ise “Başın öne eğilmesin” dizesi okunuyor.

Dikdörtgen şeklindeki koğuşun, öbür ucunda, pencere kenarında kalan ranzalarda yatmış ünlü ozan. Aldırma Gönül şiirini burada yazmış. Hatta şiirde geçen “Dertlerin kalkınca şaha/Bir küfür yolla Allaha” mısraları, başına iş açmış ve disiplin cezası almış. Duvara yazdığı şiiri bu nedenle kazınmış. Bugün, Aldırma Gönül şiiri, bir levhaya yazılarak, ozanın yattığı ranzanın üstündeki duvara monte edilmiş. Tabii “Bir küfür yolla Allaha” dizesi, “Bir sitem yolla Allaha” olarak değiştirilerek…

Memleket hapishanelerine dün olduğu gibi bugünde güneş doğmuyor. Ölüm kol geziyor yine kalın duvarların içerisinde. İdealleri uğruna 68 gün açlık grevi yapılanlar ölümle yaşam arasındaki ince çizgide gidip geldiler. Sabahattin Ali’nin demir parmaklıklı penceresinden bakıp bakıp denize benzettiği gökyüzü ve yurdumuz hapishaneleri, Sivas katliamında yitirdiğimiz Behçet Aysan’ın dediği gibi hala; “değişen bir şey yok hiç/ölüm hariç./aynı gökyüzü aynı keder.”


ALDIRMA GÖNÜL ALDIRMA

Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma

Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül, aldırma

Görmesen bile denizi
Yukarıya çevir gözü
Deniz dibidir gökyüzü
Aldırma gönül, aldırma

Dertlerin kalkınca şaha
Bir küfür yolla Allah'a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül, aldırma

Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Ceza yata yata biter
Aldırma gönül, aldırma

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...